KIBRIS BARIŞ HAREKATINDA TCG KOCATEPE NASIL BATTI

KIBRIS BARIŞ HAREKATINDA TCG KOCATEPE NASIL BATTI


21 Temmuz tarihi Türk Deniz Kuvvetleri için trajik bir gündür. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ikinci günü olan 21 Temmuz 1974 tarihinde Kuzey Kıbrıs’a çıkartma harekatı sürerken yanlış bir istihbarat ile Türk savaş uçakları, Kıbrıs’ın kuzey batısından görev yapan 3 savaş gemimizi yanlışlıkla bombaladılar ve  ne yazık ki TCG Kocatepe muhribi ağır hasar alarak battı ve 54 denizcimiz şehit oldu. Diğer 2 gemimiz TCG Mareşal Fevzi Çakmak, TCG Adatepe savaş bölgesinden süratle Anadolu kıyılarına uzaklaşarak ağır hasar almaktan ve şehit vermekten kurtuldular.
Burada bir açıklama yapmak isterim; Muhriplerimiz neden uçaklara karşı ateş açmadı? Her 3 savaş gemisi de Denizaltılarla muharebe için dizayn edilmiştir. Hava saldırılarına karşı savunması zayıftır. Türk savaş uçakları bu nedenle her 3 muhrip üzerinde de üstün duruma gelmiştir. Ve iyi ki de böyle olmuş, uçak ve pilot kaybımız olmamıştır.
En gelişmiş teknolojik gücü olan ülkelerin savaş uçakları yanlışlıkla kendi savaş gemilerini vurmuştur. ABD pasifik savaşlarında bir kaç kez kendi gemilerine saldırılar düzenlemiştir. Bir başka örnek de;
İsrail-Arap’lar 6 gün savaşları sürecinde yine Gazze açıklarında meydana gelmiş olan bir olayı anımsatmak istiyorum. Tarih 7 Haziran 1967 – Yer, Gazzenin 13 mil açıkları. Olayın ilgilisi ; ABD istihbarat gemisi USS Lİberty
ABD donanmasına bağlı olan istihbarat gemisi USS Liberty 6. Filoya bağlı olarak bu sularda istihbarat görevini yapmaktadır. Geminin bordasında ve üzerinde uçaklar tarafından görülebilecek gibi “kimliğini” tanımlayan yazılar ve işaretler vardır. Geminin üzerinde birden israil uçakları ve çevresinde de İsrail hücumbotları belirir. Liberty’i bombardımana başlarlar. USS Liberty istihbarat gemisi olduğundan kendisini koruyabilecek yeterli silahı yoktur. Direnemez. Bu saldırılar 1 saat 15 dakika devam eder.
Saldırılar sona erdiğinde Liberty bir hurdaya dönmüş ve yanmaktadır. Geminin mürettebatından 34 kişi ölmüş,171 kişi de yaralanmıştır. Daha sonra bu konunun üstü ABD tarafından örtülmüştür.
Naci Kaptan – 22 Temmuz 2023

TCG KOCATEPE’NİN SAVAŞ HAREKAT SUBAYI OLAN
emekli Deniz Kurmay Yarbay Özhan Bakkalbaşıoğlu’nun anlatımı;

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ikinci günü olan 21 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Adası’na intikale geçtiği istihbar edilen Yunan askerî konvoyunun Baf Limanı’na çıkarma yapmasının önlenmesi maksadıyla Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri’ne bağlı unsurlar görevlendirilerek ileri harekete geçmişlerdir. Emniyet ve Perde Birliğine bağlı üç muhrip TCG Mareşal Fevzi Çakmak, TCG Adatepe ve TCG Kocatepe, 21 Temmuz sabahı Girne açıklarından Kıbrıs Adası’nın batısında yer alan Baf bölgesine doğru intikale geçmişler, öğleden sonra bölgeye ulaştıklarında harekât sahasında Yunanistan’a ait herhangi bir yüzer unsura rastlamamışlardır. Aynı saatlerde Hava Kuvvetlerine ait savaş uçakları Yunan deniz unsurlarına taarruz maksadıyla bölgeye ulaştıklarında Türk gemilerini Yunan gemileri olarak kıymetlendirerek hava taarruzuna başlamışlardır. Aralıklarla yaklaşık olarak beş saat süren hava taarruzu neticesinde TCG Kocatepe muhribi batmış, TCG Mareşal Fevzi Çakmak ve TCG Adatepe muhripleri hasar almış, gemilerde bulunan onlarca personel yaralanmış ve 54 denizci şehit olmuştur.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Türk savaş uçaklarının istihbarat hatası ve haberleşme eksikliğinden dolayı Yunan gemisi zannederek TCG Kocatepe Muhribi’ni batırması harekâtın en trajik olayıydı. Toplam 246 personelin görev yaptığı gemide 54 askerimiz şehit oldu. TCG Kocatepe’nin Savaş Harekât Merkezi subayı emekli Deniz Kurmay Yarbay Özhan Bakkalbaşıoğlu o talihsiz faciayı anlattı.
Dünya savaş tarihine “Çok başarılı bir ada çıkarması” olarak geçen Kıbrıs Barış Harekâtı’nın en şanssız anı, hiç kuşkusuz TCG Kocatepe Muhribi’nin kendi uçaklarımız tarafından bombalanmasıydı. Harekâtın ikinci günü 21 Temmuz 1974’de yaşanan bu trajik olayda Kıbrıs’ın Baf Limanı’na doğru bir Yunan deniz konvoyu ilerlediği savıyla müdahale emri verilen Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait TCG Kocatepe, TCG Adatepe muhripleri ile TCG Fevzi Çakmak destroyeri istihbarat hatası ve haberleşme eksikliğinden Yunan filosu sanılarak Türk Hava Kuvvetleri’ne ait savaş jetlerinin hedefi oldu. TCG Fevzi Çakmak ve TCG Adatepe aldıkları hafif hasarla Türkiye sahillerine ulaşmayı başarırken, TCG Kocatepe ise aldığı ağır hasar sonucu battı. O gün 246 personelin bulunduğu gemide 54 askerimiz şehit oldu, günlerce denizde yaşam mücadelesi veren denizcilerimiz Türk, İngiliz, İsrail ve Lübnan gemileri tarafından kurtarıldı..
İsrail Deniz Ticareti Okulu teknesinin yardımıyla kurtarılan 42 asker arasında daha sonra 16. Deniz Kuvvetleri Komutanı olan, Kocatepe’nin komutanı Kıdemli Yarbay Güven Erkaya da vardı… Ve TCG Kocatepe, Cumhuriyet donanmasının harp durumunda kaybettiği ilk gemi olarak kayıtlara geçti. O günden bu yana geçen 46 yılda da merhum Güven Erkaya ile olayın yakın tanıklarından denizci ve havacı askerler anılarında, açıklamalarında olayı anlattılar, yazdılar. Ama hala kim nerede, nasıl hata yaptı ya da hatanın büyüğü hangi kuvvetteydi sorgulanıyor. Dolayısıyla biz de içinde kurtulan 40’a yakın askerimizin anlatımlarının da yer aldığı “Kıbrıs Barış Harekâtı’nda TCG Kocatepe Nasıl Battı. Bir Akıl Tutulması” isimli kitabı ağustos ayında piyasaya çıkacak olan emekli Deniz Kurmay Yarbay Özhan Bakkalbaşıoğlu ile TCG Kocatepe’nin son iki gününü ve olay anında gemide, sonrasında da azgın dalgalar arasında denizde yaşananları konuştuk. Öncelikle harekâtın 46.yılında bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum… TGC Kocatepe Muhribi’nin Savaş Harekât Merkezi Subayı emekli Deniz Kurmay Yarbay(o tarihte üsteğmen) Özhan Bakkalbaşıoğlu anlatıyor:
Esasında 4 Temmuz 1974’den biraz bahsetmek lazım biz o tarihte Akdeniz Çağrı Kuvveti’nde görev yaptık. Bu Amerikan, İngiliz, İtalyan, Yunan ve Türk gemilerinin karma bir topluluğu olarak bir kuvvetti. 40 gün süren bir tatbikattan sonra Gölcük’e geldikten bir hafta sonra da 4 Temmuz’da Deniz Kurdu/2 tatbikatına katıldık. O dönemde Kıbrıs’ta daha henüz bir şey yok bu Ege’de normal planlı bir tatbikattı. Ancak tatbikatın 2.safhasında 15 Temmuz’da Kıbrıs’ta darbe oldu bunun üzerine tatbikat 17 Temmuz’da iptal edildi ve gemiler dağılma mevkilerine gittiler. Biz eğer Kıbrıs’ta darbe olmasa idi tatbikatın sonunda da Mersin’e gidip üç ay rotasyon döneminde orada kalacaktık. Ama bu hadise olunca zaten otomatik olarak Mersin’e intikal ettik. Hatta Deniz Kuvvetleri Komutanı bizim gemiyle Mersin’e geldi, karaya çıkıp oradaki deniz birliklerini denetleyerek Ankara’ya gitti. Bir şey olacağını herkes sezmeye başladı ama ne olacaktı? Çünkü biliyorsunuz 1967 yılında yarı yoldan döndük. Dolayısıyla subaylar olarak gidilir mi gidilmez mi gibi fikir teatisinde bulundu herkes. Ama gördük ki 16-17 Temmuz’da işler daha da kızıştı. 17-18 Temmuz’da harekâtın planlamasının toplantıları yapıldı. Tabi bu toplantılar esnasında bir takım eksiklikler görüldü işte Kıbrıs’a ait haritalar eksikti, istihbarata göre birtakım mevzileri tespit edilmiş Yunan ve Rum birliklerine ait haritaların orijinallerini herkese dağıtamadıkları için ‘aydınger’ diye bir kağıt vardır bilirsiniz o kağıda böyle bir haritadan teamül subayı olarak kendim çizdim. Onunla gemiye geldik. Deniz Kuvvetleri harekât emrini aldıktan itibaren çok kısa sürede hazırlandı.
19 Temmuz’da çok enteresan bir şey oldu Komutan Güven Erkaya beni çağırdı ‘Teamül subayım 10 dakikalık bir farazi hazırla, bir senaryo hazırla hava taarruzu olsun işte gemide bir takım yerler hasar alacak sonra da biz gemiyi terk edeceğiz, böyle bir senaryo olsun’ dedi. Baş üstüne dedim. Tabii bunun amacı savaşa gidiyoruz batarız da çıkabiliriz de dolayısıyla gemi personeline son defa savaş yerlerindeki görevlerinin iyice benimsenmesi ve eğer gemiyi terk edeceğimiz zaman herkes nereye gidecek, hangi salla tahliye olacak onu bir kere daha bilgilendirilmesi, iyice pekiştirilmesiydi.
Olası bir Yunan taarruzuna karşı eğitim anlamında mı?
Evet, komutan bir öngörü olarak gemisini bir saldırı olur hasar meydana gelir terk etme durumu olursa personeli bir panik yaşamasın diye bunu bir gün önceden öngördü. Ve o eğitimi öyle yaptık ki can salına bir adam çıkar terk ederken pimini çeker o can salı açılarak denize düşer sonra adam aşağıya iner. Dedik ki bu adam ölürse kim çekecek pimi? O zaman o salda 21 kişi varsa 21 kişiye o salın nasıl açılacağı öğretildi. Ondan sonra her salın numarası var iskele tarafı çift, sancak tarafı tek numara olarak herkes can salını ezberledi. Yani gemi zaten eğitimliydi iyice eğitimli hale sokuldu. Biz NATO tatbikatında uçak hedefi düşüren gemiydik. ABD’nin, İngiltere’nin en modern gemilerine karşı biz 1945 yapımı İkinci Dünya Savaşı teknolojisiyle olan gemide uçak hedefini düşürdük, diğer gemiler atış yapamadı… Biz çok iyi bir kara bombardımanı da yaptık. Örneğin Yunan gemileri kara bombardımanı hedefleri yerine meskûn olan yerlere attı. Yani gemi her şeyiyle dört dörtlük eğitimliydi…

O gece hazırlıklarımızı yaptık herkes dini vecibelerini yerine getirdi. Hatta ailelerinize bırakılacak mektup yazın dediler. Yazdık hepsini kurye gelip topladı. Ertesi sabah 08.30 da ileri harekâta geçeceğiz. 20 Temmuz 1974’de Mersin’de limandan çıktık ama 20 dakika sonra falan çağırdılar geri döndük. Eyvah dedik yine iptal oldu. Tabii sonradan öğrendiğimiz Amerikalı arabulucu zaman istemiş biraz daha. O yüzden o 2 saatlik erteleme bizim kapak atmamızı iki saat daha geciktirdi.
Yola çıkıldı, geri dönüldü yani?
Tabi geri geldik. İki saatlik bir kaybımız oldu o kaybı dünyada ilk defa yapılan bir harekâtla Türk Deniz Kuvvetleri dünya tarihine yazdı. Sonuçta saat 11.30 civarlarında biz Bismillah virayla Kıbrıs’a doğru hareket ettik. Kocatepe, Adatepe, Mareşal Fevzi Çakmak bir de Tınaztepe olarak. Biz dört gemi önden gidiyoruz, perdeleme yapıyoruz arkadan da amfibi çıkarma gemilerinin bulunduğu konvoy geliyor. Bu arada Kemal Kayacan Mersin’de Harekât Başkanı’nı gönderdi ve iki tane şey istedi. Birincisi bir sahte konvoy düzenleyin, bu sahte konvoy ticaret gemilerinden oluşsun ve Magosa’ya doğru gitsinler dedi. İkincisi ne olursa olsun ilk defa karaya ayak basacak olan birlik amfibi deniz piyade alayı olsun. Çünkü biz bu konuyla ilgili eğitim gördük yıllarca ve onlar çıkacak diye iki şart koydu. Sahte konvoy da düşmanı aldatma harekâtıydı.
Dost atışıyla batırılan… Kocatepe’nin son iki günü

Biz aşağı yukarı 16.45’de falan muhripler olarak Kıbrıs açıklarına geldik. Sis var silüet halinde Kıbrıs görünüyor. Fakat konvoy sürati daima en düşük gemi süratine göre ayarlanır. Yani o gemilerin 10 mil hız yapanı da vardır 5 mil yapanı da.5’e göre ayarlanır dolayısıyla konvoyun sürati az. İki saatlik de gecikme var zamanında çıkamayacağız, bütün planlar alt üst olacak o zaman hani çılgın Türkler hikâyesi vardır ya onun gibi dünya harp tarihinde ilk defa bizimkiler bir şey buldu. Seyir esnasındayken ana gemiye ufak gemiler yanaştılar ve amfibi gemilere askerler indi. Aslında esas harekât şöyle yapılır, gemiler gelir çıkarma bölgesine belli bir yerde ana gemi durur orada her gemi yanaşır oradan askerlerini alır ayrılır. Ondan sonra grup halinde plaja doğru kapak atarsınız. Bu bir zamandır. Dolayısıyla biz seyir halinde bunu gerçekleştirerek iki saatlik kaybımızı büyük ölçüde azalttık.
Kıbrıs sahillerine geldik bekliyoruz ateş açma emrini. Emir bir türlü gelmiyor zaman geçiyor. Sonradan öğrendik ki Başbakan Bülent Ecevit biliyorsunuz savaş kararı verdi ama barışçı bir insan özellikle Milli Güvenlik Kurulu’nda şu ifadeyi kullanmış, ‘orada çok turistler, siviller falan var onlar ateş açmadıkça sizde ateş açmayınız.’ İnsanlara zarar vermeyelim gibi bir beyanatta bulunmuş. Dolayısıyla bu savaş durumunda karşı taraftan ateş beklemek biz gelmişiz, bir anda böyle bir kaos oldu biz ne yapacağız diye. O arada da Girne’nin oradan iki tane Rum hücumbotu çıktı pat diye ve konvoyla muhriplerin arasına girmeye çalışıyor amacı girip konvoya torpil atışı yapmak. Gemi komutanı hücumbotun üzerine doğru rota çevirdi araya girmesini önlemek bakımından ama ateş emri yok. Tam o esnada bir tane uçak bu hücumbota bir dalış yaptı ve imha etti. O arada da bizim SAT ve SAS timlerimiz plajda sahile çıkmıştı. Onlar da bizim Jandarma botu J-18’e ateş açınca artık karşı taraf ateş açmış oldu. TGC Adatepe’de diğer hücumbotu batırdı ve savaş başladı. Tabi burada ilk önce Hava Kuvvetleri hava taarruzu yapacak tespit ettiği hedefleri imha edecek bilahare de Deniz Kuvvetleri diğer kara hedeflerini yumuşatma adını verdiğimiz tabirle bombardıman edecek sahili mümkün olduğu kadar sıfırlayacak ondan sonra da amfibi harekât başlayacak. Uçaklar hava taarruzlarına başladılar, bir süre sonra bizde kara bombardımanına başladık. Tabi o kara bombardımanı o aydıngere çizdiğimiz harita üzerinden oradaki kurşun kalem ne kadar kayarsa 50 metre daha sağa ya da sola gitmesi varsayılarak atışlar yapıldı. Sonuçta şöyle bir karar aldık tespitte zorlanırsak bütün gözcüler dürbünlerle sahili izliyor. Tem alevi dediğimiz top atış yaptığı zaman bir alev çıkar önce nerede görürseniz hemen orayı kerteriz olarak alın topları oraya tevcih edin dedik. Ve öyle çok başarılı atışlar yaptık. Meşhur Venizelos Oteli var şu anda Merit Otellerinin olduğu yer aşağı yukarı emir geldi sivil hedeflere kesinlikle ateş açmayacağız diye. Şimdi biz izliyoruz, amfibi harekât yapılacak yerde plaj kabinleri falan var insanlar oturuyor şaşkınlıkla bakıyor, görüyoruz dürbünle. Oraya çıkarma yapılacak nereye atış yapacağız siviller var. Arkadaki otelden devamlı bize atış yapılıyor, oraya bataryaları koymuşlar. Komutan ısrarla topçu subayına dedi ki aman dikkatli atış yap sivillere zarar verme…
Biz sahile epey yakınız aşağı yukarı 2 bin yardaya yani bir mile kadar yaklaştık. Artık düşman toparlanmaya başladı onlarda bize atış yapmaya başladı. Mareşal Fevzi Çakmak bir yara aldı top patlamadı. Dolayısıyla biz açıldık ve amfibi harekât başladı sonuç itibarıyla. Herhalde dünyada bir daha da olmaz çünkü sıfır zayiatla amfibi harekât başarıldı. Hiç şehit vermeden bütün askerlerimiz çıktı. Normalde bir çıkarma harekâtında yüzde 60 personel ve malzeme kaybı başarılı bir harekât olarak addedilir. Biz değil yüzde 60 zayiat sıfır zayiatla çıktık. Hiçbir askerimizi kaybetmedik ve hiçbir gemimiz yara almadan bütün birliği kıyıya atabildik. Bir kişi öldü çıkarmada maalesef o da bir sivil ustaydı. Çıkarma gemilerinin bir tanesi arızalandı usta arızayı seyir esnasında yapmak için kendi arzusuyla gemiye bindi. Maalesef o arkadaşımız vurularak öldü…
Aşağı yukarı saat 20.00’ye kadar Kıbrıs’ın önlerinde bize gelen emirlere göre bombardımana devam ettik ve 20.00’de bütün askerlerimiz sahile çıktı. Biz de tekrar Mersin’e intikal ettik. İkinci parti askerleri alıp tekrar ertesi sabah Kıbrıs’a çıkarmak üzere…
Deniz ve Hava Kuvvetleri arasında tam bir uyum söz konusuydu ve çok başarılı bir çıkarma gerçekleştirilmişti… Ve TCG Kocatepe yeni parti askerleri alıp tekrar ertesi sabah Kıbrıs’a çıkarmak üzere Mersin’e geri dönmüştü. Ama ne trajiktir ki harekâtın ikinci günündeki senkronizasyon kopukluğu TCG Kocatepe’nin son günü oldu. 21 Temmuz 1974’te TCG Kocatepe, istihbarat hatası ve haberleşme eksikliğinden Türk Hava Kuvvetleri’ne ait savaş jetlerince bombalandı. TCG Kocatepe battı, 246 personelinden 54’ü şehit oldu. Gemide ve denizde yaşananlar tam anlamıyla bir can pazarıydı. Bomba ve mermilerle şehit olanların yanı sıra saldırıdan kurtulan ama günlerce kaldıkları sallar üzerinde halüsinasyon görüp denize atlayan ve azgın dalgalar arasında kaybolanlar da vardı. İşte TCG Kocatepe’nin son gününde gemide ve sonrasında denizde yaşananlar. TCG Kocatepe Muhribi’nin Savaş Harekât Merkezi Subayı emekli Deniz Kurmay Yarbay (o tarihte üsteğmen) Özhan Bakkalbaşıoğlu anlatıyor:
“21 Temmuz sabahı 06.15’te biz Kıbrıs’a yine geldik, bombardımana devam ediyoruz. Saat 09.45’te bir mesaj geldi. Mesajda diyor ki Baf’a doğru yaklaşan 60 mil mesafede bir Yunan konvoyu var, bu konvoyu önlemek için üç gemi ayrılarak Baf’a gidecek. Birlik komutanı da Adatepe, Mareşal Fevzi Çakmak ve bizim gemiyi görevlendirdi. Ve biz Baf’a müteveccihen hareket ettik. Fakat konvoyla ilgili berrak ve rahatlatıcı bilgiler bir türlü gelmiyor. Hakikaten konvoy mu, savaş gemisi mi böyle bir şey yok. Aslında bütün hadise, Muğla Jandarma gözetleme postasının ‘Rodos Adası’nda bir kıpırdanma var, 10-12 gemilik bir hareketlenme var, sahilde askeri reolar var, bir konvoy hazırlığı var’ raporuyla başlıyor. Bu tugaya geliyor, o da hemen Ankara’ya yolluyor. Ankara’da bir panik oluyor, Yunan konvoyu falan diye. Tabii bunun geçmişi de var. Biliyorsunuz, Kissinger’a soruyorlar ‘Konvoy var mı, yok mu?’ diye, o ‘Hayır, yok’ diyor. Fakat ABD Selanik Başkonsolosu’nun çektiği mesajlar var, bir konvoy hazırlığı diye. Ama Yunanistan ‘Hayır, yok’ diyor. Yani olabilme olgusu var. Burada yapılan en büyük hata, haberi alırsınız ama teyit etmeniz lazım.
Bu istihbaratlar için tabii ki faaliyetler yapıldı, deniz karakol uçakları uçtu. Biri haricindeki hiçbir deniz karakol uçağı ciddi bir şekilde konvoy teyidi vermedi. Tek deniz karakol uçağı dedi ki, ‘Bizim gemilerimize benzeyen muhripler.’ Olan mesaj bu. 2. Taktik Hava Kuvvetleri uçak kaldırdı, keşif uçağı, onlar da baktılar, hiçbir şey göremediler. Ticaret gemileri falan gördüler. Ama Ankara’nın bir konvoy algısı içerisinde kilitlendiğini görüyoruz. Bu da şuradan kaynaklanıyor Kara Kuvvetleri o konvoyu yok edin diye baskı yapıyor. Zor bir seçenekle karar verdi Genelkurmay Başkanı. 2. Taktik Hava Kuvvetleri Kıbrıs’ı bombalıyor, o zaman konvoyu 1. Taktik Hava Kuvvetleri’nin durdurması lazım. 1. Taktik Hava Kuvvetleri Eskişehir’de ve Yunanistan’a karşı konuşlandırılmış. Ani bir kararla bu kuvvetin belli filoları meçhul olan konvoyu imha için görevlendiriliyor. Burada çok çok önemli bir nokta var, harekâtın başından bu safhaya kadar parolalar hepimizin aynı. Biz o parolayla havadaki uçaklarla da konuşabiliyoruz. Çünkü 2. Taktik Hava Kuvvetleri’nin harekât sahası içerisinde hep aynı parolayı kullanıyoruz. Maalesef 1. Taktik Hava Kuvveti bu harekâta katılırken Ege’de de Yunanistan’a karşı yapılacak silahlı kuvvetler parolasıyla geldi. Dolayısıyla, asıl kritik nokta da parolanın uyuşmayışı…
12.30’da Arnavut Burnu’ndayız gemilerle… Ve Deniz Kuvvetleri bize mesaj çekiyor, bölgeye yaklaşmayınız. Biz burada kalıyoruz ama konvoy devamlı yaklaşıyor. Hava Kuvvetleri karargâhı Baf’a gelen konvoyun koordinatlarını hava üslerine veriyor, Baf’ın güneyi olarak. Hava Kuvvetleri bu mevkii iki türlü veriyor: Birisini koordinat olarak, enlem boylam olarak veriyor; diğerini de ise Baf’tan mesafe ve kerteriz olarak veriyor. O zaman iki tane farklı nokta çıkıyor. Yani iki tane konvoy noktası, iki tane Türk gemileri noktası. Ama her halükârda konvoy hep Baf’ın güneyinde. Dolayısıyla, hava harekât alanı Baf’ın güneyi, gemiler Baf’ın kuzeyinde. Yani biz bu bölgeye girmiyoruz. Biz 14.30’da Deniz Kuvvetleri’ne yerimizi söylüyoruz ve tekrar kuzeye yöneliyoruz gidip geliyoruz.
Saat tam 13.00 sıralarında üstümüzde uçaklar uçuyor, seyrediyoruz. Görüyoruz uçakları. Komutan dedi ki ‘Gemide bir uçak tanıtma cihazı var, kodları gönderin.’ Gönderdik, dost uçağı geldi, adamlar Kıbrıs’ı bombalamaya gidiyor. O gün Kıbrıs’ın her tarafını bombalama emri alınmıştı. 2.Taktik Hava Kuvvetleri uçakları geliyor, el sallıyoruz. Hatta komutan gemi fotoğrafçısına, ‘Yakalarsanız arkamızda dost uçak, çek’ dedi. Yani böyle gayet rahatız ve biz su üstü muharebesine hazırlanmışız. Gemimizin bütün mermileri su üstü muharebesine göre hazırlanmış durumda. Gemilerdeki mermilerde hava hedeflerinin başlıkları, tapaları ayrıdır. Biz su üstü muharebesine göre hazırlık yapıyoruz çünkü hava tehdidi yok. Ha Yunan uçakları gelebilir ama 5-6 dakika kalabiliyor, ondan sonra ya düşecek ya pilot atlayacak. Ama gelme ihtimalleri sıfır. Tam bu sırada sahilden iki üç tane Rum avcı botu çıktı, hemen yakaladık onları. Ya bize taarruz edeceklerdi ya da kaçıyorlardı, ateş altına tuttuk ve batırdık üçünü de. Biz bölgede belli bir hattı geçmemek kaydıyla devamlı kuzey-güney yönünde gidip geliyoruz. Deniz Kuvvetleri devamlı ‘Hava hücumları başlayacaktır, bitimi size bildirilecektir, bittikten sonra bölgeye yaklaşarak taarruzlara başlayabilirsiniz’ diye mesaj yolluyor. Hatta biz buraya gelirken Deniz Kuvvetleri bize Girne’den Baf’a kadar kara hedeflerinin koordinatlarını verdi. Yani dediler ki ‘Eğer konvoyu bulamazsanız ya da konvoy geri dönerse, Baf’a kadar gidin, buradaki tesislere kara bombardımanı yapa yapa dönün.’ O kadar açık ki benim harekât alanımın Baf’ın kuzeyi olduğu.

Bomba baş bacadan makine dairesine girdi
Saat 15.00’te bir durum raporu hazırlandı. Her saat başı hazırlanır. Durum raporu aynen şöyle: ‘Deniz Kuvvetleri’ne, Harp Filosu’na yollayacağız. Bölgede konvoy görülmemiştir, sadece biri İtalyan, diğeri Yugoslav iki gemi vardır. Onun haricinde başka gemi yoktur.’ Raporu çektik, 15.05’te de hava taarruzu başladı. Bir ya da iki tane uçak geçti birliğin üzerinden. Geçebilir, niye geçti falan tabii bunlar hep saniyeler, dakikalarla oluyor. Ben de köprü üstüne çıktım, o arada kulaklıklı telefonum var, her yerle muhabere yapıyorum, kablosunu uzatmıştım, istediğim yerde gidip gelebiliyorum. Tam geri dönerken patlama sesi oldu, hemen anons devresinden hava taarruzu diye alarm verildi. Bir sarsılmayla hadise başladı. Biz dönüşe geçmeden hattın son gemisiydik yani önde Mareşal Fevzi Çakmak, ortada Adatepe, arkada bizdik; dönüş yapınca nizam değişiyor, önde biz oluyoruz. Uçaklar da kuzeyden geldiği için birinci gemi biziz tabii. İlk bize taarruz. Savaş sahneleri filmlerde koltukta otururken falan güzel seyrediliyor da içinde yaşadığınız zaman pek o kadar tatlı değil. Ne kadar eğitimli de olsanız, tecrübeli de olsanız doğal olarak ani bir şaşkınlık oluyor. Şaşkınlık iki türlü oldu gemide: Birincisi, hava taarruzu beklemiyoruz, hava taarruzu oluyor, ikincisi de bombaların atılmasıyla savaşın verdiği atmosferle olan şaşkınlık. Tabii hemen radardan astsubaylar uçakların kerterizini, mevkiini topçu kulesine iletiyorlar. Komutan hemen tam yol ileri verdi sancak iskele dönmeye başladı. Zik hareketi diyoruz buna. Zik hareketi uçakların gemi hedefini vurmasındaki en zor seyir nizamı çünkü biz vurulduğumuz zaman nizam-1 dediğimiz peş peşe normal gidiyoruz.
Ben SHM’deyim, yukarıda patırtı, gürültü devam ediyor. Elektronik harp kamarası dediğimiz bir bölme var benim bulunduğum yerde. Orası çöktü, gökyüzünü görüyoruz. Oradaki astsubayım yaralandı, sonradan öğrendik, yukarıdaki bütün işaretçiler falan hepsi maalesef paramparça olmuş. Topçu subayı kule isabet aldı, ‘Topun başına geçeceğiz’ diye rapor etti. Bir süre sonra bir gürültü daha koptu, benim SHM’ye tam aksi taraftan, hava radarının olduğu yerden, bomba baş bacadan makine dairesine girdi, girerken de SHM’yi tahrip etti. Radarın başında bir askerim öldü, benim tam karşımda bulunan astsubayım yaralandı. Bu tarafımda bulunan askerim de öldü, Allah’ın hikmeti herhalde bize bir şey olmadı. Her taraf toz duman ve yangın çıktı, buna rağmen sistem hâlâ çalışıyor ama sağlıklı değil. Çünkü topçu kulesiyle irtibatımız kayboldu. Bu arada gemi başladı sürat düşmeye. Anons geldi, ‘Dümende arıza çıktı’ diye. Bir süre sonra gemi durdu, çöktü, elektrikler kesildi. Büyük kaos orası esasında. SHM’de yangın çıktı, komutan seyir kamarası yara aldı orada da yangın çıktı. Hasar ve elektrik kesildiği için yangın devrelerinden deniz suyunu basamadık. Makine dairesinde sitim akıyor, o sitim 200 derece, vurdu mu delip geçer. Nitekim öyle askerimiz var. Mermiler asansörle çıkar top evine, geminin en altındadır cephanelik. Elektrik kesilince asansör çalışmadı, o karanlıkta askerler önce el feneri veya el yordamıyla mermilere uçaklara karşı olan tapaları taktılar. Ondan sonra da merdivenden o mermileri tarete taşıdılar. Merminin bir tanesi 25 kilodan fazla. Topçu subayı topun başında devamlı baraj atışı yapıyor. Mermi havada bir yere geldikten sonra patlıyor dağılıyor, uçak onu bildiği için yaklaşamıyor. Nitekim diğer gemiler de öyle yaptılar.
Saat 16.00 civarında taarruzlar bir ara durdu. Komutan o zaman ‘Personel gemiyi terk yerlerine’ dedi, ardından personel gemiyi terk yerlerine geçti. Ama 9 numaralı salın altına adam gitti bekledi, baktı sal yok, parçalanmış çünkü, uçaklar tarama yapıyor. Salların büyük kısmı parçalandı, açıyorsunuz patlak. Oradaki personel başka sala transfer ediliyor. Dolayısıyla, denizde istiap haddinden daha fazla personel alan sallar var hatta salların etrafına tutunarak denizin içinde üç gün kalan personel oldu. O arada ben ne yaptım. Gemiyi dolaştım sancak tarafından başlayarak. Ancak film sahnelerinde görülebilecek bir sürü şey gördüm. Parçalanmış, kafaları kopmuş insanlar. Baktım bazı sallar eksik personelle açılıyor. Personeli yok, ölmüş ya da bir yerde kaybolmuş. Onlara bağırdım, ‘Açılmayın, hatta açılırsanız ateş ederim’ falan dedim. Komutan yukarıdan idare ediyor terki. Bu arada muhabere subayıyla konuşmaya başladık. Bana dedi ki ‘Ben telsizi alıyorum, harekât subayı haritayı, bir de jurnalı aldı, sen de bayrağı indir.’ Köprü üstünden işaret köprü üstüne çıkacağız. Seyir astsubayıyla birlikte çıktı; çok kötü manzaraydı, orada bütün gözcüler şehit olmuş delik deşikti. Sancağı indirmeye çalıştık, indiremedik. Komutan ‘Bırakın o zaman’ dedi. Aşağıya indim, gemiyi bir kez daha dolaştım. Tekrar yukarıya baktığımda komutan harekât subayı, muhabere subayı, seyir astsubayı iniyorlar aşağıya. Komutan en son terk etti gemiyi yani. O arada ben de denize atladım. Komutan benim denizde olduğumu bildiği için sala çıktıktan sonra bana doğru yaklaştılar, beni de aldılar. Salda dört subay, dört astsubay, dört er var. Topçu subayı bir tane sal bulmuş, son anda cephanelikten tabanca mermi makineli tüfek falan da almış, bir de isabet alan can sallarının torbalarını da almış. O torbalarda sigara, yiyecek hapları, konserve sular, ilaçlar var, balık oltası da var. Komutan şöyle bir hesap etti, ‘10 gün salda yaşarız, her şeyimiz var’ dedi. Tentemiz de açıldığı için şanslı saldık. Komutan saldayken, ‘Gemiden fazla uzaklaşmayalım, belki yardıma gelen olur, gemiye tekrar çıkabiliriz, bir yerde durmaya çalışalım’ dedi. Diğer sallarla irtibat kurduk, ‘Birbirinizi bağlayın’ dedik, bağlandılar.
Aşağı yukarı 16.30’dan 18.24’e kadar denizdeyiz. Gemi zaten yanıyordu, iyice artmaya başladı. Sonra baktık, ufuktan yüksek süratle bir gemi geliyor. Geminin komuta heyeti bizim salda: Harekât subayı, SHM subayı, Topçu subayı, seyir astsubayı ve komutan. Hatta komutan dedi ki ‘Kürek vardiyası yapacağız.’ Biz dedik ki ‘Siz botta da komutansınız, kürek çekemezsiniz.’ Hemen organize olduk ikişer kişi çekiyoruz. Gelen geminin Mareşal Fevzi Çakmak olduğunu anladık. Gemi tam süratini düşüreceği zaman bir hava taarruzu daha oldu. Bir tane bomba attılar, bomba geminin iskele baş omuzundan denize düştü. Çıkardığı su kütlesiyle Mareşal Fevzi Çakmak önce bir kalktı, sonra vurdu ve sancak alabandayla dönüp atışa başladı. O sırada uçaklar bizim gemiye tekrar taarruz etti. Sallar iplerini koparttılar, bize de taarruz edebilir diye. Ettiler mi etmediler mi bilmiyorum. Dolayısıyla, sallar dağıldı, Fevzi Çakmak da gitti. Akşam karanlığı bastı, kürek çekiyoruz, geminin kızıllığı artık görülmeye başladı. Komutan dedi ki ‘Artık geminin yanında durmanın bir âlemi yok, tam tersi uzaklaşalım.’ Saat 22.00’de gemi infilak etti. O anı anlatmak çok zor. Ağladık… Hayatınızı geçirdiğiniz bir gemi, harika birer personel var. Ve sizin gözünüzün önünde geminiz infilak ediyor, batıyor. Her şeyiniz, anılarınız gidiyor ve hak etmediğimiz bir batış. 10 dakika daha sonra bir infilak daha oldu, gitti gemi. O geceyi çok zor geçirdik.”
‘Uçak bizi görmedi’
“22 Temmuz sabah oldu, topçu subayı su dağıttı, herkes birer yudum aldı. Şeker ve hap protein de aldık. Öğlen sıralarıydı, üstümüzden bir uçak geçti ama hangi ülkenin uçağı olduğunu anlayamadık. Alçak uçuşla geçmesine rağmen bizi görmedi. Başka da bir arama tarama faaliyeti olmadı. Biz de kürek çekerek, kendimizi kuzeye doğru gittiğimizi varsayarak, bir hareket yaptık. Bunun haricinde de pek bir şey olmadı, fazla konuşma da olmadı. Zaten moral bozukluğu olduğu için konuşacak mevzu da yoktu esasında. Bir de tabii salda komutan var. Hâlâ bahriye âdeti, örfü devam ediyor. Sadece hayallerimizde bazı şeyleri yaşadık. O arada verilen vitamin haplarını yuttuk. Akşamüstü saat 17.30’a doğru kürek vardiyasındaydım. Bir baktım, uzaktan böyle taka gibi bir tekne geliyor. Biz battığımız yeri biliyoruz, nerede olduğumuzu aşağı yukarı biliyoruz ama burada 7 mil güneye akıntı var, bir de rüzgâr 10-15 mil süratle esiyor. Deniz kaba dalgalı, çıkarma bile zor oldu zaten. Lastik bottasınız, sallanma o kadar kötü ki. Gelen tekneye bir daha baktım, direğinde mavi beyaz bir bayrak dolanmış, dalgalanmıyor. ‘Efendim, bir tekne geliyor, herhalde Rum teknesi, mavi beyaz bayrak var’ dedim. Komutan ‘Rütbelerinizi söküp denize atın’ dedi. Hemen rütbeleri söktük, denize attık. ‘Yüzük müzük varsa onları da atın’ dedi. Yüzüğü çıkarma durumuna getirdim ama atmadım. Çünkü o da bir hatıra, 1968 yılından beri duruyor, gelişmelere göre son ana kadar beklemeye karar verdim. Topçu subayı hemen silahları dağıttı, benim de belime bir silah soktu. Dedim ki ‘Bir şey olursa ateş edeceğiz, öleceğiz yani sonuçta ama hiç olmazsa üç dört mermi atarız’…
Tekne yaklaştı. Komutan ayağa kalktı. Komutan da uzun boylu, ayakta durması için iki kişinin tutması lazım. Gemi geldi, durdu fakat bayrağı hâlâ tanımlayamıyoruz. Baktık iki tane yaşlı adam, genç çocuklar var, 18 yaşlarında. Adam önce bir lisanla konuştu, biz o lisanı anlamadık, Rumca zannettik meğer İbranice konuşmuş. Sonra İngilizce konuştu, ‘Siz kimsiniz?’ diye sordu. Komutan ‘Biz Türk askeriyiz. Siz kimsiniz?’ dedi. ‘İsrailliyiz’ yanıtı üzerine de komutan ‘Bizi Türk sahillerine kadar götürebilir misiniz/’ dedi. Adam ‘Götüremem zaten yasak sahaya girdim, kestirmeden Hayfa’ya gidiyorum, ancak sizi oraya götürebilirim’ cevabını verdi. Rodos’tan geliyormuş. Komutan ‘O zaman tamam, tekne bizi bağlasın, çekerek Hayfa’ya götürsün’ dedi. İsrailli de ‘Bağlarsak rahat edemezsiniz’ dedi. Komutan enterne olmak istemiyor, oraya çıktığınız zaman her şeyinizi teslim edeceksiniz ve İsrail makamlarına muhatap olacaksınız. Fakat o kadar dalgalı denizde olmadı tabii… İsrailli kaptan tecrübeli, hemen ‘Silah var mı?’ diye sordu. Komutan da ‘Var’ dedi. İsrailli kaptan teslim etmemizi istedi ama Hayfa’ya gittikten sonra bize geri vereceğini de söyledi. Silahları verdik önce, sonra da tek tek tekneye çıktık. Tekne İsrail balıkçı eğitim gemisi fakat sonra gün içinde dolaşırken gizlenmiş silahları falan bulduk, makineli tüfekler falan hep gizlenmişti. Eğitim gemisi ama aslında istihbarat gemisiydi aynı zamanda acayip bir radarı var, her yeri görüyorsunuz. Kaptan Türkçe biliyor. Sonra Türkçe konuştu, Rus Yahudi’siymiş.
Bizim rütbelerimiz sökük ama bir müddet sonra subaylar belli oldu. Kamarot askerlerimiz vardı, ‘Efendim, bir emriniz var mı?’ diyor. Radyoyu dinliyoruz, Türk-Yunan savaşı çıkmamış. O zaman bizi hangi uçak vurdu? Gemideyken ilk taarruzdan önce şöyle bir konuşma geçti komutan ile aramızda. ‘Üç gemi biz buradayız, iki tane orada ticaret gemisi var. 15 bin feet’ten adam bizi görse konvoy zanneder, taarruz eder’ dedi sanki içine doğmuş gibi. Sonra BBC’yi falan dinledik belki bizim radyo gizliyor olabilir diye. Orada da Türk-Yunan savaşı yok. Yoksa bizi kim batırdı? O zaman anladık tabii. Komutan ‘Şu anda kimseye bunu söylemeyeceksiniz’ dedi. Çünkü kaptandan rica ettik, bölgede bir tur daha attı, iki sal daha bulduk, 42 kişi olduk. O sallardan da iki subay daha geldi, dolayısıyla 6 subay olduk. Komutan subaylara bir kez daha ‘Ankara’ya gidene kadar personelinize bu konuyu anlatmayacaksınız, Türk uçakları olduğunu söylemeyeceksiniz’ dedi. Gemide tıraş olduk, su akıyor devamlı. Herkese içecek su vermediler önce, kesinlikle vermediler. Daha sonra bir yarım saat sonra limonlu çay falan gıdım gıdım, azıcık verdiler çünkü şok tesiri yapıyor suyu içmek. Güneşte fazla kaldıktan sonra lıkır lıkır su içtiğiniz zaman şok ediyor, küt diye gidiyorsunuz. Zaten Ayhan İncekara o yüzden kurtulduktan sonra su içtiği için Berk gemisinde vefat etti maalesef. Doktorun ikazlarına rağmen. Yani adamlar gemide yiyecek, içecek ne varsa bize verdiler.
Topçu subayı hemen bize silahları dağıttı
23 Temmuz saat 13.00 sıralarında Hayfa Limanı’na geldik. Bize geçici pasaport verdiler. İsrailli doktorlar geldi, hepsi Türkçe biliyor, orada çok güzel tavuklu sandviçler, portakal suları verdiler. ‘İlaç lazım mı?’ diye sordular. Doktorlar herkesi tek tek muayene etti. Geçici pasaportlarla otobüse bindirilip oradan Tel Aviv’e gittik, THY uçağı gelip bizi Türkiye’ye götürecekmiş. Önce İsrail vermek istememiş, taraf olmayayım diye, sonra Türkiye’nin baskısıyla uygun görmüşler vermeyi. O arada Türk hava ataşesi geldi gecikmeli olarak, bana saati yanlış söylediler diye. İki karton sigara getirdi personele, halbuki İsrailli kaptan ayak numaralarımızı alıp ayakkabı ihtiyacını bile yazdı ataşeliğe. Ama maalesef lastik ayakkabı bile tedarik edemedi koca Türkiye Cumhuriyeti’nin Tel Aviv’deki büyükelçilik kanalı. 42 tane ayakkabıyı bulamadılar. Ama Lübnan’a giden kafileyi olduğu gibi baştan aşağı Lübnan devleti ve büyükelçilik bir olup üniforma giydirip temiz pak havaalanından Türkiye’ye gönderdiler. Biz yalınayak, başı kabak geldik çünkü can salına ayakkabılı atlanmaz. Bazı makine personelinin üstü yok, sıcakta komutan izin vermişti, ‘Üst fora’ demişti, çok sıcak aşağısı çünkü. Onlar yarı çıplak falan öyle uçağa bindik. Uçakta izzet ikram, hamasi konuşmalar falan. Esenboğa Havaalanı’na indik, bir doktor geldi, ‘Rahatsız var mı?’ diye sordu, ses çıkmayınca gitti. Sonra bir asker geldi, erat kıyafetleri getirdi çıplak olanlara giydirilmek üzere.
İsrailli teknede 42 kişiydik, üç sal… Diğerlerinden dört gün denizde kalan oldu, üç gün kalan oldu. Büyük çoğunluğu da dört gün üç gece kaldı. Tabii dört gün kalanlar büyük ızdırap çektiler, şehitlerimizin bir kısmı da o dönemde yaşandı. Halüsinasyon görüp denize atlayanlar, tekrar sala zorla alınıp bir müddet sonra tekrar ‘Eşim el sallad, ben ayran içmeye gidiyorum’ gibi şeyler… Denize atlayıp, kaybolanlar, şehitlerimizin bir kısmı da öyle, esasında bizim toplam olarak 54 şehidimiz var, 3 subay 14 astsubay, gerisi de er. Ama gemideki şehit sayısıyla denizdeki şehit sayısına baktığınızda, denizde de çok fazla. Bu uzun süre denizde kalmanın ve tente açılmadığı için, bazı personelin üstü çıplak olduğu için, aşırı güneşten… Mesela elektrik subayımız vardı, Mete Üsteğmen, o birinci derece mi, üçüncü derece mi en son yanıkla gitti yani ölüme terk ediyorlardı, adam son anda kurtuldu Gülhane Hastanesi’nde. O kadar yanık çünkü tuzlu sudasınız ve onlar makine bölümünde olduğu için bir de motorine bulandılar. O güneşte tuzlu su ve motorin ne yapar vücudu? Mahveder. Onların bir kısmını Mısır bandıralı gemi kurtardı, bir kısmını Berk kurtardı, birçoğunu İngiliz gemisi kurtardı. Sonra Türkiye İngiltere ile muhaberat kurarak yardım isteyince İngilizler helikopter uçurdular.

Tüm şehitlerimize rahmet, tüm gazilerimize şükran ve saygıyla…
MİLLİYET – TUNCA BENGİN – 20/21/22 Temmuz 2020
This entry was posted in SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR, TSK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *