TUTUCU DİNDARLIK HER ZAMAN VAR OLDU * Bitmeyen ortaçağ düzeni

Bitmeyen ortaçağ düzeni

CUMHURİYET – A. Celal Binzet – 09.10.2024

Tarihsel bir süreç olmasının ötesinde içerdiği uygulamalar bakımından kendinden sonraki birçok dönemi derinden etkileyen bir ortaçağ dönemi var. Ortaçağ, Hıristiyanlığın yayıldığı, antik uygarlığının yok olduğu 5. yüzyıl ile Rönesans’ın başlangıcı sayılan 15. yüzyıla değin olan 1000 yıllık zamanın adı sayılmıştır. Kimileri için uzun, karanlık bir dönem sayılır. Kimileri de o karanlığın içinde ışıyan sanat parçacıklarının varlığına bakıp sevinir. Örneğin Boccacio, kara düşüncenin kıskacındaki suçsuz insanların öldürüldüğü zamanların kaçış yapıtı Decameron’u yazdığında o karanlık henüz kalkmamıştı. Ayrıca bir başka boyutta, insan odaklı antik çağ sanat yapıtlarının dinsel gerekçelerle parçalanıp yok edildiği görülür. Başlangıçtaki hoşgörü masallarının yerinde toptan yıkıcılığın karmaşası yükselmişti artık.
‘ZENGİNLEŞİRKEN YOKSULLAŞMAK’
Johan Huizinga, kült yapıtı “Ortaçağın Günbatımı”nda söz konusu zamanın derinliklerinde dolaşır. Toplum hiyerarşisi içindeki taht kavgaları, karşılıklı oyunlar ve o karmaşadan yararlanarak aradan sivrilen din kurumunun yaptıkları inanılmaz boyutlardadır. Bir yanda yoksul halktan paralar toplanıp dinsel yapılar yükselirken öte yanda iktidar kavgaları inanılmaz boyutlara ulaşır. Kendileri zenginleşirken yoksullaşmayı ötelemek adına öne sürülen dış savaşlarla iktidarı ayakta tutmak kolaylaştırılmıştı. O dönemin (ve bugünlerin de) kutsal kenti Kudüs’ün kurtarılması adına Haçlı Seferleri başladı. Yine savaşlar ve yine cennet vaatleri…
‘HASTALIKLI DİNDARLIK’
Kişisel tutkuları gizlemenin en kestirme yolunun halkı eğitimsiz bırakmak olduğunun bilincindedir yöneticiler. Yaşamı dinle doldurmak onlar açısından en iyi çözüm yolu sayılır. Fransız ilahiyatçı Gerson’un tam da içinde bulunduğu dönemi yorumlayan. “Cahilce bir dindarlıktan daha tehlikeli bir şey olamaz” sözünü anımsatalım. Kilise baskısının en yoğun zamanlarda söylenmiş olması bu sözün önemini bir kat daha artırıyor. Ayrıca vurgulamak gerekir ki yalnız kendi zamanıyla sınırlı kalmayıp günümüze de bir şeyler söylüyor.
Bugün Avrupa’da gezenlerin hayranlıkla izlediği kilise ve katedrallerin olağanüstü boyutlarla yapılmasının gerisinde o bilgisiz toplumu etkileme düşüncesinden başka bir neden yatmaz. Çünkü büyüklük kavramı insanı onun karşısında zayıf ve güçsüz bırakmak gibi bir etkiye sahiptir. Gerisi, yani din kurallarının öğrenilmesi gibi endişeler yersizdir. O ancak din ticareti yapanlara özgü bir ayrıcalık sayılmalı. Bu nedenle kutsal kitaplarının kendi dillerinde herkesin anlayabileceği biçimde çevirilerinin yapılmasını isteyen William Tyndale yakılarak öldürülür. Çünkü din insanları kutsal kitabın yalnızca kendi tekellerinde bulunmasını isterler. Herkesin anlayabileceği bir kitap kutsallığını yitirecektir.
Olayları yalnızca bunlarla sınırlamak doğal değil. Ama tüm yaşananlar Huizinga’nın deyimiyle teopatik bir durum. Türkçesiyle, “hastalıklı dindarlık”. Dikkati çeken nokta 21. yüzyılın başlarında yeniden ortaçağı yaşamak için yapılan girişimlerin hız kazanması. Avrupa’nın büyük boyutlu katedrallerine özenerek yapılan camiler her yanda artık. Büyüklükleri övünme nedeni olan dinsel yapılar halkın içinde bulunduğu asıl gerçekliği örtücü bir işlev üstleniyor adeta.
BİLİNÇLİ GERİYE GİDİŞ
Uygulanan ekonomik programlarla halk yoksulluk içine itilirken bir kesim aşırı zenginleşiyor. Ve yine Ortadoğu bataklığında sonu belirsiz savaşlar içine çekiliyor bu toplum. İçine düşürüldüğümüz onca kötü duruma karşın, bile isteye eğitim programlarının dinsel ağırlıklı yapılandırılması bilinçli bir geriye gidişin amaçlandığının göstergesi. Aradaki onca uzun zamana karşın, yaşananların benzerliği şaşırtıcı derecededir. Tarih benzer biçimde sürüyor.
Geçmişteki farklı inanç sistemiyle günümüz Türkiye’sinde yaşananların adları ayrı olsa da gerekçe ve sonuçlar aynı. Toplumsal sömürüyü tanrısal gerekçelerin arkasına gizlemek her yerde aynı galiba.
Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

HAVA DURUMUNUN, KASIRGALARIN BİR SİLAH OLARAK KULLANILMASI

Meteorolojik olayların, kasırgaların bir silah olarak kullanılması konusunu irdeleyen bir makaleden bölümler sunuyorum. İlgilenen arkadaşlar; https://www.globalresearch.ca/does-the-us-military-own-the-weather-weaponizing-the-weather-as-an-instrument-of-modern-warfare/5608728 bağından yazının tamamına erişebilirler. (N.K.)


Kasırgaları Nasıl Yönlendirirsiniz, Evleri Nasıl Sular Altına Alırsınız ve Lityumu Nasıl Çalarsınız. Kuzey Carolina’daki lityum zengini madenler ve hükümeti işgal eden hırsızlar


(How to Steer Hurricanes, Flood Homes, and Steal Lithium The lithium rich mines in North Carolina and the thieves who occupy government)
Greg ReeseGreg Reese
01 Ekim 2024Oct 01, 2024

Onlarca yıldır kasırgaları yaratma, kontrol etme ve yönlendirme teknolojisine sahibiz.
“Project Cirrus is the first Official attempt to modify a hurricane. It was run by General Electric with the support of the US military. The official theory was that by changing the temperature outside the eye-wall of a hurricane, which they did by seeding the clouds with various compounds such as silver iodide, a decrease in strong winds will result.
On October 13, 1947, Project Cirrus targeted a hurricane heading out to sea. Approximately 180 pounds of dry ice was dropped into the clouds. The crew then reported a “pronounced modification of the cloud deck”. And the hurricane abruptly changed direction and made landfall near Savannah, Georgia. The public blamed the government.
Irving Langmuir, who pioneered General Electric’s atmospheric research department, and admired that the project was about learning how to weaponize the weather, also claimed the reversal of the hurricane had been caused by the project, but the government denied it for twelve years.
After a short delay, the project officially continued. And in 1965, Project Stormfury had targeted Hurricane Betsy for seeding. On that day the storm immediately changed direction and made landfall in Southern Florida. Congress blamed it on Project Stormfury but the government claimed that the hurricane changed direction before they ever had a chance to seed it. And after two months of Congressional hearings, the project was allowed to continue.”
~ Reese Report “Weather Weaponization and Hurricane Ian”

1997’de ABD Savunma Bakanı William Cohen, depremler ve volkanlar da dahil olmak üzere havayı kontrol edecek teknolojiye sahip olduğumuzu itiraf etti. ABD hükümeti, ulusal hava durumu servisinin çalışanlarına susturma emri koydu.
Ekim 2012’de Sandy Kasırgası tropikal fırtınaya dönüştükten sonra, mikrodalga görüntüleri Sandy’nin hemen ardından kalın bir kırmızı ışının kategori 1 kasırgaya dönüştüğünü ve açıklanamayan bir şekilde “sola dönüş” yaparak New Jersey’e girdiğini gösteriyor.
Alternatif enerjiye doğru yönelme daha fazla lityum gerektiriyor. Ve ABD Jeoloji Araştırması’na göre, ABD’de 6 milyon tondan fazla tanımlanmış lityum kaynağı var. Bu lityumun çoğunluğu Kuzey Karolina’daki Kings Mountain’da tanımlandı. Kings Mountain’ın dünyanın en büyük kaynaklarından birine sahip olduğuna inanılıyor. Ancak en büyük sorun, insanların orada yaşaması. Ve sessiz kasabalarının lityum madenlerine dönüşmesini istemiyorlar.

“People in Cherryville have been pushing against a proposed lithium mine for the last several years, but everyone we spoke with here said it’s too divisive of an issue to share their opinion on camera. Cherryville is a small, quiet town.”
~ Local news reporter
“I think it’s good that we keep it small.”
~ Anonymous resident
“So quiet, many don’t feel comfortable speaking out against Piedmont Lithium’s proposed mining operation nearby.”
~ Local news reporter
“I think we’re a silent majority. I think a lot of people are afraid to say anything about it because they are bringing a lot to the town as far as money.”
~ Anonymous resident

Geçtiğimiz yıl, Savunma Bakanlığı, ülkenin pil tedarik zinciri için lityumun yerel üretimini artırmak amacıyla Albemarle Corporation ile doksan milyon dolarlık bir anlaşmaya girdi. Özellikle, 2025’ten itibaren Kuzey Carolina, Kings Mountain’dan. Bu, İncil’de anlatılan tufan olayını yaşayan bölgeyle aynı yer.
Federal hükümet yabancı savaşlara ve kaçak göçmenlere milyarlar harcarken, Amerikan halkının sağlığı ve refahıyla ilgilenemiyor. Özellikle de arzu edilen mineral zengini topraklarda yaşayanların.

ENMOD Tekniklerinin Silahlandırılması
Çevresel değişiklik (ENMOD) teknikleri yarım yüzyıldan uzun süredir ABD ordusunun kullanımına sunulmuş olsa da, bu tekniklerin aşırı hava koşullarını tetiklemek için kullanıldığına dair %100 kanıt yoktur.
Batı Avrupa, Kuzey Afrika, Kaliforniya, Hindistan, Pakistan ve Çin’in Yangtze Nehri Vadisi’nde yaşanan yıkıcı orman yangınlarıyla birlikte gelen 2022 Yaz sıcak hava dalgaları, dünya çapında milyonlarca insanın hayatını aynı anda etkileyerek yıkıcı sosyal ve ekonomik sonuçlara yol açtı.
” Yangtze Nehri deltası, tarihi kayıtların başladığı tarihten bu yana hiç bu kadar yüksek sıcaklıklar yaşamamıştı ve bu tür yüksek sıcaklıklara kuraklık eşlik ediyor.”
Ağustos 2022 raporlarına göre , Yangtze’deki günlük hidroelektrik üretimi %51 oranında düştü ve bunun sonucunda nüfusu 30 milyonu aşan Chongqing mega-sanayi bölgesinde üretim askıya alındı.
Mayıs 2022’de Pakistan, Dünya çapında şiddetli kuraklık ve çölleşme yaşayan ilk 23 ülke arasındaydı. Birkaç ay sonra muson döneminde, İndus Nehri Vadisi yaşayanların hafızasındaki en şiddetli sel felaketini yaşadı. Sindh ve Belucistan eyaletlerindeki yağış “normal miktarların en az yedi katıydı “.
“İnsan Yapımı İklim Değişikliği” Pakistan’daki sellerin nedeni olarak gelişigüzel bir şekilde duyuruldu, bu seller “1.508 kişiyi öldürdü, milyonlarca dönüm araziyi sular altında bıraktı ve 33 milyon insanı etkiledi. Yarım milyondan fazla insan evsiz kaldı”

Hava Savaşları
Çevresel Modifikasyon Teknikleri (ENMOD) “hava savaşı” araçlarını oluşturur. ABD askeri cephaneliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. 
“Hava durumu değişikliği, iç ve dış güvenliğin bir parçası haline gelecek ve tek taraflı olarak yapılabilir… Saldırı ve savunma uygulamaları olabilir ve hatta caydırma amaçlı kullanılabilir. Dünya üzerinde yağış, sis ve fırtına üretme veya uzay hava durumunu değiştirme yeteneği… ve yapay hava durumu üretimi, [askeri] teknolojilerin entegre bir setinin bir parçasıdır.”

ABD Ordusu “Hava Durumunun Sahibi” mi?
“Havayı Silahlandırmak” Modern Savaş Aracı mı?

Michel Chossudovski
Küresel Araştırma, Eylül 2017

ABD’li matematikçi John von Neumann, ABD Savunma Bakanlığı ile işbirliği yaparak, 1940’ların sonlarında Soğuk Savaş’ın zirvesindeyken hava durumu modifikasyonu üzerine araştırmalarına başladı ve ‘henüz hayal bile edilemeyen iklim savaşı biçimlerini’ öngördü. Vietnam Savaşı sırasında, muson mevsimini uzatmak ve Ho Chi Minh Yolu boyunca düşman tedarik rotalarını engellemek amacıyla 1967’de Project Popeye kapsamında bulut tohumlama teknikleri kullanıldı.
ABD ordusu, hava desenlerini seçici bir şekilde değiştirmesini sağlayan gelişmiş yetenekler geliştirdi. İlk olarak 1990’larda Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Araştırma Programı (HAARP) kapsamında geliştirilen teknoloji , Stratejik Savunma Girişimi – ‘Yıldız Savaşları’nın bir uzantısıydı. Askeri açıdan bakıldığında, 2014’te resmen kaldırılan HAARP, dış atmosferden çalışan ve dünya çapında tarımsal ve ekolojik sistemleri istikrarsızlaştırma kapasitesine sahip bir kitle imha silahıdır.
Resmen, HAARP programı Alaska’daki konumunda kapatıldı. Hava durumu değişikliği teknolojisi gizlilikle örtülü olsa da, yine de geçerliliğini sürdürüyor. HAARP belgeleri, teknolojinin 1990’ların ortalarından itibaren tamamen işlevsel olduğunu doğruluyor.
(Daha fazla ayrıntı için Michel Chossudovsky’nin 2008’de ilk kez yayınlanan Ecologist dergisinde yayınlanan Weather Warfare başlıklı makalesine bakın . (HAARP projesi hakkında daha önceki araştırmaları özetlemektedir)
ABD ordusunun hava savaşının tamamen işlevsel olduğunu teyit etmesine rağmen, ABD’nin düşmanlarına karşı askeri kullanımına dair belgelenmiş bir kanıt bulunmadığı vurgulanmalıdır . Konu, çevre analistleri arasında tabu niteliğindedir. Hava savaşının operasyonel boyutlarını ortaya çıkarmak için derinlemesine bir araştırma yapılmamıştır.
ENMOD tekniklerinin askeri amaçlı etkileri 1990’ların ortasında CBC TV tarafından belgelendi:
CBC TV haberinde, ABD Hava Kuvvetleri’nin himayesindeki Alaska’daki HAARP tesisinin tayfun, deprem, sel ve kuraklıklara yol açma potansiyeline sahip olduğu belirtiliyordu:
“HAARP konusunda endişe duyanlar sadece komplo teorisyenleri değil. Ocak 1999’da Avrupa Birliği projeyi küresel bir endişe olarak nitelendirdi ve sağlık ve çevresel riskleri hakkında daha fazla bilgi talep eden bir karar aldı. Bu endişelere rağmen, HAARP yetkilileri projenin bir radyo bilimi araştırma tesisinden daha uğursuz bir şey olmadığında ısrar ediyorlar.”
“Elektromanyetik silahlar… yıldırımdaki elektrik akımından yüzlerce kat daha güçlü görünmez bir darbe vurur. Biri düşman füzelerini gökyüzünden fırlatabilir, bir diğeri savaş alanındaki askerleri kör etmek için kullanılabilir, bir diğeri de derilerinin yüzeyini yakarak asi bir kalabalığı kontrol etmek için kullanılabilir. Büyük bir şehrin üzerinde patlatılırsa, bir elektromanyetik silah saniyeler içinde tüm elektronik cihazları yok edebilir. Hepsi yönlendirilmiş enerjiyi kullanarak güçlü bir elektromanyetik darbe yaratır.”
Yönlendirilmiş enerji o kadar güçlü bir teknolojidir ki iyonosferi ısıtarak havayı bir savaş silahına dönüştürmek için kullanılabilir. Bir şehri yok etmek için bir sel veya yaklaşan bir orduyu yok etmek için çölde kasırgalar kullanmayı hayal edin. Ordu, savaş ortamları için bir kavram olarak hava değişikliğine çok fazla zaman harcadı. Bir şehrin üzerinde elektromanyetik bir darbe patlarsa, temelde evinizdeki tüm elektronik şeyler göz kırpıp söner ve kalıcı olarak yok olurlar.” ( CBC, 1996 )

Climate Instability Worldwide: Does the US Military “Own the Weather”? “Weaponizing the Weather” as an Instrument of Modern Warfare?

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DOĞA - ÇEVRE, SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR | Leave a comment

Turhan Çömez Anlattı * Esad Erdoğan’a ‘Suriye’yi Bölecekler Yanımda Ol’ Demiş!

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, DIŞ POLİTİKA, ORTADOĞU ÜLKELERİ, VİDEOLAR | Leave a comment

ORTADOĞUNUN SOYKIRIMCI EMPERYALİST ÜLKESİ İSRAİL


ORTADOĞUNUN SOYKIRIMCI EMPERYALİST ÜLKESİ İSRAİL

İsrail Maliye Bakanı’nın şöyle söyledi:
Amaç, İsrail’in sınırlarını Türkiye’nin yanına kadar genişletmek /
“From the Israeli Finance Minister’s own mouth: The goal is to extend Israel’s borders next to Türkiye.”


By Euronews – 10/10/2024

Smotrich, ‘Yahudi Devleti’nin ‘yavaş yavaş’ büyüyeceğini belirtiyor.

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Eylül ayında Fransız-Alman ortak yapımı Arte TV’de yayınlanan “Israel: Extremists in Power” adlı belgeselde Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat’ın Tekvin bölümünün 15. Bab’ında geçen ‘vadedilmiş topraklar’ anlatısına atıf yaptı.
“Ben bir Yahudi Devleti istiyorum” diyen Smotrich, “Bu çok ama çok karmaşık. Yahudi halkının değerlerine göre işleyen bir devletten bahsediyorum” şeklindeki ifadelerle devam etti.
Smotrich ile mülakat yapan gazeteci, “İsrail Devleti’nin egemenliği denizde başlayıp nehirde sona eriyor. Siz daha fazlasını mı kastediyorsunuz?” sorusu üzerine İsrailli Bakan, “Evet. Adım adım” ifadelerini kullandı.
“İsrail’in gelecekte Kudüs’ten Şam’a kadar genişleyeceği yazılı. Sadece Kudüs’ten Şam’a kadar.”
Jerome Sesquin’in yapımcılığını üstlendiği belgeselde Smotrich’ten, “Vadedilmiş topraklarla ilgili radikal bir vizyonu var ve bu vizyon tüm Filistin’in yanı sıra Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak ve Mısır, Suudi Arabistan’ı da içeriyor” diye bahsediliyor.
“Kesinlikle aşırılıkçı yanlısı bir görüş ama İsrail’in kamusal söyleminde kabul gören bir görüş.”
70 dakika uzunluğundaki belgesel, 24 Ekim Perşembe gününe kadar Arte’nin internet sitesi üzerinden izlenebilecek. Smotrich, Ağustos 2024’te Gazze halkının aç kalmasının “adil ve ahlaki” olabileceğini öne sürmüş, Batı’daki bürokratların tepkisini çekmişti.
Avrupa Birliği (AB), “sivillerin kasıtlı olarak aç bırakılmasının bir savaş suçu olduğunu” belirterek İsrailli bakanın sözlerini eleştirmişti. AB dış politika şefi Josep Borrell, “uluslararası hukuku ve insanlığın temel ilkelerini küçümsediğini bir kez daha gösterdiğini” belirterek, İsrailli bakanın sözlerini “rezilliğin ötesinde” olarak nitelendirmişti.
İngiltere’nin Dışişleri Bakanı David Lammy ise sosyal medya platformu X’te, “Bakan Smotrich’in sözlerinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. İsrail hükümetinin bu sözleri geri çekmesini ve kınamasını bekliyoruz” diye yazmıştı.
Yine Smotrich, Haziran 2024’te bu kez Batı Şeria’daki beş yerleşimi daha imara açmıştı. Bu yerleşimler uluslararası kanunlara göre yasadışı kabul ediliyor.

https://tr.euronews.com/2024/10/10/israil-maliye-bakani-smotrich-yahudi-devletinin-sama-kadar-genislemek-zorunda-oldugu-yazil
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ASİMİLASYON, EMPERYALİZM, FAŞİZM, İSRAİL - SİYONİZM, ORTADOĞU ÜLKELERİ | Leave a comment

AKIL FİKİR YAZILARI * SİYASAL İSLAM, LAİKLİĞE, BİLİME, AKILCILIĞA, ÇAĞDAŞLIĞA KARŞIDIR

SİYASAL İSLAM, LAİKLİĞE, BİLİME,
AKILCILIĞA, ÇAĞDAŞLIĞA KARŞIDIR


AHLAKSIZ DİNDARLIK; İslamofobi ve İslamofaşizm


İslamiyetin bazı yönlerini eleştirirken, diğer bazı bakımlardan onu savunmak, “şirin göstermek” çabası göze çarpmaktadır. Örneğin, “İslam’da zorlama yoktur ve inanç konusu insanların şahsi kararı ile oluşan bir meseledir.” denilmektedir.
Oysa, bütün dinlerde değişik ölçülerde zorlama vardır. Savunmasız küçük çocukların körpe beyinlerine kuran kursları (veya benzeri kuruluşlar) tarafından dinsel hurafelerin, (hayal ürünü) “öbür dünya” ile ilgili korkuların şırınga edilmesi, bir nevi zihinsel tecavüzdür, zorlamadır ve bir ömür boyu sürecek zararlı etkilerini silmek kolay hatta mümkün değildir.
Örneğin, gayet gelişmiş bir ülke olarak bilinen Amerika’da bile insanların tarikatlara, din tacirlerine kendilerini ne denli kaptırmış olduklarını bazı TV yayınlarından, muhtelif haberlerden (adeta dehşete düşerek) izleyebilmekteyim. İnanç yerine, bilimi akılcılığı, teknolojiyi, sanatın sunduğu nimetleri benimseyen ve kendi yaşamında ödünsüz şekilde uygulayan aydınlarımızın sayısı son derece az olduğu için irtica belasından, (AKP gibi) din istismarcısı partilerin boyunduruğundan güzel ülkemizi, ne yazık ki, bir türlü kurtaramıyoruz.
Siyasal islama karşı yıllardan beri sürdürülen başarısız mücadelede laiklik ilkesinin yetersiz kaldığı artık anlaşıldığına göre, daha çok sayıda yurtseveri, aydınlarımızı (ve özellikle de CHP yetkililerini) inançsızlığı benimsemeye, dinsizlikle suçlanmaktan korkmamaya davet ediyorum. Hiç olmazsa “mutlak zihinsel özgürlük” yönünde (birazcık merak ve cesaret sayesinde) başarılı olabildiğim için (müsaadenizle) kendimi kutlamak istiyorum.
Paylaşmayı insani bir görev saydığım bu yazıyı okuyanlar arasından (inançsızlıkla ilgili) davetimi kabullenebilecek kaç kişinin çıkacağını da doğrusu merak etmekteyim.
Kemal Rastgeldi – 20.09.2024
————————————————————————-
Değerli büyüğüm,
Türkiye olarak bildiğimiz ülke, artık o ülke olmaktan çoktan çıktı. Artık yeni bir devlet kuruluyor ve bunun içinde bizim Türkiye’mizin başta kamu kuruluşları olmak üzere, eğitim-öğrenimden hukukun her alanına kadar birer birer yıkılarak yerine kendi kurumları inşa ediliyor. Bu yeni devletin de “islam dini” adı altında yeni bir dini de inşa ediliyor. Bu din, Emevilerin dinidir ve bu Emevi dini, günümüz müslümanlarının en az yüzde 80’inin dört elle sarıldığı dindir.
Bu din anlayışının ayakta durması ve palazlanması için ganimet yapmak ve bu ganimetleri kendi yöneticileri arasında paylaşmaları gerekmektedir (5’li çete); halka ise “sabırlı” olmaları teklif edilmektedir.
Çözüm: Kuran’ı kerimin Türkçe olarak okutulmasını sağlamak (Martin Luther’in incili Almancaya tercüme ettiği gibi) Arapça kuran okuma ve dua etme gibi uygulamaları kamu yönetiminden (örneğin diyanet işlerinden) kaldırmak, cenaze namazlarının Türkçe yapılmasını talep etmek gibi… İslam dini mutlak reforme edilmeli ve yaşanan çağa uygun yorumlanmalı, hadis gibi hurafeler yasaklanmalıdır; başka çözüm yok! Sağlıklı nice uzun ömürler diliyorum. (AYDIN FINDIKÇI)
————————————————————————-
DİNCİLERE BİLİMSEL DAVRANIRSAN, KİBAR DAVRANIRSAN ZAYIFLIK
OLARAK ALGILAR VE KOLAY HEDEF OLDUĞUNU DÜŞÜNÜRLER.
Arabesk “mektepte” gördüm: dinciler; bir şeyi bilimsel olarak anlatırsan, kibar davranırsan, zayıflık olarak algılar ve sana kumpas kurar, saldırır. İşte arabesk “mektebin” dinci hırsız rektör çetesine yazdığım bilimsel raporlarımı, kibar davranmayı zayıflık olarak algıladılar.
Çünkü bu yobaz, yontulmamış vahşi rektör ve çetesi ömürleri boyunca işlerini hep katakulli ile, sahtekarlıkla, dinci faşizmle elde etmişler. Bu yobazlar sürüsü vandalları kampüse doldurup öğretim üyesi, sahte prof yapan laikçi sahte prof rektör çetesi büyük suçlar işlediler, bu namussuz yobaz vandalları kampüse doldurarak.. (Ahmet Baldan)
Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, SİYASAL İSLAM, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

TARİHTEN BİR ANEKTOD * SİZ KİMSİNİZ?

Sosyolog Niyazi Berkes anılarında çok çarpıcı bir anekdota yer verir;

Meşrutiyet döneminde üç Osmanlı aydını araştırma yapmak için Paris’e Bibliyoteque National Kütüphanesi’ne gider. Fransız kütüphane görevlisi girişte doldurmaları için evrak verir. Evrakta nasyonalite (milliyeti) kısmı vardır. Bizim aydınlar bu bilgiyi Müslüman olarak doldururlar. Görevli evrakları inceleyince:
-Bu sizin dininiz, milliyetinizi yazacaksınız, der.
Ve yeniden doldurmaları için bizim aydınlara boş evraklar verir. Bizimkiler kafa kafaya verip ne yazacaklarını tartışır ve bu sefer üçü birden milliyet kısmına Ottoman (Osmanlı) yazar. Fransız memur bu sefer de bizim sözde aydınlarımıza:
-O sizi yöneten ailenin soyadı, der. O sizi yöneten Hanedan, milliyetiniz değil, o siz değilsiniz, diye ekler.
-Ben size yardımcı olayım, diyerek nereden geldiklerini sorar. Bizimkiler İstanbul’dan geldiklerini söyleyince Fransız memur gülerek:
– Ya söylesenize der. Eliyle kütüphanedeki bir grubu göstererek:
-Bakın der, şurada İstanbul’dan gelen Ermeniler var. Farklı bir grubu göstererek:
-Bakın şurada da Rumlar var. Ve sorar:
-Siz Rum musunuz yoksa Ermeni misiniz?
Bizimkiler hafif bozularak:
-Yok biz Türk’üz!
Fransız:
-E tamam işte, der. Siz onu yazın!!
Vaka o ki 20. yy başında Meşrutiyet ile Osmanlı topraklarındaki Balkan milletleri, Anadolu’da ki Ermeni’si Rum’u milli kimlik davası güderken Türk Türklüğünden bihaber, o derece ki Osmanlının aydın kesimi bile kendisini Türk olarak tanıtmaktan aciz, ya Müslümanım ya da Osmanlıyım diyor. Türk tabiri ise öteden beri Avrupalının hem coğrafyamız hem de Anadolu insanı için kullandığı aslında sahipsiz bir tanım. Ta ki Ziya Gökalp kuşağı aydınlarımıza ve tabii ki Atamız Anadolu insanına Türklüğünü benimsetinceye kadar.
Posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, Tarih | Leave a comment

BİR ÜLKENİN EKONOMİSİ NASIL ÇÖKER? * Erdoğan’ın ABD ziyaretinin maliyeti 4 milyon DOLAR..

HALKIN PARASI NASIL ÇARÇUR EDİLİYOR..

Erdoğan’ın ABD ziyaretinin maliyeti 4 milyon DOLAR

Tasarruf tedbirleri diyerek öğretmenlerin odasındaki çay makinelerini kaldıran, garsonların BAHŞİŞLERİNE bile göz koyan, emekliyi açlığa mahküm eden iktidar işte  halkın parasını böyle çarçur ediyor..


– Askeri kargo uçağıyla taşınan makam araçlarının masrafları
– Geceliği 1000 dolar olan otellerde yüzlerce davetli ve görevlinin konaklama maliyeti
– ‘I love Erdoğan’ yazılı onlarca onlarca kamyonun maliyeti (1 tanesinin saatlik ücreti 3500 ) (soru; Who loves Erdoğan?)
– Büyük reklam panolarına verilen “Türkiye’ye yatırım yap” reklamlarının maliyeti (Günlük 60 bin)
– Konya/Antep belediye başkanları ve yakın ekiplerinin bütün masrafları
– Onlarca gereksiz gazetecinin uçak otel ve yemek masrafları
– Erdoğan ve yakın ekibinin kaldığı Süit odalar. (Sadece Erdoğan’ın kaldığı Suit odanın geceliği 25 bin )
– 6 Gün boyunca Türkiye’den giden uçakların Havaalanında bekleme giderleri (son gezide 6 uçak gitmişti)
– Yapılan bütün harcamaların saraya fatura edilmesi, davetlilere verilen hediyeler, devlet görevlilerinin yurt dışı harcırahları derken derken ABD ziyareti 5 milyon dolara kadar yaklaşıyor…

BU PARA KİMİN??

Bu para evladına kıyafet almakta zorlanan, kışı nasıl geçirebileceğini kara kara düşünen, evine et alamayan yoksul halkın parası…
Avrupa’nın en zengin ülkelerinin liderleri bile ABD’ye tarifeli uçakla giderken makam araçlarını kargo uçağıyla taşımakta neyin nesi?
Posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

AKP DEVLETİ NASIL ÇÜRÜTÜYOR? * ALTIN KAÇAKÇILIĞI YAPAN AKP’Lİ SİYASETÇİLER

                    Fatih Metin                                                                                             Yunus Emre Morkoç

Skandal havalimanının VIP bölümünde ortaya çıktı:
Özel kalemin valizinde 60 kilo kaçak külçe altın bulundu!

CUMHURİYET – 09.10.2024

Eski Gümrük ve Ticaret Bakan Yardımcısı Fatih Metin’in özel kalemi Yunus Emre Morkoç’un valizinde, 60 kilo kaçak külçe altın bulunduğu ortaya çıktı. İstanbul Havalimanı’nın VIP bölümünde yapılan arama sonrası açılan soruşturmanın gizlendiği belirtildi.

Eski bakan yardımcısı ve eski AKP milletvekili Fatih Metin’in yanında İstanbul Havalimanı’nın VIP salonunu kullanan eski özel kalem müdürü Yunus Emre Morkoç’un valizlerinde, 60 kilo kaçak altın yakalandığı belirtildi.
Metin hakkında işlem yapılmadı, VIP’yi kullanan Morkoç hakkında soruşturma başlatıldı. Konuyu bugünkü köşesine taşıyan BirGün yazarı Timur Soykan, “aynı yolla altın kaçıran AKP milletvekilleri olduğu” iddiasını da aktardı.
Soykan’ın yazısına göre söz konusu kaçakçılık, CHP Edirne Milletvekili Ediz Ün’ün Kapıkule Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapan çakarlı aracında kaçak elektronik sigara aparatlarının ele geçirildiği 20 Eylül 2024 günü yaşandı.
Ediz Ün tepkiler üzerine istifa ederken, Soykan yazısında “Aynı gün İstanbul Havalimanı VIP salonunda büyük bir kaçakçılık skandalı yaşandı. Ankara bu olayla çalkalanırken skandal büyük bir titizlikle kamuoyundan gizlendi” dedi.

“PİYASA DEĞERİ 174 MİLYON 718 BİN TL”
Buna göre, Dubai’den İstanbul’a gelen uçakta, eski Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Bakan Yardımcısı, eski AKP milletvekili Fatih Metin ve onun refakatinde VIP geçişini kullanan eski özel kalem müdürü Morkoç vardı. “Morkoç’un Dubai’ye giderken yanında olmayan büyük valizi dönüş yolunda dikkat çekiyordu” diyen Soykan, şu bilgileri verdi:
“İstanbul Havalimanı’ndaki gümrük memurları, Yunus Emre Morkoç’un valizinde yaptığı aramada 60 kilo kaçak altın ele geçirdi. Piyasa değeri 174 milyon 718 bin TL olan külçe altınlara el konuldu ve tutanak tutuldu. Gaziosmanpaşa Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı.
Yunus Emre Morkoç, eski Gümrük Bakan Yardımcısı Fatih Metin ile birlikte Dubai’ye gitmiş ve dönüş yapmıştı. Fatih Metin’in mahiyetinde VIP geçişi kullanmıştı. Ancak Fatih Metin hakkında tutanak tutulmadı, işlem yapılmadı.”
FATİH METİN’İN AKP’DEKİ GEÇMİŞİ
Soykan, Fatih Metin’in AKP iktidarında uzun yıllar boyunca çok etkili isim olduğunu, eski AKP Bolu Milletvekili, eski Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Bakan Yardımcısı, eski AKP Merkez Karar Disiplin Kurulu üyesi, eski Ekonomi Bakanlığı Bakan Yardımcısı, 2019 yerel seçimlerinde AKP’nin Bolu Belediye Başkanı adayı, eski Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan Yardımcısı, at yarışlarını ve müşterek bahisleri düzenleyen Yüksek Komiserler Kurulu’nun eski üyesi olduğunu yazdı.
“VIP’DE ARAMA YAPMAK CESARET İSTER, NEDEN ARANDI?”
“Yunus Emre Morkoç’un kaçak altınlarla nasıl yakalandığı konusunda soru işaretleri var” diyen Soykan, şöyle devam etti:
“Havalimanlarındaki VIP salonunu, siyasiler, üst düzey bürokratlar kullanabiliyor. Buradaki dinleme salonları ve uçağa direkt servis aracından faydalanabiliyorlar. Uçuş işlemlerini de görevliler gerçekleştiriyor. Mevzuata göre; güvenlik birimlerinin VIP geçişinde sadece Cumhurbaşkanı ve mahiyetindeki kişileri arama yetkisi yok. Bunun dışındaki herkes VIP bölümünde aranabilir. Ancak fiili durum böyle değil. Bir gümrük memurunun bir bakan, milletvekili ya da üst düzey bürokrat ile refakatindeki kişileri araması cesaret ister. Bu nedenle VIP geçişi kullananlar aranmıyor. Peki, Yunus Emre Morkoç neden arandı?”
“ÜÇ MİLLETVEKİLİ VAR” İDDİASI
Soykan, üç milletvekilinin de aynı şekilde kaçakçılık yapma şüphesiyle ‘mercek altına alındığını’ yazdı:
“Bir iddiaya göre; VIP’deki altın kaçakçılığı istihbarat birimlerinin çalışması sonucu tespit edildi. Bu nedenle gümrük memurları arama yaptı ve kaçak altın yakalandı. İstihbarat birimlerinin Dubai’den Türkiye’ye VIP’yi kullanarak kaçak altın getirildiğine dair tespitler yaptığı, hatta ikisi eski, üçü ise halen TBMM’de olan üç milletvekilinin mercek altına alındığı öne sürülüyor. Cumhur İttifakı’nda yer alan bu milletvekillerinin Dubai’ye çok sık şekilde elleri boş gittikleri ve valizlerle döndükleri iddia ediliyor.”
“SARAY’DAN MÜDAHALE GELDİĞİ İDDİA EDİLİYOR”
“Bu olaydan sonra Ankara ve Saray’dan gümrük müdürlüğü ve savcılığa müdahale geldiği, skandalın gizlenmeye çalışıldığı da iddia ediliyor” diyen Soykan, ulaştığı Fatih Metin’in şu açıklamasını da yayımladı:
“İLGİM, BİLGİM YOK”
“Evet aynı uçakta beraberdik. Benim refakatimde VIP’yi kullandı. Ancak valizinde olanlarla ilgili benim ilgim yok, bilgim yok, alakam yok. Kendisinin bu alışverişi, ticaretiyle ilgili hiçbir bilgim yoktu. Netice itibarıyla benim yanımda çalışan bir arkadaştı. Sorun benim refakatimde olmasından kaynaklı. Tarım Bakan Yardımcısı olduğum dönemde özel kalemim olan bir kişi. Ben 2,5 yıl önce bakan yardımcılığından ayrıldım ve bu kişi ile 2,5 yıldır resmi bağım yok. Benim sigortalı çalışanım değil.”
“ŞU AN HABER YAPMANIZ DOĞRU DEĞİL”
Dubai’ye avukatlık mesleği nedeniyle işlerini yapmak için gittiğini anlatan Fatih Metin, “Bu kişi de kendi işlerini yaptı ve birlikte döndük. Benim onun ticaretiyle ilgili zerre ilgim yok. Zaten ben VIP’den ayrıldıktan sonra olay yaşanmış. Ben bu olayda bir kaçakçılık olduğunu da düşünmüyorum. Altın ticareti izne bağlı. ‘Ben beyan edecektim’ diyor. Kendisine beyan hakkı tanınmadığını iddia ediyor. Büyük ihtimalle takipsizlik verilir. Savcılık bakacak gümrük kanununa göre karar verecek. Yargı süreci ilerlemeden haber yapmanızı doğru bulmuyorum” dedi.
Posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

TİCARET VE NEPOT KADRO BAKANLIĞI

TİCARET VE NEPOT KADRO BAKANLIĞI

AKP döneminin devlete verdiği zararların başında
liyakati ayaklar altına alması geliyor. Ülke ve devlet bu nedenle çöküyor.


2018’de göreve başlayan Ruhsar Pekcan’ın eşi Hasan Pekcan’la birlikte kurdukları şirket aracılığıyla kendi bakanlığına dezenfektan satması makamın itibarını hayli kirleten bir durum olmuştu. Sonraki bakan Mehmet Muş, tez elden ne yapar diye beklendi ama o da zamanının çoğunu tez yazmakla geçirdi.
2023’te Ticaret Bakanlığı’na atanan Prof. Bolat MÜSİAD kökenli. MÜSİAD başkanlığı yaptı ama çok az kurumda çalışmadı desek yeridir. Çalıştığı kurumlar bir A4’ü dolduruyor.

NEPOTİZM LİYAKATSIZ ATAMALAR

Bolat döneminde tıbbi sekreter Aynur Tuncar’ın personel genel müdürlüğü daire başkanlığına atanması haber değeri taşıdı ama etik değer taşımadı. Halen görevde! Bakanlıkta bu tür paraşüt, üç adım atlama, yüksek atlama usulü atamaların münferit olmadığı anlaşılıyor.

Örneğin şeflik sınavında başarılı olamayan 2 yıllık Silifke Taşucu Meslek Yüksek Okulu mezunu Özlem Ceylan’ın özlük hakları bakımından daire başkanının eşiti olan özel kalem müdürlüğüne asaleten atanması…

Medipol Üniversitesi’nde sekreter Emine Hıdır’ın aynı şekilde bakanlık müşavirliğine atanması…

2 yıllık kıdemsiz ticaret uzmanı olan Kutgün Sinan’ın Avrupa’nın önemli merkezlerinden, 10 yıllık kıdem gerektiren Amsterdam’a ticaret ataşesi olarak atanması…

Danışman Sedat Karaoğlu’nun bakanlıkta 5. derecede memurken 2 derece yükseltilerek Budapeşte’ye ticaret müşaviri olarak atanması…

Muş dönemindeki özel kalem müdür yardımcılarından Gonca Köksal Ensari’nin Paris’e ticaret müşaviri, Osman Nuri Gökbulut’un New York’a ticaret ataşesi olarak atanması… Bu makam için derecelerinin yükseltilmesi…

Mustafa İlker Özdem, Mehtap Atakan Özkan, Sanem Yumurtacı gibi meslekte 15-20 yılı doldurup yukarıdaki görevleri asıl hak edenler ise başka yerlerde!

CUMHURİYET – Mustafa Balbay – 09.10.2024 yazısına eklemeler yapıldı.
Posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

MAYIN TEMİZLEME İŞİ NE OLDU ÇOCUKLAR? BOP/ BİP ve MAYINLI ARAZİ TUZAĞI’nın GERÇEK YÜZÜ; ““Paranın dini, milleti, ırkı olmaz”‏

MAYIN TEMİZLEME İŞİ NE OLDU ÇOCUKLAR?
BOP/ BİP ve MAYINLI ARAZİ TUZAĞI’nın GERÇEK YÜZÜ; “Paranın dini, milleti, ırkı olmaz”

Naci Kaptan – 08.10.2024


BÖLÜM I

AKP’li cumhurbaşkanı Erdoğan bir süre önce İsrail’e girmekten bahsetti. Aradan çok zaman geçmeden bu kez de İsrail’in Türkiye’yi hedef alabileceğini söyledi. Kısa zaman aralıklarıyla bir birine zıt açıklamalar  doğal olarak toplumda kafa karıştırıcı etkiler yarattı. Yanı başımızda savaşlar, katliamlar, soykırımlar yapılırken, İsrail Gazze’de Lübnan’da soykırım yaparak sivilleri katlederken böylesi bir ortamda Erdoğan’ın bu açıklamalarının GÜNDEMİ KARARTMAK ve ülkemizin içine düştüğü DERİN EKONOMİK ÇÖKÜNTÜYÜ ve SIĞINMACILAR konularını gözden kaçırmak amaçlı olduğu düşünülse de DIŞ POLİTİKANIN, İÇ SİYASETE karıştırılması İsrail ile olan ilişkilerimizin de gözden geçirilmesine neden oldu.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN ŞÖYLE SÖYLEDİ;

‘Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir.’
Partili cumhurbaşkanı Erdoğan toplumu korkutmak ve konsolide etmek için aynen böyle söyledi!!!
Bazı şeyleri çabuk unutuyoruz… Veya iktidar bizlere balık hafızalı muamelesi yapıyor… Balık hafızalı olduğumuzu zannediyor…Cumhurbaşkanı Meclis açılış konuşmasında İsrail’in Türkiye’ye saldırabileceğini söyledi. Ortadoğu’da sınırların yüzyıl sonra yeniden değiştirilmek istendiğini iddia etti…
Millete korku sardı mı? Millet eyvah yarın İsrail başımıza füze yağdırır diye endişeye kapıldı mı? Hayır… Toplumun dikkati önlenemeyen ve artan pahalılık, çok yüksek enflasyon, işsizlik, derin yoksulluktan ve sayısı 10 milyonu aşan sığınmacılardan kaçırılmaya çalışılıyordu. Hak, hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları yok edilmişti. İşte bu nedenlerle İSRAİL üzerinden “CAMBAZ İPE ÇIKARTILMIŞTI”
Bu nedenle arşiv sandığını açarak güncelledim.

AKP’NİN MAYIN TEMİZLEME PROJESİ “BOP”‘IN PARÇASI MI?

Suriye sınırımızdaki mayınların temizlenme projesinde Genelkurmay devre dışı bırakıldı. Proje savunma bakanlığı yerine maliye bakanlığına verildi. İhalenin biçimi ayrıca projenin İsrail menşeili bir şirkete verilme şüphesi, sınır bölgesinin yabancı devlet destekli şirketlere verilmesi durumunda sınır güvenliğinin zafiyete uğrama olasılığı ortaya çıktı. Bölgede açığa çıkacak olan geniş tarım arazilerinin durumu ve anlaşmada TİGEM’in de İsrail’e verilmesi, yerel halkın sosyo-ekonomik geleceği konuları bu bölgede Türkiye’nin güvenliğini olumsuz etkilemesi gündeme geldi. Ayrıca projenin ihale yöntemi Danıştay tarafından iptal edilmiş olmasına rağmen tasarıda köklü bir değişikliğine gidilmedi.
Güncellendi Naci Kaptan – 08.10.2024

SINIRDAKİ MAYINLARIN TEMİZLENMESİ
GÖÇLER/ SIĞINMACILAR İÇİN KORİDOR MU?

“Türkiye’nin İran sınırındaki 80 bin anti-personel mayın, Avrupa Birliği Kalkınma Programı tarafından temizlenmeye başlanacak. Irak ve Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesinden sonra başta göç olmak üzere başımıza gelenleri düşündükçe bu iş hayra alamet değil.
Türkiye-Suriye sınırındaki 215 milyon metrekarelik alanda yaklaşık 600 bin mayın bulunuyor. Uluslararası firmalar metrekaresini ortalama 1,5 dolara temizliyor. Arazinin tarım alanına dönüşebilmesi için yaklaşık 300 milyon dolar harcamak gerekiyor. İki Kıbrıs adası büyüklüğündeki arazi oldukça verimli. Mayın sebebiyle yaklaşık 50 yıldır ekim yapılmadığı için tarıma çok elverişli. Bu topraklarda üzüm ve pamuk yetiştirilebileceği belirtiliyor. Petrol açısından zengin olduğu düşünülen araziden tarihî eser çıkma ihtimali de var.
Türkiye-İran sınırında Avrupa Birliği (AB)’nin finanse edeceği mayın temizleme faaliyeti, uzmanlarda tedirginlik yarattı. Daha önce Irak ve Suriye sınırındaki mayın temizleme faaliyetlerinin ardından büyük göç dalgaları yaşanmıştı. İran sınırında ise birinci aşamasında 46 bin mayının temizlendiği projenin ardından bugün ikinci aşama başlayacak. Yeni aşamada Mart 2022’ye kadar 80 bin mayın temizlenecek. 4.2 milyon metrekare alanda bulunan anti-personel mayınları temizleme faaliyeti, BM Kalkınma Programı (UNDP) ve Milli Mayın Faaliyet Merkezi (MAFAM) tarafından yürütülecek.
Proje için AB Delegasyon Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer-Landrut ve beraberindeki heyet de Iğdır’a geldi. Ottawa Sözleşmesi kapsamında yürütülen projenin birinci etabında 18 milyon avro harcandığını ve 46 bin anti-personel kara mayının temizlendiğini aktaran Meyer-Landrut, “İkinci aşamada 80 bin kara mayının temizlenmesi hedefleniyor. Projenin toplam tutarı 36 milyon avro.” bilgisini paylaştı.
Avrupa’ya yönelen göç rotasının tam ortasında bulunan Türkiye’de, uzmanlar mayın temizleme faaliyetine karşı endişeli. Küresel güçlerin göçü bir silah olarak kullandığını hatırlatan uzmanlar, bununla ilgili ABD’de yapılan çok sayıda akademik çalışma bulunduğuna dikkat çekiyor. Ottowa Sözleşmesi’ni de sınır problemi olan hemen hemen hiçbir ülkenin imzalamadı. https://www.aydinlik.com.tr/haber/mayin-temizligindeki-gizli-operasyon-259348
 

 BÜYÜK İSRAİL PROJESİ ve MAYINLI ARAZİ TUZAĞI’nın GERÇEK YÜZÜ

BÖLÜM II

1862 yılında “Roma ve Kudüs” adlı eseri ile Siyonist düşüncenin temellerini atan Moses Hess, kitabında “Yahudi Meselesi”nin ancak kutsal toprakların yeniden düzenlenerek, Yahudilerin buraya yerleştirilmesi ile çözülebileceğini, İsrail’in “Vaat edilmiş Topraklar” olarak tanımlanan Nil ve Fırat’ın arasında kalan bölge (Arzı Mev’ud) üzerinde misyonu olduğunu yazmıştır.
1983 yılında Brüksel’de bir basın toplantısı düzenleyen dönemin İsrail Dışişleri Bakanı İzhak Şamir, Türkiye’yi ‘Kürdistan’ı işgal altında tutan devletlerden biri’ olmakla suçladı ve “İşgalci devletler yüzünden Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi bir türlü sonuçlanmıyor” dedi.
1993’te Amerika’da Barzani’nin fotoğrafı altında bir Nevruz kutlaması gerçekleştirildi. Bu kutlamaya katılan özel birisi vardı: Yahudi Lobisinin en güçlü örgütü olan ve Başbakan Erdoğan’a “Cesaret Madalyası” veren AIPAC’in eski direktörü Moris Amatay. O Nevruz kutlamasında Amatay; Siyonistler ile Kürtlerin ilişkisini şu şekilde anlatmıştı: “Ortadoğu Coğrafyasının dinamikleri ele alındığında görülüyor ki; Yahudiler ve Kürtler, Arap olmayan bir millet olarak, Araplar tarafından çevrilmişlerdir.
Ortadoğu’nun yapısına zıt bu iki unsurdan Yahudiler bağımsızdır ama Kürtler değildir. Yahudi toplumu Ortadoğu’da Kürtlerin doğal ittifakçısıdır.” Yahudi yazar Kevin Brook ise; Yahudi Kürtler vasıtasıyla K. Irak topraklarını sahiplenmek amacıyla bu ittifakı bir adım ileri götürüp “Kürtler ile Yahudilerin genetik olarak akraba olduğu” iddiasında dahi bulunmuştur.
İsrail’in Kürtlere sempati beslemesinin, ırksal olarak kardeş olduklarını dahi dile getirmesinin, bağımsız bir devleti hak ettiklerini düşünmesinin sebebi, kendilerinin de çok zor şartlarda bir Yahudi devleti kurmaları olmadığı açıktır. İsrail’in Kürt sevdasının nedeni; Kürt nüfusu kullanarak belli bir takım isteklerini “Maşa” vasıtasıyla elde etmektir.

Gazeteci Turan Yavuz; İsrail gizli servisi MOSSAD’ın Kürtlere 1958’lerden beri destek olduğunu belirtiyor. Bu desteğin nedenini Yavuz şu şekilde dile getirmiş: “Ortadoğu’daki İsrail’in güvenliğini ilgilendiren en önemli alanlardan biri “Su”. Su kaynaklarının üzerinde bir Kürt devletinin kurulması; İsrail’e yönlendireceği yeni bir kart sunacaktır.”
Şimon Perez; Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde tek nedenin petrol olmadığını, belki petrolden çok daha önemli olan şeyin “Su” olduğunu “Yeni Ortadoğu ve Uzun Bir Yol” adlı kitabında açıkça ifade etmiştir. Kitabında Fırat ve Dicle’den “Yaşam dolu sular” diye bahseden Perez; “Ortadoğu’daki suların herkese ait olduğunu ve su için gerekirse savaşılabileceğini” yazmıştır.
Bush hükümetinde Amerika’nın Irak Özel Temsilcisi olan David Satterfield ise, su konusundaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: “İsrail, Ürdün, Batı Şeria ve Gazze sürekli su sıkıntısı içinde. Nüfus artışı ve ileride görülecek ekonomik gelişmeler, bu bölgenin su kaynakları üzerinde daha geniş bir bölüşme baskısı yaratacaktır”
Büyük Ortadoğu Projesi söylendiği gibi bölgeye, demokrasi ve insan hakları götürmek için değil; Ortadoğu’da petrolle beraber su kaynaklarının da Amerika ve İsrail lehine şekillendirilmesini sağlamak için yürürlüğe konmuştur. Gördüğünüz gibi BOP; öyle bir kaç yıllık bir düşüncenin ürünü de değildir.
1975 yılında Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani, Washington’a bir mektup yazmış ve “Kürdistan” ismiyle Amerikanın 51. eyaleti olmak istediklerini belirtmiştir. Bunun için Amerika’nın destek ve himayesine ihtiyaç duyduklarını şayet Amerikan yardımı sağlanırsa, Kerkük’teki petrol merkezlerini ele geçirebilecek kadar güçleneceklerini ve bu petrollerin idaresini Amerikan şirketlerine bırakacaklarını taahhüt etmiştir. Amerika kendisinden “Gelin bizi yönetin” diye yardım isteyen Barzanileri “Sömürge Valisi” olarak kullanmak için İsrail’i görevlendirmiştir. Baba Barzani’nin ilk eşinden olan Ubeydullah Barzani; Saddam’a sığınmış ve babası ile üvey kardeşi Mesut’un İsrail ile işbirliği yaptığını, İsrailli subayların K. Irak’ta Kürtleri eğittiğini, Irak devletine karşı düzenlenen tüm saldırıların İsrail ile birlikte babası tarafından planlandığını anlatmıştır.
2004 yılında ise Lübnan’da yayınlanan Müstakbel Gazetesinde şu haberle karşılaşıyoruz: “Aralık 2003 sonunda, MOSSAD ile Barzani ve Talabani arasında gizli bir komando birliği kurulması konusunda anlaşma sağlandı. KDP (Kürdistan Demokrat Partisi)’den Hüseyin Sancari (Barzani’nin sağ kolu olarak biliniyor) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği)’den Serkut Resul Ali, toplam 60 kişilik bir ekip kurdular. Birliğe Kürt asıllı İsrail Albayı komuta edecek. Bu birliğe Mam Rişe Birliği adı verildi.
Ocak 2004 sonunda birlik bir Amerikan askeri uçağıyla Natanya şehrine intikal ettirildi. Uçuş Kerkük’ten gerçekleştirildi. 45 günlük yoğun bir kurs dönemi geçirdiler. MOSSAD Başkanı Meir Dagan kursiyerlerle bizzat ilgilendi. Kursta, suikast, adam kaçırma, patlayıcı yerleştirme gibi dersler aldılar. Mart 2004 sonunda bölgeye döndüler. 10’ar kişilik gruplar halinde çalışmalara başladılar. Her gurubun başında bir MOSSAD subayı vardı, bu subaylardan 4’ü Kürt asıllı ve Arapça ile Kürtçe’yi çok iyi konuşurlar. Bağdat, Musul, Kerkük, Basra, Necef, Kerbela, Nasıriye ve Ramadi’de karargahları var.”
Görüldüğü gibi bugün oğul Barzani, babasının hayalini Amerika ve İsrail’in desteği ile gerçekleştirmiştir. K. Irak’ta; Anayasalarında Türkiye Cumhuriyeti topraklarını da kapsayan Sevr Anlaşmasının 62. 63. ve 64. maddelerini olduğu gibi barındıran Barzani önderliğinde Kürdistan Federe Devleti kurulmuştur.Yalnız bu Kürtlerin düşündüğü gibi “Bağımsız bir Kürdistan” değildir. Aksine Amerika ve İsrail’e tam bağımlılıktır, petrol ve su konusunda Amerika ve İsrail’e bekçiliktir. Barzaniler; yıllardır hayalini kurdukları “Amerika’nın eyaleti olma, sömürgesi olma” isteğine kavuşmuştur. Amerika ve İsrail ise; K. Irak petrolünün ülkemiz topraklarından Amerika’nın inisiyatifinde dağıtılması hayalini gerçeğe dönüştürmüştür.
Petrol konusunda 1975 yılından bu yana söz konusu üçlü tarafından sürdürülen çalışmalar, binlerce masum insanın katledilmesine neden olmuş ama sonuçta semeresi alınmaya başlanmıştır. Şimdi sıra “Gerekirse savaşırız” diyecek kadar önem verilen “Su” sorununa gelmiştir.
2009’un Mayıs ayında İsrail Büyükelçisi Levi; Şanlıurfa’ya bir ziyarette bulundu ve “Biz küçüklüğümüzden beri nereden geldiğimizi ve tarihimizi biliyoruz. Bu topraklar bizim için önemli” dedi. Söz konusu topraklar; Arzı Mev’ud yani Fırat ve Dicle arasında kalan havzadan ibarettir. Bu toprakların Büyükelçinin dediği gibi Yahudiler için önemi büyüktür ve İsrail denetimine geçmesi gerekmektedir.
 Ne dersiniz mayınlı arazinin temizliği konusunun perde arkasında İsrail’in olması, coğrafi açıdan ele alındığında İsrail lehine “Su sorunu”nun en azından 49 yıllığına çözülmesi anlamına gelmiyor mu?
Gördüğünüz gibi söz konusu bölgede mayınlardan çok daha tehlikeli ve savaş sebebi olabilecek bir tuzak vardır. “Su tuzağı.” Mayınlı arazinin temizleme işi İsrail destekli bir şirkete verilirse Siyonistler; savaşmayı dahi göze alacaklarını en yetkili ağızdan dile getirdikleri “Su”ya ne yazık ki tek bir kurşun bile atmadan sahip olacaklardır.
http://izzy.beskardes.com/2010/08/12/buyuk-israil-projesi-ve-mayinli-arazi-tuzaginin-gercek-yuzu

BÖLÜM III

AKP’lilerde İsrail rahatsızlığı

Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin, temizlenmesi karşılığı İsraillilere verileceğini savunan muhalefete Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Paranın dini, milleti, ırkı olmaz” dedi.
Muhalefet, mayınların temizlenmesine ilişkin yasa tasarısına Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin İsraillilere verileceği gerekçesiyle karşı çıkarken, AKP içinde de İsrail karşıtı sesler yükseliyor.
Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin, temizlenmesi karşılığı İsraillilere verileceğini savunan muhalefete Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Paranın dini, milleti, ırkı olmaz” diyerek yanıt verirken, bazı AKP’liler ihalenin İsrail firmalarına verilmesine karşı çıktı. Yaşanan sıkıntılar ve eleştiriler sonrası tasarının komisyona geri çekilmesi kararlaştırıldı.
AKP Kayseri Milletvekili Sadık Yakut, “İsrail firmasına verilmesine kesinlikle karşı olurum” derken, Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, “Erdoğan İsrail’e böyle bir ihaleyi vermez. Bizim bütün yaşadığımız geçmişteki problemler İsrail parmağı sonucu yaşadığımız şeylerdir” ifadesini kullandı.
Doğan, TBMM’de bu nedenle bazı milletvekillerinin “direniş uyguladıkları”nı da dile getirdi. Şanlıurfa Milletvekili Abdurrahman Müfit Yetkin de, “Böyle yanlış bir uygulama olursa zaten halk bunu kabul etmez. Halk kabul etmediği zaman da yapılamaz” dedi. AKP’li milletvekillerinin mayın temizleme ihalesinin İsrail’e verilip verilmemesiyle ilgili Milliyet’e yaptığı açıklamalar şöyle:

‘Ulusal savunma konusu’

Sadık Yakut (Kayseri): İsrail’e verilecek sözü doğru değil. Sadece temizlikle ilgili yasa olmuş olsa daha iyi olurdu. Ondan sonra da yıllardan beri bu işin kahrını çeken bölge insanı var. Kiminin kolu, kiminin bacağı kopmuş, kimi yakınını kaybetmiş. En doğrusu, bu bölge insanının hakkı. Oradaki toprak çiftçiye mi dağıtılacak, belli bir şey karşılığı çalıştırılıp çiftçiye mi dağıtılacak? Ben, İsrail firmasına verilmesine kesinlikle karşı olurum. Onu da çok net şekilde söyleyeyim. Ulusal bir savunma konusuysa, buna hep birlikte karşı oluruz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı şimdiye kadar niye temizlemedi? Bunu da tartışalım. Ben yapılamadığına inanamıyorum.
Abdurrahman Müfit Yetkin (Şanlıurfa):
Kanun çıktıktan ihale sürecinde birçok şey ortaya çıkar. Eğer ihalede de dediğiniz gibi herhangi bir firma (İsrail firması) olursa, böyle yanlış bir uygulama olursa, zaten halk bunu kabul etmez. Halk da kabul etmediği zaman yapılamaz, böyle bir şey mümkün değil yani. İsrail gelip nasıl alacak orayı? İsrail’in gelip Harran Ovası’nda kilometrelerce uzunlukta bir arazide bütün İsraillileri dikip tarım yapacağına mı inanıyorsunuz? Böyle şey olabilir mi, mümkün mü? (MİLLİYET – ABDULLAH KARAKUŞ – 29.05.2009 )

BÖLGE 49 YIL İSRAİL’İN OLACAK

İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy, mayınlı arazi tartışmaları yaşanırken, geçtiğimiz hafta Şanlıurfa’yı ziyaret etmiş ve şu dikkat çeken cümleyi sarf etmiştir: “Her Yahudi için atalarımızın dedelerimizin geldiği bu topraklara gelmek çok önemli”.
Hükümet, Suriye sınırımızdaki mayınların temizlenmesi için özel bir yasayı TBMM’den geçirmeye uğraşıyor. Tasarıya göre hükümet mayın temizleme işini 5 yılda bitirmesi şartıyla İsrailli bir şirkete vermeyi planlıyor. Üstelik İsrailli şirket 44 yıllığına bölgenin işletim hakkına da sahip olacak. Yani, bölge 49 yıllığına bu İsrailli şirkete devredilecek!
TBMM’de CHP ve MHP’nin tepki gösterdiği, Genelkurmay’ın taraf olmadığını açıkladığı bu girişime ise Türkiye’nin hemen tüm önemli kesimleri; en başta da bölge halkı karşı çıkıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ise karşı çıkanları faşistlikle suçluyor.
Tayyip Erdoğan, iktidarının ilk dönemine, Yahudi örgütünden “cesaret ödülü” alarak başladı. 5 yıl boyunca da aldığı bu ödülün hakkını verdi. Seçim dönemi boyunca Türk milletine “anti-İsrailci” bir görüntü seyrettiren Başbakan, mayınlı arazi konusuyla birlikte yeniden asli rolüne döndü.
Tasarının yasalaşması ve ihalenin İsrail’e verilmesi halinde esas olarak Suriye ile ilişkilerimizin bozulması ile su-gıda-petrol ve mülk temelli sorunlarla karşı karşıya kalacağız.
Öncelikle tasarı yasalaştığı taktirde, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri önemli oranda bozulacaktır. Mayınlı arazinin İsrail’e verilmesiyle, Suriye güneyden sonra kuzeyden de su kıskacına alınmış olacaktır. Suriye’nin Gola Tepeleri, büyük oranda su kaynağı da olduğu için zaten İsrail tarafından işgal altında tutulmaktadır. Bir de kuzeyden, önemli bir su bölgesinin 49 yıllığına İsrail’de olması, Suriye’yi zor durumda bırakacaktır!
Manavgat suyunu pahalı olduğu gerekçesiyle son anda almaktan vazgeçen İsrail, bedava suya kavuşacaktır!
Diğer yandan bölge, İsrail’in dinsel ve ideolojik olarak elinde bulundurmak istediği bir yerdir. İsrail bu amaçla uzun bir süredir bölge üzerinde politikalar üretmektedir. AKP’li belediye döneminde hayata geçirilen Yahudi Urfa Projesi unutulmamalıdır!
Ayrıca 2004 tarihli ilerleme raporunda yer alan, AB’nin GAP sularının ileri bir tarihte “uluslararası bir su yönetim idaresine” devredilmesi hedefi asla unutulmamalıdır!
Meselenin gıda boyutu da çok önemlidir. ABD’nin dayattığı tarım politikaları neticesinde kendine yol bulan İsrail’in, ülkemizi mahkum ettiği “ikinci üretimi olmayan genleriyle oynanmış tohum” sıkıntısını daha da yaşatacağı aşikardır.
Ayrıca meselenin bir de petrol boyutu vardır. Bölgede Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığı’ nın (TPAO) açtığı kuyuların 10’undan günde iki bin varil petrol üretilmeye başlanmıştır. Aynı bölgenin karşısında, yani Suriye tarafında ise 560 civarındaki kuyudan günde 450 bin ile 500 bin varil arasında petrol çıkarılmaktadır. TBMM’deki tutanaklara yansıyan bilgilere göre, TPAO yetkilileri yeni açılacak 12 kuyudan yaklaşık 2500 varil petrol daha çıkarılabileceğini belirtmektedirler. https://www.odatv.com/siyaset/nato-mayinladi-israil-yerlesecek-5462

BÖLÜM IV

“MAYIN TEMİZLEME İŞİ NE OLDU ÇOCUKLAR “

Başbakan Erdoğan mayından arındırılacak olan bu bölgeyi yap-işlet-devret modeliyle İsrail’e vermeye çalışmıştır. Bir önceki ihale sürecini istediği gibi yürütemeyen AKP iktidarı yeni ihale sürecinde de yine bu işi İsrail’e ihale etmeye çabalayacaktır !!! Hadi ordan sen de  “VAN MİNİT ” diyen Başbakan Erdoğan İsrail’e posta koyuyor deseniz de bunun bir show olduğunu hepimiz biliyoruz !!!
Yine hepimizin bildiği gibi Başbakan Erdoğan ABD’deki güçlü yahudi lobilerinden 2 cesaret ve üstün hizmet madalyası olan tek yabancıdır. Recep Tayyip’in Erdoğan’a Başbakanlığı giden yolda İstanbul’da yaşayan Musevi kanaat önderleri büyük destek vermişlerdir..
Ayrıca bu bölge İsrail için hem stratejik olarak hem de bölgeye sınırdaş olan ve İsrail için çok önemli olan TİGEM’in burada bulunuyor olması ,bölgede petrol kaynaklarının olması bu toprakları çok değerli kılmaktadır. Bu nedenle hem yanıt olması hem de bu konu kapanmadığından bilgi tazelemesi olması için bir yazı dizisi hazırladım.
Bir önceki ihale sürecinde mayın temizliği konusunda yetkin olan ve ihaleye katılan 5 firmadan üçünün İsrail menşeli olması ve mayından temizlenen bölgenin bedelsiz olarak temizliği yapacak olan firmaya toprakların 44 veya 49 yıllığına verilmesi düşüncesi toplumda büyük tepkiye neden oldu.
Burada bir konu çok önemlidir ;
AKP bu bölgeyi neden yap-işlet-devret modeliyle temizletmeye çalışıyor. Bu konuda uzman olan NAMSA dışında yetkin olan firmaların çoğu İsrail kökenli veya İsrail ortaklığı olan firmalardır. Daha doğrusu bu ihaleye ilgi gösteren yabancı firmalar İsrail Firmalarıdır. Türkiye  böylesi bir ihale açınca, ihale/hizmet sonunda bu bölgeyi kullanacak olan firmalar ve ait olduğu ülkeler doğal olarak bundan fayda sağlamak yoluna gideceklerdir.
Burada temel eleştiri noktamız İsrail Hükümeti ve İsrail menşeli firmalar değil. Kendi Ulusal çıkarlarını pazara çıkartmış olan AKP iktidarıdır.

Önce bu mayınlı alanın tarihçesini inceleyelim ;

Son günlerde siyasiler ve kamuoyu tarafından sert tartışmalara konu olan Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlar, 53 sene önce gömülmüştü. Son günlerin en çok konuşulan konusu Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin geçmişi 1950 yılına dayanıyor. İnsanların sakat kaldığı, ölümlerin yaşandığı yerler haline de gelen 216 kilometrekarelik mayınlı arazi 50 yılı aşkın süredir tarıma kapanmış durumda.

MAYINLAR NASIL DÖŞENDİ?

1950`li yıllarda Mardin`de sınır kaçakçılığı sırasında kaçakçılar ve gümrük muhafızları arasında çıkan silahlı çatışmada iki gümrük muhafız memurunun ölmesi üzerine dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Mardin Kaymakamı Kamuran Çuhruk`u Ankara`ya çağırır ve bölgede bu tür olayların tekrar yaşanmaması için Suriye sınırının baştanbaşa mayınlanmasını ister. Bu direktif doğrultusunda 1956 yılında Suriye sınırı tamamen mayınlandı. Mayınlı tarlalar dışında da 5 ila 10 km arasında değişen daimi emniyet bölgeleri de verimli araziler olmasına rağmen bomboş duruyor.
Resmi rakamlara göre, 1993-2003 arasında, 299 asker ve 289 sivil mayın patlaması sebebiyle hayatını kaybetti, 1524 asker ve 739 sivil de aynı sebeple yaralandı. İnsan Hakları Derneği`nin verilerine göre ise 1990-2002 yılları arasında 512 mayın patlaması olayında 838 kişi hayatını kaybetti, 937 kişi de yaralandı. Yaralananların 214`ü maalesef çocuk.

MAYINLAR, 1975 VE 1996`DA MECLİS`E KONU OLDU

Bugün dünyada 64 ülkede 100 milyonu aşkın kara mayını bulunuyor. Türkiye`deki sayının 935 bin olduğu belirtilmekte. Türkiye`nin 2 bin kilometrelik sınırında 3,5 milyon dönümlük arazi mayınla kaplı. Mayınlı arazilerin büyük çoğunluğu ise 600 kilometrelik alanla Suriye sınırında yer alıyor. Suriye sınırındaki mayınlı sahanın temizlenmesi için, 1975`te ve 1996`da iki defa Meclis araştırma komisyonları kuruldu ve her iki komisyonun düzenledikleri raporlarda bu sahaların mayınlardan temizlenerek tarıma açılması önerildi.

AK Parti iktidarının ilk yılları.

1999 yılında uluslararası bir anlaşma (Ottawa) ile oluşturulmuş Sınırlardaki mayınların temizlenmesi projesine Türkiye de 2003 yılında imzasını attı ve 2004 yılında yürürlüğe koydu.
Türkiye bu anlaşma kapsamında 2010 yılında sınırındaki mayınları temizleme kararı aldı. 900 kilometrelik bir alanda mayınlar temizlenecekti. Mayın temizleme işini ise, mayınlı bölgenin 49 yıllığına temizleme işini yapacak olan bir İsrail firmasına verilmesinin başbakan Erdoğan tarafından planlandığının belirtileri ortaya çıkmıştı.
Ülkede kıyamet koptu. Kıyameti pek takan olmazdı da AYM ihaleyi iptal etti. Ve henüz daha AYM kararlarına uyulduğu bir dönemdi. İş TSK’ya kaldı. Türkiye Suriye sınırındaki mayınlar temizlendi.
Sonrası malum. 1 yıl sonra Suriye karıştı, karıştırıldı. 10 milyona yakın Suriyeli mayınları temizlenmiş sınırdan geçerek Türkiye’ye geldi. Şimdi onlarla iç içe yaşıyoruz. Ve bir yandan da dua ediyoruz ki, Rusya destekli Esad kendi ülkesi sınırları dahilindeki İdlib’e girmesin ki bir 4 milyon kaçak göçmenimiz ve 30-40 bin yeni teröristimiz olmasın diye.” https://platform24.org/basin-tarihi-mayin/

BÖLÜM V

Mayından temizlenecek araziler

Şırnak: 16.580 dekar
Mardin: 49.482 dekar
Urfa: 57.125 dekar
Antep: 15.929 dekar
Kilis: 11.682 dekar
Hatay: 34.616 dekar
Toplam: 185.414 dekar

Yabancı mayın temizleme şirketleri

Armtrac Ltd.- Bectec Int. Ltd (İngiltere)
Red Wings (İsrail)
Geomines SAS (Fransa)
Maavarim Ltd + Civil Eng. Co (İsrail)
Aardvark Mine Clear Ltd. (İngiltere)
Doging (Hırvatistan) + RYBO (Ukrayna)
Specialist Gurka Inc. (İngiltere)
Mine-Teck International (İngiltere)
Quadro Ltd (İsrail)
Scandinauian Demining Group + Ukrabarone Exp (Ukrayna)
Damacon Com (Danimarka)
Reinmetal (Almanya) + IEOD (İsrail) + Rumital (Hırvatistan)
UXP (ABD)
Ukrabaron (İskandinav)
Emercom (Rusya)
Northrop Gruman + Ronco (ABD)
Dr. Kohler (Almanya)
Mechem (Güney Afrika)
Demira (Almanya)
Countermine Eng. (İsveç)
Pearson Engineering (İngiltere)
Way Industry (Slovakya)
Dok-İng D.O.O. (Hırvatistan)
Gurko (İngiltere)
Scanjack (İsveç)
FSD (İsveç)
Armour Group (ABD)
FFG Group
Koch (Almanya)
MTOT (İsrail)
Uniexpon (Rusya)

Yerli mayın temizleme şirketleri

*İçtaş A.Ş.
*Saha Mühendislik
*Pazar Organizasyon
*Armada
*Altay
*MNG
*Peta Mühendislik
*Delta
*Güriş
*İnta
*Mön İnşaat
*Tis İletişim
*Tepe
*İnta Savunma Sanayi
*Ortadoğu A.Ş.
*Nurol
*Veziroğlu
*Tetiko
*BM havacılık
*Makyal
*Ceylan İnşaat
*Zorlu
*Onur Mühendislik
*Makyol-Çebi
*Mesan-ABC
*Teta Mühendislik
*Mesan-Valon
*Eskan İnşaat
*Ume Limited
*Yüksel İnşaat
*Sarsılmaz (2006’dai ihaleye katılmıştı)
*Dünya Prestij Limited
*Mertsan
*Gate

RAKAMLARLA MAYINLI BÖLGE

¥ Türkiye- Suriye sınırında yer alan ve mayınları temizlenecek arazinin yüzölçüm büyüklüğü 216 kilometrekare.
¥ Türkiye`nin Suriye sınırının toplam uzunluğu 900 kilometre. Mayınlı bölgenin uzunluğu 510 kilometre, eni ise ortalama 350 metre.
¥ Mayınlı bölgenin 189 bin dekarı Hazine`ye, 12 bin 979 dekarı şahıs mülkiyeti, 7 bin 96 dekarı TİGEM`e ve 5 bin 646 dekarı da Devlet Demiryolları`na ait.
¥ Mayınlar temizlendikten sonra Türkiye ile Suriye sınırı dikenli tel ve elektronik koruma ile muhafaza edilecek. İki ülkenin çektiği tel örgülerinin arası yaklaşık 50 metre uzunluğunda olacak.
¥ Geride kalan 300 metrelik enli bölüm kullanıma açılacak

`Mayından temizlenmesi gereken alan Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerinin büyük kısmı Suriye, bir kısmı Irak ile olan sınır bölgesini kapsamakta olup, 216 bin dekardır.
Ancak bu alanın gerçekte 178 bin 500 dekar olduğu, aradaki farkın mayınlı olmayan diğer arazilerin varlığından kaynaklandığı ayrıca ifade edilmiştir.
Sözü geçen bölge Türkiye`nin güvenliği açısından en riskli, en kritik bölgesidir. Bu bölgede yerli ya da yabancı özel şirketlerin 44 yıl o toprakları kullanması, Türkiye`nin güvenliği açısından ciddi sakıncalar yaratabilecektir` demekte…

Milli Savunma Bakanı`nın ise kendi parti grubuna şu açıklamayı yaptığı belirtilmekte:
`1992`de sınırın mayınlı arazilerden temizlenmesi kararı verildi. Bu görev o dönemde Genelkurmay`a verildi. Ancak herhangi bir sonuç alınamadı. 57. hükümet döneminde konu tekrar gündeme geldi. Genelkurmay 25 milyon dolar maliyet çıkardı. Ekonomik kriz gerekçesiyle bu maliyet bütçeye konulamadı. AK Parti`nin işbaşına geldiği 2003`te konu tekrar gündeme alındı. Talep edilen miktar bütçeye konuldu. Ancak mayın çıkarma araçlarındaki fiyatın yüksekliği yüzünden MSB kendisine verilmiş olan tahsisatla bu işin maliyetinin de yükselmesinden dolayı Maliye Bakanlığı`na olumsuz cevap verildi ve bütçedeki rakam iade edildi.

Bakan, durumu şöyle izah ediyor:

`Genelkurmay bu işi yaparken, elle temizlik yapıyordu. 2014 yılına kadar temizlenmesi gerekiyor. Ancak elle temizlik çok daha uzun yıllar alacak diye Genelkurmay, bu işi makineyle yapmak istedi. Bu işi yapmak için üç ayrı makinenin aynı anda çalışması gerekiyor. Makineler 5 milyon dolardı. Genelkurmay da, bu makinelerden üç takım alırsak 2014`e kadar temizliği yaparız diye düşündü. Piyasa araştırması yapıldı. Biz talip olunca makinelerin takımının fiyatını 15 milyon dolara çıkardılar. MSB’nin buna bütçesi yetmedi. Dolayısıyla Genelkurmay o zaman, `Maliye Bakanlığı`na devredelim` dedi.`

TSK, `Mayın Merkezi` istedi

Muhalefetin ve AKP`li bazı milletvekillerinin ciddi direnişi sonucu Meclis`te görüşülmesi yarına ertelenen `mayın krizi` ile ilgili, 2004 ve 2005`te TSK iki rapor hazırlamış.

BÖLÜM VI

Özgür Ekşi`nin haberi

“Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ`un imzasını taşıyan raporlarda, bir Milli Mayın Merkezi kurulması öneriliyor. Raporlarda, `hizmet alımı` ile arazinin hızla, ancak `pahalıya` temizlenebileceği belirtiliyor ve `İstihbarat, işi yapacak firmaların güvenilirliğiyle ilgili çalışma yapsın` deniyor.
Hürriyet, Genelkurmay`ın 25 Mayıs 2004 ve 14 Nisan 2005 tarihlerinde hazırladığı iki ayrı mayın raporunu yayınladı.. O dönemde Genelkurmay İkinci Başkanlığı görevini yürüten Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ`un imzasını taşıyan raporlar, Milli Savunma Bakanlığı`na (MSB) ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı`na yazıldı. Genelkurmay`ın MSB`ye yolladığı `Suriye Sınırı Mayın Temizliği` konulu iki sayfalık rapordan satırbaşları şöyle:
44,7 milyon dolar talep ettik: `Suriye sınırında döşeli bulunan mayınların temizlenmesi projesi kapsamında ihtiyaç duyulan modern mekanik mayın temizleme teçhizatı ve Sınır Fiziki Güvenlik Sistemi(SFGS) takviyesi için Başbakanlık`tan 44,7 milyon ABD doları talep edilmiştir. Bunun 35 milyon ABD doları teçhizat-bakım idame personel giderleri 9,7 milyon doları SFGS içindir.
17 milyon dolar ödendi: Talep edilen kaynağın ilk dilimi olarak 17 milyon dolar kaynak tahsis edildi. Mardin Nusaybin`de yapılan test sonucunda yeni teçhizat alımı MSB`den talep edilmiştir. Bir an önce temizleme faaliyetine başlamak üzere Başbakanlık 3,6 milyon ABD doları ilave kaynak tahsis etti. Kadrosu onaylanan mayın temizleme bölüğünün atamaları yapıldı.
TSK başka yeri temizlesin: Arazi belirli alanlara bölünerek hizmet alımı şeklinde temizlenebilir ancak maliyet yüksek olur. Öte yandan temizlik hızla tamamlanabilir. TSK`nın diğer bölgelerdeki mayın temizleme çalışmalarına yönelebileceği ve Ottawa Sözleşmesi gereği mayın temizleme çalışmalarını zamanında tamamlayabileceği görüldü.
Maliyet yüksek, hizmet alınsın: Modern mekanik mayın temizleme teçhizatı ile ilgili çalışmalar sonucunda fiyat, eğitim, kullanım, bakım, onarım ve işletme konusunda problem yaşanacağı ve karşılanmasında zorluklar yaşanacağı görüldü. Mayın temizleme faaliyetlerinde hizmet alımı yöntemimin bir alternatif olarak değerlendirilmesi uygun bulundu.`

İkinci rapordan: 615 bin mayın var

Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ`un, 14 Nisan 2005`te Kara Kuvvetleri Komutanlığı`na gönderdiği `Suriye sınırı mayın temizleme projesi` konulu dört sayfalık raporda ise, sınırda 615 bin 149 adet mayının bulunduğu kaydedildi. Genelkurmay içindeki koordinasyonun nasıl olacağının da açıklandığı raporla, Kara Kuvvetleri ile İstihbarat ve Harekát Daireleri`nin nasıl çalışacağı da anlatıldı. Bu rapordan satırbaşları da, özetle şöyle:
Milli Mayın Merkezi onayı: `Mayın temizleme faaliyetinin `Başbakanlığın kontrolünde ve Başbakanlık bünyesinde teşkil edilecek bir Üst Kurul vasıtasıyla gerçekleştirilmesi` harekát tarzının onayı alınmıştır.
İstihbarat güvenilirliğe baksın: Bölgenin hassasiyeti nedeniyle mayınlı alanları temizleme, kontrol ve bu alanlarda tarım için faaliyet gösterecek firmaların güvenirliliği ile ilgili çalışmaların yapılsın.
Harekát dairesinin işi çok: Harekát Dairesi 1. ve 2. derece kara askeri yasak bölge ve karakol emniyet sınırı ile hudut emniyet yollarının tespitini Kara Kuvvetleri Komutanlığı ile koordineli olarak yürütecek. Kara Askeri yasak bölge sınırlarının daraltılması görevini tamamlayacak. SFGS`nin Nusaybin-Akdeniz arasında kalan ahdi sınır hattında bütün unsurları ile tesis edilebilmesi için Dışişleri Bakanlığı ile koordine edilerek sınırın yeniden işaretleme çalışmalarını başlatacak. SFGS`nin AB müktesebatına uyma ihtiyacı var ise SFGS`nin AB standartlarına göre nasıl olması gerektiğini belirleyecek”
Naci Kaptan – 18.02.2010 / Güncellendi 08.10.2024
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Bölücü KÜRTÇÜLÜK, BOP, DIŞ POLİTİKA, EMPERYALİZM, İSRAİL - SİYONİZM, ORTADOĞU ÜLKELERİ | Leave a comment