Atatürk’ü anlayabilmek * Osmanlı’nın çöküşü sonrası işgal altındaki topraklarda yeni bir ulus yaratan Atatürk, köhnemiş bir yapıyı akıl ve bilim ışığında yeniden inşa etmiştir.

Atatürk’ü anlayabilmek

CUMHURİYET – HAMZA KİE
EĞİTİMCİ YAZAR – 12 Kasım 2024

Atatürk, yalnızca bir milletin kaderini değiştirmekle kalmamış, evrensel ilerlemenin simgesi olmuştur. Atatürk’ü anlamak, yalnızca tarihi başarılarını hatırlamak değil, bu zaferlerin ardındaki zihinsel dönüşümü kavramaktır. Hem savaş meydanlarındaki zaferleri hem de bir milletin modernleşmesi için verdiği mücadele, onu diğer liderlerden farklı kılmaktadır. “Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir!” sözü, bugün ve geleceğimiz için bir ilkedir.

Osmanlı’nın çöküşü sonrası işgal altındaki topraklarda yeni bir ulus yaratan Atatürk, köhnemiş bir yapıyı akıl ve bilim ışığında yeniden inşa etmiştir. Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim şekli değil, halkı ve bireysel özgürlüğü önceleyen bir anlayışın simgesidir. Atatürk’ün “İlelebet payidar kalacaktır!” sözü, Cumhuriyetin kalıcılığını vurgular.
Atatürk modernleşmeyi bir araç değil, sürekli değişimin bir unsuru olarak görmüştür. Atatürk’ün devrimlerinin sürekliliğini sağlayan, toplumun gereksinimlerini doğru analiz etmesiydi. Hilafetin kaldırılması, kadın hakları, harf devrimi ve laiklik ilkelerinin anayasal temele dayandırılması, onun ileri görüşlülüğünün örnekleridir.
Atatürk, bağımsızlık mücadelesini yalnızca işgalcilere karşı değil, geri kalmışlık, dogmalar ve toplumsal bölünmüşlüğe karşı da vermiştir. Bu mücadele, yalnızca askeri zafer değil, toplumun her katmanını yeniden şekillendiren bir kültürel devrimdir.
DEVRİMLERİNİN AMACI
Atatürk’ün “Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir!” sözü, halkın iradesine dayalı bir devlet kurma amacını ifade eder. Bu ilke, Cumhuriyetin temel maddelerinden biri olarak laiklik ilkesini de beraberinde getirmiştir. Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılmasını ve bireysel özgürlüklerin güvencesi olmayı amaçlar.
Cumhuriyetin ilanı ile devrimler, toplumu her alanda dönüştürmeyi amaçlamıştır. Eğitimden hukuka, ekonomiden kültüre kadar yapılan reformlar, ulusun çağdaş uygarlığa ulaşması için atılmış önemli adımlardır. Harf devrimi, halkın okuryazarlığını artırmış; kadınlara verilen haklar, toplumsal yaşamda daha etkin bir rol oynamalarını sağlamıştır. Atatürk, Türk kadınına sadece eşitlik değil, toplumsal yaşamın güçlü bir parçası olma vizyonu sunmuştur.
Her geçen gün, Atatürk’ün devrimlerinin öneminin ve kalıcılığının daha fazla farkına varılmaktadır. Bu, onun birleştirici gücünün ve ilerlemeci vizyonunun canlı bir göstergesidir. Gelecek nesillere Atatürk’ü anlatmak, devrimlerini aktarmak ve Türkiye’nin çağdaş uygarlık yolundaki ilerleyişini sürdürmek en büyük sorumluluğumuzdur.
BİZE KALAN MİRAS
Atatürk’ün düşünsel mirası, bugünün çözüm yollarını sunan evrensel ilkeler bütünüdür. Çağdaşlık vizyonu, ayrılıkları ortadan kaldırmayı ve özgürlük anlayışını güçlendirmeyi amaçlar. Atatürk’ü anlamak, onun açtığı Aydınlanma yolunda ilerlemek, ilkelere sadık kalmak ve akıl ile bilimin rehberliğini kabul etmektir.
Atatürk, tüm dünya milletlerine örnek bir lider olarak ulusuna ve insanlığa bir mesaj bırakmıştır: Ulusal özgürlük, bireysel özgürlük ve toplumsal adalet, bir toplumun ayakta kalabilmesi için vazgeçilmez temellerdir. Türkiye Cumhuriyeti, bu temeller üzerinde yükselmiş ve ancak bu değerlere sahip çıkıldıkça güçlenmeye devam edecektir.
Atatürk’ün devrimleriyle şekillenen Türkiye Cumhuriyeti, yalnızca geçmişin değil, aydınlık bir geleceğin de teminatıdır. “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” sözü, onun milletine duyduğu güvenin özlü bir ifadesidir.
Bugün Türkiye’yi bağımsız ve çağdaş bir ülke olarak ayakta tutan temel değerler, tüm bu ilkelerdir. Zorluklara ve karşıtlıklara rağmen bu ilkeler, milletin yol göstericisi olmaya devam edecektir. Cumhuriyeti yaşatmak, her yurttaşın kendine ve geleceğe karşı sorumluluğudur. Atatürk’ü anmak ve ona layık yaşamak için akıl, bilim, sanat ve laik Cumhuriyet yolundan sapmadan çalışmalıyız. En büyük sorumluluğumuz, onu minnetle anmak, mirasına sahip çıkmak ve Cumhuriyeti geleceğe taşımaktır. Bugün ve yarın, Atatürk’ün çağdaş Türkiye’sine sahip çıkarak, onu anlayarak daha bilinçli çalışmalı, onun izinden sapmadan ilerlemeliyiz. Çünkü Atatürk, bir sembol değil, bir değerdir.
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

Yarını kim kuracak? * Bir okul müdürüyle tanışmamız çok ilgi çekici oldu. Müdüre, hangi öğretmen okulunu bitirdiğini sordum; “Ben öğretmen değilim!” dedi. Şaşırdım, dondum kaldım!

Yarını kim kuracak?

CUMHURİYET – NUSRET ERTÜRK – 12 Kasım 2024

Bir toplum, öğretmene değer verdiği kadar gelişme gösterir. Öğretmenin iyi yetişmesi kadar ülke yükselir. Son yıllarda, “Eski lise mezunları bugünün çoğu üniversite mezunundan daha bilgiliydi” sözünü sık sık duymamız anlamlıdır. Eğitimin her kademesinde elle tutulur bir gerileme görülüyor. Zaman zaman okullara uğrar, müdürle, öğretmenlerle görüşür, tanışırım. Onlara, 1963 yılında başlayan köy öğretmenliğimden 2000’e gelindiğinde Bilkent Üniversitesi öğretim görevlisi düzeyine uzanan uzun yolculuğumdan kısa anılar anlatırım. Gitmişken birer kitap armağan ederim. Bir okul müdürüyle tanışmamız çok ilgi çekici oldu. Müdüre, hangi öğretmen okulunu bitirdiğini sordum; “Ben öğretmen değilim!” dedi. Şaşırdım, dondum kaldım!
ÖĞRETMENLİK
Hiçbir kurumda böylesini göremezsiniz. Gözümüz gibi koruduğumuz çocuklarımızın en iyi biçimde yetişmesini istemiyor muyuz? Şu anda “öğretmenlik mesleği” adı var, ancak okulu yok! Öğretmen okulu dışında neredeyse her kaynaktan öğretmen alındığı söyleniyor. İki saatlik sınavla öğretmen olunuyor. Benim kuşağım, ilkokul sonrası öğretmen okulunda altı yıl okur, ilkokul öğretmeni; üzerine bir dört yıl süreli eğitim enstitüsüyle ortaöğretim öğretmeni olurdu. Bu okulları bitirenlerin atamaları hemen yapılırdı.
Köy Enstitüleri, her yönüyle örnek birer eğitim kurumuydu. Ondandır oradan üstün başarılı öğretmenler, yazarlar, sanatçılar yetişti. UNESCO, dünya gençliğine örnek bir eğitim kurumu olarak sundu. Şimdi oradan yetişenlerin çocukları, torunları o öğretmenleri kaynak olarak gösteriyorlar. Örneğin, “Bir Köy Enstitülü öğretmenin çocuğu olarak…/Bir Köy Enstitülü öğretmenin torunu olarak” diye söze girenleri görüyoruz. Onlar gerçek öğretmen oldular. Onların onlarcası iyi yazar, iyi ressam, bilim insanı oldular, topluma yön verdiler. Onlar örgütlenmeyi önemsediler; TÖS’Ü, TÖB-DER’İ kurdular, arkalarından yüz binlerce öğretmen yürüdü.
GELECEĞİ KURMAK
Ünlü gazeteci Metin Toker’e bir söyleşide sorulmuş, “Gazetecilik nasıl bir meslektir?” Sayın Toker şöyle yanıtlıyor: “Hakkıyla yapılırsa muhteşemdir.” Metin Toker sözünü öylesine etkili söylemişti ki yıllardır tınısı usumda. Aslında Toker’in bu sözü öğretmenler için daha geçerlidir. Öğretmen iyi yetişmişse, öğretmenlik en görkemli meslektir. Cılavuz Öğretmen Okulu’nda şunu öğrenmiştik: “Tanrı yere inip meslek seçecek olsa öğretmenliği seçer!” Mustafa Kemal Atatürk, öğretmenin değerini göstermek için “Başöğretmen” unvanı aldı.
Yarını öğretmen kuracak! Yetiştiği, değer verildiği oranda.
NUSRET ERTÜRK – YAZAR
Posted in CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, EĞİTİM, KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK | Leave a comment

Parti devleti anlayışı * Ne liyakat ne başarı gerekiyormuş, günümüzde AKP’li olmak yetiyormuş. Halkı aldatmak için dini kullanıp Kuran’dan ayetler okuyan ve bunu daha sonra açıkça söyleyen birisi Prag büyükelçisi yapılmıştı. En son asıl mesleği aşçılık olan bir kişi Almanya’ya ataşe olarak atandı.

Parti devleti anlayışı

CUMHURİYET – AV. EROL ERTUĞRUL – 12 kasım 2024

22 yıldır güzel yurdumuz parti devleti sistemi ile yönetiliyor. Anayasa ve yasalar hiçe sayılarak tüm yetkiler tek adamda toplandı; her şeye o karar veriyor. Tüm devlet kadrolarını o atıyor; genel müdürleri, müsteşarları, valileri… Bu görevler AKP kadrolarından oluşuyor. Önemli görevlere liyakatsiz kişiler getiriliyor. Böyle olunca yetkililer bir devlet adamı gibi değil, bir AKP savunucusu gibi davranıyorlar. Erzurum valisi Abdülhamit için anma günleri düzenliyor. Bir başka vali AKP yöneticileri ile partiye oy devşirmek için kapı kapı dolaşıyor.
LİYAKAT YOK
52. dönem kaymakamlık kursunu bitirip kaymakam olduğumda 67 valinin, 574 kaymakamın Türkiye’nin yazgısını değiştireceğine inanmıştım. O tarihlerde 67 il ve 574 ilçe vardı. Vali olmak için özel yetenek ve başarı yetmez, dil bilmek ve farklı başarılar göstermek gerekir diye düşünmüştüm. Zaman içerisinde yanıldığımı anladım. Ne liyakat ne başarı gerekiyormuş, günümüzde AKP’li olmak yetiyormuş. Halkı aldatmak için dini kullanıp Kuran’dan ayetler okuyan ve bunu daha sonra açıkça söyleyen birisi Prag büyükelçisi yapılmıştı. En son asıl mesleği aşçılık olan bir kişi Almanya’ya ataşe olarak atandı.
Devlet kadrolarında liyakat olmayınca, yokluklar, yoksulluklar ve yasaklar tavan yaptı. Tarımı bitirdiler. Ormanlarımız maden şirketlerine peşkeş çekildi. Kaz Dağlarında maden şirketi için bir milyon ağaç kesiliyor. Çocuklarımız uyuşturucu batağında. Çağdaş, uygar ve laik eğitimden dönüldü, dinsel bir eğitim öne çıkarıldı. Liseler imam hatip okullarına çevirildi. Bu okullara öğrenci çekmek için kayıt yaptıran öğrencilere ödül sözü verildi. Bu okullar aslında aydın din adamı yetiştirmek için açılmış okullardır. Ama günümüzde temel eğitim kurumu durumuna getirildi.
Milli Eğitim Bakanlığı tarikatlarla, cemaatlarla anlaşmalar yapmaya devam ediyor ve bu gerici kurumları eğitime ortak ediyor. Okullarımız tarikatlara teslim edilmiştir. İmamlar okullarımızda ders veriyor. Diyanet İşleri başkanı elinde kılıçla minbere çıkıyor. Fetvalar veriyor. Ülkemiz milyonlarca sığınmacıyla ile dolduruldu. Bu durum ülkemiz için büyük tehlike oluşturuyor.
Posted in Politika ve Gundem, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

YOLSUZLUKLAR VE USULSÜZLÜKLER TAM YOL GİDİYOR * YARDIMCILARA ÇİFT MAAŞ * Sayıştay’ın raporları AKP’li belediyelerin genelgeye uymadığını ortaya koydu: Savurganlık gözler önünde

Sayıştay’ın raporları AKP’li belediyelerin
genelgeye uymadığını ortaya koydu:
Savurganlık gözler önünde

CUMHURİYET – Cengiz Karagöz – 12 Kasım 2024

Sayıştay raporları, AKP’li belediyelerin tasarruf genelgesine uymadığını ve usulsüzlüklerin sürdürdüğünü ortaya koydu. Fatih Belediyesi’nde yöneticilerin çift maaş aldığı belirtildi. Bağcılar Belediyesi ise 975 milyon TL’lik araç kiraladı.
Belediyelere yönelik Sayıştay tarafından yapılan 2023 denetim raporlarına göre kamuda tasarruf önlemlerinin AKP’li belediyelere uğramadı. Ruhsatsız işletmeler, kamuya açık parkların çevrilerek sitelere verilmesi gibi birçok usulsüzlükler raporda yer aldı. İstanbul’daki AKP’li ilçe belediyelerine ilişkin saptamalar şöyle:

Başakşehir Belediyesi: İmar planında yeşil alan, park ve benzeri şekilde kamunun kullanımına ayrılan yerler, konut site yönetimleri tarafından etrafları çevrilerek sadece site sakinlerinin kullanımına izin verecek şekilde kullanılıyor. İmar cezası uygulanması gereken bazı durumlarda gerekli sürede encümen kararı alınmadı.

Bağcılar Belediyesi: Park alanı olarak bütün yurttaşların kullanımına açık olması gereken taşınmazlar otopark işletmesi olarak kullandırılıyor. Ayrıca belediyenin kamuda tasarruf uygulamasına uyulmuyor. 2023 yılı sonuna kadar azaltması gereken hizmet alımı suretiyle edindiği taşıt sayısını azaltılmadığı görüldü. Belediye araç kiralama ihalesine çıktı. 975 milyon 924 bin TL’lik ihale Akmercan Taşımacılık şirketine verildi.

Ümraniye Belediyesi: İdare tarafından yapılan bazı harcamalarda tasarruf tedbirleri genelgesine uyulmadığı, idare tarafından hizmet alımı suretiyle yapılan basın ve yayın hizmetlerine ilişkin harcamalar ile temsil, tören, ağırlama ve tanıtım giderlerinde genelgeye uyumadığı görülmüştür. Yapım işi ihalelerinde kontrollük hizmeti için binek araç şartının yer alması da dikkat çekiyor.

YARDIMCILARA ÇİFT MAAŞ
Sayıştay raporunda Fatih Belediyesi’nde başkan yardımcılarının birden fazla huzur hakkı aldığı saptamasına da yer verildi. Raporda belediyenin birçok usulsüz uygulamasının yanı sıra park alanı olarak yurttaşların kullanımına açık olması gereken yerlerin amacı dışında kullanıldığına dikkat çekildi.
Posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

GÖÇLER, SIĞINMACILAR- 3 * BOP GÖREVDE * Sığınmacı politikası muhteşem bir başarı öyküsüdür!..


Sığınmacı politikası
muhteşem bir başarı öyküsüdür!..

SÖZCÜ – Naim Babüroğlu – 05 Kasım 2024

1979’da Sovyet Ordusu Afganistan hükümetinin isteğiyle Afganistan’a müdahale eder. Afganistan’la 2.430 kilometre sınırı bulunan Pakistan, bölgede lider olma ihtirasıyla Afganistan’ı nüfuzu altına almak ister. Bu amaçla, ABD’yle işbirliği yapar ve 4,5 milyona yakın Afgan sığınmacıyı kabul eder.

ABD Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA), “eğit-donat” programıyla, radikal savaşçıları Sovyet askerine karşı yetiştirir. Savaşçıları, Pakistan ordusu ve İstihbarat Teşkilatı (ISI) eğitir. Silah ve para kaynağı, ABD ve bazı Arap ülkeleridir.
1989’da Sovyetler Afganistan’dan çekilmek zorunda kalınca, Pakistan’ın desteklediği savaşçılardan El Kaide tüm dünyanın başına bela olur. Pakistan’ın eğitip-donatarak komşusu Afganistan’a gönderdiği savaşçılar, kendisini de vuran bir canavara dönüşür. Beslediği akrep, artık kendisini acımasızca sokmaya başlamıştır.
Sığınmacılar Pakistan’da etkili bir güce ulaşır. Ve Pakistan, etnik ve mezhep çatışmalarının süreklilik kazandığı, toplumda derin bölünmelerin yaşandığı bir ülke konumuna gelir. Toplum ve medya radikalleşir. Siyasi İslamcılık, Pakistan ordusunda ve diğer devlet kurumlarında yaygınlaşır. 1980’lerde Hindistan’la yarışan ve nükleer güç sahibi Pakistan, bir daha istikrar yüzü göremez.
Pakistanlı mülteci uzmanı Cavit Sıddıki, sığınmacıların Pakistan’ın sosyal hayatını tehdit ettiğinin tam olarak farkına varılmasının 30 yıl sürdüğünü söyler. Ancak, iş işten geçmiştir artık.
Yukarıda yazılanları bir film senaryosu sandınız… Değil… Tarihi gerçekler…Tarihin çarkları elbette durmayacaktı… Ve Müslüman ülkeler içinde, bir zamanlar yıldız gibi parlayan bir Türkiye vardı…
Bugüne gelindiğinde, resmi rakamlara göre, Türkiye’de geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı yaklaşık 4 milyon. Ayrıca, Afgan dahil birçok ülkeden çok sayıda kaçak göçmen de bulunuyor.
Suriye’nin parçalanmasında, ABD’yi destekleyen zengin Avrupa ülkeleri, Türkiye gibi yapmadılar. Suriyelileri, ülke ihtiyaçlarına göre seçerek aldılar. Yaklaşık olarak Almanya 532 bin, İsveç 114 bin, Avusturya 53 bin, Kanada 54 bin, Yunanistan 36 bin, ABD 33, Hollanda 33 bin, Danimarka 20 bin, İsviçre 20 bin, İngiltere 20 bin, Fransa 19 bin, Bulgaristan 18 bin Suriyeli sığınmacı kabul etti.
Tüm Avrupa ülkeleri, yani 28 ülkenin tümü, en fazla 1,2 -1 ,5 milyon arasında sığınmacı kabul etti. Neden öyle cimri davrandılar? Çünkü Avrupa ülkeleri çok fakirdi ve sığınmacılara ekmek verecek paraları yoktu!.. Ama, Türkiye çok zengindi ve 28 Avrupa ülkesinin toplamından en az 5-8 kat daha fazla sığınmacı kabul etmeliydi!.. Öyle de yaptı. Ve sonuçta, Türkiye dünyanın en fazla sığınmacısını/yasa dışı göçmenini barındıran ülke oldu. Emeklilerin, yılda iki kez yurt dışına tatil için gidebildikleri, dünyanın en mutlu ülkesi sanırsın Türkiye’yi…
George Soros, Yahudi asıllı Macar Kökenli bir Amerikalıdır. 1992 yılındaki “Kara Çarşamba” olarak bilinen ekonomik kriz sırasında, bir günde bir milyar dolar kazanır. “İngiliz Bankalarını Soyan Adam” olarak anılır. Libya, Gürcistan gibi ülkelerde darbelere yardım ettiği yaygın bir görüştür. Yani öyle böyle değil, bayağı meşhur biridir bu Soros…
İşte bu Soros, işini gücünü bırakır, göçmenlerle ilgili altı makale yazar. Makalelerinin özeti şudur: Göçmenler Avrupa ülkelerine gelmesin, çünkü demografik yapıyı bozarlar. Bulundukları ülkelerde kalsınlar ve bu ülkelere finans desteği sağlansın. Soros’un dediği gerçekleşir ve Türkiye sığınmacı ülkesi olur. Suriyeli sığınmacıları Türkiye’de tutmak için, AB-Türkiye arasında 16 Aralık 2013’te “Geri Kabul Anlaşması”; 20 Mart 2016’da da “Düzensiz Göçmenlerin Geri Kabul Anlaşması” imzalanır. Bu anlaşmalarla, göçmenlerin Türkiye’den batıya, Avrupa ülkelerine gidişi engellenir.
28 Avrupa ülkesinin demografik yapısını değiştirecek göçmenlerin yükünü, muhteşem akılcı adımlarla Türkiye tek başına üstlenmiş olur. Beş bin yıllık yazılı tarihte, benzeri pek olmayan bir yiğitliktir bu…
AB çok mutludur, Soros daha çok mutludur… Hele Türkiye o kadar mutlu ki, hızını alamaz ve Iraklı 15 yaş altı-50 yaş üstü kişilere vize serbestîsi getirir. Bunların sadece yüzde 10’u bu haktan yararlansa, 2,3 milyon işsiz, parasız Iraklı Türkiye’de dolaşacaktır.
Ve Türkiye yine hızını alamaz… İsrail saldırıları nedeniyle, bölgede ülkelerini terk etmek isteyen sığınmacılara kapısının açık olduğunu bildirir.
ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa gibi zengin NATO/AB ülkeleri için “tehlikeli olan göçmenler”, NATO üyesi Türkiye için hiç tehlikeli değildi. Adeta, bereket kaynağıydı… Çünkü çobana ihtiyaç vardı… 2024 Haziran verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 16 milyon büyükbaş hayvan bulunuyor. Böylece, iki hayvana en az bir çoban istihdam eden ülke olan Türkiye, Guinness rekorlar kitabına girmeyi de başarır!.. Ekonomik kalkınmada, göz kamaştırıcı bir yolculuğun başarı öyküsüdür bu anlatılan…
Türkiye, bu sığınmacı/yasa dışı göçmen politikasıyla NOBEL Barış Ödülü alır mı bilmem ama, 15-20 yıl sonra ne mi olur sorusu bana değil, sizedir size…
Ve siz hala, “Devlet Aklı” diyorsunuz!..
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, GÖÇLER-GÖÇMENLER | Leave a comment

Türkiye’de yasadışı bahis krizi derinleşmeye devam ediyor: Yıllık kayıp beş bakanlığın bütçesini aştı!

Türkiye’de yasadışı bahis krizi derinleşmeye devam ediyor:
Yıllık kayıp beş bakanlığın bütçesini aştı!

CUMHURİYET – 12 KASIM 2024

Türkiye’de yaşanan yasadışı bahis sorunu gün geçtikçe büyümeye devam ediyor. Türkiye’de yasadışı bahis ve kumar oyunlarında kullanılan paranın hacmi 55 milyar doları bulurken vergi kaybı ise 300 milyar TL’ye ulaşıyor. Bu ağır tablo ülkenin ekonomik ve sosyal dengelerini tehdit ediyor.

Türkiye’de yasadışı bahis ve kumar nedeniyle yaşanan büyük kayıplar son yıllarda giderek daha fazla dikkat çekiyor. Gazeteci Ayhan Şensoy’un yaptığı araştırmlar sonucu yayımlanan “Bahis Çukuru” isimli kitap, Türkiye’nin yıllık kaybının 55 milyar dolar civarında olduğunu iddia ediyor. Ayrıca 2024 yılında yasadışı faaliyetlerin vergisel boyutu da oldukça yüksek. Türkiye yalnızca yasadışı bahis nedeniyle yıllık 300 milyar TL’lik vergi kaybına uğruyor.
Yasadışı bahis nedeniyle yıllık vergi kaybının büyüklüğü 5 bakanlığın toplam bütçesini geride bırakıyor. 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’ne göre bakanlıklara ayrılması öngülen bütçeler içinde beş bakanlığa ayrılan bütçe şu şekilde listelenmişti:
Ticaret Bakanlığı bütçesi 56 milyar
Dışişleri Bakanlığı bütçesi 39 milyar
İçişleri Bakanlığı 96 milyar
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 45 milyar
Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi 53 milyar
Beş bakanlık için 2025’te öngürülen bütçe 289 milyar TL olarak kayıtlara geçti.
DÜNYADA YASADIŞI BAHİSİN BÜYÜKLÜĞÜ
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) tarafından yayımlanan 18 Aralık 2023 tarihli rapor, dünya çapında yasadışı bahis piyasalarının geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Rapora göre, organize suç örgütlerinin kontrol ettiği yasadışı bahis piyasasında oynanan bahis tutarlarının toplamda 1.7 trilyon dolara ulaştığı iddia edildi. Türkiye bu küresel trafiğin bir parçası olarak, yasadışı bahis faaliyetlerinde ciddi bir ekonomik yük taşıyor.
VERGİ KAYBI VE DÜZENLEMELER
Türkiye’de yasadışı bahis ve kumar oyunlarıyla mücadele etmek için çeşitli düzenlemeler yapılırken yasal piyasalarda da birtakım değişiklikler söz konusu. 2023 yılında Milli Piyango ve spor bahislerinden elde edilen gelirler önemli seviyelere ulaşmış durumda. 2023 verilerine göre Milli Piyango’dan 9.7 milyar TL, spor bahislerinden ise 107.2 milyar TL gelir elde edildi. Ancak bu gelirler, yasadışı bahis piyasalarında yaşanan kayıpların yanında oldukça düşük kalıyor.
Son dönemde yapılan düzenlemelerle diğer şans oyunlarında vergi oranları yüzde 20’den yüzde 10’a düşürüldü. Bu değişiklikle birlikte 7347 sayılı cumhurbaşkanı kararı ile 7 Temmuz 2023’te artırılan oranlar geri alınarak önceki seviyelere indirildi. Söz konusu karar 1 Ocak 2024’te yürürlüğe girdi.
ONLINE KUMAR PİYASASI BÜYÜMEYE DEVAM EDİYOR
Dünyadaki yasal ve yasadışı kumar pazarları hızla büyümeye devam ederken online kumar sitelerinin gelecekte büyüyeceği tahmin ediliyor. Statista verilerine göre 2029 yılı itibarıyla dünya çapında yaklaşık 290.5 milyon insanın online kumar sitelerine üye olması bekleniyor. Bugün online kumar sitelerine üye olan kişi sayısı hızla artarken dünya genelinde online kumarın toplam piyasa büyüklüğü ise 97.15 milyar dolara ulaşmış durumda.
Bu büyüyen pazarın Türkiye’ye de etkisi oldukça büyük. Yasadışı bahis ve kumar siteleri yüksek enflasyon, işsizlik gibi sebeplerden dolayı Türkiye’deki genç nüfus arasında daha fazla yayılmaya devam ediyor. Türkiye’nin yasadışı bahisle mücadelesi, sadece ekonomik boyutuyla değil, aynı zamanda toplumsal etkileriyle de önemli bir gündem maddesi haline gelmiş durumda.
YASADIŞI BAHİS VE KUMARIN SOSYAL ETKİLERİ
Yasadışı bahis ve kumar sadece ekonomik kayıplara yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal sorunları da beraberinde getiriyor. Bağımlılık, aile içi şiddet, dolandırıcılık gibi pek çok suç, yasadışı bahis faaliyetlerinin doğrudan sonuçları arasında yer alıyor. Bunun yanı sıra, yasadışı bahis sektörü, organize suç örgütlerinin güç kazanmasına da olanak tanıyor. Bu suç örgütlerinin sağladığı finansal kaynaklar, genellikle yerel ve uluslararası suç faaliyetlerinin yayılmasına katkıda bulunuyor.
ÇÖZÜM İÇİN NE YAPILMALI?
Yasadışı bahis ve kumarın önlenmesi için daha fazla denetim, yasal altyapıdaki eksikliklerin giderilmesi ve toplumsal farkındalık yaratılması gerektiği vurgulanıyor. Yasal bahis ve kumar sektörü, her ne kadar devletin denetimi altında olsa da yasadışı faaliyetlerin yaygınlığı büyük bir sorun teşkil ediyor. Türkiye’nin bu sorunu aşabilmesi için sadece yasadışı faaliyetlerin önüne geçilmesi değil, aynı zamanda yasal kumar piyasasının daha cazip ve şeffaf hale getirilmesi gerektiği ifade ediliyor.
Posted in Ekonomi, SUÇ DOSYALARI, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

DENİZLER VE DENİZCİLER 3 * BİR DENİZCİNİN NOT DEFTERİNDEN

BİR DENİZCİNİN NOT DEFTERİNDEN

17 Mart 1884 / Sayfa 1
Beni bu hayatta iyi kötü canlı hissettiren tek şey bu bucaksız deniz. Dişlerimi döken, gözlerimi kan çanağına çeviren karşılığında bana bu temiz havayı bahşeden bu deniz, benim hayatımı oluşturuyor. Yıllarını bir geminin içinde savrularak geçirirsen; karada geçirdiğin her an senin için bir kabusa dönüşür. Ben ve benim gibileri dışarıda pek göremezsin belki liman kenarında yaşıyorsan karşılaşmış olabilirsin. Hepimiz toprağa adım attığımız andan itibaren bir ölüden farksızız.
Anlatacak birçok  ilgi çekici yaşanmış anılarımız var. Ve birçok da deniz, denizci öykülerimiz. Gemilerde çalışmaktan yorgun, yıpranmış vücudumuz, uzun bakımsız saç ve sakalımız, Uzunca zamandır yıkanmamış kirli, yamalı elbiselerimiz   ve de üzerimize yapışan tuzlu su kokusu yüzünden etrafımızdan geçen insanlar bizden uzaklaşır, bar sahipleri bize servis yapmak istemez. Kimimiz bu gerçek ile yüzleşmekten kaçınmaya çalışır. Ardından o kadar sert darbe alır ki kaderine razı olur. Ben de bir dönem senin ve arkadaşlarının arasına karışmaya çalıştım; senin gibi eğlenebileceğime hatta görünebileceğime gençken gerçekten inanıyordum. O günleri eşelediğimde sadece aklıma bana takılan lakapları bulabiliyorum. Hortlak, ucube, şarlatan” ve daha niceleri…
Ben ve benim gibiler hayata doğarak başlamaz. Çünkü yaşadığım yerde eğer denize açılacak cesaretin yoksa hayatta olmanın da bir anlamı yoktur. Üzerimdeki et ve kemik beni ben yapan şeyler değil. Kendimi gerçekleştirmek için acil mürettebat arayan bir gemi ile yola çıkmalı, rüzgâr ve dalgalar yardım ederse en az sekiz ay denizde olmalı, mürettebata paylaştırılan yemek artıklarıyla karışık  şeyleri yemeliyim. Gemideyken bir yandan sonra günler ve saatler birbirine geçer. Çoğu zaman kaç saattir, kaç gündür ayakta olduğumu hatırlamam bile ama saatim beni asla yanıltmaz. Saatim bana “Haydi eski püskü, ıslak ve yamalı giysilerini giyip çalışmaya başla.” der. Ben de saatimin emrine uyup güverteye çıkarım. Emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.
Kürek çekmemiz söylendiğinde ise, hızlıca aşağıya koşarız. Belki de binlerce kez karşılaşmamıza rağmen ani fırtınalar asla sağlıklı bir şekilde yönetilemez. Bu rüzgarlar bir gün beni herkesin bildiği “canlı” hayattan savurup beni gecenin kardeşi denizin dibine atacak. Herkesin yerine yerleşip kürekleri tutmasını izliyorum. İnsanların yaratmış olduğu “acele” kavramı kendini sessizliğe bırakıyor. Sessizlik yavaşça boynumuzda solumaya, kirli ceketlerimizin içini önce soğukla, ardından suyla doldurmaya, göğüs kafesimize oturup öksürük olmaya başlıyor. Ona eşlik eden “haydi çek!” sesleriyle tamamen kayboluyor. Dalga ve rüzgârın etkisiyle buradaki aydınlık tamamen yok olacak. Elimdeki kürek, mürettebat git gide daha da siyahlaşacak. Öyle siyah bir hal alacak ki karanlığın bile ötesine geçecek. Bilinen yaşanmış bütün huzursuzluklarımız en gerçek halini alacak.

02 Nisan 1884 /  Sayfa 2
Arkadaşlarım karanlığın gözümüzden daha derine işlemesini geciktirmek için şakalaşıyorlar. Oysa hepsinin her denize açıldığında, her fırtınada korktuklarını biliyorum. Bizim için çalışmak ölümle, kazayla kola kol yürümek kadar doğal. Fakat bizi korkutan ölüm değil, ondan sonra yaşanacaklar, bir denizcinin mezarı olmaz, cesedi çürümeye başladığında onu denize atmak zorunda kalırız. Yeniler hariç ardından ağlayan, ağıt yakan bile olmaz. Hayatımıza kaldığı yerden devam ederiz. Dalga gemimize son tokatlarını atarak bizi olmamız gerektiği yere götürdü. Sanılanın aksine rotadan sapmamak için fırtınada kürek çekmeyiz. Çabamız tamamen alabora olmamak üzerinedir.
Deniz tamamen durulunca, tekrar güverteye çıktım. Geminin kıçından, deniz dipsiz bir kuyu gibi gözüküyor. Eğer ayaklarım böyle yere basmasaydı, kendimin bir gemide değil, denizin dibinde olduğumu hayal ederdim. Geminin diğer ucunda en yakın oda da aletlerimiz mevcut. Bir kısmımız fırtınanın etkisinden daha kurtulamadı. Kurtulanlar olarak odaya gidip bezlerimizi ve sopalarımızı alıyoruz. Dünyadan bu kadar uzak, aynı zamanda dünyanın büyük bir kısmını dolaşmak çok garip. Artık burada soluduğumuz şey havadan ibaret değil. Burnumu her çektiğimde ciğerlerimdeki tuz ile karışan deniz kokusu beni daha çok rahatsız ediyor. Bu koku bana hep sidik kokusundan farksız gelmiştir. Hem acı hem ekşi olan hava ciğerlerimiz üstünde gümüş bir nişan gibi duruyor.
Eğer şanslıysak, güvertede temizlenecek tek şey kumdur. Eğer şanslı değilsek, bütün güverte balık bağırsağı ve yosun ile dolmuştur. Onları tahtadan kazımak o kadar zordur ki, bir yandan sonra ellerin yavaşça kanamaya ve parçalanmaya başlar. Ellerin parçalandıkça daha hızlı kazımaya başlarsın, fakat o yosun orada durmaya devam eder. Bir yandan sonra daha öfkeyle, daha sert kazımaya başlarsın bu aşamadan sonra ellerinin acısını fark etmezsin bile. Bu yüzden temizlik yaparken sinir krizi geçirenlere çok şahit oluruz. Bu öfke dışarı çıkıp, elini salladığında o kişinin hemen etrafında toplanırız. Parçalanan ellerini sıkıca sarar, ağlamasının dinmesini bekleriz. Tüm gün sidik soluyan, çöpten çıkartılmış yemekleri yiyen, ölüm kokan insanların güvertenin temizliğine neden bu kadar önem verdiğini asla anlamadım. Bu benim işim değil, daha önceden yazdığım gibi emir almak benim kurtarıcılarımdan biri.

23 Nisan 1884 / Sayfa 3
Kıç kasarayı kabaca temizledikten, sonra çömelip zemine yapışan artıkları inceledim. Gördüklerim beni şaşkına çevirdi, denizlerde görebileceğim her şeyi gördüğümü düşünürdüm. Fakat bu siyah yosunumsular ile ilk defa karşılaşıyorum. Burada benimle beraber dört kişi çalışacak. Herkes birbirine bakıp onayladıktan sonra zemini kazımaya başlıyoruz. Bu şeyler hem yumuşak hem sert. İlk hamlemde önümde sert bir şey olduğunu düşündüm, ikinci vuruşumda ise paramparça oldular. Zaman geçtikçe etraftaki nefes ve hışırtı sesleri ile ritim tutmaya başlıyorsun. Çalışmaya devam ettikçe koku yayılıyor, soluduğum şey kesinlikle bahsettiğim sidik kokusundan farklı ve ne yazık ki daha rahatsız edici. Daha ağır ve gittikçe daha da ağırlaşan görünmez bir ağırlık. Evet bu beni işimden alıkoymuyor ama sanki bu şey beni her seferinde boğarak öldürmeye çalışıyor gibi hissediyorum. Ben bu denizin içinde olmama rağmen her an avlanabilecek küçük bir hayvanım. Her darbemde bir nefes alıyorum bir korku dışarı veriyorum. Bir sonraki nefesim diğerinin var olmama korkusuyla ciğerlerimin arkasına sığınıyor. İçerideki bu kokunun bir rengi olsaydı herhalde kömürden bile siyah olurdu. Bedenimde dolaşılacak yer bırakmayan bu siyah koku beni takip etmeyi ne zaman bırakacak onu da bilmiyorum. Etrafımda dört bir yana dağılmış üş kişinin her vuruşunu duyuyorum. Darbeleri zemine değil doğrudan göğüs kafesime vurarak içimdeki ölüm korkusunu çınlatıyor. Bu baskı hepsinden daha kötü. Bedenimden çıkmaya çalışan iğrenç sesi susturup çalışmaya devam etmeliyim.

02 Mayıs 1884 / Sayfa 4
Çalışmaya başlamamızın üzerinden tam olarak yarım saat geçti. Sanırım herkes on adımlık yer temizlemiştir. Gözlerim yorgunluktan kapanıp açılmaya başladı. Durup etrafıma baktığımda, diğerlerinin durumunun en az benim kadar kötü olduğunu gördüm. Böyle yerlerde düzenli olarak etrafını kontrol etmek zorundasın. Deliren bir insan kendisinin delirdiğinin farkında olmaz. Eğer çevrendekiler senin gibi ise işine devam edebilirsin. Saatlerce kafa derisine işleyen güneş burada çok fazla insanın delirmesine sebep olur. Delirenlere, cesetlerle yaptığımızın aynısını yaparız. Kokmaya, delilikleri yayılmaya başladığında onları denize fırlatırız. Eğer burada hayatta kalmak istiyorsan olağandışı her şeyin denizin dibini boylamasını sağlamalısın. Çok susadım, ceketimden mataramı çıkarttığımda güverteden bir patlama sesi duyuluyor. Büyükçe bir gümbürtü bu, sallanışımızda bir o kadar büyük ve hissedilir. Birkaç saniyeden uzun sürmeyen bu ses ve sarsıntı herkesin var gücüyle önüne gelen ilk şeye sarılmasına yetiyor. Sanki yelken direğini bıraktığım an bu gemi paramparça olacak.
Nefes bile almadan havayı dinliyoruz, daha doğrusu ses duymayı ya da birisinin bize ne olduğunu anlatmasını bekliyoruz. Gözetleme direğinden inen kişi bize gelmeye başladı. İkisi de nefes almadan öksürüp bir yandan da konuşmaya çalışıyorlar. Daha yaşlı olan kendine gelip soluklandıktan sonra ” Yaratık bu geminin peşinde gözlerini gördüm. Bu gemiyi parçalayana kadar peşimizi bırakmayacak. ” Yaşlı adam konuştukça daha çok rahatlamaya başladım. Bir seferde en fazla iki kişinin sıyırdığına şahit oldum. Çok geçmeden birisini bulmuştuk ve ben hala oldukça normaldim. Bu demek oluyor ki denize en azından delirdiğim için atılmayacağım. Etrafındaki insanların acıyan gözlerle baktığı yaşlı adam, bir süre daha bağırmaya devam etti. Ne yazık ki, “yaratık” hikayesine başka inanan olmadı. Herkes çalışması gereken yere döndü ve işine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kendi alanımı bitirdim ve ardından denizi izlemeye başladım. İlk seferlerimden beri benim için rutinleşen bu eylem artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Denizlerde görülmesi gereken her şeyi gördüm ve senin aksine bunun huzur getirdiğini düşünmüyorum. Güverte tarafından geçen ki patlamamadan çok daha şiddetli bir ses duyuldu. Ne olduğuna bakmak için arkamı döndüğüm an ayaklarım yerden kesildi.
Posted in DENİZ VE DENİZCİLİK | Leave a comment

Emperyalizmin tuzağı

Emperyalizmin tuzağı

CUMHURİYET – Örsan K. Öymen – 11 Kasım 2024

Serbest ve özgür koşullardaki bir seçimi kazanamayacağını anlayan AKP ve MHP, yine demokrasi dışı kaba ve kurnaz yöntemlerle seçimleri kazanma yolunu seçti. Terör örgütü PKK “açılımı” ve belediyelere kayyum atamaları bu yolun unsurlarıdır.

AKP ve MHP bu yolla şunları amaçlamaktadır:
1) Kürt kökenli vatandaşları provoke etmek.
2) Terör örgütü PKK içindeki farklı oluşumları provoke etmek.
3) Ülkeyi şiddet ve terör sarmalına sürükleyip, sahte ve yapay bir “beka” söylemiyle seçim kazanmak.
4) CHP’yi “Kürt sorunu” ve DEM üzerinden bölmek.
5) DEM’i Edirne, İmralı ve Kandil üzerinden bölmek.
6) CHP’yi DEM ile aynı cephede göstermek, bunun üzerinden CHP’yi hedef almak.
7) Türkiye’nin gerçek gündemini, ekonomik, siyasi, sosyal sorunları örtbas etmek, yapay gündem üretmek.
Başka bir deyişle AKP’nin ve MHP’nin “Kürt sorununu” ve/veya terör sorununu çözmek gibi derdi yok.

Bu oyunu bozmak ve tuzağa düşmemek CHP’nin ve DEM’in elinde olsa da her iki parti de bu tuzağa düştüler.
DEM, “Kürt sorununu” siyasetin gündemine soktu; CHP yönetimi de bu konuda DEM’in peşinden sürüklendi; CHP yönetimi hukuk dışı kayyum atamalarına karşı çıkarken DEM ile arasına mesafe koyacağına, DEM ile aynı kürsüleri paylaşarak DEM ile birlikte hareket etti.
Bu kürsülerden birisinde, Mardin’de, DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Kürt halkının ve Türkiye halklarının”, Şeyh Sait ve Seyit Rıza “ne yaptılarsa, onu yapacaklarını” söyledi!
Şeyh Sait ve Seyit Rıza kimdir? Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımayan, Cumhuriyet devrimlerine karşı çıkan, Britanya emperyalizmiyle işbirliği yapan, vatan haini, feodal aşiret reisleri!
Şeyh Sait hem dincidir hem de bölücüdür. Amacı İslamcı bir Kürdistan kurmaktır.
Şeyh Sait ve Seyit Rıza, terör eylemleri gerçekleştirmiş, köy, kasaba, şehir, karakol, devlet dairesi basmış, köprü uçurmuş, askerleri ve sivilleri katletmiş insanlardır.
Celal Bayar’ın başbakan olduğu dönemde, Seyit Rıza çetesinin devlet tarafından bastırılması sürecinde, güvenlik güçlerinin binlerce masum sivil vatandaşı da katlederek yanlış uygulamalar içine girmiş olmaları, Seyit Rıza’nın bir Cumhuriyet düşmanı, feodal toprak ağası ve vatan haini olduğu gerçeğini değiştirmez.

Tuncer Bakırhan’ın, anti emperyalist ve sosyalist bir mücadele vermiş olan Deniz Gezmiş’i aynı konuşmada aynı kategoride anması ise çelişkidir, şizofrenik bir durumdur, cehalettir.
Tuncer Bakırhan televizyonda yaptığı bir açıklamada da, neoliberaller gibi Cumhuriyeti sayılara bölmüş ve “birinci cumhuriyetin” “tekçi” olduğunu, DEM’in ise “tüm sınıfları kapsayıcı” olduğunu iddia etmiş, bu sınıfları da “Alevi, Kürt, Türkmen, Ermeni, Süryani, Arap” gibi etnik kimliklere ve mezheplere indirgemiştir.
Oysa sol ideolojide sınıflar, din, mezhep ve etnik kimlikle değil, ekonomik üretim biçimleriyle açıklanır. Cumhuriyetle ilgili olarak sözünü ettiği “tekçilik” de vatandaşlıkla ilgili bir durumdur, din, mezhep ve etnik kimlikle ilgili değildir.
DEM, bir Türkiye partisi olmadığı gibi, bir sol parti olmadığını da bir kere daha göstermiştir.

PKK ile müzakere, geçmişte olduğu gibi yine bir faciayla sonuçlanır.
IRA ve ETA örneklerinin verilmesi saçmadır. Çünkü İrlanda ve İspanya, Türkiye kadar stratejik öneme sahip ülkeler değillerdir. Ortadoğu’da cirit atan emperyalizm, PKK’yi Türkiye’ye karşı kullanmaktadır.
PKK artık homojen bir yapı da değildir. İmralı’da PKK’nin kurucusu, Kandil’de Irak’ın ve İran’ın koruması altındaki PKK yönetimi ve Suriye’de PKK’nin kurup ABD’nin desteklediği PYD/YPG, farklı oluşumlardır.
PKK terörü sorunu İmralı ile çözülemeyecek kadar karmaşıktır.
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Bölücü KÜRTÇÜLÜK, BOP, Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS, SİYASİ PARTİLER | Leave a comment

Bir yıldızın yükseliş anları * Fethet ve vergi al dönemi çoktan bitmiş, ulus devletler dönemi başlamış, yeni emperyalizm, sanayi, bilim ve teknoloji devrimleri ve büyük varlıklar ortaya çıkmıştı. Sömürge çağının paylaşımlarının ardında çok güçlü bir birikim vardı, Osmanlı’da asla olmayan.

Bir yıldızın yükseliş anları

CUMHURİYET – Orhan Bursalı – 10 Kasım 2024

………………………………………….

Osmanlı hanedanlığını Atatürk ve arkadaşları çökertmedi, yıkmadı. Osmanlı dört bir taraftan sarılmıştı ve büyük bir çatırtı ile kendi içine-üzerine yıkıldı. İstilacılar da gelip teslim aldılar padişahı. İmparatorluk zamanını çoktan doldurmuş, her tarafından dökülen bir köhne eve dönüşmüştü.

Kuruluşunu ve giderek ayakta kalışını fethedilen topraklardan akan altınlara ve rüşvetlere borçlu olan imparatorluk, kendini yeniden üretmeyi ve var olmayı gerçekleştirememiş, tamamen dışarıya bağımlı kalmış ve Birinci Dünya Savaşı bahanesi son darbe olmuştu.
YENİ İLE ESKİNİN BÜYÜK ÇARPIŞMASI
Aslında 1500-1600’lerden itibaren durmadan yükselen bir güç ile 1600-1700’lerden itibaren durmadan gerileyen ve çöken iki farklı dünyanın uzun süreye yayılan bir transatlantik çarpışmasını izledik. Batı transatlantiği yeni fikirlerle, bilimle, Aydınlanma ile, felsefe ile, büyük düşüncelerle donatılmıştı, Osmanlı transatlantiği ise boş, koftu.
Fethet ve vergi al dönemi çoktan bitmiş, ulus devletler dönemi başlamış, yeni emperyalizm, sanayi, bilim ve teknoloji devrimleri ve büyük varlıklar ortaya çıkmıştı. Sömürge çağının paylaşımlarının ardında çok güçlü bir birikim vardı, Osmanlı’da asla olmayan.
Yani son, çoktan belirlenmişti.
KENDİNİ İNŞA EDEN LİDER
1850’lerden itibaren de Osmanlı aydınları “kurtuluş reçeteleri” arayışına başlamıştı. “Türk ve dil” yeni arayışların temelini oluşturuyordu. Çağın milletlerinin iki ayırt edici ve birleştirici özelliği inşa edilmeye başlanmıştı.
Bütün bunlar olurken kendisine Atatürk soyadı verilecek genç subay, daha Selanik’ten itibaren ülkenin kara bahtını değiştirecek düşünce, plan, program ve siyasi arayışlar içindeydi. Selanik’ten itibaren, Mustafa Kemal’in tüm siyasi, düşünsel ve askeri arayışları, girişimleri, savaşları, bir liderin kendini adım adım ve durmadan yükselerek inşa etmesinin tarihidir. Bu süreçte yaşadıklarının hepsi büyük başarının ve zaferin, kurtuluş ve kuruluşun halkalarıdır. Tüm adımları, ilerleyişleri, geri çekilişleri, yeni ileri atılımlara ve bir üst aşamaya geçişi sağlamıştır.
Bir lider durup dururken doğmaz.
İstanbul’dan, Osmanlı’nın yurtsever bürokratları onu, “Bir şey mi yapacaksın, Kemal” sözleriyle ve büyük bir umutla Anadolu’ya uğurlarken o, “Evet, bir şey yapacağım” diyecekti ve tüm umutları, sevgileri Samsun’dan Anadolu’ya yayacaktı.
BÜYÜK DEVRİMCİ KİŞİLİK
İleriye bakmak ve Anadolu’nun ayakta kalmasının ancak yeni ve çağdaş bir oluşumla, bir millet ve devletle mümkün olabileceğini görebilen böyle bir düşünceyle, felsefe ve özgünlükle donanmış başka kimse yoktu.
O hiçbir maceraya kalkışmadı, gücünü asla şurada burada tüketmedi. Kurtuluşa, kuruluşa odaklandı sadece. Bu özellik büyük dâhilere, yaratıcılara özgüdür.
23 Nisan 1920, yeni devletin ve ülkenin, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği ve bu egemenliğin de kayıtsız şartsız milletin meclisi ile icra edileceğinin ilanı, Atatürk’ün devrimci ve yenilikçi bir kişiliğinin zorunlu bir sonucuydu.
19. ve 20. yüzyılın ve çağımızın en büyük ve sürükleyici liderinin bu topraklarda doğmuş olması ve kendi şansını tamamen kendisinin yaratması, olağanüstü bir serüvendir.
İyi ki var oldu. Tüm silah arkadaşlarıyla birlikte altın harflerle tarihe yazıldı. En büyük eserinin içinde yaşıyoruz. Çok güçlü bir temel attı, bu millet bu temel üzerinde yeniden yükselecektir.
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER | Leave a comment

Atatürk ve karşıdevrim

Atatürk ve karşıdevrim

CUMHURİYET – Alev Coşkun – 10 Kasım 2024

Atatürk’ün sonsuzluğa gidişinin üzerinden 86 yıl geçti. Gerçekçi bir lider olan Atatürk şöyle demişti: “Benim naçiz (değersiz) vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır.”

Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşayacağını belirten bu yargısı çok önemlidir. Atatürk’ün askeri bir deha, büyük bir kumandan olduğu bilinmekle birlikte bu husus dünya askerlik tarihine de geçmiştir.
Asker Mustafa Kemal’den daha üstün olan, toplumsal devrim ve dönüşümleri gerçekleştiren, devrimci Atatürk’tür. Ortaçağ koşullarında yaşayan bir toplumun çağdaş uygarlık düzeyine taşınması için Atatürk’ün önderliğinde yapılan devrimler, tarihte benzeri olmayan toplumsal dönüşümlerdir.
Aydınlanma Devrimleriyle laiklik ilkelerine dayalı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı hedefleyen toplumsal dönüşümler yapıldı. 1923-1938 yılları arasındaki 15 yılda birbiri ardına ortaya konan devrimler çok önemliydi. Dünyadaki en etkin sosyal bilimciler bu değişimleri 20. yüzyılın en önemli toplumsal hareketi olarak değerlendiriyorlar. Atatürk’ün yaşama veda edişinin üzerinden 86 yıl geçtiği halde bu devrimler yaşamaktadır.
Atatürk öldüğü zaman bütün dünya Türkiye’de bir karmaşa bekliyordu. Kimileri de en fazla beş yıl içinde Atatürk’ün kurduğu rejimin yıkılacağını, karşıdevrim hareketleri ile Aydınlanma Devrimlerinin son bulacağını düşünüyorlardı. O günleri yaşamış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle diyor:
“Yalnız düşmanlarımız değil, dostlarımız bile ‘O gidince ne yapacaksınız’ diyorlardı. Bu endişenin sebebi, Atatürk’ün kurduğu rejimin diktatörlüklerle karıştırılmış olmasıdır. Bilindiği gibi bütün diktatörlükler şahsi yönetimlerdir. Başa geçen bu diktatörlerin şahsi kuvvetlerinden başka bir kuruma dayanmazlar, onun için diktatörün ölümüyle birlikte kurdukları şahsi yönetim de sona erer. Oysaki Atatürk bir diktatör değil, devrimci bir devlet kurucusu idi.”
Özellikle son yıllarda, Atatürk Devrimlerinin yıpratıldığını, hatta devrimlerin tersine döndürüldüğünü ileri süren Cumhuriyetçiler ve Atatürkçüler olacaktır. Kuşkusuz, özellikle son 20 yıldır karşıdevrimcilerin aldıkları mesafe karşısında onlara hak vermemiz gerekiyor. Ancak şunu bilmeliyiz ki karşıdevrim hareketi son 20 yıldır değil, Cumhuriyet kurulduğu gün Meclis içinde başlamıştı.
Milli Mücadele’nin başlangıcında Atatürk’le birlikte olan kimi yakın arkadaşları Cumhuriyetin kuruluşunda ona karşı çıkmışlardı. 1946’da başlayan çok partili sistem, karşıdevrimcilere demokratik yolları ve usulleri kullanarak laik Aydınlanma Devrimlerine karşı çıkma olanağı tanıdı. Karşıdevrimciler çoğulcu demokrasinin getirdiği olanaklardan yararlanarak Aydınlanma Devrimlerini bir bir söndürmek, ortadan kaldırmak ya da etkisiz hale getirmek istiyorlar. Bu durum kuşkusuz demokratik sistemin hatası değildir. Karşıdevrimciler yukarıda belirtildiği gibi çoğulcu demokratik sistemin temel kurallarından yararlanarak Aydınlanma Devrimlerine karşı çıkmak olanağını buluyorlar.
Tüm bunlara karşın Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, özellikle gençler, Aydınlanma felsefesine inanmış önemli bir kitle bunlara karşı çıkıyor, engel olma mücadelesi veriyor.
Son 20 yıl, karşıdevrimcilerin siyasal iktidarı ele geçirdiği ve her olayda Atatürk Devrimlerine karşı çıktıkları bir zaman dilimi olarak tarihe geçecektir.
Ancak son 20 yılın bir diğer önemli sonucu ılımlı İslam yönetiminin içeriğinin anlaşılmasıdır. Son 20 yıl, din ideolojisini öne çıkaran siyasal iktidarın yönetim karakterini ortaya koymuştur. Önemli sonuçlarından birisi de bu yönetim biçiminin Türk halkının çoğunluğu tarafından anlaşılması, giderek bu dine dayalı ideolojiye karşı çıkılmasıdır.
Yazımızı Atatürkçülerin sloganı ile bağlıyoruz: Atatürkçüler ölmez, Kuvayı Milliyeciler tükenmez.
Posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, İrtica | Leave a comment