VAKIF GÖRÜNÜMLÜ ŞİRKET * TEZGÂHIN YENİ ADI: MUÇEV * TÜRKİYE’NİN EN DEĞERLİ KOY, SAHİL VE HATTA KIYI ORMANLARINA EL KOYUYOR

MUÇEV ısrarcı, halk tepkiliFotoğraf: DHA

VAKIF GÖRÜNÜMLÜ ŞİRKET
TEZGÂHIN YENİ ADI: MUÇEV

Naci Kaptan – 04.12.2023

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan buyana hiç bir iktidar döneminde ve de devletin gücü kullanılarak, hukuksuz yasalar çıkartılarak, üst düzey siyasetçilerden başlayarak, bürokratlarla birlikte böylesine büyük talanlar yapılmamış ve suç işlenmemiştir. MUÇEV de bunlardan birisidir. Ülkemiz sahillerinde bulunan en değerli koylara, plajlara, kıyılara, iskelelere el koyarak ihalesiz olarak siyasi yandaşlarına sözde kiralayarak vermektedir. Sit alanları da böylece talana açılmıştır.

AKP Türkiye’de yeni bir kast sistemi kurarak kendi zenginlerini yaratmakta ve bunlara hukuksuz, adaletsiz gelir kaynağı yaratarak kendi iktidarının sürekliliğini sağlayacak bir ÇIKARCI grubu oluşturup çevresinde koruyucu bir koza örerek siyasi gücünü arttırmaktadır.

Ey Türkiye’m ne de güzel uyuyorsun. Sen mışıl mışıl bir şey yokmuş gibi uyurken üzerindeki yorganı bile alacaklar. 


Anayasa’nın 43. Maddesi uyarınca, sahillerin herkesin eşit ve serbest kullanımına açık olan ve kamu yararına kullanılması zorunlu olan alanlara AKP tarafından yapılan bir düzenleme ile el konuyor. MUÇEV’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı ve eski kamu bürokratları yönetici olarak görev yapıyor.
YÖNETİM KURULUNDA ESKİ BÜROKRATLAR VAR
Şirket yönetiminde bulunan isimler şu şekilde: Eski Muğla Valisi ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan Esengül Civelek, Menteşe Kaymakamı Caner Yıldız, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Strateji Geliştirme Başkanı Sadi Kızık ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Yapı İşleri Genel Müdürü Banu Aslan Can.
Bakanlığa bağlı Türkiye Çevre Koruma Vakfı ile Muğla Valiliği’ne bağlı Muğla’ya Hizmet Vakfı ortaklığında 20 bin TL sermaye ile 2014 yılında kurulan MUÇEV’e, ülkenin birçok noktasındaki sahiller, plajlar ve hatta ormanlık alanlar bile ihalesiz olarak veriliyor.
Geliri, gideri, içeriği belli olmayan bir şirketin Muğla gibi cennet koylara sahip bir şehirde 14 kıyısal alana sahip olması, işletmesi ve buraları kiraya vermesi hukukla açıklanamayacak nitelikte.
AKP’nin MUÇEV üzerinden muhalefet belediyelerine yaptığı oyun
AKP’nin yerel yönetimlerini kazanamadığı sahil şeritlerinde bulunan belediyelerin ellerindeki işletmeleri almanın yeni yöntemini buldu. Son günlerde adı “sahillerin ihalesiz devriyle” gündeme gelen Muğla Turizm Çevre Vakfı’nın (MUÇEV), AKP tarafından işletmeleri almak için kullanıldığı ortaya çıktı.
Böylece muhalefet partileri tarafından yönetilen belediyelerin kaynaklarının da kesiliyor. Öncelikle daha önceki yıllarda ya da AKP döneminde “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş yerlerdeki işletmelerin tespit edildiğini belirten Alban, “Bu sahillerdeki yerleri eğer muhalefet partili belediyeler işletiyor ise bakanlık ve valilik protokolü ile hemen belediyeden alınıp Muğla Turizm Çevre Vakfı’na (MUÇEV) devrediliyor. Eğer yerel seçimlerde belediye yönetimini AKP veya MHP kazanırsa MUÇEV’in işletme hakkı iptal edilip, plajlar tekrar belediyeye devrediliyor”
Bunun örneğinin Muğla’nın Ortaca ilçesine bağlı dünyaca ünlü İztuzu Plajı’nda yaşandığını kaydeden Alban, plajın işletme hakkının, yıllarca CHP’li Ortaca Belediyesi’ne verilmediğini, geçen yerel seçimlerde belediye yönetimini MHP’nin kazanmasının ardından işletme hakkının apar topar MHP’li belediyeye devrediliyor.
MUÇEV’in iktidarın iki işini birden yapıyor. Muhalefetin yönettiği yerel yönetimlerin kıyılardaki işletmelerden gelecek olan kaynakları kesiliyor ve bu şirketin yönetim kuruluna atanan kişiler üzerinden yandaşa rant sağlanıyor.
RANT ÇOK BÜYÜK. MUÇEV MUĞLA’DA KURULDU FAKAT SADECE EGE DEĞİL
TÜM DENİZLERİMİZE SAHİLİ OLAN TÜM KOYLARA EL KOYUYOR.
Ege sahillerinin ardından Akdeniz ve Marmara sahillerinde de her taşın altından MUÇEV’in çıkmaya başladı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Türkiye Çevre Koruma Vakfı ve Muğla Valiliği’ne bağlı olan Muğla Hizmet Vakfı’nın yüzde 50’şer ortaklıkla kurduğu MUÇEV’in, sahil işletmelerine el koyarak alıyor ve yandaşa tahsis ediyor.
Muğla’nın 14 plajını işleten şirketin, Antalya Alanya ve Edirne Keşan’da bulunan sahil işletmelerini de devraldığı ortaya çıktı. Adı geçen şirketin, bakanlıktan kiraladığı kıyı alanlarını işletmesi ve bunun dışında diğer birtakım işletmelere kiralanması işletmelerin kıyıları halka kapatmasına, kıyıların para verenlerin kullanabildiği yerler haline gelmesine yol açıyor.
Naci Kaptan – Kaynak basından derleme

Talan tam gaz devam ediyor:
Koylar yine MUÇEV’e verildi

BİRGÜN – 04.12.2023 – Aycan KARADAĞ
Fethiye’de İnceburun, Osmanağa ve Günlüklü koyları MUÇEV’e kiralandığı ortaya çıktı. Göcek Halk Meclisi tarafından yapılan açıklamada, “Koylarımızın kiralanmasına ve koylarda yapılaşmaya karşıyız” denildi.
Ege ve Akdeniz Bölgesi’ndeki kıyılar, koylar Muğla Turizm Çevre Vakfı Turizm ve Ticaret Limited Şirketi’ne (MUÇEV) verilmeye devam ediyor. Göcek Halk Meclisi’nin 23 Kasım 2023 tarihinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne koylardaki kiralamalarla ilgili bilgi talep etmesi sonrasında yapılan kiralama işlemi ortaya çıktı.
Müdürlük tarafından verilen cevapta, “İnceburun, Osmanağa ve Günlüklü koylarının Bakanlığımız Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ile MUÇEV Tur. Tic. A.Ş. arasında imzalanan 7 Mayıs 2019 tarihli kira sözleşmesi kapsamında Günübirlik Alan İşletmeciliği olarak kiralandı. Ayten Koyu ise Bakanlığımız Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ile MUÇEV Tur. Tic. A.Ş. arasında imzalanan 15 Nisan 2021 tarihli Ön İzin Sözleşmesi kapsamında bağlama amaçlı iskele yapımı izin verildiği tespit edilmiştir” denildi.
BirGün ORTAYA ÇIKARMIŞTI
Ayten Koyu’nun kiralanmasını ise 21 Eylül 2023 tarihinde BirGün ortaya çıkardı. Koyda MUÇEV, yat yanaşma ve bağlama limanı yapmak isteyen Ege Marina Turizm Anonim şirketine 33 yıllığına kiraladı. Şirket, projeyi hayata geçirmek için Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvuru yaptı. MUÇEV’den koyu, 33 yıllığına kiralayan şirket, yıllık 700 bin TL artı KDV ödeyecek. Çevresel etki değerlendirme(ÇED) dosyasında yer alan bilgilere göre, 14 bin 657 metrekarelik alanda yapılmak istenen projede 46 adet yat bağlanması planlanıyor.
Konu hakkında Göcek Halk Meclisi açıklama yaptı. Açıklamada, “Fethiye-Dalaman koylarındaki yapılaşma girişimlerinin son yıllarda artarak devam ettiğini görüyoruz. Özellikle yat turizmi açısından dünyanın önemli turizm merkezlerinden biri olan Göcek, maalesef gerçekleştirilmek istenen bu talanın merkezi halindedir. Ticari amaçlarla sahiplenilen bu koyların doğal güzelliklerinin kısa zamanda yok edileceği, daha da önemlisi; günlük ağaçları başta olmak üzere birçok endemik türü ve canlıları barındıran bu doğal yaşam alanları ile birlikte, biyolojik çeşitliliğin de kaybolacağı ortadadır” denildi.
FETHİYE BELEDİYESİ YAPI RUHSATI VERMİŞ
Açıklamada şunlar belirtildi: “MUÇEV tarafından yapılan kiralamalar sonucu bu koyları/kıyıları kiralayan şirketlerden, Osmanağa Koyu’nu kiralayan Hasay Emlak İnşaat Turizm Ltd. şirketine, yakın geçmişte, tesis yapımına başlamak üzere Fethiye Belediyesi tarafından yapı ruhsatı verildiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Aynı şekilde, İnceburun’da planlanan proje için de yapı ruhsatı verilmiştir. Öncelikle, Bakanlık tarafından, MUÇEV üzerinden yapılan kiralamaların ve tahsislerin hemen iptal edilmesi, Fethiye Belediyesi tarafından verilen yapı ruhsatlarının gecikmeden askıya alınması uygun olacaktır. Doğamızı korumak için yerel yönetimlerimiz, Valiliğimiz, Bakanlığımız ve ilgili her türlü kurum ve kuruluşla işbirliğine hazır olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Fethiye ve Göcek koylarının daha fazla marinaya, bağlama iskelesine, günübirlik tesis alanına değil, talana karşı korunmaya ihtiyacı var. Yaşadığımız bu çok özel coğrafyayı çocuklarımıza da aynı güzellikte bırakmanın ortak sorumluluğumuz olduğuna inanıyor dolayısıyla koylarımızdaki talan projeleri ile hukuki zeminde mücadeleden asla vazgeçmeyeceğimizi buradan duyurmak istiyoruz.”
MUÇEV, AKP’LİLERİN ELİNDE
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Türkiye Çevre Koruma Vakfı ile Muğla Valiliği’ne bağlı Muğla’ya Hizmet Vakfı ortaklığında MUÇEV’e, ülkenin birçok noktasındaki sahiller, plajlar ve hatta ormanlık alanlar ihalesiz olarak veriliyor. 20 bin TL sermaye ile 2014’te kurulan MUÇEV’in yönetimi ise AKP’nin bürokratlarıyla kuşatılmış durumda. Şirketin toplam sermayesi 50 bin TL olarak kayıtlara geçerken, Merkezi Sicil Kayıt Sistemi’ndeki (MERSİS) bilgilere göre; şirketin Başkan Vekili Şırnak Uludere’den Ula Kaymakamı olarak atanan Mehmet Rıdvan Doğan oldu. Yönetimde Valilik ve Bakanlıkta görev yapan isimlerin yanında AKP’nin eski vekili de bulunuyor. Yönetimdeki isimler şu şekilde:
• Meteoroloji Genel Müdürü Volkan Mutlu Coşkun
• Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mesleki Hizmetler Genel Müdürü Murat Oral
• Bakanlığın Kentsel Dönüşüm Genel Müdürü Bedri Sinan Gül
• Bakanlığın Destek Hizmetleri Dairesi Başkanı Ahmet Sami Kulaklıoğlu
• Bakanlığın Strateji Geliştirme Başkanı ve Türkiye Çevre Ajansı Yönetim Kurulu üyesi Sadi Kızık
• Bakanlığın Çevre Yönetimi Genel Müdürü Recep Akdeniz
• Türkiye Çevre Koruma Vakfı İktisadi İşletmesi Genel Müdürü Erdal Türk
• Türkiye Çevre Ajansı Başkan Yardımcısı Zübeyir Dedeoğlu
• Türkiye Çevre Ajansı Başkanı Hasan Bebek
• Muğla Vali Yardımcısı Ayhan Yazgan
• Eski AKP Kayseri Milletvekilli İsmail Tamer

https://www.birgun.net/haber/talan-tam-gaz-devam-ediyor-koylar-yine-muceve-verildi-488322
Posted in Uncategorized | Leave a comment

ÜZÜLEREK VE ÖFKE İLE OKUYACAĞINIZ BİR YAZI * 10 KASIM’da ATATÜRK’ü ANMAYAN ASKERİ BİRLİK VE ATATÜRK’çü BİR SUBAYIN BAŞINA GELENLER

Atatürkçü bir subayın, Vahdettin için “hain” demesinden
sonra başına gelenleri anlatmaya devam edelim.

Müyesser YILDIZ – 25 Kasım 2023

Önce Yüzbaşı C.H. kim; bunu belirtelim.
2018’de Suriye’deki Zeytin Dalı Harekâtı’nın 41’inci gününde, Keltepe bölgesinde şehit edilen 9 askerimizin naaşlarının teröristlerin eline geçmesini engellemek için tepeye taarruz düzenleyip şehitlerimizin naaşlarını kurtaran ve ardından o tepeye bayrağımızı diken isimdi. Bu kahramanlığından dolayı da dönemin Diyarbakır Bölge Komutanı aracılığıyla Erdoğan’ın takdirlerine mazhar oldu.
Ve dahi o operasyondan sonra Yüzbaşı C.H. ve silah arkadaşlarının Keltepe’de çektirdiği bir fotoğraf, sosyal medyada, “Mehmetçik’ten Afrin’de Atatürk pozu” notuyla paylaşıldı.
Dün 12 Kasım 2021’de Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı Öğretim Başkanlığı’nda yaşanan olaydan kısaca söz etmiştik. Burada hocalık yapan C.H., dersten sonra öğretmenler odasında iki astsubayla eğitimdeki aksaklık ve eksiklikleri konuşurken, konu Atatürk-Vahdettin tartışmasına döner. C.H., Atatürk’e sahip çıkıp Vahdettin’e “hain” derken muhatabı, Vahdettin’i savunup, “Padişahlara hain diyen haindir.” karşılığını verir ve TSK’yı suçlar. Ardından küfürleşme yaşanır.
Olay idareye intikal eder; ancak C.H.’nin anlatımları olmaksızın tutanak tutulur. C.H.’nin itirazı üzerine, günler sonra ikinci bir tutanak daha tanzim edilir. Her iki tutanakta da sadece bu tartışmadan söz edilir ve disiplin soruşturması başlatılır.

Tutanağa Günler Sonra Ne Eklendi?
Soruşturma sürecinde, nasıl olduysa, bu defa tutanaklara C.H.’nin tartışma sırasında “Cumhurbaşkanına hakaret ettiği” şeklinde bir bölüm eklenir. İddiaya göre, C.H., yaşanan tartışmada şunları söylemiştir:
“Şu an iktidarda olanlar devletin bütün malını özelleştirme ile sattı, satacak başka bir şey bırakmadılar, şimdi ne yapacaklar… Bu devletin başındaki, çocuklarımızın rızkını yandaşlarına peşkeş çekti, Türk Telekom’u yandaşlara 5 milyona sattı, onlar da Araplara 40 milyona sattı, bütün malları böyle sattırdı, çocuklarına 40 tane gemicik aldırdı, Türgev’e devletin parasıyla Amerika’da kocaman bir bina yaptırdı, bu iktidardakilerin hepsi hain… Bunlar değil mi çadır mahkemesini kurarak teröristleri beraat ettiren, bunlar değil mi sınırdan teröristleri geçirerek bayraklarla karşılatan, bunlar değil mi TSK ya Fetö’cüleri dolduran? Akar’ı şimdi Milli Savunma Bakanı yaptılar, ülkeyi tek kişinin yönetimine bırakırsan olacağı budur… Türkler tarihin hiçbir devrinde yönetimi tek adama bırakmadı, şimdi tek adama bıraktılar, ülkenin durumu her gün kötüye gidiyor.”
İşte bundan sonra C.H. için yepyeni bir süreç başlar. Dört kez görev yeri değiştirilir, aylıktan kesme cezası verilir, açığa alınır. C.H. bu idari işlemlere karşı açtığı 16 iptal davasının 15’ini kazanır, ama nihayetinde Jandarma’dan ihracı gündeme getirilir. Beraberinde de, “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla, hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulur.

Savcı da İlk Tutanaklarda Olmadığını Tespit Etti
C.H. soruşturmayı yürüten savcıya verdiği ifadede, kesinlikle Erdoğan’a hakaret etmediğini, kendisine iftira atıldığını anlatsa da hakkında iddianame düzenlenir.
Ve bakın Savcı iddianameye ne yazar?
C.H.’nin aleyhine ifade veren dört astsubayın “aynı rütbe ve görevde bulunmaları sebebiyle beyanlarının mesleki dayanışmaya matuf olabileceği” değerlendirmesini yaptıktan sonra, olaydan sonra düzenlenen tutanakta, soruşturmaya konu edilen “Cumhurbaşkanına hakaret” iddia ve isnatlarının yer almadığını, bu hususun da şüphelinin lehine bir delil olduğunu vurgular.
Ancak sonuçta yine de, “şüphelinin Cumhurbaşkanına hakaret suçunu işlediği yönünde hakkında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunduğu” gerekçesiyle cezalandırılmasını ister.
Asıl Sebep 10 Kasım Anması mı?
Malum; Tuzla Piyade Okulu’nda 10 Kasım’da yaşandığı öne sürülen bir olay günlerdir tartışılıyor. MSB kaynakları, “dezenformasyon” derken “adli ve idari sürecin başlatıldığı” bilgisini veriyor. Dezenformasyon ise neyin ve kimin hakkında adli/idari süreç başlatılır ki? Sözcü’den Saygı Öztürk’ün dün konuştuğu yetkilinin anlatımlarından ise hiçbir şey olmasa da bir şeylerin olduğu sonucu çıkıyor.

Tuzla Piyade Okulu ile Yüzbaşı C.H. ne alaka mı?
“Onun başına gelenlerde de bir 10 Kasım anması olayı var da ondan.” deyip geçtiğimiz günlerde hakim karşısına çıkan C.H.’nin savunmasını aktaralım. Önce özetle şunları söyledi:
“Meslek hayatım komando özel harekatta geçti. Bir savaşçının alabileceği tüm görevleri yaptım. Son olarak personel yetiştirmek üzere atamam yapıldı. Burada öğretmenlerin faaliyetleri hakkında bazı uyarılarda bulundum. Atış alanında ciddi sıkıntılar, emniyet tedbirlerinde ihmal olduğunu gördüm. Kursiyerlerin notlarında adaletsizlikler yapıldığını tespit ettim, ama bu olayın üstü kapatıldı. Kendi gruplarını kurmuşlar. Ben onların Türk askeri olduğuna inanmıyorum. O tartışmada kesinlikle siyasi konuşma yapmadım. Keskin nişancı konusundaki sorunlara değinirken meskûn mahal çatışmaları için Suriye’den örnekler verdim. Suriye’deki ortamı sorduklarında da, ‘Biz Suriye’ye gittik, teröristler devletçilik oynamaya başlamış. Keşke bu operasyon 2011’de yapılsaydı.’ dedim. Astsubay, ‘Türkiye’den gidenler terörist değil.’ deyince Atatürk-Vahdettin tartışması başladı. Ben, ‘Vahdettin’e karşı savaşan Atatürk’ün silah arkadaşıyım.’ cevabını verdim. O ise Atatürk’ün darbeci olduğunu söyledi. Kendimi zor tuttum. Vahdettin’in hain olduğunu, ona hain demeyenin Türk Ordusu’nda bulunmaması gerektiğini belirttim. Atatürkçülük, eğitimimizin en başında yer alır. Biz düşmana sığınmayı değil Elmadağ’a gidip savaşmasını öğrendik. Sinirlendim, çıktım. Daha sonra dönüp, ‘Sen Atatürk’e hain mi diyorsun?’ dedim. ‘Evet.’ deyince de sinkaf ettim. Üstüme yürüdü. Böyle biri 29 yıl nasıl sicil aldı?”
Devamında da, “Asıl olay şöyle başladı.” diyerek şunları anlattı:
“Olayın iki gün öncesi 10 Kasım’dı. Sordum; Atatürk’ü anma töreni yapılmadığını söylediler. Tepki gösterip Albaya gittim ve ‘Yabancılar bile anıyor, nasıl olur?’ dedim. İsteksizce, ‘Benim yazmam olmaz, sen WhatsApp’tan yaz.’ cevabını verdi. Ben de WhatsApp’tan yazdım ve anma töreni yapıldı.”

C.H.’nin son sözleri şunlar oldu:
“Buradakiler hep rahat yerlerde görev yapmışlar. 2016’dan sonra sipariş üzerine gelen bir grup olduğunu düşünüyorum. Beni istemediklerini açıkça söylediler. Çünkü atamamı Jandarma Genel Komutanlığı yapmıştı. FETÖ benzeri bir olayla karşı karşıyayım. Aralarında FETÖ’den alınıp, ‘Menzilciyim.’ diyerek kurtulanlar var. Bunlar ortaya çıkınca Disiplin Kurulu devreye girdi. Öyle ciddiler ki, adımı ‘C.Y.’ diye yazmışlar. Ya o grubu korumak istediler veya yanlış yönlendirme oldu.”
Savunmasını bitirdikten sonra hakimin, “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını” isteyip istemediğini sorması üzerine de C.H., “Suç işlemedim. Şerefim ve mesleğim itibarıyla istemiyorum.” dedi.
Hakimi Şaşırtan “Gavs” Bilgisi
C.H.’nin avukatı Serdar Öztürk ise, Atatürk-Vahdettin tartışması olayının büyüyeceğinin anlaşılması üzerine Cumhurbaşkanına hakaret iddiasının kurgulandığını belirterek şu iddiaları dillendirdi:
“Burada önemli olan asıl husus; general rütbesindekiler dahil, müvekkilim hakkındaki hukuka aykırı işlemleri tesis eden, bu işlemlerin altında imzası ve parafı olanlar ile bu iftirayı atan personelin herhangi bir şekilde tarikat mensubu olup olmadıklarının ciddiyetle araştırılması ve belirlenmesidir. Zira genç bir subayın hayatının, geçmişte Fetullahçıların uyguladıkları yöntemler uygulanarak karartıldığı ve bu işlemlerin altında imzası bulunan bazı subay ve generallerin belli bir tarikatın mensubu oldukları düşüncesindeyiz. Müvekkilim naif bir savunma yaptı. Ancak biz gerçeği herkesin gözüne sokmak zorundayız. Olay, tarikatçı subay/astsubaylar ile Atatürkçü bir subay arasında gerçekleşmiştir. 10 Kasım’da personeli zorla anma programına çıkarması, bardağı taşıran son damla olmuştur. Hatırlarsanız bir milletvekili, bir Jandarma Tümgeneralin, ‘TSK’da tek bir Atatürkçü bırakmayacağım.’ dediğini açıklamıştı. Bu kişi, Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanıdır. İşte buradaki olay da Jandarma’daki Menzil personelinin Atatürkçü subayları hazmedememesidir. Ama hesaplaşacağız. Bu ülkede artık birisi canınızı sıktı mı iki katalog suç var: FETÖ’cü veya Cumhurbaşkanına hakaret etti… Cumhurbaşkanına hakaret konusunda geriye dönük sehven tutanak mı tutulur?”

Av. Öztürk şu ilginç bilgileri de verdi:
“Olayın perde gerisini öğrenmek için Ankara’daki Menzil yetkilisini çağırıp konuştum. ‘Gavs’ımızın haberi yoktur. İnceleyelim.’ dedi. Başçavuştan orgenerale kadar tarikat mensuplarının kimler olduğunu yazdırdım. ‘Evet, bu general bizim imamımız.’ dedi.”
Bunun üzerine de şu diyalog yaşandı:
Hakim: “İsim vermiyorsunuz galiba. Sizde mi kalacak?”
Av. Öztürk: “Söylemiyorum, ama bunlar bilinsin. Gavs, seyid geldi.”
Hakim: “Seyidi Peygamber soyundan gelen diye biliyoruz, ama gavs ne?”
Av. Öztürk: “Anlattıklarımızı dinledikçe ağızları açık kaldı, ‘Ya, bir başçavuşun şeyine inanıp gitmişler.’ dediler.”
Av. Öztürk savunmasının sonunda, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yazı yazılarak Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki “Menzil, Süleymancılar ve Kurtoğlu tarikatlarının yapılanması hakkındaki bilgi ve belgelerin” istenmesini talep etti.
Savcı da Şaşırdı

Duruşmada bir başka ilginç olay daha yaşandı.
Hakim, Erdoğan’ın avukatı Hüseyin Aydın’a vekaleten duruşmaya katılan Av. Muhammed Aydın’a diyeceklerini sordu. Av. Aydın, “Şikâyetimiz şimdilik devam ediyor. Tanıklar dinlensin.” demekle yetinince Savcı şöyle tepki gösterdi:
“Şimdilik bana çok ilginç geldi!..”
Savcı’nın, eksik hususların giderilmesi yönünde mütalaa vermesinin ardından da C.H.’nin vareste tutulması kararlaştırılarak duruşma ertelendi.
Son Suçu: “Kendine Niye İftira Attırdın?”
C.H.’nin ilk duruşmasında bunlar oldu, ama Jandarma cephesindeki soruşturmaya ilişkin eklememiz gereken önemli bir not daha var.
Son olarak C.H.’nin Jandarma’dan ihracının gündeme getirildiğini belirtmiştik. İşte bunun için 19 Eylül Gaziler Günü’nde toplanan İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu, C.H.’nin Cumhurbaşkanına hakaret etmediğine kanaat getirerek ihracına gerek görmez, ama kendisine 16 ay rütbe durdurma cezası verir.
Niye mi? “Kendisine bu iftirayı attıracak ortamı yarattığı” için!..
Ata’mızın kurtarıp kurduğu ülkemizde neler oluyor, duruşma salonlarında neler konuşuluyor; görüyorsunuz, değil mi?

12punto link: https://12punto.com.tr/yazarlar/muyesser-yildiz/menzillik-davada-hakimin-sorusu-gavs-ne-7665
Posted in Uncategorized | Leave a comment

DEVLETİN PARASINI/ VERGİLERİMİZİ HAR VURUP HARMAN SAVURDULAR * TÜRKİYE’DE TARIM ALANLARI BOŞ İKEN SUDAN’DA TARIM MASALI!!!

AKP’nin Afrika Hayali Uğruna Milyarlar Boşa Gitti!

Halktv.com – 02 Aralık 2023 Cumartesi

Mehdi Eker’in tarım bakanlığı döneminde, 2013 yılında Sudan’da tarımsal üretim yapmak üzere 780 bin 500 hektar tarım arazisi 99 yıllığına kiralandı. Geçen 10 yılın sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan imzası ile Resmi Gazete’de yayınlanan karar ile Sudan ile Türkiye arasında kurulan ortak şirketin tasfiyesine karar verildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne (TİGEM) bağlı olan Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık Anonim Şirketi’nin tasfiyesi karara bağlandı.T24’ün haberine göre, bu şirket, AKP tarafından “Sudan’da tarımsal üretim ve Türk tohumu üretimi” iddiasıyla kurulmuştu. Ancak Sudan’da kiralanmış tarım arazileri için milyarlarca lira harcanmasına rağmen şirket faaliyete geçmeden kapatıldı.

Cumhurbaşkanlığı’nın bu konuda aldığı karar Resmi Gazete’de yayımlandı. Şirketin tasfiye işlemleri, ilgili mevzuat çerçevesinde yürütülerek ortaklık payından doğan tüm hak ve yükümlülükler Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne devredilecek.
Türkiye ile Sudan arasında 28 Nisan 2014’te Ankara’da imzalanan ve 4 Nisan 2015’te TBMM tarafından onaylanan ikili tarımsal işbirliği ve ortaklık anlaşması kapsamında TİGEM, iki ülke arasında tarımsal üretimi ve ticareti artırmak amacıyla bir ortak şirket kurulacağını duyurmuştu. Şirketin Sudan’da 12 bin 500 hektarlık bir çiftlik ile Türk özel sektörünün Sudan’ın beş farklı bölgesinde 780 bin 500 hektarlık tarımsal yatırım yapmasını teşvik etmeyi hedeflediği açıklanmıştı.
Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık Anonim Şirketi’nin kuruluşu 2018’de tamamlandı. Türkiye devleti şirket için 8 milyon dolar, Sudan ise 2 milyon dolar sermaye yatırımı yapmıştı. Ancak şirketin yüzde 80’i Türkiye’ye ait olmasına rağmen, tarımsal faaliyetlere başlamadan kapatıldı.
Şirket, üç yıl içinde milyarlarca lira kaynak aktarımı almıştı. Yönetim kurulu başkanı ve üyelerine sadece 2021 yılında 419 bin 965 TL huzur hakkı ve ikramiye ödemesi yapıldı. Bunun yanı sıra faaliyeti olmayan şirkete yönelik çeşitli giderler için ödemeler yapıldı ve 2021 yılına kadar şirketin sermaye tutarı 14 milyon lirayı aştı.
Şirket, Sudan Tarım ve Ormancılık Bakanlığı tarafından taahhüt edilen pilot çiftlik yatırımlarının yerine getirilmediğini bildirdi. Sudan tarafı, şirketin kullanımı için gereken 12 bin 500 hektarlık araziyi sunmadı.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

Şahsım Devleti’nde fenomenler ve ponziler 1 / 2

Değerli okur,
01 Aralık 2023 Cuma günü sizlerle paylaşmış olduğum TEOKRATİK KLEPTOKRASİ * “TÜRKÇE ÖLDÜ MÜ?” başlıklı https://nacikaptan.com/?p=110809 yazımda değinmiş olduğum Türkiye’mizin ve devlet kurumlarının çökmesine ilişkin yazıma koşut düşünceleri içeren 4 bölümde tamamlanan yazı dizisinin CUMHURİYET – Emre Kongar tarafından 28 / 30 Kasım ve 01 / 03 Aralık 2023 tarihinde yazılmış olduğunu gördüm. Değerli köşe ve kitap yazarı aydın kişi Emre Kongar’ın bu yazılarının ilk iki bölümünü;

1 * Devlet çökünce her yer kirlenir!
2 * Devlet çökünce ahlak da çöker!
https://nacikaptan.com/?p=110814 bağlantısında okumanıza sunmuştum. Şimdi de sıra konuyu tamamlayan son iki bölüme geldi. Toplumu uyarma görevi yapan ve bu bilgi yazılarını yazan sayın Emre Kongar’a teşekkür ederim.

Naci Kaptan – 03 Aralık 2023

Şahsım Devleti’nde fenomenler ve ponziler 1

CUMHURİYET – Emre Kongar – 01 ARALIK 2023

Bu konudaki üçüncü yazımda yeni terimleri tanımlayalım!
Şahsım Devleti: Erdoğan/AKP iktidarının, 21 Ekim 2007 tarihinde Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi konusundaki halkoylamasıyla başlayan…Ve 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile sonuçlanan bir süreç sonunda…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tek bir kişinin emrine verilmesiyle ortaya çıkan ucube bir devlet biçiminin ismidir! Bu ismi, Erdoğan’ın bir ifadesinden esinlenerek ben koydum:
Londra’da düzenlenen NATO Zirvesi öncesinde Britanya, Fransa, Almanya ve Türkiye liderleri bir araya gelmiş ve Erdoğan bu toplantı için “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık” demişti.
Ben de bu ifadeden esinlenerek Erdoğan/AKP iktidarının 2017 Halkoylamasıyla, bütün devleti tek bir kişinin iradesine bağlamasıyla ortaya çıkan ucube yapıya “Şahsım Devleti” adını koymuştum.
Bu isim, başta CHP Sözcüsü Faik Öztrak olmak kaydıyla politikacılar ve gazeteciler tarafından da yaygın olarak kullanılmaya başlanınca günlük dilimize girdi.
Fenomen: Aslında Kant dönemine kadar uzanan bu terim, felsefi anlamda Fenomenoloji veya görüngübilim diye bir düşünce akımını da oluşturmuş olmakla birlikte, insan ve toplum bilimleri yazınında “Olgu” anlamında kullanılır. Günlük normal dilde, “Dikkati çeken olgu” anlamını kazanmıştır.
Genellikle bir kişinin önemini veya dikkat çekiciliğini vurgulamak için o kişiye “fenomen” denilmektedir.
Günümüzde, internetin yaygınlaşmasıyla, bir iletişim ve etkileşim aracı haline gelen, adı sonradan X olarak değiştirilen Twitter gibi, Facebook gibi, Instagram gibi sosyal medya platformlarında çok izleyicisi olan kişilere de “Sosyal Medya Fenomeni” deniyor.
“Sosyal Medya Fenomeni” terimi, genellikle, herhangi bir yeteneği veya başarısı olmadan garip sözleri, tutumları, davranışları, ilişkileri ve/veya görsel malzemeleriyle izleyici toplayan kişilerdir.
(Bu terim çok takipçisi olan herkes için, örneğin, ünlü sanatçılar, sporcular, yazarlar için pek kullanılmaz.)
“Sosyal Medya Fenomenleri”, bazı markalar için reklam amacıyla kullanıldıklarında kendilerine “etkileyici” anlamındaki İngilizce “Influencer” sözcüğünden gelen “influensır” da denir.
Bunlar da kendi içlerinde “blogger” gibi, “YouTuber” gibi, “Sosyal Medyacı” gibi gruplara ayrılırlar. Son günlerde bunların önündeki “Sosyal Medya” nitelemesi de kaldırılmış ve kendilerine sadece “Fenomen” denmeye başlanmıştır.
Yazımda yeni olmayan “Ponzi” terimi de var:
ABD’de, dolandırıcılık olarak “Saadet Zinciri” yöntemini uygulayan kişinin adından gelen bir kelime. “Saadet Zinciri” dolandırıcılığı ve bu dolandırıcılığı yapan kişiler için de kullanılır.

Şahsım Devleti’nde fenomenler ve ponziler 2

CUMHURİYET – Emre Kongar – 03 ARALIK 2023

Sevgili okurlarım, yazının başlığı sizi yanıltmasın, bu yazı bu konuda yazdığım dördüncü yazı. Daha önce şunları yazdım:
Devlet çökünce her yer kirlenir!
Devlet çökünce ahlak da çöker!
Şahsım Devleti’nde fenomenler ve ponziler 1
Son yazımda “Şahsım Devleti” ve “Fenomen” terimlerini tanımlamıştım.
Bugün “Ponzi”yi ve onun “Şahsım Devleti” ile olan ilişkisini anlatacağım.
Ponzi adıyla anılan Saadet Zinciri dolandırıcılığı, katılanların açgözlülüğüne ve piyasa koşullarının çok üstünde, gerçekçi olmayan gelir vaat eden bir yönteme dayalıdır.
Bu sistemde katılanlara, piyasanın çok üstünde gelir güvencesi verilir. Bu güvenceye inanmaları için de ünlü kişilerin ve/veya ünlü kurumların adları kullanılır, gerçek olmayan faaliyet görüntüleri gibi bilgiler yayımlanır.
İlk başlarda, ilk katılanlara, sonradan katılanların paraları kullanılarak gerçekten yüksek gelirler ödenir ve böylece başka katılımcılar bulmaları sağlanır. Sisteme katılanlar yavaşlayınca sistemde gerçek gelir yaratan bir kaynak ve/veya faaliyet olmadığı için, vaat edilen ödemeler aksamaya başlar…
Bu aksamalardan dolayı yeni katılımlar durunca da ödemeler olanaksızlaştığı için sistem çöker; paraları zimmetine geçiren yönetici kaçar veya hapse girer. Bu sisteme Ponzi denmesinin nedeni, bu yöntemin ilk kullanılışının Charles Ponzi tarafından ABD’de, 1920’li yıllarda gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Ponzi, 40 binden fazla kişiyi posta pullarından özel bir kâr elde ettiğine inandırarak yüzde 50 faiz vaat etmiş ama böyle bir gelir olmadığı için, bir süre sonra iflas etmiş, hapse girmiştir.
ABD’de 2000’lerin başında Bernard Madoff adlı bir borsacı da aynı yöntemle binlerce kişiyi 20 milyar dolara yakın dolandırmış ve foyası meydana çıkınca o da hapse girmiştir.
Türkiye’de de, Özal zamanında “Banker Kastelli”, 90’lı yıllarda “Titan Saadet Zinciri” ve son zamanlarda “Çiftlik Bank” ve “Süt Bank” gibi Ponzi olayları yaşanmıştı. Özetle, Ponzi sistemi piyasanın çok üstünde gelir elde etmek isteyenlerin dolandırılmasına dayalıdır:
Son Ponzi olayında, ünlü bir spor adamının ve sistemi işleten kişinin şube müdürü olduğu bankanın adları kullanılarak güven sağlanmış ve katılımcılar böyle dolandırılmıştır.
Kanımca, bu son olayda:
“Şahsım Devleti” döneminde, büyük yolsuzluk iddialarının ve gelir transferlerinin kamuoyuna yansımış olması…
“Şahsım Devleti” rejiminin toplumda yol açtığı “Anomi”, yani kuralsızlık ve keyfilik de…
Vaat edilen olanaksız yüksek gelirlerin gerçekçi olarak algılanmasına ve aralarında ünlü futbolcuların da bulunduğu kişilerin kolayca dolandırılmalarına ortam hazırlamıştır.
Not: Pazar yazılarımda değindiğim, Kavala, Atalay ve Demirtaş başta olmak kaydıyla, hukuksuz olarak içeride yatanları, hastaları, yaşlıları unutmadım. Onların sorunlarını sosyal medyada da dile getiriyorum.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

DİL YOZLAŞMASI * Dilimiz Kirlenirken…* “Cheshme”, “Efendy”, “Eskiji” saçmalıklarının yanı sıra “Donerchi”, “Yemekchi”……

Dilimiz Kirlenirken…

Fazıl Sağlam – Anayasa Profesörü

Unutulmasın: Dilimiz yurdumuzdur!

Son yıllarda hayli yaygınlaşan ve benim tüylerimi havaya kaldıran bir başka dil yozlaşması var: Türkçeyi yabancı alfabeyle yazma heves ve gayreti! İlk kez Çeşme’de dikkatimi çekmişti.

Çeşme sokaklarındaki tabelalarda sık sık görebilirsiniz ‘Cheshme’ yazılışını. Başkaları da var: ‘Eskiji’, ‘Efendy’… Bunlara koşut olarak özellikle tatil beldelerinde gördüğümüz, yansıtmaya çalıştığı dili de çarpıtan yabancı sözcüklü tabelalar…
Bu eğilimin bir de başka boyutu varmış. Bunu da Türkiye Barolar Birliği’nin oteli dolayısıyla öğrendim. Ankara / Balgat’taki bu otelin adı ‘Litai’. Önce otelin işletmesini bir Uzakdoğuluya vermişler diye düşündüm. On yıl kadar önce TBB’de düzenlenen bir toplantıda bu konuyu yönetim kurulundaki meslektaşlara açtım. Güldüler. ‘Uzakdoğu ile hiçbir ilgisi yok. Biz TBB Oteli ya da Konukevi gibi bir ad koymak istedik ama Turizm Bakanlığı, 5 yıldızlı otel statüsü alabilmemiz için uluslararası alanda geçerli bir ad koymamızı şart koştu. Biz de hiç olmazsa avukatlık mesleği ile bir bağlantısı olsun diye ‘Litai’ adını önerdik, kabul ettiler’ demez mi? Litai, Yunan mitolojisinde savunma görevini ilk üstlenen kadınların adı…
Bir de ‘viyadüklerimiz’ var, karayollarında sık sık görebilirsiniz. Gördükçe sinirlerim bozuluyor. Hele adıyla birlikte yazıldığında iğrenç bir görüntü veriyor: ‘Karasu Viyadüğü’, ‘Eğiste Hadimi Viyadüğü’ (Türkiye’nin en uzun ve en yüksek dengeli konsol viyadüğü imiş). Sanki ‘Eğiste Hadimi Köprüyolu’ dense yapının yüceliği kalmayacak!”
Fazıl Sağlam’ın yakındığı “Cheshme”, “Efendy”, “Eskiji” saçmalıklarının yanı sıra “Donerchi”, “Yemekchi” gibi örneklerle de karşılaşmıştım daha önce. Ama bu hafta bir de “İçkijii” zıpırlığı çıktı karşıma! Meğer Muğla / Bodrum’da ve Çanakkale / Biga’da bu adı taşıyan mekânlar varmış!
İşin artık suyunu çıkardılar!
İşte bir dil böyle kirlenir!
İlgililer bu duruma nasıl göz yumuyor?
Türk Dil Kurumu’na, Kültür Bakanlığı’na ve yerel yönetimlere bu konuda büyük görev düşüyor… Unutulmasın: Dilimiz yurdumuzdur!

Birgün – Atilla Aşut – 02.12.2023
Posted in Uncategorized | Leave a comment

TARİHİN İÇİNDEN * BALKANLAR’DA TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMI * TÜRK’ÜN AVRUPA’DAN ÂDETA KÖKÜNÜN KAZINMASI İSTEĞİYLE HORTLAYAN HAÇLI ZİHNİYETİNİN GİRİŞTİĞİ TOPLU KATLİAMLAR!.

Müslüman-Türk katliamları, Türk Kırımı ya da Türk Soykırımı

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminde Navarin Katliamı ile başlayan 1922 Manisa yangınıyla son bulan Balkan, Ortodoks Devletler (Yunanistan Krallığı, Rus İmparatorluğu, Bulgaristan Krallığı, Ermeni Lejyonu (Fransa), Sırbistan Krallığı) ve Fransa tarafından Türkler, Türk Yahudileri ve Osmanlılara yönelik gerçekleşen katliamlar, zorunlu göçler, etnik temizlik. Olaylardan etkilenenlerin ana dili Türkçedir.
Justin McCarthy, 1821-1922 yılları arasında yaklaşık beş buçuk milyon Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı, Türk ve Müslüman’ın Avrupa’dan sürüldüğünü ve beş milyondan fazlasının öldürüldüğü ya da kaçarken hastalık veya açlık sonucu öldüğünü tahmin etmektedir.
Etnik temizlik, 1820’li-1830’lu yıllarda Yunanların bağımsızlığı kazanmalarının, 1877-1878 yıllarında 93 Harbi’nin, 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları’nın, I. Dünya Savaşı ve sonrası sırasında Ermeni isyanları ve çeteleri ile Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’nun Yunanistan tarafından işgali sonucunda meydana geldi. Michael Mann, 1914 Carnegie Endowment raporunda bu eylemlerin Avrupa’da daha önce görülmemiş muazzam ölçüde cani etnik temizlik olarak tanımlandığını aktarmaktadır.
20. yüzyıla girerken Balkanların Osmanlı kontrolündeki bölgelerde 4.4 milyon Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı, Türk ve Müslüman’ın yaşamakta olduğu tahmin edilmektedir. Mariya Todorova’ya göre, 19. yüzyılın son 30 yılında bir milyondan fazla Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı, Türk ve Müslüman Balkanlar’ı terk etti. 1912 – 1926 yılları arasında 2,9 milyona yakın Osmanlı Türk ve Müslüman ya öldürüldü ya da Türkiye’ye göçe zorlandı.[25] I. Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da 2.5 milyon Türk ve Müslümanın öldüğüne ilişkin tahminler vardır.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Ermeni çeteleri tarafından Kafkasya’da yapılan katliamlar da vardır. Bu dönemdeki kayıplar üzerinde değişik kaynaklardan çeşitli bilgiler bulunur. 93 Harbi sırasında Justin McCarthy 260 bin kişinin kaybolduğunu belirtirken, Kemal Karpat 300 bin kişinin öldürüldüğünü savunmaktadır. 20. yüzyılın başı ve I. Dünya Savaşı döneminde de bölgedeki Müslüman-Türk karşıtı Ermeni hareketleri devam etmiş, köylere karşı saldırılar yapılmıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCsl%C3%BCman-T%C3%BCrk_katliamlar

BALKANLAR’DA TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMI

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK diyor ki:
– “Millî hayatımızda yediden yetmişe hepimizin bilmesi gereken zafer günlerimiz olmakla beraber, ACISINI DÜNYA DURDUKÇA İÇİMİZDEN ATAMIYACAĞIMIZ MİLLÎ FELAKET GÜNLERİMİZ DE VARDIR… 1877 Rus Harbi sonu büyük muhaceretleri!.. TÜRK’ÜN AVRUPA’DAN ÂDETA KÖKÜNÜN KAZINMASI İSTEĞİYLE HORTLAYAN HAÇLI ZİHNİYETİNİN GİRİŞTİĞİ TOPLU KATLİAMLAR!.. 1912 Balkan Savaşı ve TÜRKLER’e reva görülen zulüm ve İŞKENCELER!.. Tarihin bu acı mirasları her TÜRK’ün kalbinde unutulmamak üzere dünya durdukça muhafaza edilmelidir. Milletimizin kalbinde HİSS-İ İNTİKAM olmalı!.. Bu alelâde bir intikam değil; hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır” (16.3.1923)

BALKANLAR’da yaşadığımız soykırımı, zulmü, işkenciyi, tecavüzü ve sürgünü bu yüzden resmî kaynaklardan, görgü şahitlerinden nakletmeye devam ediyoruz…
Bir Posta Müdürü’nün müşahedeleri:
– “SİROZ’da babalarının, kardeşlerinin, kocalarının, çocuklarının öldürüldükleri evlerinden çıkartılan yüzlerce bedbaht Müslüman kadını, Hükûmet Konağı’nın karşısındaki liseye kapatıldılar! Sonra 50 kadar Bulgar askeri bu zavallıların üzerlerine atıldılar. Tartaklama ve pek çoğunu mukavemet edemeyecek ölçüde yaralamadan sonra, kirlettiler!.. Bulunduğum Postahane binasından bu zavallıların feryatlarını işittiğim gibi, yapılan fena muameleleri de görüyordum. Gece olunca bulgar askerleri (tekrar) Türk evlerine girerek kadınların ve kızların namuslarına taarruz ettiler!.. Hoşlarına giden güzel kadınları da alıp götürdüler!”

(Avrupa Siyaseti ve Türkler’in Felâketi , İstanbul , 1329 (1913) , sf. 143)
SELÂNİK havalisinde dahi, ayni tecavüzlere devam ettiler!.. Yabancı harb muhabirleri, “hem askerî birlikler ve komitacıların, hem de yerli Hıristiyanlar’ın birlikte Müslüman kadınları kirletmeye koyularak, birbirleriyle yarış ettiklerini” kaydediyorlar.
– “SELÂNİK’te bir evde, bir çok kadınlar ve genç kızlar çırılçıplak bir halde bulundular!.. Her türlü taarruza uğrayan bu kadınların üzerine kapılar çakılmış, ve günlerce soyulmuş, talan edilmiş evde aç bırakılmışlardı! Durumu öğrenen bir kaç ecnebi gazetecinin binbir tavassutu ile kurtuldular!.. Yunan askerleri de, bu zulüm ve işkencelerde Bulgarlar’la yarış ediyordu!” (aynı eser, sf. 144)
– TOYRAN’da bir Bulgar subayı. Hıristiyanlığı kabul etmek şartıyla esir bir Türk subayına hayatını bağışladı. Adam vaftiz edildikten sonra, onun gözleri önünde Türk kadınlarına tecavüz etti. Türk subayın sarsıldığını görünce, üzerine tabancasını boşalttı!..
– ISTROMCA’da bir Türk kadınına göz koyan Bulgar kumandanı, kadının kocasını önce tevkif ettirdi, sonra öldürttü!.. Sonra kadını odasına getirterek ırzına geçti!.

Diğer bir rapordan:
– “19 Kasım 1912’de SİROZ’da ne genç, ne de güzel olan Müftü’nün ailesi ile, Mektep Müdürü’nün ailesine, kocalarının gözleri önünde tecavüz ettikten sonra alıp götürdüler!.. 13 genç kızı kirlettikten sonra DİRİ DİRİ gömdüler!..”
– “DİSOKA’da ırza tecavüzün yeni bir şeklini buldular!.. Yalnız 12-13 yaşına kadar olan küçük kızlara tatbik edilen bu zulüm, bunların analarının ve babalarının önünde ismetleri kirletildikten sonra yavaş yavaş işkence ile öldürülmeleri idi!..” (aynı eser, sf. 146)

Bu hadiselere dair pek çok haber, rapor ve fotoğraf ecnebi gazetelerde yayınlanmıştı. Ama neye yarar!..
– GÜRGÜN’de icra edilen katliamda, 20 kadar genç ve güzel kızı ayırdılar!.. Bunlar, ölüm tehdidi altında vaftiz ayinine tahammül edip sözde Hıristiyanlaştırıldılar. Arkasından da zavallıların ırzına geçtiler. İçlerinden biri mukavemette ısrar etti. Zavallı, BÜTÜN ÇETE’nin şehevî hislerine âlet edildikten sonra işkence ile öldürüldü!.. O halde ki, bayılmış olduğu halde bile o şen’i fiile devam etmekte idiler!..
– PETROVA’da bir genç kız annesinin gözü önünde kirletildi. Buna tahammül edemeyen anne, âniden eline bir tüfek geçirerek Bulgarlar’a ateş etti. Bu hareket, UMUMÎ bir KATLİAM’a sebep oldu. Bütün kadınlar ve genç kızlar bir kahvehaneye kapatılarak YAKILDI!..

Bu da zulme uğrayanlardan birinin anlattıkları:
– “Yanlarında bizlerce malum (yerli) genç Rumlar bulunan iki Yunan piyade bölüğü, 30 kişi kadar olan bizleri şehre götürmek bahanesiyle YANIKKÖY civarında bir harap köprüye sevkettiler. Orada kollarımızı bağladılar. Sonra bıçak ve süngülerin uçları ile bizi zalimane bir surette yaralamaya başladılar! Ben de bağlı bulunduğum halde kaçmaya muvaffak oldum. Arkamdan ateş ettiler, fakat hiç bir kurşun isabet etmedi. Tam 4 gün bir taşın arkasında gizli kaldım. Nihayet bir çoban çocuğu imdadıma yetişerek ellerimi çözdü.”

Fransız General Buman anlatıyor:
– “Fransızca eğitim yapan mektebe 30 kadar Türk mültecisini kabul etmişlerdi… Katolik mekteplerini çekemeyen Rumlar tarafından Bulgarlar’a ihbar edildiler. Komitacılar geldiler ve mültecilerin teslimi istediler… Fransız şimendifer şirketinin komiseri Rıza Bey, rahiplere bir zarar gelmemesi için kendini teslim etti. Canilerin Rıza Bey’i parasını ve evini göstermesi için kasatura ile tehdit ettiklerini gözlerimle gördüm. Çoluk çocuğunun başına gelecek felâketi anlamış olmalı ki, (söylemedi). Vücudu kasatura ile delik deşik edildi, yere düştü. Kaatillerden biri ayakkabılarını çıkartıp kendi giydi. Cesedi 5 gün aynı yerde kaldı. Her gün üzerinden bir şey çalındı. Son gün üzerinde donu ile gömleğinden başka bir şey kalmamıştı!” (Avrupa Siyaseti ve Türkler’in Felâketi , İstanbul , 1329 (1913) , sf. 152)

KAVALA’dan geçen bir Alman, bakın, sonradan ne yazmış:
– “Komitacılar KAVALA’ya ulaştıklarında, Türk eşrafından 39 kişiyi herkesin gözü önünde öldürmek üzere tevkif ettiler. Esirleri gömleklerine varıncaya kadar soydular. Üçer üçer bağladılar. İçlerinden birinin vücudunu kasatura ile deldiler. Sonra kafasını kestiler! İkincisine de aynı muameleyi yaptılar. Bu iki mazlumun cesetlerinin ağırlığı ile yere düşen üçüncüsünün ilk önce iki kalın (boyun) damarını kestiler. Sonra koyun gibi boğazladılar!”

– “Tevkif edilenler erasındaki bir polis komiseri, arkadaşlarını ‘YAŞASIN OSMANLILAR!’diye bağırarak ölmeye davet etti. Buna sinirlenen bir haydut, arkadan vurduğu bir kılıçla biçâreyi öldürdü! Kılıç iki kürek kemiğinin arasından geçerek zavallının gövdesini ikiye ayırmıştı. Bu darbe haydutların pek hoşuna gitmiş olmalı ki, cesetler arasında bu şekilde öldürülmüş pek çok ceset görüldü! Bunlar 15 gün açıkta kaldılar!”
– URGANCILAR köyünde 90 Müslüman, iplerle birbirine bağlandıktan sonra kasaturalarla hunharca şehit edildi!..
– İSTROMCA’da bu mezalim tam 20 gün devam etti!.. Öyle ki artık ÖLDÜRECEK İNSAN KALMAYINCAYA KADAR kasaturalar işledi!.. Öldürmeye getirdikleri insanların sırtına binerek şehirde dolaşıyorlardı!.. DOMBALAKOF ÇETESİ tarafından şehrin mezbahasına götürülerek, koyunlar gibi ayaklarından asıldıktan sonra çengellerle, kasaturalarla boğazlandılar!..
– Yine İSTROMCA’da İSMAİL adlı bir köylüyü, birer birer uzuvlarını kestikten sonra kurşuna dizdiler!.. Arkadaşını da bir ağaca bağladıktan sonra, gaz döküp diri diri yaktılar!..
– Esir Türk subaylarının burunlarını, kulaklarını kestikten sonra bazen öldürüyor, bazen de intikam için serbest bırakıyorlardı!. Umumiyetle serbest bıraktıkları subayları tahkir için, bir veya iki kollarını da kasatura ile koparıyorlardı!
– ÜSKÜP ile KUMONOVA arasındaki köyler, Sırplar tarafından tamamen yakıldı!.. Evlerden fırlayarak kaçmak isteyen köylüler hemen kurşunulanıyorlardı!.. Bir tek fert bile kurtulamadı!
– MANASTIR’da, insanları birbirine bağlayıp yaktılar!.. Sürünerek ateşten kaçmaya çalışan biçâreleri, sanki ağaç kütükleriymiş gibi, süngüyle tekrar ateşe itiyorlardı!.. Çok defa çoluk çocuk bir camiye doldurularak, gaz dökülüp yakılıyordu!
– Bir diğer işkence de Müslüman Türkler’in DİRİ DİRİ gömülmesi idi*!.. Yollar, hendekler omurgaları dipçikle kırıldıktan sonra, çeşitli işkencelerle öldürülen zavallılarla dolu idi!
– SELÂNİK civarında kadın, erkek ve çocukların karınlarını deşerek için taş, toprak, pislik dolduruyorlardı! Sonra diğer Balkan Haçlıları’na karşı, “Bak, sizinkiler böyle yapmayı akıl edebildiler mi?” diye öğünüyorlardı!

Bir Bulgar subayının itirafları:
– “Esir edilen 10.000 kadar Türk askeri SİROZ ‘a getirildi. Bunların arkalarında sadece beyaz bir gömlekle don vardı. Bu biçâre esirler SİROZ civarında kâmilen öldüldüler!.”
– “KARATUNA civarında GENERAL İSTAFANOVİÇ yüzlerce esiri iki sıra üzerine durdurarak kurşuna dizdirdi!”
– “Meydan-ı muharebeden avdet etmiş bir Bulgar askeri, kadın memeleri göstererek, bunların kendisi ve arkadaşları tarafından kirletilmiş İslâm kadınlarından kesildiğini öğünerek söylüyordu!..”
– “FİLİPE’ye oldukça mühim bir esirler kafilesi getirildi. Bir zabit esirlerin isimlerini yazmaya mecbur edildi. Bir saat sonra zabit, pür hiddet ‘Bu alçakları niçin buraya getirdiniz?.. Niçin yolda birer birer öldürmediniz?’ dedi!”
.
– “Bütün angarya işlerinde Müslümanlar’ı kullanıyorlar!.. İslâm oduncuları ve arabacıları Bulgarlar’ın her türlü işlerini bilâ ücret görmeye mecburlar.”
– “İkinci Fırka’da müstahdem FİLİPE’nin Bulgar tabiplerinden biri, (ismini biliyorum) MAKEDONYA köylerinden birine vasıl olduklarında, resmî elbisesini giyerek zengin bir Müslüman’ın hanesine müracaat ile kendisinden 2000 lira talep etti! 24 saat zarfında vermediği takdirde kendisini asacağını bildirdi!”
– “FİLİPE’deki İslamlar’ın en büyük camii, erzak ve mühimmat deposuna tahvil edildi.” (Yahudi asıllı yazar ve tarihçi Avram Galanti, Tarih Mecmuası, cilt 3, İstanbul, 1951)
ZÂYETİ adlı Rus gazetesinden bir ifade:
– “Ben iyi bir tesadüfle, bermutad gazete muhabirlerinin gözlerinden kaçan pek çok şeyi görmeye muvaffak oldum… Ben MAKEDONYA’ya, gayr-ı muharip (sivil) ahaliye yardım ulaştırmak maksadıyla gitmiştim.”
“Muharebelerde hazır bulunmadım. Lâkin, âzâsı kesilmiş nâaşlar, yanmış köyler, yağma edilmiş evler, aç kalmış aileler… Bütün bunlardan çok fazlasını gördüm.”
– “Galiplerin zafer arabası, memleketi baştan başa katederek onu kana buladı!.. Daha uzaklara, EDİRNE’ye, ÇATALCA’ya doğru ilerledi.”
– “Türkler’in (başkalarına) mezalimi hakkında gazeteler pek çok şey yazmışlardır. Her Rus okuyucusu Türkler’in öldürmek(!), veya ırza tecavüz etmek(!) (gibi sözde zulmüyle), POMAK (Müslüman Bulgar) köylerinde atılan kurşunlar, öldürmeye hazır tüfekleri saklayan beyaz bayraklar hakkında kâfi şeyler okumuştur.”
– “Lâkin, aynı okuyucu HIRİSTİYANLAR’IN (TÜRKLER’E UYGULADIĞI) MEZALİM’e dair pek az şey bilir. Bulgarlar’ı az-çok lekeleyen her nevi kısımları çıkartan ŞİDDETLİ SANSÜR sebebiyle, Rus muhabirleri gördüklerini meskût (sessiz) bırakmayı tercih ediyorlar!”
– “Okuyucu, bundan sonra okuyacağı satırlarda Bulgarlar ve Slavlar aleyhinde bir husumet temayülü aramasın!.. Rus muhabirlerin büyük çoğunluğu gibi ben de BALKAN memleketlerine, Bulgar’a karşı büyük bir teveccüh (yakınlık) besleyerek gelmiştim. Lâkin beklediğim gibi olmadı.”
– “Muntazam askerler, ahaliden intikam alıyor, tek bir kurşunun atıldığı köyleri yakıyor, erkekleri öldürüyorlardı!.. Yanımdakilerden bir Bulgar subayı, tam bir iftihar ile, ‘KIRCALİ’de, arkamızda hiç bir Türk köyü bırakmadık,’ diyordu!”
– “Bir takımın bazı Bulgar cesetlerine tesadüf etmesi, askerlerin zaptı kaabil olmayan vahşi hayvanlar haline gelmesine yetiyordu. Türk köylerine atılıyorlar, erkekleri, bazen kadınları da boğazlıyorlardı!”
– ” Askerler bir nevi cinnete tutularak öldürüyorlardı. Halbuki Makedonyalı komitacılar, bu faciaları bir tertip dahilinde, her gün işliyorlardı!.. Muharebenin başından henüz 4 hafta geçmişti ki, SOFYA’nın bütün kahvehanelerinde uzun saçlı, komitacı külâhı giymiş insanlar, ceplerindeki Osmanlı liraları dolu keseleri çıkarıyorlar, tafra satarak ‘Bu Türk emeğidir,’ diyorlardı!”
.
– “Subayları bana şöyle demişlerdi: ‘komitacılar, SANDASKİ’NİN ÇETESİ hariç, orduya hiç bir hizmet ifa etmemişlerdir!.. Sebep, komitacılar için ganimetten başka bir malâhaza olmamasıydı! Bir keşif yapacakları yerde, bir Türk köyünü basmaya giderlerdi. Hatta bazan KENDİ VATANDAŞLARINDAN AZ-ÇOK ZENGİN OLANLAR’a dahi taarruzdan çekinmemişlerdir!’ “
– “NEVREKOP kazası dahilinde çalışan çete, şöhret bile kazandı. 45 İslâm ailesinden meydana gelen DEBRENCİK köyü, komitacılar ve Bulgar ahali tarafından yakılmış, bütün erkekler öldürülmüştü!. 39 erkek ve kadın bir caminin içinde DİRİ DİRİ yakılmıştır!.. KARAŞÖVE köyünde bütün Türkler’i, erkek, kadın ve çocukları boğazlamışlardır. BUCAN köyünde müslümanları hapsedip yakmaya hazırlanıyorlardı. O sırada bir Türk bağırarak ‘askerlerin bir İngiliz zabitinin kumandası altında gelmekte olduğunu” söyledi. Bu, komitacıları kaçırmaya kâfi geldi… Mamafih, 15 gün sonra tekrar gelerek plânlarını tatbik ettiler. Her şeyi yağma ettiler, bütün Müslüman ahaliyi kestiler!”
– “40 müslüman ailesinden ibaret LOSNA köyünde bütün Müslüman ahali, çocuklar ve kadınlar istisna edilmeksizin, komitacılar ve yerli hıristiyanlar tarafından katledilmişlerdir!”
.
– “Ben burada, ancak NEVREKOP ile DRAMA arasındaki KÜÇÜK bir mıntıkada işlenen cinayetten bahsediyorum!.. Daha kuzeydeki yerleri dolaşmadım. Oralarda komitacıların tahribatı daha da müthiş olmuş!”
– “Çok yerde cebren Hıristiyanlık kabul ettirilmiştir. Bazı köylerin çoğu, erkeklerini kestikten sonra, kadınları toplayıp ırzlarına tasallut ederler, sonra tabancayı alınlarına onları ölüm ile Hıristiyanlık arasında muhayyer bırakırlardı!”
– “KARAŞOF köyünde Bulgarlar’la Rumlar, 14’den 18 yaşına kadar 16 Müslüman genç kızı esir etmişlerdi! Esir etmek demek, hepsi birlikte IRZLARINA TASALLUT etmek demektir!.. Bilâhare onları birer cariye gibi kullanmak arzusundaydılar!”
– “Okuyucu benim bazı istisnaî halleri hikâye ettiğimi zannetmesin!.. Vaki olan cinayetler istisna değil, umumî kaide idi!.. Her tarafta ırza tecavüz, her şey yağma, her yerde katliamlar icra olunuyordu!”
– “DRAMA sancağı dahilinde komitacılar köylere gelerek bir kaç Türk’ü yakalıyorlar, onlardan gayet büyük bir kurtuluş fidyesi istiyorlardı. Bazen parayı aldıktan sonra esirleri salıyorlar, bazan da kurşuna diziyorlardı!”
– “Komitacıların gidişinden sonra Bulgar ve Rum ahali gelerek, kalan ne varsa onu yağmaya koyuluyorlardı!.. Bunları bir takım serseri zannetmeyin!.. Hayır!.. Memleketin ileri gelenleri, zenginleri, tahsil görmüş olanları dahi bu yağmalara iştirak ediyorlardı!..”
– “Meselâ DRAMA’da yağmanın birinci teşvikçisi, RUM METROPOLİTİ olmuştur!.. İyi bir misal teşkil etmek için, Türk askerleriyle gitmiş olan bir Türk beyinin evine girerek bütün eşyasını ve ticarî mallarının yarısını kendi evine naklettirdi. Rumlar’ın bir çoğu bunu örnek aldı. Türk evlerinden her şey, TAMAMİYLE HER ŞEY, halılar, zahireler, hatta âdi çanaklar yağma edildi. Bittabii (daha sonra) müthiş bir kıtlık oldu. Muhtaçlara yardım iç in İngiliz Heyeti geldiği zaman, aç (Müslüman) kadınlar ve çocuklar tarafından âdeta hücuma uğradı!”
– “DRAMA’nın etrafında ticaretle zengin büyük köyler vardır. Osmanlı askerinin çekilmesindeni sonra Rum ahali temsilcilerinden meydana gelen komisyonlar, bir nevi MUVAKKAT HÜKÛMET halinde teşekkül etmiştir. Bütün katliamlar bu komisyonların muvaffakiyetiyle (rızasıyla) ve onlar tarafından silahlandırılan (sözde) umumî asayişi temin için (!) tayin edilen insanlar tarafından icra edilmiştir!”
– “Bunlar, bir müslümanın evine girerek, ‘kendisinin komisyon tarafından çağrıldığını’ söylerler, alıp götürürler, köyün haricinde o biçâreyi öldürürlerdi! Sonra şehidin parmağından yüzüğünü çıkararak evine dönüp hanımına, ‘Kocan sıhhattedir. Merak etmemen için sana bu yüzüğü gönderdi. Onu biz kurtardık, onun için bize bir şey ver,’ derlerdi. Biçâre kadın son paralarını da onlara verirdi!”
– “KAVALA’da bu cinayetler bir ay müddetle devam etmiştir!.. SARIŞABAN köyünde Bulgar komitacılarla Rumlar cinayetlerini beraber işlemişlerdir. Bütün kadınların ırzına tasallut edilmiş, ve hemen hemen bütün erkekler katlolunmuştu.”
– “DRAMA civarında DOKSAT köyünde 24 Müslüman, evleri yağme edilmek veya başka sebepler için katledilmiştir!. Köyün camii kiliseye çevrilmiştir.”
“130 haneli EDİRNECİK (Müslüman) köyünde 25 erkek katledilmiş, 30 kadının ırzına tasallut edilmiştir.”
– “YÜRÜKLER köyünde her şey yağma edilmiş, 30 kişi öldürülmüştür. Irzına tasallut edilmeyen kadın kalmamıştır!”
– “KIRLIOVA köyünde MÜSLÜMAN ahali 200 kadar aileden mürekkep olup hemen hepsi DRAMA veya SİROZ’a kaçmıştı. Bunlardan 100 kadar erkek yakalanarak katledilmiştir.”
– “HİLEKÂR OLİS’İN TORUNLARI (yani Rumlar), Bulgarlar’dan daha faalâne cinayetler icra etmişlerdir. Mazaret makamında serdettikleri ‘millî intikam’ın hafifletici sebebi de yoktur! ÇÜNKÜ TÜRKLER, DAİMA RUMLAR’I EMİN (güvenilir) BİR UNSUR TELÂKKİ ETMİŞLERDİ!”
– “Hıristiyanlık Medeniyeti!.. Hilâl’e Karşı Haç!.. Medenî Milletlerin Mukaddes Vazifesi!.. Bu parlak yalanlarla 3 aydan beri sütunlarını kaplayan AVRUPA GAZETELERİ, bu sözlerin nasıl MÜTHİŞ (dehşet verici) bir hakikate çevrildiğini tetkik etmek zahmetine katlansalar!”

Bu RUS gazetecinin BALKANLAR’daki BULGAR ve YUNAN mezalimi anlatan ifadeleri gibi, DOĞU ANADOLU’da aynı yıllarda uygulanan ERMENİ zulüm ve vahşetini de anlatan pek çok RUS ve diğer ecnebi yazarlar, askerler, resmî görevliler vardır. Bir kısmının eserleri aşağıda verilmiştir.
Aşağıda Milan’da yayınlanan SEKOLO gazetesinin Rumeli’ndeki hususi muhabiri Mösyo LÜSİYEN MANİRİNİ’nin Selânik’ten yazdığı Nisan 1913 tarihli mektubundan ibareler okuyacaksınız:
– “Artık sükût edemiyoruz!”
– Boğazlanan MAKEDONYA masumlarının halini, SELÂNİK’te Bulgarlar tarafından Türkler’e yapılan katliam ve hırsızlıkları bütün fecaatiyle, bütün vahşetiyle his ve idrak ediyoruz!”
– “Muharebe ilân edildi, BALKANLAR’ın vahşileri Bulgarlar, bir kan ve ateş şelâlesi gibi hücum ettiler. Binlerce Türk köylüleri evlerinin yakıldığını, yağma edildiğini, karı ve kızlarının iffet ve namuslarının kirletildiğini ve sevdikleri kimselerin ölüm titremelerinin yayıldığını görmüşlerdir.”
-Bu yerlerden ‘Hıristiyan Medeniyeti'(!) geçiyordu!.. Veyl mağluplara!..”
– “Bulgaristan’ın orduları Türk ordusuna karşı değil, fakat Türk ırk ve nesline karşı muharebe ediyorlardı!”
– “Konsoloslar binlerce vesikaya mâlik bulunuyorlar!.. Kurbanların listesi pek tafsilâtlı ve fecîdir. Bu listelerden 50.000 Türk’ün boğazlandığı anlaşılıyor!”
– “Yunan ordusunu gayr-ı memnun bir nazarla karşılayan SELÂNİK ahalisi, Bulgar işgâlinden kurtulmalarını, büyük bir nimet telâkki ediyorlar!”
Evet, bir de bu var!.. TÜRK DEVLETİ’nin yönetiminden, vaktiyle yeniçerilerin zulmünden şikâyet edenler, kendi dindaşlarının işgâline uğrayınca Hanya’yı, Konya’yı anlamışlar!.. Bu, hep böyle olmuştur! 1. Cihan Savaşı’nda Türk ordusunu arkadan vuran Araplar, OSMANLI hâkimiyetinden çıkmak için gavurla iş birliği yapan Araplar; çok kısa bir süre İngiliz ve Fansız işgâlinde kalınca, akılları başlarına gelmiş, 1920’lerde MUSTAFA KEMÂL’e başvurmuş, “Aman, bizi de kurtar!” demişlerdi! MUSTAFA KEMÂL’in cevabı, “Birleşin, kendinizi kurtarın. Sonra isterseniz, gene bir devlet oluruz,” şeklinde idi.
Mektuba devam ediyoruz:
– “Komitacıların çeteleri ve muntazam Bulgar askerleri, müslümanların fecî imhasına iştirak etmişlerdir. SELÂNİK’te İtalyanlar, Almanlar ve Fransızlar’la görüşerek Bulgarlar’ın neler yaptıklarını sorduğum zaman, ‘şenaat, şenaat’ cevabını vermişlerdir!”
– “Bütün köyler yağma ve tahrip edilmiştir. SİROZ’da 800 Müslüman boğazlanmış, SİROZ kumandanlığına da, bu kıtalleri icra eden komitacıların reisi getirilmiştir!”
– “Diğer bir köyde çete reislerinden DONÇO, camileri İslâm kadın ve çocukları ile doldurduktan sonra bombalarla berhava etmiştir.”
– “Çete reislerinden ÇERNOPEYEF 200 komitacıyla KAVALA’ya girerek ahaliye 1.000.000 vergi tarhetmiştir. 7 Yahudi zengini ölüm tehdidi altında 22.000 lira kurtuluş fidyesi vermeye mecbur kalmışlardır. KAVALA ve DEDEAĞAÇ’ta binlerce Müslüman boğazlanmıştır.”
– “SELÂNİK dahilinde seyahat eden bir Katolik, bana gönderdiği mektupta, ‘Tahrip edilmiş Müslüman evleri enkazı arasında çocuk ve kadın cesetleri görülüyor. Irz ve namusları kirletilen kadınların vücutları parçalanan Türkler’in, cebrî vaftizlerin, yağma ve hırsızlıkların miktarı haddi aşmıştır,’ diyordu.”
.
– “Bir kaç gün evvel OSMANİYE kazasından bir heyet büyük devletlerinin konsoloslarını ziyaret ederek aşağıdaki muhtırayı vermişlerdir:
– “Biz OSMANİYE kazasına tâbi BAHÇEOVA köyü sâkinlerindeniz. Kazamızın Müslüman ahalisi Bulgar ordusunun kıtalinden korktuğu cihetle SİROZ, DEMİRHİSAR, DOYRAN, USTURUMÇA kazalarına iltica etmişlerdir. Bilâhare Bulgar vahşetinin kesileceği, namus ve hayatlarının himaye edileceğini zannettikleri cihetle yuvalarına dönmüşlerdir.”
– “Fakat ahali BURUVA, BURHANİYE, ÇATIK, TEMNEK, İHSANİYE, TİRTOBİSKA, VİRİCE, İRAVE, İSTAMER, İSVEKRA, GROVA, KİLİMANTA, KOBYAR ve ÇAREVE köylerine vasıl oldukları zaman, Bulgarlar tarafından tecavüze uğramış, gayr-ı kaabil-i tasvir işkencelere düçâr edilmişlerdir.”
.
– “Bu 14 köyün bütün genç kızlarının namusu heder edilmiş, bunların en güzelleri Hıristiyanlaşmaya mecbur edilmiştir. Hıristiyanlıktan istinkaf eyleyen bir köylü, dövülmüş ve öldürülmüştür.”
– “Komşu CUMAYIBÂLÂ, PETRİÇ ve MENİK kazalaının Müslümanları aynı sefalet halinde bulunmaktadır.”
– “Medenî milletlerde bir merhamet zerresi ve insaniyet kalmadı mı?.. Bu felâket hallerine nihayet verecek tedbirleri almalarını rica ederiz. ” İmza: Şükrü oğlu Salih, Ahmet oğlu Mehmet
Brüksel’de LE SOIR gazetesine SELÂNİK’ten gönderilen bir mektupta deniyor ki:
– “SELÂNİK artık Avrupa’da değildir. Âdeta Afrika’ya naklolunmuş gibidir!”
– “MAKEDONYA bugün DANTE’nin bile tasavvur edemediği derecede hayalleri aşan bir takım mezalim ve felâketlere sahne oluyor!” Bilindiği gibi, meşhur İtalyan şairi Dante, “İlâhî Komedi” adlı eserinde korkunç cehennem tasvirleri yapmıştır…
Mektuba devam edelim:
– “Bulgarlar, Sırp ve Yunanlar’ın Trakya, eski Sırbistan, Epir ve Makedonya’ya doğru yürüdüklerini biliyorsunuz.”
“Askerleri halim ve selim, kanaatkâr, bedenleri kuvvetli ve bahadır olan Osmanlı ordusunun her türlü teşkilâttan mahrum olduğunu da öğrendiniz.”
– “Fakat gazetecilerin yazmadıkları şeyler, muzaffer orduların zulüm ve vahşetidir!”
– “Yunanlar, Bulgarlar ve Sırplar geçtikleri havalide çocuk, kadın ihtiyar, bütün Türkler’i öldürüyorlar! Kasabaları yaktıktan, cami ve minareleri yıktıktan sonra, bütün Müslümanlar’ı yok ediyorlar!”
– “Bazı kasabalarda hiç bir Müslüman, hiç bir cami ve hiç bir mesken kalmamıştır! Bulgar hududunda bulunan CUMAYIBÂLÂ’dan SELÂNİK’e kadar komitacıların yanında gelmiş olan arkadaşlarımdan biri, CUMAYIBÂLÂ, MENİK ve PETRİÇ kazalarında bütün Müslümanlar’ın katliam edilmiş olduğunu naklediyor! Yollar cesetler ile doludur.”
– “Müthiş bir HAÇLI muharebesi karşısında bulunuyoruz. Bu muharebe Müslümanlar’ı imha ve ortadan kaldırmak maksadıyla vuku bulmaktadır! Bütün memleketin Hıristiyanlar’dan ibaret kalması için, ittifakla Müslümanlar’ın tamamiyle ortadan kalkmasını arzu eylemektedirler!”
– “SELÂNİK’te bir gece içinde 150 Müslüman öldürmüşlerdir!.. Bu Müslümanlar sığınacak yer bulamadıkları cihetle, kahvehanelerde yatmaktaydılar.”
– “Bulgarlar, Baruthane’ye ateş vererek 1000 Osmanlı askerinin mahvolmasına sebebiyet vermişlerdi.”
– “SİROZ’da, ÜSKÜP’te ve MANASTIR’da ne kadar katliam vuku buluyor?”
– “Yakın bir zamana kadar OSMANLI AVRUPASI’nda hiç bir Müslüman kalmayacağına emin olabilirsiniz!”

KAVALA’da bir ecnebi madamın Viyana’daki babasına gönderdiği, ve Weinersunon Montag Zeitung gazetesinde yayınlanan mektubu:
– “Bundan tam bir ay evvel, sabah saat 8’e doğru atlarına binmiş 5 Bulgar komitacısı şehre girerek Kaymakam’ı esir ettikten sonra, KAVALA’yı bir ‘Bulgar Limanı’ ilan etmişlerdir.”
– “İşgâlin ertesi günü Türkler aleyhine katliama başlanmıştır. Müslümanlar’ın ileri gelenleri hapsedilerek muhakemesiz idam olunmuşlardır.”
– “Gece yarısına doğru bütün mahpuslar uykudan kaldırılarak çırılçıplak bir halde ikişer üçer bağlandıktan sonra, keskin süngüler zavallıların karınlarına saplatılmış ve dipçiklerle müthiş surette dövülmüşlerdir.”
– ” Birinci gecede 39, ikinci gecede 15, üçüncü gecede 8 ve daha sonra 30 kişi öldürülmüştür. KAVALA’da yokedilenlerin sayısı 115 kişiye bâliğ olmaktadır.”
.
– “KAVALA’ya etraf köylerden gelen muhacirleri, ‘hayatlarının mahfuzu kalacağına’ dair teminat vererek geri göndermişler, buna rağmen muhacirlerden büyük kısmı katledilmişlerdir.”
– “SİROZ’da nefsini müdafaaya kalkışan Türkler, düşman askerlerinden 2 kişiyi öldürdüklerinden, Bulgar zabiti, ‘Şimdi saat 4’tür, yarın saat 4’e kadar Türkler’e istediğinizi yapabilirsiniz,’ demiştir! Bulgarlar bu müsaade üzerine canavarlar gibi katliam yapmışlardır. 24 saat zarfında öldürülen Müslümanların miktarı 1.200, bir rivayete göre de 1.900’dür.”
– “İSKEÇE’de kaçışan ahaliyi alçak Bulgar askerleri takip ederek, ellerine geçirdiklerini PARÇA PARÇA etmişlerdir!”
_ “DRAMA’da Türk zenginlerden birisinin kafası kesildikten sonra, bir sandık üzerine konmuş, maktulün ağzına bir de pipo sıkıştırılmıştır!.. DRAMA’da Türkler aleyhine icra edilen katliamları müteakip, Museviler’e karşı tecavüze başlanmıştır! Musevi zenginlerinden birkaçı SARIŞABAN’a sevkedilerek 6 gün müddetle en ağır işkencelere uğratıldıktan sonra 11.000 Osmanlı lirası fidye-i necat mukabilinde salıverilmişlerdir.”
“Müslüman ailelerin hanelerine cebren girilerek kadınların ırzına geçilmiştir. Müslüman hanımlardan birinin burun ve memeleri kesildiği gibi, çocuğunun gözleri önünde katlolunmuştur!”

İngiliz Daily Telgraph gazetesinin Peşte muhabiri şu haberi geçmişti:
– “Bulgaristan Kralı Ferdinand, ‘Salip ile Hilâl arasındaki cidal’den bahsetmiştir. Salip (haç) insaniyet ve merhamet timsali olduğu halde, iş bu merkezde cereyan etmemiştir.”
– “Sırp asker ve zabitlerinin Arnavutluk’ta icra ettikleri vahşet ve gaddarlıklar, harb muhabirlerinin raporlarıyla sübut (ispat) mertebesine ulaşmıştır.”
– “Ben bu raporları görmek fırsatını buldum. GENERAL YANKOVİÇ’in kumandası altında bulunun askerlerinin silahlı Arnavutlar’ı katl ve idamla iktifa etmeyip, kan içiciliklerini silahsız erkek , ihtiyar ve kadınlara, çocuklara ve henüz beşikteki bebeklere karşı bile ortaya koymuşlardır.”
– “KUMONOVA ile ÜSKÜP arasında 3.000 kişi öldürülüp yokedilmiştir!”
– “PRİŞTİNE civarında 5.000 kişi Sırp sulmü altında mahvedilmişlerdir.”
– “Birçok köylerde bütün evler ateşe atılmış, ve o evlerin biçâre halkı avlulardan kaçarken fareler gibi öldürülmüşlerdir. Erkekler, kendi aile ve çocuklarının gözü önünde kurşunla öldürülmüşlerdir. Sonra zavallı kadınlara ciğerpârelerinin (çocuklarının) süngülerle parçalanmaları, cebren seyrettirilmiştir.”
FRUZVİK’teki Sırp kumandanı, firarileri geri dönerek silahlarını teslim etmeye davet etmiştir. Bunlar silahlarını teslim ettikten sonra, 400 kişi birden, öldürülmüşlerdir. Bütün FRUZVİK’te 5-6 Müslüman ailesi sağ bırakılmıştır. BAROS’ta ve PRİŞTİNE’de ahali tamamen öldürülmüştür. Sırp subayları Müslüman Arnavutlar’ı ‘av hayvanı gibi öldürdüklerini’ kendileri söylemişlerdir!”

Olaylara şahit olan bir Kızılhaç doktoru şunları anlatıyor:
– “Her nerede Arnavut görülmüş ise, merhametsizce öldürülmüştür! Kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar dahi istisna edilmemiştir! Eski Sırbistan’da alevler içinde kalmış köyler gördüm. KIRATOVA civarında GENERAL İSTEFANOVİÇ, yüzlerce esiri iki sıraya dizmiş ve ve makinalı tüfekle öldürmüştür. GENERAL ZİYOKOVİÇ ise, SENİCE civarında 950 Arnavut ve Türk ileri gelenlerini öldürmüştür.”
Bahsedilen olaylar 1912’de, yani neredeyse 100 sene önce!.. Ama biz Sırplar’ın 10 sene önce Bosna’da ve Kosova’da yaptıklarını da biliyoruz!. Hiç değişiklik yok!.. Rumlar’ın KIBRIS’ta yaptıklarını da biliyoruz. Hep bilelim ve hiç unutmayalım!..
Biz milyonlarca kilometre kare toprak fethettik. Milyonlarca gayrımüslim insanı hudutlarımız içine aldık, ne erkeklere, ne kadınlara, hiç bir zaman böyle zulüm yapmadık!.. O yüzdendir ki, bugün Sırbıstan’da Sırplar, Romanya’da Romenler, Yunanistan’da Yunanlar, ve ENDÜLÜS’te İspanyol ve Portekizliler yaşıyor!.. Ama Haçlılar’ın girdiği her diyarda yerli halk yok ediliyor!.. İki koca Amerika kıtasında neredeyse hiç kızılderili kalmadı. Koskoca Avustralya kıtasında aboriginler tükendi!. Ve 500 yıllık OSMANLI AVRUPASI’nda göçmen işçilerimizden bile daha az TÜRK kaldı!.
.
En başta dedik: DÜNYADA EN ÇOK SOYKIRIMA UĞRAYAN MİLLET, TÜRKLER’dir!..
Yahudiler, Avrupa’nın dört bir yanına SIĞINTI olarak gelmiş olmalarına rağmen, 6.000.000 kayıpları olduğunu söyleyebiliyor!.. BİZ, AVRUPA’DA HÂKİM UNSURDUK!.. YÖNETİCİYDİK, DOĞU AVRUPA’NIN VE AKDENİZ’İN SAHİBİ İDİK!.. Bizim 1815’den beri kaybımız nedir, siz söyleyin!..

DÜNYADA TÜRK SOYKIRIMINI BELGELEYEN KİTAPLARDAN BAZILARI :
– Anadolu’da Yunan Zulüm ve Vahşeti (I, II ve III. Kısımlar) , Ankara Matbuat ve İstihbarat Matbaası, 1338 (1922)
– Bulgar Mezalimi , İstanbul, 1325 (1909)
– Bulgar Vahşetleri , İstanbul 1328 (1912)
– Bursa Vilâyetinde Yunan Fecaii , Bursa Vilayet Matbaası, 1342 (1925)
– Pierre Loti , Can Çekişen Türkiye, İstanbul , 1329 (1913)
– Dimetoka’da Kanlı Bir Levha , 1325 (1909)
– İzmir ve Mülhakatı ile Civarında Yunan İşgâlinden Mütehaddis Fecaii Hakkında Vürûd Eden Raporlar ile Bazı Muharrerat , Hilâl Matbaası, İstanbul, 1335 (1919)
– İzmir Fecai
– Şeyh Müşir Hüyesin Kaydavi , İslâma Çekilen Kılıç, yahut Alemdârân-ı İslâmı Müdafaa, İstanbul, 1919
– Ahmed Cevad , Kırmızı Siyah Kitap , İstanbul, 1329 (1913)
– Lozan Zabıtları (4 cilt ve ekleri), Ahmet İhsan ve Şürekâsı Matbaacılık Osmanlı Şirketi, İstanbul, 1341 (1925)
– Makedonya’da Yunan Mezalimi , İstanbul, 1914.
– Müslümanlara Mahsus, İstanbul , 1329 (1913)
– Orta Anadolu’da Yunan Mezalimi (I,II,III ve IV. cüzler) , Orhaniye Matbaası, İstanbul, 1337 (1921)
– Pontus Mes’elesi , Ankara Matbuat ve İstihbarat Matbaası , 1338 (1922)
– Türkiye’de Yunan Fecaii Cilt I-II , Matbua-i Ahmet İhsan ve Şürekâsı, İstanbul , 1338 (1922)
– Türk Kaatilleri ve Yunanlılar , Matbaa-i Amedi, İstanbul, 1322 (1906)
– Şeyh Müşir Hüseyin Kaydavi , Türkiye İslâm İmparatorlunun İstikbâli , İstanbul, 1919
– Pol Hevri , Türkiye Nasıl Paylaşıldı? İstanbul , 1329 (1913)
– Yürekler Acısı , Matbuat ve İstihbarat Matbaası , Ankara, 1337 (1921)
– Zavallı Pomaklar , İstanbul, 1330 (1914)
– Teoman Ergene, Türk Ortodoksları , İstanbul, 1951
– Dimitri Kitsikis , Yunan Propogandası , İstanbul , 1965
– Kadir Mısırlıoğlu, Yunan Mezalimi , Sebil Yayınevi, İstanbul, 1977
. Mehmet Arif , Başımıza gelenler , 3 Cilt , Tercüman 1001 Eser
– Hasan İzzettin Dinamo , Kutsal İsyan – Kutsal Barış 15 cilt
– Ömer Seyfettin , Bomba
– Ömer Seyfettin , Beyaz Lâle
– Halide Edib Adıvar , Vurun Kahpeye
– Halide Edib Adıvar , Türk’ün Ateşle İmtihanı
– Mehmet Perinçek , Ermeni Devlet Adamı B.A. Boryan’ın Gözüyle Türk-Ermeni Çatışması , Kaynak Yayınları, 2007
– Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri , Kaynak Yayınları, 2007
– Ovanes Kaçaznuni , Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir şey Yok , Kaynak Yayınları, 2005
– A.A. Lalayan , Taşnak Partisi’nin Karşıdevrimci Rolü , Kaynak Yayınları, 2007
– Kızıl Kitap, Taşnak Mezalimi , Kaynak Yayınları, 2007
– A.B. Karinyan , Ermeni Milliyetçi Akımları , Kaynak Yayınları, 2007
– Selami Kılıç , Ermeni Sorunu ve Almanya , Kaynak Yayınları, 2007

Özkan BOSTANCI
Posted in Uncategorized | Leave a comment

İNSANLIK

Posted in Uncategorized | Leave a comment

EMMA GOLDMAN * “Ben Tanrıya inanırdım, fakat…..”

Posted in Uncategorized | Leave a comment

TARİHİN İÇİNDEN * RUS KONSOLUSUNA SELAM VERMEYEN ASKERLERİNİ İDAM ETTİREN PADİŞAH II. ABDÜLHAMİD *

II. ABDÜLHAMİD KENDİ ASKERLERİNİ,
HALİM İLE ABBAS’I NEDEN İDAM ETTİRDİ


Kendi tarihini bilmezlerin, Osmanlı Hanedanını devlet sananların ve de gerçek tarihi çarpıtanların ULU HAKAN diyerek yücelttikleri sultan Abdülhamid’in gerçek yüzünü anlatan ve bu kişinin nasıl teslimiyetçi olduğunu, yabancı güce nasıl tapındığını, Rus konsolosu tarafından dövülen askerini nasıl idam ettirdiğini aktaran trajik tarihi bir olayı okumanıza sunuyorum. 

Naci Kaptan

Aşağıda 2.Abdülhamit’in devasa toprak kayıplarından, korkusundan çürüttüğü döneminin en güçlü filolarından biri olan Osmanlı Deniz Gücünden, kurduğu korku imparatorluğundan, hafiye düzeninden, Mithat Paşa gibi önemli bir devlet adamını Taif zindanlarında boğdurmasından, Namık Kemalleri sürgüne göndermesinden, Rothschilds ailesinden borç aldığından,Filistin’de Yahudilere toprak satışına izin vermesinden, v.s.’den söz etmeyeceğim. Sadece iki askere layık gördüğü davranışın ülkeyi nasıl bir sömürge haline getirmiş olduğunu gösterdiğini anlatacağım.

Öykünün ortasından başlayalım; 119 yıl önce, 8 Ağustos 1903’de birkaç Rus savaş gemisi, Karadeniz’de karasularımıza tecavüz ederek Terkos açıklarına demirledi! Ruslar İstanbul’u tehdit ediyor ve er Halim’in asılmasını istiyordu. Bu savaş ilanı sayılırdı. Osmanlı’nın cevabı, padişahın yolladığı çiçekler ile Rusları karşılamak oldu !
Öykü ise şöyle; II. Abdülhamid döneminde Rusya’nın Manastır Konsolosu Aleksandır Arkadiyeviç Rostkovski Nüzhetiye Karakolu önündeki askerin, kendisini selamlamadığını görünce üzerine yürüdü; hakaretler etti ve kamçıyla suratına vurmaya başladı. Bunun üzerine gururu kırılan Halim adlı jandarma eri konsolosu vurup öldürdü. Halim Sivaslıydı, Manastır’da askerdi. Osmanlı askerlerine, yabancı konsolosları selamlamak zorunluluğu getirilmişti. Konsolos haddini aşan tavırlarıyla bilinen, Türk ahali ve askerlerine kötü davranışlarına defalarca tanık olunmuş biriydi. İşte bu olay sonrası Ruslar çiçeklerle karşılandıktan sonra Manastır’da mahkeme kuruldu: Dört gün süren yargılamada sadece Halim değil yanındaki nöbetçi arkadaşı Abbas dahi idama mahkum edildi ! Konsolosun ailesine de 400.000 frank (günümüz değeriyle 1.400.000 Euro civarı) tazminat ödenmesine karar verildi.
Enver bey (sonra Paşa olacaktır) mahkeme katibi olarak gelişmeleri yakından takip etmişti. Mahkeme hakkında anılarında şunları yazar; “Mahkemenin kâtibi olduğumdan verilen bu hükmün hiçbir kanuna dayanmadığını söylemeden geçemem… Askerî mahkeme, böylelikle ismini sonsuza kadar lekeleyecek bir hüküm vermiş oluyordu. İki nefere verilecek ceza en fazla on beş sene hapis ve beş sene kürek olacaktı. Hüküm böyle verildikten sonra idare kararı idama çevirebilir ama askerî mahkeme haksız bir muamele yapmış olmazdı.” Beklenti, idamların Saray tarafından hapse çevrilmesi yönündeydi, zira Rus konsolosun haddini aştığı herkes tarafından bilinmekteydi. Ayrıca, Osmanlı askeri “üniformalı konsoloslara” selam vermekle yükümlüydü. Oysa o gün konsolos sivildi ve Halim’in onu tanımaması normaldi.
İki Mehmetçik, II. Abdülhamit’ten af diledi ama kabul görmedi. Halbuki iki yıl sonra kendisine bombalı suikast düzenleyen ve 26 kişinin ölümüne 58 kişinin ise yaralanmasına neden olan Belçikalı Edward Joris’i affedecek ve cebine de 500.- Osmanlı Lirası koyarak ülkesine gönderecekti. Bu sefer ise aksine, II. Abdülhamit “ilişkiler bozulmasın” diye Rusları hediyelere boğdu ve Rus konsolosun öldüğü yerde kurulan darağacında iki Mehmetçik idam edildi. Rus Konsolosun Osmanlı askeri Halim’e küfrettikten sonra öldürüldüğünü söyleyen bir asker 15 yıl ve Tevfik adlı bir temizlik görevlisi de 5 yıl hapis cezası aldı. Ayrıca nöbetçi asker Halim’in bölük komutanı ile öldürülen Rus Konsolos hakkında kötü konuşan iki Osmanlı teğmeni de meslekten uzaklaştırıldı.
Bu öykü şunu göstermiştir; bir devlet bağımsızlığını yitirmişse onurunu da yitirmiş, çürümüş, yozlaşmıştır! Bu, siyasetin tunç yasalarından biridir. Bugüne bakarken kulağımıza küpe olması gereken temel bir kuraldır bu…

Kaynak:
-Kazım Karabekir, “Hayatım”, Truva Yayınları, 1.Basım, 2019, Istanbul.
-Halil Erdoğan Cengiz(hazırlayan), “Enver Paşa’nın Anıları (1881-1908), İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Basım, 2006, İstanbul.
Ahmet Hakan Alay
Posted in Tarih, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

SÖYLEŞİ * 104 (108) YAŞINDA AYDIN BİR CUMHURİYET KADINI “SÜMEROLOG” MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ

Fotoğraf AA

104 (108) YAŞINDA AYDIN BİR CUMHURİYET KADINI
“SÜMEROLOG” MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ


104 yaşında olduğumu düşündükçe şaşkına dönüyorum. Beklemiyordum. Ama artık bıktım yaşamaktan. Çok dertleniyorum. Kendimle ilgili değil ama etrafımda olup bitenler beni çok üzüyor. Çocuklarım, torunlarım için kaygılanıyorum, onlar için ödüm kopuyor.
Özel bir çabanız oldu mu bu kadar uzun yaşamak için?
Yoo! Hiç özel bir şey yapmadım. Az da yemedim, çok da yemedim. Ama çok yürüdüm. Hâlâ yatak sporlarım vardır. Şimdi biraz bacaklarım ağrıyor, zorlanıyorum ama yine de yapıyorum.
Sizce ruh yaşlanıyor mu?
Yaşlanmanın kötü yanı o ya işte kızım. Bedeniniz bazı şeylere eskisi gibi izin vermiyor ama ruh yaşlanmıyor. Duygular hiç değişmiyor. Gençlikte nelere ağlıyorsam hâlâ aynı şeylere ağlıyorum. Nelerden heyecan alıyorsam aynı şeylerden heyecan alıyorum.
Nasıl geçti hayatınız?
Dolu dolu geçti. Dalgalarda kaldım ama hiç boğulmadım. Hep su yüzünde kaldım. Çok çalıştım. O kadar işin gücün arasında iki çocuğum oldu. Annemin yardımlarıyla ve kocamın anlayışıyla büyüttüm. Kıyafetlerini kendim dikerdim. O zaman hazır giyim yoktu. Evde de dışarıda da hep çalışarak geçti hayatım.
Fahri doktoranız, 23 kitabınız ve bilimsel makaleleriniz var. Eğlenceye vakit kaldı mı hiç?
Yaratırdım! Tabii eğlence deyince benim aklıma sinema, tiyatro ve seyahat geliyor. Eşimle sık sık tiyatroya giderdik. İmkan buldukça davetlere, kokteyllere katılırdık. Ve hep gezerdim. Sadece Japonya’ya 15 kere gittim.
Neden sümeroloji?
Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi açılalı bir yıl bile olmamıştı. İki arkadaş, Fransızca bölümüne kayıt olmak istiyorduk. Ama kayıtları dolmuş. “Hititoloji profesörü yeni geldi. Yan dersler olarak da sümeroloji ve arkeoloji olacak” denildi. Gidip oraya kayıt olduk. Tabii çok cahiliz o zaman. ‘Loji’nin ‘bilim’ olduğunu bile bilmiyorduk. Tesadüfen başladı her şey.
Sonra?
Hocamız okulda kalmamı çok istedi ama ben istemedim. Babam çok kızdı; o da profesör olmamı istiyordu. Sonra İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde çalışmaya başladım. Hiç de pişman olmadım. Maalesef okulda kalanlar ne sümeroloji ne de başka alanda bir şey ortaya koyabildi. Koskoca bir sümeroloji arşivi meydana getirdik. Anlaşılan o ki, biz yapmasak başkası da yapmayacakmış.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ilk mezunlarındansınız…
1935’te okul kuruldu, ben de 1940’ta mezun oldum şekerim. İyi ki açtın bu konuyu… Atatürk bu okulu açarken bir şey amaçladı. Şimdi o amacı tamamen unutmuş durumdalar. İlber Ortaylı’nın kitabında bile yok. Atatürk’ü yazmış ama bu okullar neden kuruldu, niye var, söz etmemiş bile.
Amaç neydi?
Atatürk diyor ki, Türk dilini ve tarihini araştıracak uzmanlar yetiştirmek zorundayız. Bunun için bu okulu açıyor. Türkçe’nin kökeni ne? Türkler hangi coğrafyalarda, nerelere kadar uzanmış? Bunları gelecek nesillere aktarmak için… Ama bunları yapabilmek için eğitimci lazımdı. Yoktu o zaman.
Nasıl başardı peki?
Atatürk, Cumhuriyeti kurar kurmaz lisede başarılı çocuklar arasından sınavla 150 genci seçip Avrupa’ya gönderdi. Aynı dönemde Almanya’da Hitler, pek çok değerli profesörü Yahudi olduğu için işlerinden çıkardı. Atatürk, “Hemen gelsinler” dedi. O zaman yapılmış bir anlaşma var. Ben okurken ağladım. Daha 10 yıllık bir ülkenin yaptığı şeyler bunlar. Biz bugün bir şeyler yapabildiysek, o dönem atılan tohumların meyveleri sayesinde hepsi. Aynı şekilde devam edilebilseydi Türkiye şimdi Finlandiya ve Norveç seviyesinde olabilirdi. Kindar bir nesil yetişti.
Cumhuriyet’in ilk yılları nasıldı?
1933’te, Cumhuriyetin 10. yılında Eskişehir’de öğretmendim. Kadın-erkek ayrımı nedir bilmezdik. Hep birlikte sinemaya, tiyatroya gidilirdi. Çarşaflı bir tek kadın bile görmezdik. Erkekler şapkalı, kadınlar başı açık modern bir şekilde yaşıyorduk. Bugün modern Türk kadını denince aklınıza nasıl bir profil geliyorsa, o zaman öyleydi. Köyde ve şehirde büyük bir okumayazma seferberliği vardı. Bugün 60 yaşına gelip de hâlâ okuma-yazma bilmeyenleri görünce deliriyorum. Bunun bahanesi yok, 1930’ların yokluğunda bile insanların öğrenme aşkı vardı.
Bugün bile okutulmayan kız çocukları var. Siz o dönemde lisede Fransızca ve keman dersleri almışsınız…Babam acayip bir adamdı şekerim. Yıl 1914, annem hamile. Babam diyor ki, “İnşallah kız çocuğum olur. Ona Fransızca ve keman dersleri aldıracağım.” Ben doğunca adımı Muazzez İlmiye koyuyor. Bir gün bana dedi ki, “Kızım sana İlmiye adını verdim ki ilim sahibi olasın.” Ben çocuğum tabii. Bir kulağımdan girdi, öbüründen çıktı. Kullanmazdım bile İlmiye’yi. Ne zaman kullanmaya başladım biliyor musun? Türkiye’ye yabancı bir profesör gelmişti. Bir etkinlik sırasında sohbet ederken ilk sözü şu oldu bana, “Siz tüm bu çalışmalarınızla, ilim sahibi olduktan sonra mı aldınız bu unvanı?” Güldüm. “Hayır, babam koymuş bu adı” dedim. Emekli olmuştum, düşünün. Ondan sonra hep Muazzez İlmiye’yi birlikte kullandım. Benim tanrım Gök Tanrı
Günümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son yıllarda yapılan her şeye rağmen Atatürk devrimleri en başarılı çağında. Onun devrimlerinin karşısında duranlar bile birden coştular. Bir şeyi ne kadar baltalamaya çalışılırsanız o kadar güçlenir; demek ki bunun idrakına geç varıldı. Gençler eskiden benden Sümerleri dinlemek isterdi. Şimdi sürekli Atatürk’ü soruyorlar.
Gelecekten umutlu musunuz?
Ben çok iyi olacağına kaniyim. Belki büyük bir dalgalanma olacak ama yeniden doğacağız. Seçimleri de heyecanla bekliyorum. Sıkıntılı günler yaşayacağız ama sonumuz aydınlık. Tabii çalışırsak. Vazifelerimizi bilmemiz, birbirimize kenetlenmemiz lazım. Yoksa her şey berbat olur. Yeniden Osmanlı’ya dönmemiz işten bile değil.
En çok nelerden rahatsız oluyorsunuz?
Kindar bir nesil yetişti. Ona üzülüyorum. Gazeteleri okurken deliye dönüyorum. Nasıl bu hale geldik? Deli olacağım. Bunun dinde de yeri yoktur. Eski Türklerin inancı sevgi üzerine. Gök Tanrı ‘Sev’ demiş; otu, böceği, hayvanı… Benim Tanrım Gök Tanrı. Sevecensen Gök Tanrı sıkıntını alıyor, işin gücün rast gidiyor. Değilsen de seni kendi haline bırakıyor. Öyle cezası, ateşlerde yakması yok. “Aaa bayıldım vallahi ben bu Tanrı’ya” dedim okuyunca. Vallahi bayıldım! Avrupa’nın her rezaleti unutuldu ama Beethoven hatırlanıyor
Günlük rutininizde neler var?
Her sabah gazetelerimi gözden geçiriyorum. Bol bol okuyorum. Şimdi ‘Türkçenin Dirilişi Hareketi’ kitabı var elimde.
Magazin de okur musunuz?
Gazetelerin eklerini okurum. Artistlere martistlere bakıyorum, ne yapıyorlar diye. Ama sanatta ve sporda başarılı gençlerimize az yer veriliyor. Zaten Osmanlı’dan kalan kötü bir imajımız var. Bakın dünyaya, Avrupa’ya, İkinci Dünya Savaşı’ndaki rezaletleri, her türlü pislikleri unutuldu ama Beethoven hatırlanıyor! Sanatın böyle bir gücü vardır! Biz de Osmanlı’dan kalan bu kötü imajımızı temizlemek istiyorsak kendi Beethoven’larımızı yetiştirmemiz lazım.
Bunca yaşam deneyiminizden sonra gençlere ne öğüt verirsiniz?
Çok okusunlar. Çalışsınlar. Lisan öğrensinler. Türkçeye çok önem versinler. Lisan öğrenmek başka, kendi diline sahip çıkmak başka. Kendi dilimizin içine çok rica ediyorum yabancı kelimeleri sokuşturmasınlar. Önyargılı olmasınlar. Dedikodudan uzak dursunlar.
Bu dünyaya bir geliş amacınız var mıydı sizce?
İki gün evvel bir ressam geldi ziyaretime. Sümerlerle ilgili hayali resimler yapmış, getirmiş. Bayıldım. Benim gayem de çabam da buydu: Sümerleri halka tanıtmak. Gayeme ulaştım mı? Herhalde Atatürk’e vefa borcumu ödedim diye düşünüyorum. Türkiye’den başka hiçbir yerde Sümerler hakkında bu kadar bilinçli bir halk yok. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Posted in Uncategorized | Leave a comment