AK’deniz – White sea ! * Önce iki Mirage göründü, daldılar, vurdular. Roketleri sürpriz kroşe gibi suratına yiyen Liberty, nerden geldiğini şaşırmıştı. N’oluyor demeye kalmadı, üç Super Mystere göründü, daldılar, peşpeşe yangın bombaları bıraktılar. Liberty’nin kaptanı belki farkederler diye, cayır cayır yanan gemiye beş metrelik tören bayrağını çektirdi. Nafile * İlk darbeyi Kocatepe yedi. İlk jet ıskaladı, ikincisi kıçtaki topa tam isabet, üçüncünün bıraktığı bomba ise, bitiriciydi, bacaya daldı, savaş harekat merkezini darmadağın etti.* Akdeniz’e “white sea” diyecek kadar duruma hakim olduğumuza göre, endişe etmemize hiç gerek yok. Ruslar düşünsün gari!

USS LIBERTY

Ak’deniz

Sözcü – Yılmaz Özdil – Aralık 6, 2015

Sene 1967.
Arap-İsrail savaşı başlamıştı. Birleşmiş Milletler ateşkes için uğraşıyordu. ABD bir yandan İsrail’e silah veriyor, beri yandan Arapları komple kaybetmemek için ateşkese destek çıkıyordu. Tavşana kaç, tazıya tut siyaseti, İsrail’in canını sıkıyordu.
Amerikan istihbarat gemisi Liberty, ateşkese sadece 24 saat kala Gazze açıklarına geldi. İsrail keşif uçakları, sabahla öğle arasında sekiz defa Liberty’nin üstünde turladı. Gemiyle pilotlar arasında iki defa irtibat kuruldu, Amerikan gemisi olduğu teyit edildi. Ki zaten, mevsim yaz, görüş açık, Amerikan bayrağı apaçıktı.
Saat 14… Tık, Liberty’nin telsiz frekansları bloke edildi.
Önce iki Mirage göründü, daldılar, vurdular. Roketleri sürpriz kroşe gibi suratına yiyen Liberty, nerden geldiğini şaşırmıştı. N’oluyor demeye kalmadı, üç Super Mystere göründü, daldılar, peşpeşe yangın bombaları bıraktılar. Liberty’nin kaptanı belki farkederler diye, cayır cayır yanan gemiye beş metrelik tören bayrağını çektirdi. Nafile… Mirage’lar geri geldi, gene vurdu. Hava saldırısı 22 dakika sürdü.
Bitti sanılırken… İsrail hücumbotları geldi. Portakal kasası gibi duran gemiyi torpilledi, üçü ıskaydı, ikisi tam isabetti. Gövdede delik açıldı. Hava saldırısında savunma silahları darmadağın olan Liberty, çaresizdi. Amerikan bahriyelileri can havliyle botları indirmeye başladı ama… İsrail hücumbotları alenen savaş suçu olmasına rağmen, kurtarma botlarını da taradı.
Bir saat 15 dakika aralıksız ağır ateş altında kaldılar. Cehennemden farksızdı. Neticede, kıyıya vuran balina gibi, Malta sahiline kapağı attı Liberty… 34 Amerikalı ölmüş, 171’i yaralanmıştı. Gövdede 82 roket, üç binden fazla mermi izi vardı. Ve, ateşkes ilan edildi!
İsrail “pardon” dedi. “Biz onu Al Kuseyr isimli Mısır gemisi sanmıştık, karıştırmışız” dedi. Halbuki, Liberty’yle İsrailli pilotların karşılıklı konuşup teyitleşmesini boşver… Al Kuseyr 80 metre, Liberty iki katı, 152 metreydi. Al Kuseyr kum kosterine benzerken, Liberty’nin her tarafı devasa radar-çanak antenlerle doluydu. Al Kuseyr’i Liberty sanmak, ikinci el Lada’yı Cadillac’la karıştırmaya benziyordu. Üstelik, Al Kuseyr’in yüzemez halde olduğunu, İskenderiye limanında iskeleye bağlı olduğunu, elbette herkes biliyordu.
Daha enteresanı… İsrailli pilotlar, geminin Liberty olduğunu belirtiyor, vur emri alıyor, bu telsiz konuşmaları ABD Beyrut Büyükelçiliği tarafından kaydediliyor, ABD eski Lübnan Büyükelçisi Dwight Porter tarafından 1991’de itiraf ediliyordu. Buna rağmen, soruşturma bile açılmadı. ABD Kongresi tarafından, ABD tarihinde soruşturması açılmayan “ilk ve tek muamma” olarak örtüldü.

7 sene sonra, 1974.
Kıbrıs’a çıkmıştık.
Hemen ertesi gün, Mersin’den demir alan Kocatepe, Adatepe ve Mareşal Çakmak isimli muhriplerimiz, Girne açıklarındaydı. Keşif uçağımız, 12 gemilik Yunan konvoyunun Rodos’tan Baf’a doğru yol aldığını rapor edince… Genelkurmay’dan emir geldi, vurun!
Muhriplerimiz derhal bölgeye gitti. Ara tara, konvoy monvoy yoktu. O sırada jetlerimiz belirdi… Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk deniz savaşı, işte bu faciayla başladı.
Çünkü… Yunan donanması hile yapıyor, Türk bayrağı çekiyor, telsizde Türkçe konuşuyordu. Pilotlarımız “sakın aldanmayın” diye tembinlenmişti. O nedenle, muhriplerimizden gelen “Türk’üz” mesajlarına inanmayıp, küfürle karşılık verdiler. Kendilerine iletilen bilgiye göre, bölgede Türk gemisi yoktu. Gümbür gümbür vurdular.
Muhriplerimiz, Amerikan hibesiydi, hava savunma sistemleri yoktu, uçak gemilerini denizaltılara karşı korumak ve suüstü savaşı için üretilmişlerdi. Dolayısıyla, kabak gibi hedeftiler.
İlk darbeyi Kocatepe yedi. İlk jet ıskaladı, ikincisi kıçtaki topa tam isabet, üçüncünün bıraktığı bomba ise, bitiriciydi, bacaya daldı, savaş harekat merkezini darmadağın etti. Yangın başladı. Elektrik sistemi çöktü. Kıç topu sustuğu için, jetler arkadan yaklaşıyor, eliyle koyar gibi peşpeşe indiriyordu. Adatepe ve Mareşal Çakmak da alev alevdi.
Yangın kontrol altına alınamadı, cephaneliğe sirayet etmeye başladı. Kocatepe’nin komutanı “terkedin” emri verdi. Hafif silahları alıp, can yeleklerini giyip, lastik botlara bindiler. İnfilaka saniyeler kalmıştı, vakit dardı, bazıları denize atlıyor, yüze yüze bota çıkıyordu. Portatif telsizi naylona sarıp boynuna bağlayan muhabere subayı Necati Gürkaya, gömüldü gitti. Gemiyi en son seyir subayıyla kaptan terketti.
Ve, bum!
Kocatepe battı. 30 bot vardı. Birbirlerine bağlı, topluca durmaları gerekiyordu. Ancak panikle ipleri kestiler, dağıldılar. Mareşal Çakmak ve Adatepe yaralı halde yardıma gelmeye çalıştı ama, jetler nefes aldırmıyor, aralıksız saldırıyordu. Çare yok, ya bırakıp kaçacak, ya da batacaklardı. Bıraktılar.
Komutanın botunda 20 personel vardı. Sığmıyorlardı. Akdeniz köpekbalığı kaynıyordu. Üstlerine sarımtırak, iğrenç kokulu koruma maddesini sürüp, sırayla denize indiler, iplere tutuna tutuna hayatta kalmaya çalıştılar. Gece oldu. Zifiri karanlık. Yıldızlara baka baka, memlekete doğru kürek çektiler. Sabah oldu. Öğle oldu. 24 saat geçti. Ufukta kara görünmüyordu.
İkindiye doğru, balıkçı motoru ebatında bir tekne göründü. Mermileri namluya sürdüler. Yunan’sa, vuruşarak şehit olacaklardı. Komutanın kim olduğu belli olmasın diye, rütbeleri sökmüş, denize atmışlardı, rutin savaş protokolüydü. Tekne yanaştı. Kaptanı yaşlıca bir adamdı. İngilizce “kimsiniz?” diye sordu. “Siz kimsiniz?” cevabı aldı. Yaşlı kaptan gülümsedi, “Türk müsünüz?” dedi. Bu defa İngilizce değil, Türkçe konuşmuştu!
İsrail deniz ticaret okulunun teknesiydi. İsmi, Mevuot Yam’dı. Anlamı, denizin başlangıcı’ydı. Kaptanlık ve balıkçılık kursu gören 13 öğrencisiyle Santorini açıklarındayken, savaş çıktığını öğrenmiş, İsrail’e dönüyorlardı. Muhriplerin vurulduğundan haberleri yoktu, tesadüfen denk gelmişlerdi.
Yaşlı kaptan, Reuven Pinhasi, İstanbullu’ydu. Aslen, Rus musevisiydi. Henüz üç yaşındayken Bolşevik devriminden kaçmışlar, Beyoğlu’na yerleşmişler, Avusturya Lisesi’nde okumuş, 1943’te İsrail’e göç etmişlerdi. Türkçesi ordandı.
Lastik bottaki Türkler, İsrail teknesine alındı. Kocatepe’nin komutanı kendini tanıttı, “etrafta başka botlar var” dedi. Tur atıldı. İki bot daha bulundu. Gerisi yok. 42 askerimiz kurtarılmıştı.
Tekne 20 metreydi. Türkler bölgeden ayrılmak istemiyor, aramaya devam etmek istiyordu ama, istiap haddi dolmuştu. İsrailli kaptan “bize de ateş açılma ihtimali var, öğrencilerimin sorumluluğu bende, uzaklaşmak zorundayız” dedi. Çaresiz kabul ettiler.
İsrailli öğrenciler battaniye dağıttı, sofra kurdu. 20 saat yol yaptılar, Hayfa’ya vardılar. İsrail donanması törenle karşıladı. Ankara’yla temas kuruldu. Başbakan Ecevit talimat verdi, THY’nin Boğaziçi isimli uçağı Tel Aviv’e indi, bahriyelerimizi alıp geldi.
Kocatepe’nin öbür botlarındaki personeli, Libya gemileri tarafından toplandı. Seneler sonra sırtından bıçakladığımız Kaddafi, bahriyelilerimizi bizzat karşıladı, bizzat uğurladı. Adatepe ve Mareşal Çakmak, ağır yaralı halde Mersin’e ulaştı. Bilanço, 54 şehitti.
Aslına bakarsanız, konvoy monvoy yoktu. Keşif uçağımız Rodos’ta mendirekten gemiye yüklenen 12 askeri kamyon görmüş, laf dönüp dolaşmış, 12 gemilik konvoy olmuştu! Genelkurmay’daki koordinasyonsuzluk tuz biber ekince, kendi gemilerimizi vurmuştuk.
Ekstra hazin tarafı… Türk basını o zaman da yalancıydı. “Jetlerimiz Yunan konvoyuna ağır kayıplar verdirdi” başlıklarıyla çıktı. Kendi kendimizi vurduğumuz, tam bir sene gizlendi vatandaştan!
18 sene sonra, 1992.
Kocatepe battı, Adatepe jilet oldu, Mareşal Çakmak’tan tencere yaptılar. Bunları bize hibe eden ABD, bunlarla birlikte hibe ettiği Muavenet’i vurdu. Güya birlikte tatbikat yapıyorduk… Uçak gemisi Saratoga’dan iki adet Sea Sparrow füzesi fırlatıldı, geminin beyni, köprüüstü vuruldu. 5 şehit verdik, 22 yaralımız vardı. ABD “pardon” dedi, yanlışlıkla vurulduğunu söyledi. Halbuki… Sea Sparrowlar “düğmesine bastık gitti” denilebilecek türde füzeler değildi. Ateşleme için altı aşamadan geçmek zorundaydı, gemi komutanının onayı şarttı. “At ve unut” türü, güdümlü mermi değildi. Ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için rehbere ihtiyacı vardı, fırlatan geminin hedef gemiyi radarla aydınlatması gerekiyordu. “Yanlışlıkla fırlatma” ihtimali, milyonda bir bile mümkün değildi. Peki neydi? Irak’ı bölmek ve Kürdistan’ı kurmak için “çekiç güç” şarttı. Türkiye ayak sürüyordu. Muavenet vuruldu, TBMM bir ay sonra çekiç güç’ün süresini uzattı. Kürdistan kurulana kadar, 2003’e kadar devam etti.
Hal böyleyken…
Akdeniz’de şu anda 14 ülkenin savaş gemisinin bulunduğu, uçak gemilerinin denizaltıların cirit attığı, Türkiye’nin de şu anda 34 savaş gemisiyle Akdeniz’de bulunduğu açıklanınca… Yazayım dedim bari.
Akdeniz’e “white sea” diyecek kadar duruma hakim olduğumuza göre, endişe etmemize hiç gerek yok. Ruslar düşünsün gari!
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/yilmaz-ozdil/akdeniz-1002557/
This entry was posted in EMPERYALİZM, Yılmaz Özdil. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *