Lozan’ın anlamı * Bugün “Kanal İstanbul”la, “Terörsüz Türkiye”yle Lozan’ın tartışılması çabasının ardındaki gerçek, günümüz emperyalizminin ülkemize Sevr’i dayatmasından başka şey değildir.

Lozan’ın anlamı

CUMHURİYET – Öner Yağcı – 17.05.2025


Misakı Milli’yi savunmak için kongrelerle oluşturulan Kuvayı Milliye’nin verdiği ulusal Kurtuluş Savaşı’nın zafere ulaşmasından sonra gerçekleştirilen Lozan’la Türkiye Cumhuriyeti doğdu.

Atatürk’ün deyişiyle “Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını bildirir bir belge” olan ve 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’ndan sonra işgal kuvvetlerinin son birlikleri 2 Ekim 1923 günü Dolmabahçe’de Türk bayrağını ve Türk askerini selamlayarak İstanbul’u terk etti.

Mustafa Kemal Paşa’nın, 13 Kasım 1918’de Boğaz’da söylediği “Geldikleri gibi giderler!” sözü gerçekleşmişti.

LOZAN’DAN SONRA

İngiliz diplomat Sir Andrew Ryan, Lozan’ın topraklarında güneş batmayan imparatorluğun yani o dönemin emperyalizminin yenilgisinin belgesi olduğunu şöyle itiraf etmişti:

“Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Bu İngiltere’nin şimdiye dek imzalamış olduğu antlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür.”

İngiliz tarihçi Arnold Toynbee şöyle değerlendirmişti Lozan’ı:

“Lozan’da müttefikler, Türk ulusçularının yaklaşık olarak bütün taleplerine boyun eğdiler. Yenilgiye uğratılmış ve görünürde yıkılmış olan bir ulus, yıkıntıların üzerinden yükselerek, kesinlikle eşit koşullar içinde dünyanın en yüce uluslarının önüne çıkarak hemen hemen her ulusal dileğini kazanmıştır.”

Time dergisi noktayı “Lozan Antlaşması, yüz yıldan fazla süredir İngiliz diplomasisinin ilk göze çarpan başarısızlığıdır. Sonuçta Lozan Antlaşması, Türkiye’yi yaka paça Avrupa’dan atmak yerine Avrupa’yı Türkiye’den atmıştır” cümlesiyle koymuştu.

YÜZ YILDIR SÜREN

“Bütün bu reddettiklerinizi bugün cebime koyuyorum. Yarın birer birer çıkarıp sizlere ödeteceğim!”

Lozan’ın imzalandığı dönemde İngiliz dışişleri bakanı olan Lord Curzon’un yüz yıl önce söylediği bu söz, emperyalizmin hıncını, intikam alma hırsını anlatır bize.

Bu söz, o günden sonraki tüm Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı politikalarının (Soğuk Savaş, Yeşil Kuşak, ılımlı İslam, BOP…) ve saldırılarının da kaynağının ne olduğunu, ayrıca “Lozan yenilgidir” diyen siyasal İslamcıların konumlandığı yerin neresi olduğunu da somut olarak gösterir.

Bugün “Kanal İstanbul”la, “Terörsüz Türkiye”yle Lozan’ın tartışılması çabasının ardındaki gerçek, günümüz emperyalizminin ülkemize Sevr’i dayatmasından başka şey değildir.

SÖYLEV’İNDE UYARDI

1927’de Meclis’te okuduğu Söylev’inin sonunda, “Bu söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum” diyen Atatürk, gençliğin ilk görevinin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmak olduğunu söylemiş, uyarmıştı:

“Bağımsızlığına ve Cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zaferin temsilcisi olabilirler.

Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurtiçinde iktidara sahip olanlar, aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler.

Dahası bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacıların siyasal emelleriyle birleştirebilirler.

Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evladı! İşte bu durumlar ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır.

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

Posted in ANLAŞMALAR-SÖZLEŞMELER, ATATURK, SİYASİ TARİH, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | 1 Comment

Türkiye’ye kurulan kumpas

Türkiye’ye kurulan kumpas

CUMHURİYET – Örsan K. Öymen – 17.05.2025


Geçtiğimiz yılın ekim ayında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin girişimiyle ve AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğiyle başlatılan sözde “Terörsüz Türkiye” girişiminin sonucunda, terör örgütü PKK, “PKK adı altındaki faaliyetlerine son verdiğini” açıkladı.

Oysa AKP ve MHP bu süreci başlatana kadar, PKK Türkiye sınırları içinde zaten aktif değildi ve büyük ölçüde bertaraf edilmişti. Zaten var olmayan bir terörün ortadan kaldırılacağını ilan etmenin, hem çelişki olduğu hem de terörü bitirmekle ilgili olmadığı baştan belliydi.

PKK’nin kendisini feshetmesi önemli bir adım olsa da, PKK’nin üst şemsiyesi olan KCK’nin ve onun altında yer alan Suriye kanadı PYD-YPG/SDG’nin feshedilmemiş olması, “Terörsüz Türkiye” hedefi doğrultusunda büyük bir adımın atılmadığının kanıtıdır.

Erdoğan ve Bahçeli, PKK’nin uzantısı olan diğer örgütlerin de feshedilmesi gerektiğini açıklamış olsalar da, KCK, PKK, PYD-YPG/SDG ve Türkiye’deki Kürt milliyetçiliğini ve Kürtçülüğü temsil eden DEM, bu doğrultuda bir açıklama yapmadılar.

Böyle bir açıklama yapılmadığı gibi, PKK bildirisinde, Türkiye’nin üniter yapısının ve toprak bütünlüğünün güvencesi olan Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası hedef haline getirildi, ayrıca Kürtlere “soykırım uygulandığı” yalanı ve iftirası ortaya atıldı!

Ayrıca PKK bildirisinde, PKK’nin elindeki silahları Türkiye’ye teslim edeceğine dair bir ifade yer almadı, bu silahların, KCK bünyesinde olan İran, Irak ve Suriye’deki diğer terör örgütlerine aktarılıp aktarılmayacağı belirsizliğini korudu!


PYD-YPG/SDG, yıllardır ABD ve İsrail tarafından desteklenmektedir.

HTŞ, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve üniter yapısını din ve mezhep üzerinden, PYD-YPG/SDG de, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve üniter yapısını etnik kimlik üzerinden ortadan kaldırmaktadır.

HTŞ örgütü, ABD, Britanya, Avrupa Birliği, İsrail ve AKP’nin yönettiği Türkiye tarafından desteklenmektedir.

Ortadoğu’da ve kuzey Afrika’da İsrail’i tehdit eden dört ülke vardı: Irak, Suriye, Libya ve İran.

Irak, Suriye ve Libya; din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden bölündüler ve parçalandılar. Bu ülkelerde devlet adı verilebilecek bir unsur kalmadı, bu ülkelerin üniter yapısı, toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliği ortadan kalktı!

İran da uzun yıllardır ABD’nin ve İsrail’in hedefinde.


Türkiye’deki AKP hükümeti, Irak’ın, Suriye’nin ve Libya’nın bölünmesi ve parçalanması konusunda ABD, Britanya, AB ve İsrail ile yıllarca işbirliği yaptı.

Ayrıca AKP ve onun işbirlikçileri olan MHP ve DEM, Türkiye’nin de ulusal egemenliğini, toprak bütünlüğünü, üniter ve laik yapısını ortadan kaldıracak olan, din, mezhep, etnik kimlik temelli siyaset yürütüyorlar.

AKP, MHP ve DEM, “Terörsüz Türkiye” veya “çözüm süreci” adı altında yürüttükleri süreçle, bir yandan Erdoğan’ın ölene kadar ülkeyi padişah gibi yönetmesinin, üniter ve laik yapıya zarar verecek anayasa değişikliklerinin, teokratik monarşik bir düzenin yolunu açıyorlar, bir yandan da, yurtdışında ve yurtiçinde, emperyalizmin beklentilerini yerine getiriyorlar!

Teröre karşı mücadele edeceğine terörle müzakere yürüten, iktidarda kalmak için, Türkiye Cumhuriyeti devletini zaafiyet içine sokan AKP iktidarı ve onun destekçisi MHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi ve tüm araştırmalara göre Türkiye’nin birinci partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu hapiste tutmaya devam ediyor!

18-19 Mart darbesinin sadece yurtiçinden değil, yurtdışından da yönlendirildiği, darbenin uluslararası bir boyutunun olduğu ve darbenin sadece Ekrem İmamoğlu’na ve CHP’ye karşı değil, Türkiye’ye karşı gerçekleştirildiği açıktır!

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, İSRAİL - SİYONİZM | 1 Comment

OTOKRATİK DÜZEN KÖK SALIYOR * İktidardan TSK’ye yeni operasyon: Erdoğan, orduyu dizayn edecek

İktidardan TSK’ye yeni operasyon:
Erdoğan, orduyu dizayn edecek

CUMHURİYET – 17.05.2025


Ordudan ihraçlar, rütbe bekleme süreleri ve atamalar… Yeni torba yasayla TSK’da tüm kritik kararlar Cumhurbaşkanı’na bağlanıyor. Muhalefet, ‘Otokratik düzen kök salıyor.’ dedi.

İktidardan TSK’ye yeni operasyon: Erdoğan, orduyu dizayn edecek

“Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleriyiz” diyen teğmenlerin ordudan ihracının ardından hızını alamayan iktidar, Meclis’e yangından mal kaçırırcasına tartışmalı bir yasa teklifi sundu. Yeni yasa teklifi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) geniş yetki tanıyor. Teklife göre ordudan atılma ve rütbe için bekleme süreleri Erdoğan’ın iki dudağının arasında olacak. Erdoğan’a istediğini istediği göreve getirme hakkı tanıyan teklife göre ihraçlar da Erdoğan kararıyla yapılacak.

“Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleriyiz” diyen teğmenlerin ihracının yankıları sürerken, AKP dün muhalefet gruplarının haberi olmadan Meclis’e Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ilişkin bir yasa teklifi sundu. Teklifte Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) dönen maddeler de yer aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kanun Hükmünde Kararname’den (KHK) aldığı yetkiyle TSK’nın komuta kademelerinde bekleme sürelerine müdahale ediyordu. AYM, bu yetkiyi “tek bir adamın insiyatifine verilemez” diyerek iptal etmişti. Meclis’e dün sunulan teklifle Erdoğan, bu yetkiyi kalıcı olarak elde edebilecek. Yani teklifle TSK personelinin rütbe bekleme süreleri Cumhurbaşkanlığı kararıyla değiştirilebilebilecek. Ayrıca teklifle disiplinsizlikle ilişkilendirilen subayların TSK’dan çıkarılmasına dair Cumhurbaşkanı yetkisi, Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca 926 sayılı TSK Personel Yasası’na doğrudan hüküm olarak konulacak. Buna göre TSK’dan ihraçlar da Erdoğan’a bağlı olacak. Bir başka maddeye göre de Milli Savunma Üniversitesi’nin rektörü cumhurbaşkanı tarafından atanacak.

*ERDOĞAN’A YENİ YETKİLER YASALAŞIYOR*

Torba yasa, TSK dışındaki başka alanlarda da Erdoğan’a yeni yetkiler getiriyor. Yine AYM’nin iptal ettiği bir madde yasalaştırılmak isteniyor. Buna göre Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyelerini doğrudan atama yetkisi cumhurbaşkanına veriliyor. Yabancı uyruklu öğretim elemanlarının istihdam yetkisi de YÖK’e veriliyor. Teklifteki bir başka madde de Ekonomik ve Sosyal Konsey üyelerinin Erdoğan tarafından belirlenmesi ve  çalışma usullerinin cumhurbaşkanı kararıyla tespit edilmesini içeriyor. AYM, Cumhurbaşkanı kararıyla belediye kurulmasına imkan tanıyan hükmü; tüzel kişiliğin ancak kanunla ya da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) ile kurulabileceğini öngören Anayasa’ya aykırı bulunmuştu. Torba yasadaki bir madde de bu hükmün AYM kararına göre düzenlenmesini içeriyor. Cumhurbaşkanı kararıyla belediye ve köylerin kaldırılmasını düzenleyen hükümler iptal edilerek teklif ile tüzel kişiliğin kaldırılmasının yasalaşması isteniyor. Tüzel kişiliği kaldırılan belediye ve köylerdeki planlama süreçlerine ilişkin hüküm, iptal gerekçesi doğrultusunda yeniden düzenleniyor.

*‘TÜRK ORDUSUNUN BAŞTAN SONA SİYASALLAŞMASI’*

Torba yasanın TSK’ya ilişkin maddeleri muhalefetin sert tepkisine yol açtı. Cumhuriyet’e konuşan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı emekli albay Kevser Ofluoğlu, “Teğmenlikten albaylığa bekleme süresi asgari 23 yıldır. Bu süre zarfında takım komutanlığı, bölük komutanlığı, tabur komutanlığı, alay komutanlığı yaparak taktik seviyede bir üst göreve hazırlanır. Tıpkı devlet kurumlarında bir yıllık memurları daire başkanı yaptıkları gibi kendi yapılarına uygun olanları bekleme sürelerini kısaltarak Türk ordusunun komuta kademesine getirmeyi mi hedefliyorlar? Ya da kendi istedikleri kişiler TSK’da üst kademede yer alsınlar diye istemedikleri askerlerin bekleme süresini mi uzatacaklar?” dedi.

İhraç yetkisine ilişkin de konuşan Ofluoğlu, “Teklifin yasalaşması halinde TSK’da ne kadar subay, astsubay varsa mesleğinin herhangi bir yerinde ihraç edilme riskiyle karşı karşıya olacaktır. Bu durum tam da askerin siyasetin merkezinde olmasına neden olacak, siyasilerle askerlerin irtibat kurmasına sebebiyet verecektir” ifadelerini kullandı. Ofluoğlu, “Türk ordusunun baştan sona siyasallaşması için atılan en büyük en tehlikeli adımdır ihraç kararı yetkisinin cumhurbaşkanına verilmesi. Bu ve bunun gibi kanun teklifleri asıl Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlikle ilgili bekasını tehlikeye sokmaktadır” diye konuştu.

*‘HOŞGELDİN OTOKRATİK DÜZEN!’*

İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez ise “Tek adam düzeni artık kök salıyor. Her alanda tek bir adamın kararı ve inisiyatifi belirleyici olacak. Türkiye giderek Ortadoğu rejimlerine ya da Kuzey Kore otokratik düzenine çevrilmek isteniyor. Erdoğan’ın her alandaki  hakimiyeti TSK üzerinde de artık kalıcı hale gelecek. Artık subaylarımızın rütbe almak için bekleyecekleri süre kurala tabi değil, Erdoğan’ın fermanına tabi. Erdoğan, isterse bir gecede tüm yüzbaşıları binbaşı yapabilecek” açıklamasını yaptı. Çömez, şunları söyledi:

“Asıl önemli olan şu; komuta kademesinin dizaynı. Vereceği kararla Erdoğan generallerin bekleme süresine de karar verecek. İstediğini emekli edecek, istediğine rütbe verecek. İstediğini komuta kademesinde istediği göreve getirecek istediğine de kapıyı gösterecek. Hoşgeldin otokratik düzen, güle güle demokrasi ve hukukun üstünlüğü.”

*’ORDUYA YAPILABİLECEK EN BÜYÜK HAKARETLERDEN BİR TANESİ’*

CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç de yaptığı açıklamayla teklife tepki gösterdi. Genç, şunları kaydetti:

“Bir teğmenle albay arasındaki şanlı Türk askerinin pozisyonu, bir cumhurbaşkanının iki dudağı arasında olamaz. Bildiğiniz gibi daha kısa bir süre önce 5 teğmenimiz ordudan atıldı. ‘Biz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleriyiz’ dedikleri için. Yine aynı şeyin olmayacağını kim garanti edebilir? Şanlı Türk ordusuna, Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran bu orduya yapılabilecek en büyük hakaretlerden bir tanesidir bu. Yol yakınken bu yasayı geri çekin.”

Posted in OTOKRASİ - TEOKRASİ - KLEPTOKRASİ, TSK | Leave a comment

AFORİZMALAR

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment

İKTİDAR VE ÇIKAR ORTAKLARI TÜRKİYE’Yİ PAYLAŞIYOR * Tarım arazileri artık Limak’ın

Tarım arazileri artık Limak’ın

BİRGÜN – 16.05.2025 – Gökay BAŞCAN


Beton tesisleriyle ve maden projeleriyle Ankara Haymana’yı ele geçiren Limak, 12 yılda 7 ÇED onayı aldı. Son kararla birlikte şirket, 5 bin 700 futbol sahası büyüklüğündeki orman ve tarım arazisini çöle çevirecek.

Limak Holding, Ankara Haymana’da maden projeleriyle bölgedeki tarım ve orman arazilerini ele geçirdi. 2012’den bu yana kalker ocaklarının başlama ve genişletme projeleri için 7 çevresel etki değerlendirme (ÇED) onayı verilen şirketin, son kararla birlikte 407 hektar yani 5 bin 700 futbol sahası büyüklüğündeki alan kullanımına açıldı.

Haymana’nın Türkşerefli, Polatlı’nın ise Babayakup Mahallesi sınırlarında yer alan madenin sınırından Güvenli Deresi, ortasından ise Susuz Deresi ve beraberinde yine mevsimsel olarak akış sağlayan isimsiz dereler geçiyor.

Limak Holding’e bağlı Limak Çimento’nun Polatlı’daki çimento tesisine hammadde sağlamak için adeta bölgeyi ele geçirdi. İlk olarak 2012 yılında harekete geçen Limak Çimento, geçen 13 yıl içerisinde biri revizyon olmak üzere toplam 7 genişletme kapasite artırımı projesine ÇED onayı aldı. Son olarak aldığı ÇED olumlu kararıyla birlikte maden ocağının kapasitesini yıllık 3 milyon 500 bin tona çıkardı. Kalker ocağının faaliyet yürüttüğü toplamda 407 hektarlık alanın 284,41’i orman 70,8’i mera, 18,53’ü tarla ve kalan bölüm ise hali arazi niteliğinde.

Projenin hayata geçirildiği bölge ayrıca, ormanlık alanlara isabet eden araziler, Milli Emlak Müdürlüğü tarafından ağaçlandırılmak üzere orman idaresine tahsis edilmiş alanlardan oluşuyor. Yine bölgedeki arazinin tarım üzerindeki önemi şirket tarafından ÇED dosyasında da itiraf ediliyor: “Proje alanının çevresinde yer alan tarımsal nitelikli alanlarda daha çok kuru tarıma dayalı üretim yapılmakta olup, arpa, buğday yetiştiriciliği önemli yer tutmaktadır.”

Öte yandan proje alanı, 2022-2023 Avlaklar Haritasına göre “Haymana Durutlar Genel Avlağı” içerisinde kalıyor. Yine proje alanı, TEİAŞ Genel Müdürlüğü’ne ait Temelli, Polatlı’dan Polatlı Çimento Alanı arasında yüksel gerilim hattı alanına denk geliyor. Şirket, ÇED dosyasında, TEİAŞ ile bu konuda bir protokol imzalanacağını belirtti.

Posted in ORGANİZE İŞLER, ÖZELLEŞTİRMELER, YANDAŞ - ÇIKARCI - YAĞCILAR, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

CUMHURBAŞKANINA SINIRSIZ BİR YETKİ DAHA VERİLİYOR * İSTEDİĞİ KİŞİYİ TSK’DAN İHRAÇ EDEBİLECEK!!!

Teklif AKP’li vekillerin imzasıyla Meclis’e sunuldu:
Cumhurbaşkanı ‘ordudan ayırma’ kararı verebilecek

CUMHURİYET –  16.05.2025


AKP milletvekillerinin imzasını taşıyan Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde (KHK) Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Başkanlığına sunuldu.

Teklifle, Anayasa Mahkemesi’nin 703 Sayılı KHK’nin bazı hükümlerini iptal etmesi dolayısıyla yasal düzenlemelere gidiliyor. Teklif kabul edilirse Cumhurbaşkanınca teğmen-albay rütbesinde bulunan subaylardan uygun görülenler hakkında ayırma kararı verilebilecek, rütbe bekleme süreleri Cumhurbaşkanı kararıyla değiştirilebilecek.

NE ANLAMA GELİYOR?
Söz konusu teklif; Erdoğan’a teğmen-albay rütbesinde bulunan subayların TSK ile ilişiğini kesebilme yetkisi veriyor.

Posted in OTOKRASİ - TEOKRASİ - KLEPTOKRASİ, TSK | 1 Comment

Yıkım için emperyalist operasyon!

Yıkım için emperyalist operasyon!

CUMHURİYET –  Zülal Kalkandelen – 14.05.2025


“Barış istemiyor musun!” gibi mantıksız suçlamalara karşı baştan bir kere daha belirteyim ki ben hayatından şiddeti tamamen çıkarmayı ilke edinmiş bir insanım. 47 yıldır Türkiye’yi kana bulayan, on binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan terörist örgüt PKK’nin kendini fesih kararı alıp silah bırakacağını açıklaması, kuşkusuz önemli bir gelişmedir.

Ancak PKK’nin zaten fiilen Suriye’de ABD kontrolündeki PYD/YPG’ye dönüştüğü ve KCK yapılanmasındaki diğer terörist oluşumların faaliyetlerine devam ettiği bir ortamda, “Terörsüz Türkiye”nin ne kadar gerçek olabileceği da belirsizdir.

Kavramların içinin boşaltılarak çarpıtıldığı, olayların arka planının görmezden gelindiği gerçek ötesi (post-truth) dönemde,  “demokrasi”  ve “özgürlük” kavramları gibi “barış” ve “Terörsüz Türkiye” de emperyalist hedefler için paravan olarak kullanılıyor. Çünkü kimsenin reddedemeyeceği kadar büyülü kavramlar bunlar…

Örneğin PKK meselesinde “barış istediklerini” iddia edenler ne yaptı?

ABD ve İsrail’in operasyonuyla Suriye’nin bölgelere ayrılması ve Kürt özerk bölgesinin kurulmasına paralel olarak 13 Ekim’de Bahçeli’nin çağrısıyla başlatılan Öcalan açılımı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu tartışmaya açmaya yeltenen bir noktaya vardı.

SEVR’İ CANLANDIRMAK İÇİN KURULAN TERÖR ÖRGÜTÜ

PKK adeta büyük bir başarı kazanmış havasıyla yaptığı açıklamasında kendi terör faaliyetlerini akladı, TürkKürt savaşından söz etti, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’nı hedefe koydu, üniter devlet yapısını reddetti, Türkiye’yi soykırımla suçladı, 1924 Anayasası’nın öncesindeki döneme referans vererek gerekli anayasal ve yasal düzenlemelerin yapılmasını istedi.

Topluma barış diye pazarlanan budur! Bu açıklama, PKK’nin Lozan’ı yıkmak ve Sevr’i canlandırmak için kurulmuş bir terör örgütü olduğunu teyit etmiştir.

Hem emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın sonunda Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak tanınmasını sağlayan Lozan Barış Antlaşması’nı yırtıp atmak isteyeceksin hem de barıştan söz edeceksin! Lozan’ı ortadan kaldırmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını tartışmaya açmaktır. Her bir bölgeyi emperyalist devletlere pay eden Sevr hayaliyle yanıp tutuşanlara fırsat verebilecek o açıklama, silah bırakma ve fesih kararı dışında reddedilmelidir.

LOZAN’I YIRTIP ATMAK İSTEYENLERİN BİRLİĞİ!

Ne yazık ki Lozan’ı hedefe koyanlar, sadece PKK terör örgütü değildir. 2023’te TBMM’de milletvekilliği yapan DEM Partililer, Lozan Antlaşması’nın 100. yılında bir açıklama yapmış ve “Lozan’ı aşma mücadelesine destek verin!” demişti. 2016’da “Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar” diyen de AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Aynı yıl, Lozan’ın “hilafet kurumunun katli” olduğunu söyleyen de HÜDA PAR’dı.

Manzara çok nettir. Cumhuriyete karşı kurulan etnikçi/dinci birliğin adı karşıdevrimdir! Bu birlik, bağımsızlığın bile sağlanmadığı, laikliğin olmadığı, ümmet toplumuna özlem duyanların birliğidir. Hedefleri, yeni anayasa ile vatandaşlık tanımını etnik kökenler üzerinden yapmak, Erdoğan’a yaşadığı sürece başkanlık yolunu açacak düzenlemeleri getirmek, laikliği tümüyle yok etmek ve yayılmacı yeni Osmanlıcı hayalleri hayata geçirecek bir devlet yapısı yaratmaktır. Bütün bu senaryo da ABD çıkışlıdır!

Türkiye’yi son 23 yılda katıksız bir gericilik ve faşizm ile yönetenlerin demokrasi, özgürlük ve barış getirebileceğini iddia etmek, aymazlığın çok ötesindedir; bu Cumhuriyet kazanımlarının yıkımı için işbirliğidir.

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Bölücü KÜRTÇÜLÜK, BOP, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR | Leave a comment

AFORİZMALAR

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment

ESKİ FOÇA’NIN KARATAŞ EFSANESİ * Migalo Talasa (Büyük Deniz) * Mikro Talasa (Küçük Deniz)

ESKİ FOÇA’NIN KARATAŞ EFSANESİ

Migalo Talasa (Büyük Deniz) * Mikro Talasa (Küçük Deniz)

Naci Kaptan 17.02. 2024 / Güncellendi 15.05.2025


Ol hikaye şöyle başlar;

Uzun sakalı, omuzlarına inen beyaz saçlarına karışmıştı. Kısık ve bir çukura saklanmış gibi duran gözlerinden sanki bir ışıltı yayılıyordu. Teni güneş ve denizin tuzlu suyu ile yıkanarak kararmış olan adamın yaşı belli değildi. Belki 40 belki 60, belki de 100 yaşında gibi!. Bir elinde baston görevi gören ıslak bir   dal parçası, diğer elinde büyükçe bir deniz kabuğu vardı.

Elindeki sopanın ucu ile dalgaların öptüğü kumsaldaki çakıl taşlarını karıştırdı. yavaşça çökerek kumların üzerine oturdu. Dudaklarından belli belirsiz bir fısıltıyla çıkan “Migalo, Mikro Talasa” kelimeleri esen rüzgarın kanatlarına binerek kayboldu gitti.

Foça’nın karşı kıyısı Mordoğan’da, Karaburun’da gün batımında, Tanrının her akşam usta bir ressam gibi farklı renklere boyadığı gökyüzünde, güneş ardında günün son ışıltılarını bırakarak kaybolurken sana “Karataşın hikayesini anlatacağım” dedi.. Elindeki sopayla yine kumlarda kutuya benzer bir şekil çizdi ve başladı;

“Herşey bu sahilde dolaşırken dalgaların sahile getirdiği bir tahta kutuyu bulmam ile başladı. Kutu sıkıca kapatılmış ve kilidi balmumu ile mühürlenmişti. Merak ile kutuyu dikkatlice açtım. İçinde ağzı sıkıca kapatılmış cam bir şişe ve de içinde parşömen kağıtlar vardı. Şişeyi açtım ve zor da olsa yazıları okumaya başladım;

Adı bilinmeyen bir gezginin not defterinden;

Ben ki bir seyyahım. Dağları, ovaları, vadileri, liman kentlerini dolaştım ama bu yer gibisini görmedim. Birçok antik medeniyetlerin gelip geçtiği bir yer.

Dediler ki; O’rası Fokların yeridir ve Kedisi, delisi, yeli meşhurdur. Denizi bereketlidir, güneş en güzel orada batar. Orasını gören oradan ayrılamaz, kalbi orada kalır. Hele ki tılsımlı bir taş vardır ki, üstüne bastığında seni tutsak alır ve bir daha oradan ayrılamazsın.

Geldim, gördüm;

Tanrının ressamı ne kadar usta idi,  gün batımında gökyüzü her akşam farklı ve büyülü renklere boyanıyor, dağların ardında kaybolan güneş  denizin üzerinden bir nakış işler gibi hareleniyordu. Bu ışıltılar yavaş yavaş daha da  derinlere inerek denizi en ünlü ressamları kıskandıracak renklere boyuyordu. Bu sihirli görsel şölen buraya tanrının bir armağanı idi.

Gelir gelmez vuruldum. Hayallerimde ve hatta rüyalarımda olan, antik medeniyetlerin gelip geçtiği bir sahil kasabası. Kumsalı,  balıkçıları, martı sesleri, siren kayalığını mesken tutmuş foklar.

Dediler ki burasının adı Foça…Şimdi sana öyküyü anlatacağım;


MAVRİ PETRA “KARATAŞ’ın” ÖYKÜSÜ

Bir akşam yine bu kumsalda oturmuştum. Lacivert mavi renkle bezenmiş bir Ağustos gecesi idi. Yıldızlar ışıklarını cömertçe ve sanki daha bir parlatarak yakmıştı… Mehtap olmadığından deniz yakamozlanıyor, yakamoz ışıkları dalgalarla birlikte denizin içinde oynaşarak sanki bir çarkı felek gibi dönüyordu. Tepelerden süzülerek gelen ağustos böceklerinin şarkılarıyla bütünleşerek deniz kenarına ulaşıyordu.

Büyülü bir gece idi. Yalnızdım, kimseler yoktu. Denizde dans eden yakamoz ışıltılarını izlerken ardımda kumların çıtırdadığını duydum, döndüm baktım. Benden çok daha yaşlı, beyaz saçları, çok uzun sakalı olan, karanlıkta bile gözleri parlayan bir adam yavaşça yaklaştı, çöktü yanıma oturdu. Korkmuştum, ne diyeceğimi bilemedim, öyle kaldım. Bir süre denizi seyretti. Uzunca bir sessizlikten sonra yüzünü  bana çevirdi ve anlatmaya başladı;

” Çok seneler önce Büyükdeniz’de Panayot adında bir balıkçı ve eşi Eleni yaşıyordu Panayot her sabah erkenden balığa çıkar, akşam üzeri balıkları sattıktan sonra, balıkçı kahvesine takılır, gittiğinde de bir duble erik rakısı içmeyi ihmal etmezdi. 

Küçükdeniz’de de Hüseyin adında bir balıkçı ve eşi Hatice vardı. Hüseyin  her gün balığa çıkar, dönüşünde balıkçı kahvesine uğrardı. Kötü havalarda ağlarını tamir eder, diğer balıkçılarla birlikte atalarının efsane ve hikayelerini anlatırlardı. Hüseyin ve eşi de bir çocuk sahibi olmanın yuvalarını şenlendireceğini hayal ederlerdi.

Hüseyin ve Panayot bir gün Orak adası civarlarında balık avlarken birbirlerine “Rasgele dileklerinde bulundular. Ve o günkü kısmetlerini beklemeye başladılar. Akşam saatlerine doğru hava birden değişti ve patladı. Geri dönmek için ağlarını topladılar ve Foça’ya hareket ettiler. Ancak ne var ki Panayot’un motoru yükselen dalgaların sıçrattığı sulardan arıza yaptı ve dalgalar kayığını sürüklemeye başladı. Hüseyin onu görünce geri döndü ve yardımına koştu Panayot’un sandalını Hüseyin’in sandalına  bağladılar ve kazasız-belasız Küçükdeniz balıkçılar kahvesine kapağı attılar. Sıcak çaylar içilirken birbirlerine sigara ikramında bulundular. O günden sonra iki can dost oldular ve aile ziyaretlerine başladılar.

Aradan altı-yedi ay geçtiğinde Panayot, Hüseyin’e eşinin bir çocuk beklediğini anlattı O gün akşam Hüseyin eşine durumu anlatınca, Hatice de hamile olduğunu söyledi. Çocukların doğumu yaklaştıkça heyecan arttı. Nihayet bir gün ara ile ikisinin de birer çocuğu oldu.

Panayot’un erkek çocuğu Talasa, Hüseyin’in kız çocuğu Deniz adını aldı Talasa Rum dilinde Deniz anlamına geliyordu. Bu tesadüften etkilenen arkadaşlar Hüseyin’in çocuğunu Mikro Talasa- Küçük Deniz, Panayot’un çocuğunu Migalo TalasaBüyük Deniz diye çağırmaya başladılar.

Aradan yıllar geçti, çocuklar büyüdü, serpildi ve aralarında gizli bir aşk başladı. Çocuklar, babaları denize çıktığı zamanlarda, şimdiki Köprübaşı denen yerde birlikte oturuyorlardı. Burada bir dere akıyor ve orada siyah bir kaya parçası, “karataş” (Mavri Petra) duruyordu.

Gençler bir gün ailelerine birbirlerini sevdiklerini, evlenmek istediklerini söylediler. Bu durum karşısında Panayot ve Hüseyin ne söyleyeceklerini şaşırmışlardı. Çocukları mutlu olsun düşüncesiyle nişanladılar.

Migalo Talasa geleceğini balıkçılıkta görmüyordu, İzmir’e çalışıp para kazanmaya gitti fakat aradan uzunca zaman geçmesine rağmen Migalo Talasa geri dönmedi.

Mikro Talasa , her gün Karataş’ın üzerinde oturur, hayaller kuraraka çok sevdiği nişanlısını beklerken umutları kırıldı ve üzüntüden hasta olup yatağa düştü. İyileşemeyen  Küçük Deniz’in  ruhu Foça’yı terketti. O günden sonra Talasa ve Deniz’in aşkları Foça’da uzun zaman söylendi, dilden dile anlatıldı. Panayot ve Hüseyin Karataş’ın olduğu yeri düzelttiler.

Ortak dilekleri şuydu: “Kim ki Mavri Petra (Karataş’ın) üzerinden geçerek Foça’ya gelirse, yeri meçhul bu taşa ayak basarsa, Foça’ya olan tutkuları artsın ve Foça’ya kuvvetli bir bağla bağlansınlar.

İşte o gün, bugün birçok kişi Foça’ya geldi, gitti ve gönülleri hep Foça’da kaldı. Çoğu da Foça’ya yerleşti.”

(Kaynak: -Foça eski turizm müdürlerinden Yılmaz Gencer’in anlatısından, Foça Yerel Tarih Araştırma Merkezi çalışmalarından alınmış ve yazı zenginleştirilmiştir.)


” Ne düşündüğünü biliyorum. Korkma, sana MAVRİ PETRA’nın (Karataş’ın) nerede olduğunu söylemeye geldim. Mikro Talasa melek olduktan sonra babası Hüseyin ve balıkçı Panayot taşı dere kenarından sudan çıkartarak üzerine sevgililerin adını kazıdılar. Karataşın üzerine Türkçe ve Rumca olarak şöyle yazdılar;

(Migalo ve Mikro TALASA’nın aşkı bu KARATAŞ’A kazındı)

(Páno se aftí ti MAVRI PETRA gráftike i agápi tou Minkaló kai tou Mikroú TALASA)

Sonra bu taşı insanların yürüdüğü deniz boyunda bilinemeyen bir yere gece vakti gömdüler. Üzerini de toprakla örttüler. Yerini de kimseye söylemediler. “Her kim bu taşa basarsa Foça’ya aşık ve tutsak olacaktır. ” dedikten sonra bana siyah renkli yuvarlak pırıltılı bir çakıl taşı uzattı.

“Bu Karataş’ın bir parçasıdır, iyi sakla, sana Foça’nın armağanı” dedi. şaşırmıştım, tam bu anda denizde bir uğultu ve çok sert bir rüzgar başladı. Sanki uzaktan kayalıklardaki sirenlerin büyülü şarkıları geliyor ve Deniz’lere, aşıklara bir ağıt söylüyordu. Sert rüzgarla dalgalar tuzlu deniz suyunu kumlara, bana kadar getirdi.  Gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtığımda ise yaşlı adam yoktu…Uğultulu rüzgar birden dinmiş, derin bir sessizlik etrafı sarmıştı…

Acaba bir hayal mi, rüya mı görmüştüm. Ürpererek ve şaşkınlık içinde kalktım ve eve döndüm. Elbiselerimi çıkartırken cebimden bir şey düştü, eğildim aldım, parlak siyah renkli küçük bir çakıl taşı idi…

Büyük (Migalo) ve Küçük (Mikro) Deniz’lere her iki sevgiliye selam olsun.


Naci Kaptan 17.02. 2024 / Güncellendi 15.05.2025

Posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR | Leave a comment

AFORİZMALAR

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment