Topyekûn savaştayız!

Topyekûn savaştayız!

CUMHURİYET – Işıl Özgentürk – 06.07.2025


Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor. Lozan Antlaşması günlerinde İngilizlerin dediği gibi yüzyıl sonra ülkemiz savaşta ve yok olma tehlikesi içinde. Evet, bize henüz insansız savaş uçaklarından bombalar atılmıyor ama içten içe çürütülüyoruz. Başta İngilizler olmak üzere onların taşeronu Amerika ve diğer emperyalist ülkeler yepyeni bir savaş taktiği deniyorlar. Çünkü bu ülkenin haritayla çizilmediğini, kan ve gözyaşıyla kurulduğunu epey bir denemeden sonra öğrendiler. Ayrıca her bölgede cirit atan, Türkçeyi mükemmelin ötesinde konuşan ajanlar sayesinde ülkede epeyce çok vatan haini olduğunu da öğrendiler ve uzun zamandır planladıkları ve bazı devletleri yok etmekte kullandıkları taktikleri ülkemizde de son elli yıldır denemeye başladılar. Sonuçta bugün geldiğimiz noktaya geldik. Ve artık “Yakın!” emrine sıra geldi!


Dostlarım siz özellikle meteorolojinin kuvvetli rüzgâr dediği günlerde, 11 ayrı yerde çıkan yangınların anız yakmaktan, elektrik tellerinden, atılan cam şişelerden çıktığına inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum. Ormanlar yanacak ki yabancı ve Türk maden şirketleri insanların, kesilecek ağaçlara sarılan yaşlı kadınların gözyaşlarını dijital ortamlarda görünmesini engelleyecekler. Biliyorlar ki Diyanet’e üç bakanlığın bütçesinden çok para verildiği için pek çok ülkede orman içlerinde kurulan dijital sistemler ne yazık ki para olmadığı için bizde kurulmadı. Ve artık dünyada yangınlar helikopterlerden atılan sularla söndürülmüyor, yüzlerce ton su taşıyan yangın söndürme uçakları var, ona da para yetmiyor. Ama her bakanın uçağı, her müdürün en pahalısından özel şoförlü arabası var.

Lütfen bana, Dünyanın dördüncü ordusuna sahip Türkiye’ye kimseler saldırmaya cesaret edemez” demeyin. Çevremizdeki ülkelerde gördük ki artık ordular savaşmıyor, artık savaşlar bilgisayarların emrinde. Gerçekten yaşanmış olaylara dayanan neredeyse belgesel bir film izlemiştim. Londra’da bir yeraltı bilgisayar odası. Dört beş ordu mensubu sürekli kocaman bir televizyondan aldıkları bilgiye göre cep telefonlarını kapatıp çöldeki küçük bir köy evinde toplanacak İslami örgüt şeflerinin gelmelerini bekliyorlar. Evin içinde küçücük bir sinek var. Bu sinek her şeyi kaydediyor ve eve köyde yaşayan ve mükemmel Arapça konuşan bir ajan tarafından yerleştirilmiş. Küçücük bir sinek bütün konuşmaları, taktikleri Londra’ya bildirecek ve ardından ev, çöle en yakın bir Amerika üssünde, her yeri kapalı bir kapsülün içinde yaşayan iki ajan tarafından basılan bir düğmeden bombalanacak. İslami örgüt şefleri geliyor ve operasyonun başlaması gerek ancak köyden küçük bir çocuk annesinin yaptığı ekmekleri satmak için evin duvarına bitişik bir tezgâh açıyor. Londra’da bir telaş çünkü bombalama çocuğu da öldürecek. Operasyonu yöneten bir kadın albay. Operasyonu iptal etmek istiyor, başbakana haber veriliyor Başbakan tam da o sırada doğum gününü kutlayacak torunu için bebek almaya gönderdiği adama teşekkür ediyor. Bebek gelmiş. başbakan bir an düşünüyor ve bir düğmeye basarak operasyonu başlatma emrini veriyor, iki dakika sonra kapsüldekiler bir düğmeye basıyorlar, evin içindekiler ve ekmek satmaya gelen çocuk bir anda yok oluyor. Başbakan da odasından bir elinde çantası bir elinde bebek çıkıp doğum gününü kutlayan torununa gidiyor.

Dostlarım bu temmuzu asla unutmayacağız, Madımak’ı asla unutmadığımız gibi! LeMan dergisinin önünde yeni bir Madımak yaratmak için toplananların sloganlarını da: “Şeriat istiyoruz kahrolsun laiklik!” Bunu da unutmayacağız!

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP | Leave a comment

Naziler nasıl egemen oldu?

Naziler nasıl egemen oldu?

CUMHURİYET – Emre Kongar – 06.07.2025


……………………………..

“…Burada tartışmak istediğim konu, siyasal manevralar ya da ince hukuksal ve siyasal oyunlar değildir.

Üzerinde durmak istediğim nokta ‘devleti ele geçirme mekanizmasının’ yani onlara (Nazilere) kamuoyu vicdanında ve siyasal-hukuksal ortamda tanınan ‘meşruiyetin’ temelleridir.

Nazilerin meşruiyetlerinin iki temeli olduğunu görüyoruz:

Bunlardan biri demokrasiyi sadece ‘oy kullanmaya’, yalnızca kaba bir ‘seçim mekanizmasına’ indirgeyen bir uygulama, ikincisi de ‘Germen ırkçılığıdır’.

Bir başka deyişle, Naziler, ‘ideolojik meşruiyetlerini’ Germen ırkçılığından, ‘yasal-hukuksal meşruiyetlerini de’ ‘seçim mekanizmasından’ almışlardır.

Sonuç olarak Alman toplumunun ‘iyi ve normal bir bireyi’, devlet kavramı ile Nazi iktidarını özdeşleştiren bir süreç sonunda devlet karşısında korumasız ve yalnız bırakılmış, bu yalnızlaştırma sürecinin ‘mekanizması’ olarak ‘seçim’, ‘ideolojisi’ olarak da ‘Germen ırkçılığı’ kullanılmıştır.

Böylece ‘meşrulaşan ve devletle özdeşleşen iktidar’, bireyi, kendi cinayet çarkının anlamsız ve karşı konulamaz bir parçası yapmıştır.

Nazilerin uyguladığı soykırımdan alınacak iki ders:

Bütün bu kuramsal çözümlemelerimiz gösteriyor ki demokrasinin ayrılmaz bir parçası olan ‘seçim mekanizması’ ve kimliğimizin önemli bir bölümünü oluşturan ‘milliyetçilik ideolojisi’ (ya da ‘dincilik ideolojisi’) son derece tehlikeli kavramlardır.

Demokrasinin öteki güvenceleri olmadan kullanılan bir seçim mekanizması toplumları en kanlı cinayetlere sürükleyen katilleri, diktatörleri başa getirebilir.

Kimliğimizin bir parçasını oluşturan ‘milliyetçilik duyguları’ (ya da ‘din duyguları’) ise kendimizden farklı olanları aşağı görmemize yol açtığında bir ‘soykırımın’ gerekçesini ve ideolojik kılıfını oluşturabilir.

İşte Nazi Almanya’sındaki normal ve iyi insanları da bir soykırım çarkının dişlileri haline getiren öğeler ‘seçime ve milliyetçiliğe’ (ya da ‘dinciliğe’) dayalı, ‘meşru sanılan iktidarın devletle özdeşleşmesi’ sürecidir.

İnsanlığın ‘Yahudi soykırımından’, bu inanılmaz vahşetten alacağı ders, seçim süreçlerini demokrasinin öteki güvencelerinden ayırmamak, milliyetçilik duygularını (ve din duygularını) ise başka milletleri (insanları) aşağı görmek olarak kullanmamaktır.

Ve tabii, hiçbir zaman bireyi iktidarın karşısında güvencesiz bırakmamak, devlet-hükümet özdeşliğine izin vermemektir.”

Posted in FAŞİZM, Tarih | 1 Comment

Diyanet’in yol harcı, teğmenlerin ihracı * ERBAŞ’IN KILICI VE KALKANI

Diyanet’in yol harcı, teğmenlerin ihracı

CUMHURİYET – Mine G. Kırıkkanat – 06.07.2025 04:00


Tuzla Piyade Okulu’nda 10 Kasım 2023’te Atatürk’ü anma etkinlikleri için son hazırlıklar yapılıyordu. Yaklaşık 500 teğmene Atatürk fotoğrafı ve iğne dağıtıldı.

Teğmenler içtima alanındaydı. Arka sıralardan bir ses yükseldi. Teğmenlerden biri, Atatürk fotoğrafını takmayacağını söyledi. İçtima alanındaki teğmenlerden büyük tepki aldı.

13 Kasım’da o sesin sahibi Abdülaziz Altun, arkadaşı Nurcu tarikat üyesi Furkan Akyüz ve Furkan Şahin’in kaldığı koğuşta bir arbede yaşandı.

Soruşturma sonucunda 7 teğmen ihraç edildi. 4’ü Atatürkçüydü. Onlardan biri olan Recep Ayar, orduya geri dönüş davasını geri çektikten sonra Ersin Eroğlu’nun röportaj önerisini kabul etti.

Recep Ayar, Kara Harp Okulu’nda azınlık da olsa bir yapının varlığını ve bu durumu üstlerine bildirmesine rağmen işlem yapılmadığı vurguladığı konuşmasında, şöyle diyordu:

DEVLET Mİ KESTİ TARİKAT MI?

“Devletin kestiği kol acımaz. Ancak bizim kolumuzu devlet mi kesti, emin değilim. İnandığım bir değer uğruna, çocukluk hayalim olan yıldızlarımla diyet ödedim. Bir daha olsa, yine öderim. Ömrünü devlet için harcayan bir önderin yanında, ben çocukluk hayalimden olmuşum, önemli değil.

Yaşadığımı ancak yaşayan bilir. Süreç sırasında fark ettim ki bizler için mücadele eden insanlar hep bu devlete gönülden bağlı sivil kimseler ya da yüksek karakterli emekli, Ergenekon, Balyoz, Atabeyler gibi FETÖ operasyonlarının hedefi olmuş komutanlarım oldu…”1

YIKILAN HAYALLER, KIRILAN HAYATLAR

Ersin Eroğlu’nun Teğmenler1 kitabı, Cumhuriyetçi askerlerin karşıdevrimin yobaz askerleri tarafından ordudan tasfiyesinin makus tarihçesi olduğunca; gencecik hayatların ve hayallerin de hoyratça kırılış öyküsü.

Şehit Kubilay’dan başlayarak 30 Ağustos 2024’teki mezuniyet töreninde “Atatürk’ün askerleriyiz” dedikleri için linç ve ordudan ihraç edilen Kara Harp Okulu’nun en başarılı teğmenlerinin hazin buruluşu…

KULLANIŞLI DİYANET

Laik Cumhuriyeti yıkmak ve Türkiye’yi coğrafyasından demografyasına işgal, talan, yerle yeksan etmek için önce TSK’yi bitirmek gerekiyordu, sonra eğitimi. Dini kullandılar. Dini kullanmak Diyanet’i yozlaştırmakla mümkündü. Öyle de oldu.

Aklı başında insanların her gün adım adım, şaşkınlıkla izlediği Erbaş’ın Diyaneti’ni2, yozlaşmanın nasılını, niçinini de iki araştırmacı gazeteci, Sefa Uyar ve Mustafa Mert Bildircin yazdılar.

Yazarların kitaba sonsöz yerine yayımladıkları metin, 230 sayfada belgeleriyle ortaya koydukları yozluğun, yalanın ve demokrasi düşmanı monarşik iktidarların dayanağı, meşruiyet aracı olarak pek kullanışlı dinciliğin özeti zaten:

ERBAŞ’IN KILICI VE KALKANI

“Laiklikten verilen tavizler; soldan sağa hızlı bir kayışla, emekten sermaye tarafına geçişe, sömürünün ağırlaşmasına, başta eğitim olmak üzere toplumun dinselleştirilmesine ve bu sayede itiraz etmeyen, yalnızca şükreden, itaat eden bir toplum yaratılmasına yol açtı. Türkiye’nin yakın tarihi, bu savın altını doldurabilecek yüzlerce örnek dolu.

Vicdanlarda özgürce yaşanması gereken dinin siyasete alet edilmesini engellemek, doğru din bilgisini sağlayarak toplumu sahte hacı-hocalara, tarikat ve cemaatlere muhtaç bırakmamak amacıyla kurulan Diyanet, bugün kuruluş amacından tamamen sapmış durumda.

Cemaat ve tarikatlar, Diyanet eliyle meşrulaştırılıyor. Kuran kurslarına verilen ayrıcalıklar, doğrudan Diyanet’in bünyesinde cemaat ve tarikat üyelerinin bulunmasına yol açıyor. Diyanet, en küçük toplumsal itirazda iktidara kalkan oluyor.

İKTİDAR BORAZANI

Cumhurbaşkanı ‘Şükredin’ dediğinde, hemen şükür temalı hutbe veriyor. Kriz mi var? Derhal bir fetva dolaşıma sokuluyor. Siyasette işler kötü mü gidiyor? Diyanet İşleri başkanı bir programda cumhurbaşkanı ile birlikte dua ediyor…

Türkiye’nin daha iyi bir geleceğe erişmesi için değişmesi gereken şeylerin başında belki de Diyanet’in şu anki durumu geliyor. Eleştirel ve özgür düşünceyi baskı ve denetim altına almak isteyen yapılara karşı Diyanet, kuruluş amacına geri dönmeli.”2


(1) Teğmenler/ Kırmızı Kedi Yayınevi, 2025

(2) Erbaş’ın Diyaneti/ Kırmızı Kedi Yayınevi, 2025

Posted in İrtica, MİNE KIRIKKANAT, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

MADIMAK’IN 32. YILI * SİVAS’TA AYDINLARI YAKANLARIN AVUKATLARI NEDEN “AKP”de TOPLANDI? * SİVAS KATLİAMCILARININ AVUKATLARI KİM?

İşte Sivas katliamcılarının avukatları

SOLhaber.com – 02.07.2017 / 02.07.2025


Bugün 2 Temmuz. Bundan tam 24/ 32 yıl önce şeriat isteyen gericilerin vahşice saldırısının sonucunda 33 aydın ve 2 otel görevlisi yakılarak katledildi. O günün katilleri bugün AKP iktidarında bakanlık, milletvekilliği ve bürokratlık yaparken, dava da yine AKP iktidarında zamanaşımından düşürüldü.

2 Temmuz 1993 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla Pir Sultan Abdal etkinlikleri için şehre giden aydınlar, Madımak Oteli önünde toplanan gericilerin saldırısı ve devletin seyirciliği eşliğinde katledildi.

Katliamın üzerinden 24 yıl geçerken, geride bıraktığımız yıllar Sivas Katliamını gerçekleştirenlerin dönemin hükümetleri ve AKP iktidarında nasıl kollandığını gözler önüne serdi.

Sivas katliamcılarını savunan avukatlarsa AKP döneminde yükselerek en önemli konumlara getirildi.

İşte o avukatlar:

Av. Celal Mümtaz Akıncı – Eski Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi
Av. Hayati Yazıcı AKP’nin eski Devlet Bakanı
Av. Haydar Kemal Kurt – AKP eski Isparta Milletvekili
Av. Zeyid Aslan – AKP Tokat Milletvekili, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski avukatı
Av. Hüsnü Tuna – AKP Konya Milletvekili
Av. Burhanettin Çoban – Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı
Av. Faik Işık – Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı
Av. İbrahim Hakkı Aşkar – 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili
Av. M. Ali Bulut – AKP eski Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi
Av. Bülent Tüfekçi – AKP’nin Gümrük ve Ticaret Bakanı
Av. Halil Ürün – RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP eski Afyon Milletvekili
Av. Mevlüt Uysal – AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı
Av. Nevzat Er – Eski AKP eski Eminönü Belediye Başkanı
Av. Suat Altınsoy – AKP Konya İl Başkanı Yardımcısı
Av. Tayfun Karali – İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü
Av. Ferruh Aslan – İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü
Av. İbrahim Kök – AKP Elazığ Milletvekili Aday Adayı
Av. Ali Aşlık – Eski AKP İzmir İl Başkanı ve 2011 seçimi milletvekili
Av. Bedrettin İskender – AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı
Av. Ekrem Bedir – Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi
Av. Faruk Gökkuş – AKP Kâğıthane Belediye Başkanlığı Aday Adayı
Av. Hasan Hüseyin Pulan – AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi
Av. Hurşit Bıyık – AKP eski Trabzon İl Başkan Yardımcısı
Av. Reşat Yazak – Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi.


https://haber.sol.org.tr/toplum/iste-sivas-katliamcilarinin-avukatlari-201612


Madımak’ın 32. yılı:

23 sanığın 17’si geçtiğimiz aylarda
tahliye edildi, 2’si afla salındı’

By Euronews – 02/07/2025


Sivas Katliamı’nın yıldönümünde yurdun dört bir yanında anma törenleri düzenlenirken, siyasetçi ve sanatçıların da aralarında bulunduğu birçok isimden mesajlar geliyor.

2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçıların da aralarında bulunduğu 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Madımak Katliamı’nın 32’inci yılı.

“Sivas Katliamı” olarak da bilinen ve tarihe kara bir leke olarak geçen olayın yıldönümünde yurdun dört bir yanında anma törenleri düzenlenirken, siyasetçi ve sanatçıların da aralarında bulunduğu birçok isimden mesajlar geliyor.

32 yıl önce aydınlar, müzisyenler ve şairler dört günlük şenliğe katılmak üzere Sivas’a gelmişti. O kişiler arasında Aziz Nesin, Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Asım Bezirci, Behçet Aysan ve daha pek çok şair, yazar, sanatçı ve düşünür vardı.

32 yıl önce Sivas’ta ne oldu?
O gün cuma namazının ardından etkinliklerin yapıldığı kültür merkezinin önüne bir yürüyüş başlamıştı. BBC’ye göre, “Sivas laiklere mezar olacak” atılan sloganlardan biriydi. Saldırgan grubun bir kısmı yeni dikilen “Halk Ozanları” heykelini yıkıp, yerde sürüklerken; bir kısmı valilik önünde Ahmet Karabilgin’i protesto etmişti.

Otelde bulunan yazar Aziz Nesin’in sözleri hedef tahtasındaydı. Katliamdan iki gün önce dağıtılan bir bildiri, 2 Temmuz’da neler yaşanacağının habercisi olmasa da, işaret gibiydi. Bildiride Aziz Nesin’in o sırada başyazarı olduğu Aydınlık gazetesinde yayımlanan Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabından bahsedilmiş, Nesin hedef gösterilmişti.

Akşam saat 18.00’da Madımak Oteli’nin önünde 15 bin kişi toplanırken, otel önündeki araçlar ve sürüklenen heykel ateşe verilmiş, otelin camları kırılmıştı. Yaklaşık 2 saat sonra otel ateşe verildi.

Kente davet edilen takviye kuvvetler ise zamanında gelmemiş ve gelenler de yetersiz kalmıştı. 35 kişi otelde hayatını kaybetmişti. Aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin’in de bulunduğu kişiler yanarak veya dumandan boğularak ölürken, Aziz Nesin de dahil olmak üzere 51 kişi olaylardan kendi olanaklarıyla kurtulmuştu.

’23 sanığın 17’si geçtiğimiz aylarda tahliye edildi’
Önceki günlerde mağdur ailelerin avukatları faillerin gereken cezayı alması için ortak bir bildiri yayınlamıştı.

Avukatlar Akasya Kansu, Beydağ Tıraş Öneri, Deniz Özbilgin ve Günal Kurşun tarafından imzalanan bildiride, 23 sanığın 17’sinin önceki aylarda tahliye edildiği; ikisinin ise cumhurbaşkanının af yetkisiyle salıverildiği vurgulanmıştı.

“Bu katliamı örgütleyen, azmettiren, talimat veren; kolluk, itfaiye ve sağlık ekiplerinin önleme ve kurtarma faaliyetlerini engelleyen kamu görevlilerinin ifadelerine dahi başvurulmaksızın, olayın asli maddi faillerinden bir kısmı hakkında açılan davada, haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen 23 sanığın 17’si geçtiğimiz aylarda tahliye edildi; ikisi ise cumhurbaşkanının af yetkisiyle salıverildi.”

Eren Aysan ve Zeynep Altıok’tan açıklama
Öldürülenler arasında yer alan şair Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan, X’te yaptığı paylaşımda, “Her yıl kardeşim Zeynep’le (öldürülen Metin Atıok’un kızı Zeynep Altıok) birlikte babalarımız Sivas katliamında öldürülen şair Dr.Behçet Aysan ile şair Metin Altıok anısına bir ilan veririz. Bu ilanda sonuçsuz adalet mücadelemizle harmanlanan direncimiz, kararlılığımız, umudumuz ya da umutsuzluğumuz saklıdır,” ifadelerini kullandı.

Özgür Özel: Utanç müzesi olacak
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Lideri Özgür Özel de anma mesajında, “Adalet yerini bulana, Madımak bir Utanç Müzesi olana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz,” dedi.

“Türkiye’nin iç barışına dün de bugün de döşenen mayınları sadece gözü yaşlı analar, eşler ve çocuklar temizleyemez. O mayınları biz ellerimizle temizleyeceğiz.”


https://tr.euronews.com/2025/07/02/madimakin-32-yili-23-sanigin-17si-gectigimiz-aylarda-tahliye-edildi-2si-afla-salindi?

Posted in FAŞİZM, İrtica, RADİKAL İSLAM, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

“YAŞASIN ŞERİAT ÇIĞLIKLARI” İRTİCA HORTLUYOR * MADIMAK KATLİAMI * Ülke cayır cayır yanıyor; yobazlıktan, gericilikten!

Ülke cayır cayır yanıyor; yobazlıktan, gericilikten!

CUMHURİYET – Zülal Kalkandelen – 02.07.2025


Yine bir yaz, yine her yer alev alev… Bilecik, Sakarya, İzmir, Hatay, Antalya… Ardı ardına yangın haberleri geliyor. Ormanlar yok olurken hayvanlar da yanarak can veriyor. Yerleşim bölgelerine sıçrayan yangın insan hayatını tehdit ediyor, köylerde evler boşaltılıyor.

Yeterli sayıda yangın söndürme uçağı olmadığından birçok yerde yurttaşlar kendi çabalarıyla yangını söndürmek için çabalıyor. Her yıl olduğu gibi yine önlem almada ihmal olduğu açıkken, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, neden uçak eksiğinin giderilmediğini açıklamak yerine, Sakarya’da küle dönen ormana gidip “Yağmur yağdı. Rabbimin lütfu işimizi büyük ölçüde kolaylaştırdı” diyor!

Yağmur yağmadığında da “Rabbimin gazabı” ya da “Bu işin fıtratında var” denilecek belli ki. Siyasal İslamın Türkiye’yi getirdiği nokta budur. Bilimi dışlayıp her şeyi inanca bağlayınca sorumluluk da alınmıyor!


İBDA-C çizgisindeki Taraf dergisinin 1994 yılındaki bir sayısı


FAŞİZANLIĞIN DIŞAVURUMU

Tam da orman yangınlarıyla hem doğa hem de içimiz yanarken Leman dergisinin 26 Haziran tarihli sayısında, İslam peygamberi Muhammed’in tasvir edildiği iddiaları nedeniyle, gericiler İstiklal Caddesi’nde toplanarak derginin ofisine saldırdı

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “terör örgütü” listesindeki İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi’yle (İBDA-C) bağlantılı olduğu belirtilen Büyük Doğu Akıncıları Derneği de sosyal medyada Leman dergisi önüne çağrı yaptı.

“Kahrolsun laiklik, yaşasın şeriat” ve “Kemalist köpekler hesap verecek” sloganları atan kitleye polis müdahale etmezken gruptakiler sokaktaki kafe ve barlardaki yurttaşlara da saldırı girişiminde bulundu. İyice alevlenen kitlenin sosyal medyada kışkırtması üzerine Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Leman dergisine “dini değerleri alenen aşağılama” iddiasıyla adli soruşturma başlatıldığını açıkladı.

Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz o ayrı ama Leman’ın karikatüründe bir aşağılama olmadığı gibi yapılan saldırılar faşizanlığın dışavurumudur, açılan soruşturma ise düşünceyi ifade özgürlüğüne apaçık müdahaledir!

Ne acıdır ki karikatüre sosyal medyada tepki gösterenlerin bazıları Madımak katliamının fotoğraflarını paylaşıp derginin ofisinin yakılması çağrısında bulundu!

VE BUGÜN 2 TEMMUZ…

Madımak katliamının 32. yıldönümü… O gün yaşananlara ilişkin kimileri Saadet Partisi’nin önceki genel başkanı Temel Karamollaoğlu gibi katliam demeyi reddetse de tartışmasız bir katliam yaşanmıştır. 35 aydının Madımak Oteli’nde, Cumhuriyet Devrimi’ne, Aydınlanmaya ve laikliğe düşman gerici yobazlar tarafından yakılarak katledildiği o kahrolası gündür 2 Temmuz 1993!

18 Temmuz 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti gerçeğin ta kendisidir: “Polis-şeriatçı işbirliği”. TBMM Araştırma Komisyonu raporunun tespitleri de o dönemde Nokta dergisinde “Katliam Raporu” başlığıyla yayımlandı.

32 yıl önce olayın yaşandığı Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılan gazetemizin eski yazıişleri müdürü Sami Karaören, bir yazısında şu değerlendirmeyi yapmıştı:

“Amaç, Atatürk Devrimlerine yıllardan beri ses çıkaramayan kitlelerin, 1950’den bu yana verilen ödünler sayesinde, gittikçe artan dinsel eğitime ve bağnazlık yoluna saptırılarak Atatürk Devrimlerinden koparılması ve şeriat düzeninin getirilmesi. Türkiye’de geçmişten günümüze kadar şeriatçılar tarafından yaratılan kanlı olayların nedeni, politikacılarımızın oy kaygısıdır. Atatürk döneminde oy kaygısı olmadığı için ödün verilmiyordu.” (Sıvas Kitabı, Bir Topluöldürümün Öyküsü, Edebiyatçılar Derneği yayını, 1994)

Hedef gösterip aydınları yakanlara ve onlarla işbirliği yapan siyasetçilere karşı Aziz Nesin’in katliam nedeniyle düzenlediği basın toplantısındaki sözleri hatırlatmak gerekir: “Orada yığınlar 8.5 saat ‘Şeriat isteriz’ diye bağırdılar. Hiçbir bakan bunu dikkate almıyor, devlet sesini çıkarmıyor, Aziz Nesin suçludur diyor. Açık açık söylüyorum ki bu alçaklıktır!”

Radikal dincilere her gün biraz daha ödün vererek ve laikliği çiğneyerek ülkeyi uçuruma sürüklüyorlar.

Ülke cayır cayır yanıyor; yobazlıktan, gericilikten!



Sivas katliamı ve insanlığa karşı suçlar

CUMHURİYET – Av. Kemal Akkurt 01 Temmuz 2025


O zamanki adı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) olan olağanüstü mahkeme, gerçek suçluları ortaya çıkaramadı. Bir kısım sanıklar, çeşitli hapis cezaları aldılar. Yakalanamayan beş sanığın davası ise 20 yıldır devam ediyordu. Hiç değilse bu beş sanığın cezası zamanaşımına uğramasın, “insanlığa karşı suç” kapsamında cezalandırılsınlar şeklindeki savunmalara, mahkeme ne yazık ki itibar etmedi. Firardaki bu sanıklar yönünden davayı zamanaşımı nedeniyle düşürdü.

Bu vesile ile “insanlığa karşı suç” kavramı, hukukçular arasında ve kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Eski ceza kanunumuzda yer almayan bu suçu, yeni ceza kanunu (TCK) açık ve net bir şekilde düzenledi. Buna göre siyasi, felsefi, ırkî ve dini düşüncelerle toplumun bir kesimine karşı, bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenen suçlar, “insanlığa karşı suçlar” olarak kabul edilir. Bu suçlardan dolayı zamanaşımının işlemeyeceği de yasada açıkça düzenlenmiştir ( TCK, madde 77).

Tartışılan konu, 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK’deki bu hükmün geriye yürüyüp, 1993 tarihinde işlenen bu katliama uygulanıp uygulanamayacağıdır. Tarafı olduğumuz ve mevzuatımızın bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 7. maddesine göre “Hiç kimse ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez”.

‘ZAMANAŞIMI’ UYGULANAMAZ

Davanın devredildiği Ankara Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi de sözleşmenin bu fıkrasına dayanarak davayı zamanaşımından düşürdü. Ancak aynı maddenin bir de 2. fıkrası var ki mahkeme tüm ısrarlarımıza rağmen bu fıkrayı görmedi ve uygulamadı. 2. fıkraya göre “Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir”. Yani insanlığa karşı işlenen bir fiil, evrensel hukuk kurallarına göre suç ise böyle bir suç iç hukukta düzenlenmese bile, o kişi veya kişiler her zaman yargılanabilir, cezalandırılabilir, zamanaşımı söz konusu olmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu yöndedir.

Birleşmiş Milletler’in 1968 tarihli “Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmesi”ne göre, hangi tarihte işlenmiş olursa olsun, insanlığa karşı suçlar yönünden zamanaşımı süresi uygulanmaz. Bu sözleşmeye göre, insanlığa karşı suçları teşvik eden, katılan devlet yetkilileri, özel şahıslar ve bu suçların işlenmesine hoşgörü gösteren kamu görevlileri yönünden de zamanaşımı uygulanmaz. Sözleşmeye göre işledikleri ülkenin iç hukukunu ihlal etsin veya etmesin, siyasal, ırksal veya dinsel sebeplerle zulüm veya katliam yapanların, zamanaşımı söz konusu olmaksızın cezalandırılacağı kararlaştırılmıştır. Nitekim İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Nazi katliamlarının yargılandığı Nürnberg Uluslararası Mahkemesi de Birleşmiş Milletler’in kararıyla zamanaşımı söz konusu olmaksızın yargılama yapmış ve insanlığa karşı suçları işleyenleri cezalandırmıştır.

DEVLETİN VARLIK NEDENİ

Anayasamızın 90. maddesi ışığında, uluslararası bu sözleşmeler bağlayıcıdır ve yasalarımızın üzerindedir. Sivas katliamı sanıklarının da zamanaşımı söz konusu olmaksızın yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekir. Yalnızca yakalanan 100 civarındaki caninin yargılanması ve cezalandırılmasıyla bu kara sayfa kapatılamaz. Dönemin iktidar gücünü kullanan tüm yetkililerin, ihmali bulunan asker ve Emniyet mensuplarının da yargı önüne çıkarılmaları ve olayın aydınlatılması gerekir. Aksi takdirde ülkemiz bu ayıptan kurtulamaz.

Yargılama, adaleti tecelli ettirme işlemidir. Adalet ise adil bir yargılama ile sağlanır. Sivas davasında da ne yazık ki adalet tecelli etmemiştir. Sivas davası da yakın tarihimizde aydınlatılmayan katliamlar arasındaki yerini almıştır. Aydınlatılmayan tüm katliamların sorumlusu devlettir. Hukuk devletinin varlık nedeni, öncelikle katliamları engellemek, buna rağmen gerçekleşirse, tüm failleri ve azmettirenleri ortaya çıkarmaktır. Aksi takdirde devletlerin varlık sebebi kalmaz…

Dileğimiz, Türkiye’nin bir daha o karanlık dönemleri yaşamamasıdır. Bunun da yolu, daha fazla demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarından geçiyor…

Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, UNUTMA, YOBAZLIK - GERİCİLİK | 1 Comment

ŞİİR MOLASI * HAKİM BEĞ

HAKİM BEĞ


Gene tehir etme üç ay öteye,
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına;
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.

Kırk yıl önce; yani babam ölünce,
Kadılıklar hâkimliğe dönünce,
Mirasçılar tarla, takım bölünce,
İrezillik beni buldu hâkim beğ.
Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git;

Bini geçti burda yediğim zılgıt.
Eğer diyeceksen: “bana ne, öl git!”
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.
Sekiz evlek tarla, bir geverlik su,

Yüz yılda hüküme bağlanmaz mı bu?
Kazanmasam da hu, kazansam da hu!
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ.
Keşife-meşife, damgaya, harc’a
Kanımız kurudu harca da, harca..

Sayenizde avukatlar yıllarca,
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ.
Mübaşir itekler, kâtip zavırlar;
Değişti bizde de göya devirler.
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar,

Tapucuyu aya saldı hâkim beğ.
Kabahat sizde mi, kanunlarda mı?
Şaşırdım billâhi yolu yordamı..
Kızma sözlerime alam kadanı,
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ.

Mülkün temeliydi adalet hani?
Bizim hak temelde saklı mı yani?
Çıkartıp ta versen kim olur mâni?
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ?

Hem davacı pişman, hem de dâvalı..
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı.
Sabret makamından çalma kavalı,
Sürüler ekine daldı hâkim beğ.


Abdurrahim Karakoç

Posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR | Leave a comment

AFORİZMALAR

Posted in AFORİZMALAR | Leave a comment

ÜNİVERSİTELER “DİN EĞİTİMİ VERİLEN” MEDRESEYE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR * İÜ’de medrese dönemine dönüş: ‘Dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır’

İÜ’de medrese dönemine dönüş:
‘Dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır’

SOLhaber.com – Burcu Günüşen – 30.06.2025


İÜ Edebiyat Fakültesi’nin mezuniyet töreni programında “insanlık için dua” başlığı yer aldı. Prof. Dr. Cihan Demirci Tansel “Kırk yılımı gurur duyarak geçirdiğim üniversitemden ne yazık ki utanç duymaya başladım” dedi, uygulamayı “Medrese dönemine geri dönüş” diye niteledi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezuniyet töreni yarın Merkez Kampüsü bahçesinde yapılacak. Üniversite tarafından açıklanan mezuniyet programında “İnsanlık için dua” başlığı yer aldı.

AKP iktidarının 2025 için ilan ettiği “Aile Yılı”na paralel bir şekilde fakültenin “Ailece Bilim” adını verdiği programda mezunların aileleri adına da konuşmalar yapılacak olması dikkat çekti.

Törende “İnsanlık için dua” başlığıyla yer alan programın kim tarafından, nasıl gerçekleştirileceğine dair ise bir ayrıntıya yer verilmedi.

İÜ Edebiyat Fakültesi’nin bu yılki mezuniyet programı

Prof. Dr. Tansel: Bu program, İÜ gibi köklü bir kurumda kabul edilemez
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden geçtiğimiz yıllarda emekli olan Prof. Dr. Cihan Demirci Tansel, “Bu dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır, bilim susarsa toplum karanlığa gömülür” dedi.

Konuya ilişkin değerlendirmesini sorduğumuz Tansel “İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin bu yılki mezuniyet töreninde ‘insanlık için dua’ programı, İstanbul Üniversitesi gibi köklü bir kurumda kabul edilemez. 1933 yılından günümüze kadar yüz yılı aşkın bir süredir Cumhuriyet’in gözbebeği olan bir üniversitenin, akademik bir törene dini bir ritüel eklemesi, yalnızca bir ‘program tercihi’ değil; üniversite kavramının temel değerleriyle ciddi bir çelişmedir. Medrese dönemine geri dönüş demektir” dedi.

‘Üniversite, dua edilen değil, düşünülen yerdir’
Laiklik ilkesinin yalnızca bir Anayasa maddesinden ibaret olmadığını aynı zamanda “birlikte yaşamanın güvencesi” olduğunu dile getiren Tansel “Laiklik, hiçbir inancı yasaklamaz ama hiçbir inancı kamu kurumlarının merkezine de yerleştiremez. Üniversiteler düşüncenin özgürce yeşermesi gereken alanlardır, din ve inanç buralarda öne geçerse bilimsel düşünceden söz edemeyiz. Üniversite, dua edilen değil, düşünülen yerdir. Duanın yeri kişinin özel alanları ya da cami, kilise sinagog vb. yerlerdir. Üniversiteler laik ve bilimsel olmak zorundadır” diye vurguladı.

Mezuniyet törenlerinin “gençlerin öğrencilikten çıkıp yeni bir hayata başladığı, bilimin, emeğin ve eleştirel düşüncenin kutlandığı anlar” olduğuna işaret eden Tansel bu özel törenlerde bir inanç biçimini öne çıkarmanın diğer tüm inançları ya da inançsızlığı dışarıda bırakmak anlamına geldiğini ifade etti.

‘Üniversiteler atanan rektör ve dekanlar aracılığıyla laiklikten uzaklaşıyor’

Prof. Dr. Cihan Demirci Tansel

Oysa üniversitenin kimsenin kendini dışlanmış hissetmediği, eşit yurttaşlığın yaşandığı bir ortak alan olduğunu dile getiren Tansel, üniversitelerin laiklikten uzaklaşmasına dikkat çekerek şunları söyledi:

“Siyasi iklimin, toplumu her geçen gün daha fazla dinselleştirme yönünde baskı kurduğu bu dönemde, ne yazık ki üniversiteler atanan rektörler, dekanlar aracılığıyla laiklikten uzaklaşmaktadır. Özerk üniversite ülkemizde tamamen ortadan kalkarak siyasi iktidarın yönetim ve yörüngesinde yeniden şekillendirilmektedir. Bu da bilimsel düşüncenin ışığında ilerlemek bir yana gerilemeye neden olmaktadır.”

Tansel’e göre yapılacak olan bu töreni alkışlayacak olanlar, düşünmenin cezalandırılmasının artacağını, bilimsel gelişmelerin daha da yavaşlayacağını hatta bilimsel çalışma yapamayacak hale geleceğimizi fark etmeyecekler.

“Üniversiteler, dua edilecek yerler değil, özgür düşüncenin mekânı olmak zorundadır” diye vurgulayan Tansel bunu hatırlatmanın ülkede laik, bilimsel eğitimi savunan herkesin sorumluluğu olduğuna işaret etti.

‘Bu dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır, bilim susarsa toplum karanlığa gömülür’
Tansel 40 yılını gurur duyarak geçirdiği üniversitesinden utanç duymaya başladığını da ifade ederken, bir an önce bu programdan vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.

Aydınlara ve akademisyenlere laiklik ve bilimsel düşünce için bir seferberlik çağrısında bulunan Tansel şunları söyledi:

“Üniversitelerin özerk bir şekilde dünya üniversiteleri ile yarışacak bilimsel çalışmalar üretmek yerine din ve dualarla uğraşması ne yazık ki güzelim ülkemizi ortaçağ karanlığına çekmek için gösterilen çabalardır.

Kırk yılımı gurur duyarak geçirdiğim üniversitemden ne yazık ki utanç duymaya başladım.  Başta akademisyenler olmak üzere tüm aydınlar bir an önce Laiklik ve bilimsel düşünce ışığında çocuklarımızın ve gençlerimizin yetişmeleri için seferberlik ilan etmeli. Ancak bu yol ile var olabiliriz.

Laik ve bilimsel eğitim, her öğrencinin eşit yurttaş olarak var olabilmesinin temelidir. Bu dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır, bilim susarsa toplum karanlığa gömülür.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezuniyet törenine ‘dua programı’ eklenmesi, bilimin yerini inanca bıraktığı tehlikeli bir eğilimin göstergesidir. Bir an önce yetkililer bu programdan vazgeçmelidir.”

Posted in EĞİTİM, İrtica, SİYASAL İSLAM | Leave a comment

İran’la savaşta yeni bir aşamaya geçme hazırlığı: ABD İsrail’e sığınak delici silah sistemlerini satacak

İran’la savaşta yeni bir aşamaya geçme hazırlığı:
ABD İsrail’e sığınak delici silah sistemlerini satacak

SOLhaber – 01.07.2025


ABD Dışişleri Bakanlığı, İsrail’e yaklaşık 510 milyon dolar değerinde havadan fırlatılan silah satışının duyurusunu yaptı. ABD’nin İsrail’e teslim edeceği modeller, İran saldırılarında birçok kez hedef alınan sığınakları delmeye odaklı sistemler.

ABD Dışişleri Bakanlığı, dün İsrail’e yaklaşık 510 milyon dolar değerinde havadan fırlatılan silahların satışını onayladı. Paket, hassas güdümlü bombaların Ortak Doğrudan Saldırı Mühimmatı (JDAM) sistemi için tasarlanmış 7 binden fazla modüler güdüm kiti içeriyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın duyurusu, BLU-109 bombaları için 3.845 KMU-558B/B güdüm kiti ve MK 82 bombaları için 3.280 KMU-572F/B kitinin transferini kapsıyor. Ayrıca, İsrail’le yapılan anlaşma ABD hükümeti ve yüklenicilerden mühendislik, lojistik ve teknik destek hizmetlerinin yanı sıra ilgili destek bileşenlerini de içeriyor.

Bakanlığın duyurusuna göre, satış “ABD’nin ulusal çıkarlarıyla tutarlı ve İsrail’in yüksek seviyede muharebe hazırlığını sürdürme yeteneğini destekliyor.” Açıklamada ayrıca, ekipmanın “İsrail’in ABD kuvvetleriyle birlikte çalışabilirliğini iyileştireceği ve Washington’ın İsrail’in askeri üstünlüğünü sürdürme taahhüdünü yeniden teyit edeceği” belirtildi.

İran’la savaşta yeni bir aşamaya geçme hazırlığı
ABD’nin İsrail’le yaptığı bu yeni anlaşma, İran’a dönük saldırılarda yeni bir aşamaya geçilmesinin planlandığına işaret ediyor. Bu da geçtiğimiz hafta yapılan ateşkesin hiç de kalıcı olmadığını gösteriyor.

İsrail ABD’nin İran’a yönelik son saldırılarında İran’ın güçlü sığınaklarının bulunduğu noktaların hedef alındığı görülmüştü. Washington’un Tel Aviv’e satacağı son modeller, doğrudan bu sığınakları delmeye odaklı silah sistemleri.

Anlaşma, İsrail’in 13-24 Haziran tarihleri ​​arasında İran’a karşı gerçekleştirdiği yoğun hava harekâtının ardından geldi. Bu harekât sırasında İsrail tarafından İran’a binlerce mühimmat atılmıştı. Bunların önemli bir kısmı, sığınak patlatma varyantları da dahil olmak üzere JDAM güdümlü bombalardı.

ABD’nin İsrail’e satmayı planladığı KMU-558B/B güdüm kiti, yaklaşık yaklaşık 907 kilogram ağırlığında olan ve sığınaklar, barınaklar ve komuta merkezleri gibi müstahkem yapıları yok etmek için üretilen BLU-109 delici bomba ile entegrasyon için tasarlandı. Kit, bir atalet seyrüsefer sistemi (INS), GPS alıcısı, kontrol yüzeyleri (kanatçıklar ve kanatçıklar) ve bomba montaj bileşenleri içeriyor ve BLU-109’un her türlü hava koşulunda metre düzeyinde doğrulukla hedefleri vurmasını sağlıyor.

KMU-572F/B kiti de, yaklaşık 227 kilogram ağırlığındaki daha hafif Mk 82 bombasıyla kullanılmak üzere tasarlandı. KMU-558B/B ile benzer işlevleri yerine getiren bu model, Mk 82’nin belirgin aerodinamik ve balistik özelliklerine uyarlandı. Model, bu sayede yan hasarları azaltarak hassas hedefleri vurma imkânı sağlıyor.

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, İSRAİL - SİYONİZM, ORTADOĞU ÜLKELERİ, SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR, YENİ NESİL SİLAHLAR | Leave a comment

HUTBELERİNDE LÜKS VE İSRAFTAN KAÇINILMASINI SÖYLEYEN Diyanet İşleri Başkanı eşiyle hacca gitti, yanında aşçısını ütücüsünü de götürdü

Diyanet İşleri Başkanı eşiyle hacca gitti, yanında aşçısını ütücüsünü de götürdü Eşi Seher Erbaş’la hacca giden Ali Erbaş’ın kıyafetlerini ütülemesi için Türkiye’den personel götürüldü. Diyanet ekibiyle birlikte aşçı, ütücü, hizmetli olarak çok sayıda personel de Mekke’ye gitti.

SOL  Haber Merkezi – 02.07.2025


Bakanlığının büyük harcama kalemleri, etrafında giderek zenginleşen kalabalık ve skandal açıklamalarıyla tanıdığımız Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, eşi Seher Erbaş’la birlikte Mekke’ye, hacca gitti.

Diyanet’in cuma hutbelerinde “lüks, şatafat ve israftan kaçınılmasını, kamu malına sahip çıkılmasını” söyleyen Ali Erbaş’ın Ankara’dan Mekke’ye ütücü götürdüğü ortaya çıktı.

Sözcü’nün haberine göre, üst düzey görevlilerin ve Erbaş’ın eşinin yakın ekibinin kıyafetleri, Türkiye’den götürülen Diyanet personeli tarafından ütülendi. Haberde paylaşılan resmi belgede hacca götürülen çamaşırcı, ütücü, aşçı, hizmetli gibi ibarelerle personele isim isim yer verildi.

b

4 bin kişilik ekip gitti

Mekke ve Medine’ye hem Diyanet personeli hem de Türk hacılara hizmet vermek üzere Türkiye’den 4 bin 91 kişilik Diyanet ekibi gitti. Bu ekibin arasında “aşçı, diyetisyen, yemek servisi personeli” de var.

Habere göre bir Diyanet yetkilisi “Geçtiğimiz cuma 90 bin camide çok önemli hutbe okundu ve hepimiz dinledik. Ama hacda yaşananları görünce sözün bittiği yerde olduğunu anlıyoruz. Milletin emanetini koruması gerekenler suiistimal ediyor. Gözleri görmez, kulakları işitmez, dilleri konuşmaz oldu” diyerek tepki gösterdi.

e

Seher-Ali Erbaş.

Ali Erbaş kim, Diyanet ne yapıyor?

AKP iktidarında büyük güç kazanan Diyanet, sadece kendi alanı olan “ibadet” işlerini değil eğitim, sağlık, bilim ve kültür gibi tüm alanları yönetir hale geldi. Özellikle Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile imzalanan protokollerle bu alanlardaki gerici adımları koordine eden bir kurum oldu.

Erbaş’ın başındaki Diyanet gerici uygulamaları ve laikliği, kadınları, LGBT’leri ve küçük çocukları hedef almasıyla biliniyor. “Boş alan bırakmamamız lazım” sözleri yankı uyandıran Erbaş, “LGBTİ sapkınlıktır”, “Kadının canı emanettir”, “İnançsızlar kötüdür”, “Ezan okunduğunda gençler okuldaysa bu doğru değil, camiye gelsinler” açıklamalarıyla tepki çekmişti. Diyanet’in yayımladığı kitaplarda da “9 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilebileceği” yazıyor.

Diyanet’in her cuma yayınladığı hutbelerde de sık sık gerici açıklamalara yer verilirken, Cumhurbaşkanının aldığı kararlar uygun sözlerle kılıfına uygun haline getiriliyor ve Erdoğan’ın siyasi manevraları meşrulaştırılıyor.

Arapça bilmemesi tartışılan Ali Erbaş’ın “dolu dolu” özgeçmişine rağmen külliyata hakim olmadığı iddia ediliyor.

Atandığı günden bu yana tepki çeken çok sayıda fetva veren Erbaş’ın etrafında zenginleşen kalabalık da dikkat çekiyor. Bu kalabalık Diyanet’in sürekli artan ve diğer bakanlıkları aşan harcamalarıyla beraber gündem oluyor.

Kızının lüks yaşamı, Londra’da ev aldığı iddiası, basılı kitabına özel açılan ihaleler, eşi Seher Erbaş’a özel kalem tahsis edildiği iddiası, kardeşi Metin Erbaş’a il ve ilçe müftülüğü binalarında çalışma odası tahsis edilmesi, kardeşi Metin Erbaş’ın geçici göreve geldiği Ordu Üniversitesi’nde kızı ve gelininin yüksek lisans kazanması, yeğeninin Kazakistan’a müşavir olarak atanması, damadı Muhammed Likoğlu’na yapılan torpilli atama, Diyanet çalışanlarının yüzde 80’inin torpilli çıkması, lüks otellerde yapılan toplantılar bunlardan yalnızca bazıları.

Posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment