Sözde Ermeni soykırımı *** Emekli diplomattan BAŞBAKAN DAVUTOĞLU ve PAPA’YA MEKTUP *** Dear Mr Pope …

 

Emekli diplomat sayın Ülkü Başsoy’un SÖZDE Ermeni soykırımı hakkında Başbakan Davutoğlu ve  Papa’ya yazdığı 2 mektubu paylaşıyorum . Sözde soykırımın 100. yılına hazırlanan Ermeni diyasporası sürekli olarak propaganda çalışmaları yaparken AKP iktidarı 2014 ve 2015 yılının ilk çeyreğini PKK ile anlaşmak ve Başkanlık tartışmaları hakkında gündem yaratarak tüm enerjisini iktidarını perçinlemeye ve PKK’nın isteklerini karşılamaya ayırdı. Perşembenin gelişi belli idi . Devlet tarafından Ermeni tezlerine karşı hiç bir karşı tez üretilmedi , hiç bir çalışma yapılmadı . Bu nedenle SÖZDE SOYKIRIMIN 100. yılında Papa’dan başlamak üzere AP’da da Türkiye aleyhine kararlar çıkmaya başladı. Bunun ardı da gelecektir. AKP’nin dış politikası ile Türkiye tüm Dünyada itibar kaybetmiş olup sürekli olarak dışlanmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a  ağır söylemler dış basında yer almaktadır. 

Ülkemizde sadece birkaç aydın Ermeni meselesi konusunda kişisel çalışmalar yaparak kitaplar yazarak tezlerimizin haklılığı konusunu Dünyaya duyurmaya çalışıyor. Bu çalışmaları yapan aydınlar ise ne yazık ki iktidar tarafından Devlet adına desteklenmiyor. Hatta ayırımcılığa ve hatta cezalandırmaya uğruyor.

Araştırmacı Mehmet Perinçek ve babası Doğu Perinçek hapse atılıyor. Mehmet Perinçek’e söyleşi imkanları verilmiyor, salon tahsis edilmiyor. Doğu ve Mehmet Perinçek’in Ermeni sorunu konusunda Yurtdışında yapacağı çalışmalara , mahkemelere gidişlerine son ana kadar Yurtdışına çıkış yasağı konuyor.

Aşağıda emekli diplomat sayın Ülkü Başsoy’un Ermeni sorunu konusunda Başbakan Davutoğlu’na ve Papa’ya yazdığı 2 mektubu sunuyorum. Değerli okur Davutoğlu’nun müslüman olmayan azınlık temsilcileriyle yaptığı söylenen gizli görüşmede Ermeni sorunu konusuna NASIL YAKLAŞTIĞINI dikkatle okuyunuz . Böylesi yöneticilerle biz daha çok  ZAN ALTINDA kalır ve Dünya’dan dışlanır , haklılığımızı kanıtlayamayız. Kamuoyu neler olduğundan da haberli olmaz !!!

Ermeni sorunu konusunda çaba gösteren Talatpaşa Komitesini , sayın Doğu ve Mehmet Perinçek’i , Ermeni sorunu konusunda değerli araştırmalar yapan , kitaplar yazan  sayın Şükrü Server Aya’yı , Uluç Gürkan’ı  ve adlarını bilemediğim duyarlı aydınları  saygıyla selamlarım.

 Naci Kaptan / 19 Nisan 2015

Ülkü Bassoy bassoy@gmail.com
Date: 2015-02-28 0:36 GMT+01:00
Subject: Sn A. Davutoğlu-Başbakan

Sn Ahmet Davutoğlu
Başbakan

İki Hafta önceki gazete haberlerinden ülkemizde yaşayan müslüman olmayan azınlık temsilcileriyle, bir bölümü basın mensuplarına kapalı, 4 saat süren bir toplantı düzenlediğiniz ve orada:

-“Çanakkale anmalarına fazla bir anlam yüklemeyin”,

-“dışardaki irtibatlar yüzünden kimse suçluluk psikolojisine girmesin,

-Ermeni diasporası düşman diaspora değil, bizim diasporamız  Yunanistan’daki de Fransa’daki de bizim diasporamız, bu topraklardan gitttiler, orada değil burada olmaları gerekirdi, yurtdışına gittiğimde onlarla  “buradaki insanlar gibi” görüşüyorum; Onları topraklarını ziyarete davet ediyorum” dediğiniz;

Strazburg’daki Perinçek Davası için  de;

-” biz düşüncelerin özgürleşmesini istiyoruz, Örneğin bir Ermeni Türkiye’ye gelip  ‘soykırım oldu’ diyebilmeli, bir başka kişi de  dünyanın herhangi bir yerinde ‘ soykırım olmadı’ diyebilmeli”,

-“…yoksa Perinçek bildiğiniz gibi bizim yanyana olabileceğimiz biri değil. Biz meseleye düşünce özgürlüğü açısından bakıyoruz.

içeriğinde söylemlerde bulunduğunuz haberini okudum.  Öncelikle şunu belirtmek isterim: Tümü vatandaşımız olan bu azınlık temsilcileriyle yaptığınız toplantının bir bölümünü niçin basına kapalı-gizli- yapmayı uygun gördünüz: Halkımızdan, bizden saklanacak birşey mi var? Toplantıda, ulusumuz, halkımız adına neler söylediniz, onlar ne dedi? Bunları bilmek bizim hakkımız değil mi? Demokraside gizli-kapaklı işler olur mu?

Bu yazıyı kaleme almadan önce, en son bu gece (27 Şubat) Başbakanlık internet sitesindeki Basın Merkezi sayfasına girerek anılan  toplantı hakkında bilgi olup olmadığına, bir basın açıklaması yapılıp yapılmadığına, bir haber olup olmadığına baktım. Birşey görmedim: Bu nedenle size atfedilen yukardaki söylemlerin doğruluk derecesini bilmemiz şu an olanaklı değil.

Oysa böylesine önemli ve Ermeni devleti ve diasporasının, Ermeni Kilisesi’nin etkisindeki Vatikan ve Dünya Kiliseler Birliği’ne bağlı tüm dinsel kuruluşlar ve bunların yan örgütlerinin desteğinde Osmanlı İmparatorluğu’na, Müslümanlara, Türkiye Cumhuriyeti’ne, dedelerimize ve bu ülkenin Müslümanları’na, Türkleri’ne, elli yıldır, silahlı terör (tertemiz ve değerli diplomatlarımızın şehit edilmeleri; Paris, Esenboğa hava alanları baskınları vb cinayeteri) dahil her türlü kötülüğü de çağrıştırabilen bu duyarlı toplantı hakkında Başbakanlığın kamuoyumuzu -bizleri- hemen bilgilendirmesi gerekmez miydi?

Böyle bir bilgilendirme olmadığı için, yukarda italik harflerle sıraladıklarımı, konuyla ilgili olarak bir açıklama yapılıncaya değin, tarafınızdan söylenmiş sayıyor, bunlarla ilgili kimi düşüncelerimi açıklayarak  bu önemli konuda size, bu iletiyi siz okumayacasanız danışmanlarımıza, kimi anımsatmalarda bulunmayı bir Türk vatandaşının hak ve görevi biliyorum:

Bildiğiniz gibi uluslararası hukukta ve diplomaside, “simetrik tepkiyi” öngören  “karşılıklılık” ilkesi Viyana Sözleşmelerinde de yer alan evrensel bir ilkedir. Ancak, ” simetrik tepki, “misilleme” değildir. Bir başka deyimle  “mukabele-i bilmisl” değildir.

Uluslararası ilişkilerde simetrik tepkiyi gösteremeyen; gerektiğinde de misilleme, ya da “misliyle misilleme”yi göze alamayan; bunun yerine yatıştırma, sürekli ödün verme kolaycılık ve aldırmazlığına düşen  ülkeler, öncelikle güçüz, bilisiz-bilinçsiz, yaşam özgürlüğünu savunamayan, kendine güvensiz ülkelerden sayılırlar, saygınlıklarını, hatta uzunca dönemde varlıklarını yitirirler.
Şimdi siz, eminim, ancak Sovyet Bloku’nun dağılmasından sonra oluşabilen bağımsız Ermenistan’ın ve onun olmazsa olmazı  Diaporası’nın, dünkü ve bugünkü devletimize, tarihimize, Osmanlı Müslümanları’na bakışlarını, ulaşmak istedikleri amaçları Türkiye’den neler istediklerini biliyorsunuzdur:

Ermeniler, bunları hiç saklamamışlardır. O denli şımarmışlar, şımartılmışlardır ki, bunlar, yol paraları, konaklamaları, ağırlanmaları bir olasılıkla kimi üniversiteler ve  kuruluşlarca Türkiye’den, ya da kaynak ve amaçları karanlık yabancı fonlardan ödenerek ülkemize getirtilip burada bilimsel örtüler altında düzenledikleri toplantı ve panellerde, tarihimiz, devletimiz ve insanımıza karaçalamalardan oluşan; Osmanlıların-Türklerin Ermenilere, taa 1890’dan 1923’e, sırf Ermeni ve Hristiyan oldukları için “bilerek-kasten” soykrımı yaptıklarını, bağıra çağıra, yapay alkışlar da ayarlayarak savlıyor, tezlerinin haklılıklarına, tazminat ve toprak istemlerine insanlarımızı, halkımızı  inandırmaya çalışıyorlar. Bu arada, Ermeni soykırımını halkımızın tüm kesimlerine anlatacaklarını, kabul ettireceklerini,  bizi, günümüzde yeni bir uygulama olan, “içimizden vurduracaklarını”, bunun için gerekli programları oluşturduklarını açıklıyorlar.

Bunlar yetmiyormuş gibi Türkiye’de “Ermeni soykırımı”nın “tabu” olduğunu, bundan söz edenin hapislere atıldığı propagandasını tüm dünyaya yayıyorlar. Bunun en son örneklerini  28 Ocak günü Strazburg’daki Perinçek davasında konuşan Ermeni tezleri savunucusu  avukatlar da Mahkeme’de kısaca – ve kabaca- verdiler.

Buna karşılık Türk tezlerini savunan hukukçular da, Türkiye’de var olan Ermeni savlarına ilişkin söylem özgürlüğünün İsviçre’de de olması gerektiğini, çok yerinde  vurgulamalarla ortaya koydular..

Durumun daha elle tutulur göstergelerinden biri, “Ermenistan Devrimci Federasyonu – Taşnaksutyün – Batı Amerika Bürosu Ermeni Soykırımı için Adalet Taleplerine Dair Bölgesel Kongresi”nin  geçen yıl, tüm Ermeniler ve Ermenistan adına- yapmış, yenilemiş olduğu 15 madddelik açıklama olmuştur. Konuyla ilgili olarak çevrenizdeki Ermeni kökenli danışman vatandaşımızın- bu saldırgan ve küstahça yazılmış metin hakkında size, doğru değerlendirmelerle, bilgi vermiş olduğunu varsayıyorum.

Sözkonusu “beyan”ı ve benzerlerini daha önce de yapmış, bundan sonra da yapacak olanlar:

Müslüman dedelerimize insanlık tarihinin en büyük yalanlarından biri olan  “soykırımı” karaçalmasını, çoğu uyduruk propagandalar (Vereschagin Tablosu, Hitler söylemleri, Sahte Talat Paşa Telgrafları, Naim Bey masalı, Andonian belgeleri; ne, kim olduğu belirsiz salakça tanıklıklar, tarihsel saptırmalar, filmler, Türk ve Türkiye düşmanı “the Screamers” gibi kulak delici müzikler yapan çığırtkanlar), bozuk kanıtlarla  işlerine  gelmeyen her düşünceyi, tezi inkar ediyor, Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin  Bükreş Raporunu da  “yok” sayıp kendilerini ve yandaşlarını, kamu oylarını ve siyasetçileri aldatıyorlar.

Kiliselerinin, kapitallerinin, satılmış kalem ve tarihçilerinin ve zaman içinde içimizde yetiştirdikleri işbirlikçilerinin desteği ile, hem ülkemizde hem de yeryüzünde onlara en uygun yeri hazırlıyorlar. Bunlar yetmezmiş gibi  Ermenistan ve diyasporası yalnızca  “yalancılığın” değil  gerçeklerin inkarcılığının da en belirgin örneklerini vermekle kalmıyor, halkımızı, bizleri temsil eden sizleri, hükümetlerimizi, küçümser söylemlerle, “inkarcı” sayıyorlar.

Sizin oralarda ne denir bilmiyorum ama bizim Ege yörelerinde bu tavra “suç bastırma” deniyor. Tüm bunlara resmi ve özel yollardan  “simetrik tepki” verilmemeli, kabul anlamına gelen bir yaklaşımla, suskun kalınmalı, üstüne üstlük bir de  onlara ” bizim diyasporamız” mı denilmelidir?

Bizim diyasporamız kim?
Nereden gitmiş olurlarsa olsunlar, Ermeniler mi?
Benim bildiğim bizim diyasporamız insanlar arasında din, dil, cins ayrımı gözetmeyen Türklerdir, örneğin Amerika’daki  Pax-Turcica’dır, Daughters of Atatürk’tür, ATAA’dır, Amerika’daki Ayyıldız’dır Avrupa’daki, Avustralya’daki ADD’lerdir, vatanına sahip çıkan  (alevi, sünni, hür düşünceli) insanlarımızdır. Bu nitelikleri taşıyan, ancak korkudan seslerini çıkaramayan, Hristiyan, Ermeni, Yahudi vatandaşlarımızdır.

Türkiye’nin sevinçleriyle mutlanan, karagünlerinde yaslanan, özverilerde bulunan, yapılan haksızlıklara karşı direnenlerdir… Türkiye diyasporası bunlardır. Bize, cinayetler dahil çeşitli kötü oyunlar kuran, uygulayan, Türkiye’ye karşı kin ve nefret dolu olduklarını söylem ve eylemleriyle her gün gösteren karaçalmacı örgütler, terör örgütleri, işbirlikçiler ve ne yazık büyük çoğunluğu bunları destekleyen Ermeniler değil. Çağdaş Cumhuriyetimizi ortadan kaldırmayı amaçladıklarını saklamayan içte ve dıştaki Müslüman kılıklı “paralelci” hainler de değil!

Dış ülkelerde size gelen (karşınıza çıkarılan) ve kendileriyle “buradaki insanlar gibi”” görüştüğünüzü belirttiğiniz Ermeniler, eminim belirli amaçlarla karşınıza çıkarılıyorlar. Öyle olmasa onların  eski vatanları için, alçakça şehit edilen diplomatlarımız  ve 1915’lerde Ermeni terör örgütlerince öldürülen 100 binlerce Müslüman için üzüntü duyduklarına ilişkin söylemlerini basında ve sanal ortamda görmez, okumaz mıyız? Bunlar sizinle olan görüşmelerinde bir kez olsun 70’li-80’li yıllarda terör örgütlerince gerçekleştirilen bu alçakca cinayetlerinden üzüntü duyduklarını söylediler mi?

Bu kör, sağır ve utanmaz insanlara sevgili vatandaşımız Artin Penik bile örnek bir ahlak ve insanlık dersi verememiştir! Ondan, bu güzel, vicdanlı Ermeni kökenli Türk’den, Keresteciyan’dan, Agop Diliaçar’dan hiç söz etmezler. Hrant Dink’i de, onun konuya ilişkin düşüncelerini de “kullanıp” hep kendilerine çıkar sağlayacak yorumlarla dile getiriyorlar.

Bakın Başkonsolosumuz Kemal Arıkan’ı 1982 yılında Los Angeles ‘da öldüren ve yaşam boyu hapse çarptırılmış Hampig’in kardeşi ( neyse ki birkaç gün önce serbest bırakılma başvurusu -parole- yetkili Amerikan mahkemesi tarafından reddedildi) California Courrier gazetesi yayıncısı-Ermeni diasporasının tam yetkilisi- gözbebeği- sesi ve aktivisti ve ölesiye Türk düşmanı ırkçı bir başka terörist Harut Sassounian 2013 Temmuz’unda yayımladığı bir yazıda ne diyor:

“Ermeni devleti 1991 yılından beri sürdürdüğü çekinceli siyasetinde çok önemli bir değişiklik yaparak Türkiye’den ” toprak istemini”  Başsavcısı aracılığıyla  açıkladı. Başsavcı Aghvan Hovsepyan bu istemi Erivan’daki Uluslararası Hukukçular Konferansı’nda Cumhurbaşkanı Sarkissian, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haroutyunyan, Diaspora Bakanı Hakobyan, Adalet Bakanı Tovmasyan ve Artsakh(!)- Karabağ Bakanı Taneilian önünde  açıkladı”.

Ve  Harut  ekliyor: Başsavcı bu konuşmayı ” Soykırımın Yüzüncü Yılı öncesinde, Ermeni Hükümeti’nin sözcüsü olarak yapmıştır. Gerisi de; aynen alıntılıyorum, şöyle: ” This is a welcome development in terms of arriving at a consensus between the Armenian government and the Diaspora on the objectives to be pursued for the 100th anniversary of the Armenian Genocide”.

Şimdi siz de diyorsunuz ki:
-“Ermeni diasporası düşman diaspora değil, bizim diasporamız” .
Kardeşim, bu ne biçim ” bizim” diaspora? Bizim diaspora bizden toprak koparıp yabancı(“düşman”) bir ülkeye toprak verilmesini mi ister?
-“Yunanistan’daki de Fransa’daki de bizim diasporamız”( canım herhalde Amerika’daki de; birbirlerinden ne farkları var), bu topraklardan gitttiler, orada değil burada olmaları gerekirdi, yurtdışına gittiğimde onlarla buradaki insanlar gibi görüşüyorum; Onları topraklarını ziyarete davet ediyorum” diyorsunuz.

Söylediklerinizin arasında doğallıkla kimi iyi niyetlileri de kuşkusuz vardır ama bunlar da konuşmaz, konuşamazlar. Kanada’da yaşayan bir güzel Ermeni yazar-sanatçı epiy eskilerde,  “durun canım, bir de Türkleri dinleyelim” demişti de kendisine yerküreyi dar ettiler. Yönelttikleri tehditler sonucu adam yazamaz oldu. imdi Kanada’da bir yerlerde kayıp! Kendisinden ses çıkmıyor.

Türk tezlerini  savunma yönelimindeki kaç tarihçi, bilim adamı, vatandaşı oldukları ülkeleri, Amerika, İngiltere ve Fransa’yı terkedip Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Evleri taşlandı, korkutuldu, rahatsız edildi ve sustruldu. Biliyorsunuz.Bir vicdanlı Ermeni de yine yıllar önce Avustralya’da çıkmıştı. Onu da  ölüm tehditleriyle sessizleştirdiler.

Yunanistan’daki, Fransa’daki Ermeni diasporasına ” bizim diasporamız”, bunlar” bizim topraklarımızdan gitti” diyorsunuz. Nasıl olur? Bu doğru değil, bugünkü diaspora, gidenlerin bugün yaşlanmış, kin ve nefret dolu Ermeniler’in oğulları, torunları değil mi?. Evet sürüyle gitmişler, yaptıklarının korkusundan, ilerde öç almak, bizden toprak koparma amacıyla gitmişler.

Ben bunların  örneklerine Güney Amerika’da rastladım, kendileriyle konuştum; kimi iyi niyetlileri yakın arkadaşım oldu. Ama baktım, işyerlerini de Türkiye’den getirdikleri paralarla açmışlar! Oysa o zamanlar Türkiye çok çok yoksul.

Onlar “bizim” kalmak isteselerdi, yukarda da değindiğim gibi,  vatanlarının diplomatlarından 35’inin teröristlerince acımasız biçimde şehit edilmiş; 1915 yılında 500 binden fazla Anadolu insanının da insandan sayılmayıp öldürülmüş olmaları nedeniyle bir özür dileme insanlığı göstermezler miydi? Dedelerimizin  arkadaşlarımız, kardeşlerimizin katilleri, karaçalıcıları nasıl “bizim” diaporamız olur? Üstüne üstlük bu terörist yuvalarının  hala canlı tutulduğunu söyleyerek şiddet kullanmaya her zaman hazır olduklarını ikide bir söyleyenler nasıl bizden sayılırlar? Bu sözleriniz şehitlerimizin anılarını rahatsız etmez mi? Bir de bunlar, sizleri de bizleri de ” kardeş”den saymıyorlar; “düşman”dan sayıyorlar. sizse “kardeş” diyorsunuz.

Bunlar yanıtları zor bulunabilecek sorulardır ki ancak Perinçek davasında Ermeni tezlerinin avukatlığını üstlenmiş Robertson gibi bir Shakespeare komedisi aktörünün kıvrık ve sapkın retoriğiyle verilebilir. Siz çok iyi bilirsiniz, Shakespeare yapıtlarındaki karakterlerden kiminin ruhu “şeytan kaplaması”dır -demonic possession-“. Bunlar konuşmalarında sözcük oyunları yaparlar, benzetmelerle karşısındakilere hakaretler ederler;

kafasındaki öne çıkıntılı peruk gibi beyaz saçlarıyla ben bu Robertson’u “Kuru Gürültü-Much Ado About Nothing’ komedisindeki asil Don Pedro’nun piç kardeşi Don John’a (Shakespeare böyle betimlemiş) benzettim: Türkler’e, yani, Müslümanlara karşı kin ve nefretle dolu. Adam bir de Kraliçe’nin QC’si! Teatral retoriğiyle tümüyle Ermeni savlarından oluşan ezberlenmiş repliklerini Strazburg’daki yargıçlarla dinleyicilere yutturduğunu sandığı bir kötü “ruh”:  AİHM’nin 2. Daire Hükmü’nü, Doğu Perinçek’i ve Talat Paşa’yı içine hiç sindirememiş. Talat Paşa’ya, “kendi ülkesi  ‘La perfide Albion/ Angleterre’in  utanç verici kanlı tarihini hiç düşünmeden mahkeme önünde ‘Türk Hitler’i diyebiliyor.  Bu arada, Mahkeme Başkanı Spielmann’ın, Perinçek’e de AİHM’ne de karaçalmalarda bulunan bu terbiyesiz İngiliz avukatının sözünü niçin kesmediğini anlayabilmiş değilim.

Bir de diyaporayı “topraklarını ziyarete davet ediyorum” demişsiniz.
Nasıl yani? Hç olmazsa ” dedelerinin doğduğu topraklar” deseydiniz!
Onların dediğiniz topraklar, bizim dedelerimizin toprağı, bizim topraklarımız, sınırları şehitlerimizin  uğrunda canlarını vermeleriyle çizilmiş. Vatanımızı nasıl onların toprağı sayabilirsiniz? Topraklarımız  Misak-ı Milli toprakları, bizim topraklarımızdır. Bizden koparılamaz.

Bu arada onları, “topraklarımız”ı ziyarete davet ediyorsunuz. Ziyaret etmeyen mi var? Kapılar herkese açık! Binlercesi gelip gidiyor! Arşivlerimize de giriyorlar, işbirlikçileriyle birlikte( Ellerinden gelse arşivlerimizi değiştirecekler!) Hem de davetsiz. Davete gerek mi var? İstanbul ve öteki kentlerimize Ermenistan’dan “davetsiz” gelmiş Ermeniler’in sayısı, eski Başbakan’ın açıklamasından bu yana, sanırım şimdi 100 bini aşmıştır. Bir taraftan,  ülkelerinde ve yeryüzünün her yerinde “Osmanlı-Türkleri bizim Ermeni dedelerimize;1,5 milyon Osmanlı Ermenisine, sırf Ermeni ve Hristiyan oldukları için, soykırım uyguladı diye  bağırıyorlar, sonra da İstanbul’a, hem de  hukuk dışı yollardan gelip, bizim bu denli işsizimiz varken, iş de tutup yaşamlarını, kaçak olarak- ülkemde kazanıyorlar. Bu nasıl açıklanabilir?

Acaba tek bir Türk vatandaşı Ermenistan’a, değil orada çalışmak, turist gidip, ” kardeşim, soluk alın, bir de bizi dinleyin, siz emperyalist batılı ülkelerle ( Rus ,Fransız, İngiliz vb) işbirliği yapıp bizi hem arkadan hem içimizden, hem de önümüzden vurdunuz, biz aslında size, işbirliği yaptığınız Rus’a karşı vatan savunduk; soykırım…” diye başlasa o Türk’ü orada yaşatırlar mı? Oysa onlar benim ülkeme gelip üniversitelerimizin salonlarından bana “soykırımı yaptınız, dedeleriniz katil” diye bağırıyorlar; buna karşı çıkabilecek Türk ve yabancı uzmanları, kişileri çoğu kez toplantı salonuna bile  almıyorlar. Böyle şey olur mu?

Türk tezlerini savunan bir tek Türk bilim adamı Erivan’a gidip orada konuşma, arşivlerinde araştırma yapabilir mi?
Niçin resmen  “simetrik tepki” göstermiyoruz, açıktan, resmi toprak taleplerine( aslında “casus belli” bile olabilir; tarihte özellikle Osmanlı’ya karşı yapılmıştır) misilleme (mukabele bilmisl) uygulaması yapmıyoruz?

Komşularla sıfır sorun ama, “çizgimize basanlara da misilleme”! Bundan aciz miyiz? Örnek mi arıyorsunuz? Başta İsrail, İran, haksız yere  Fransa, emperyalist Rusya var. Bizde de -Kıbrıs’la- Ecevit var!
Ağırlığını -zamanında- koymayan eziliyor! Tarih, Türk tarihi herkesi “oldukları gibi, yapabildikleriyle ” yazacak!

-” biz düşüncelerin özgürleşmesini istiyoruz, Örneğin bir Ermeni Türkiye’ye gelip  ‘soykırım oldu’ diyebilmeli ( ben bu tümceyi -normal akışında-” bir Türk de Ermenistan’a gidip soykırım olmadı” diyebilmeli biçiminde bitireceğinizi düşünüyordum, ama öyle olmamış) bir başka kişi de  dünyanın herhangi bir yerinde ‘ soykırım olmadı’ diye konuşmuşsunuz!  Ermeni benim toprağımda bana ” soykırım yaptınız diye bağırıyorsa  biz, ya da Bakanımız olarak siz  niçin ” Ermenistan’a giderek  ” hayır yanılıyorsunuz soykırım yapmadık”, hatta “asıl siz yaptınız, ” Van’da başlattınız” diyemeyelim?

Asıl gerçek de bu değil mi? Neyin eksikliğini duyuyoruz?

Ama bunu kendi topraklarında “söyletmeyeceklerini, söyleyeni yaşatmayacaklarını herkes biliyor! Tezlrinin arkasında hep şiddet ve terör ar; uzlaşma ve arfış isgemi yok.
Bizse onlara” hadi söye” anlamına gelen çağrılarda bulunuyoruz.
-“…yoksa Perinçek bildiğiniz gibi bizim yanyana olabileceğimiz biri değil. Biz meseleye düşünce özgürlüğü açısından bakıyoruz” söyleminize gelince, bir Türkçe yanlışından ileri gelmediyse,” biri”  diyerek bu küçültücü söylemle, ülkemizdeki bir siyasal parti başkanı olan Sn Perinçek’i ve partisini incitmiyor musunuz, hatta bu bir ” hakaret” olmuyor mu?

Tüm ulusumuza karaçalanlardan, Müslümaları çoluk-çocuk camilere doldurup yakanlardan, dedelerimizin, ninelerimizin katillerinden, Osmanlı Müslümanlarının aclarını hiç dile getirmeden, asıl bize soykırım uygulayanların çektiği acılar nedeniyle onlardan “özür” diliyorsunuz. Doğu Perinçek ise karaçalmalara karşı çıkarak, ” haram yiyici-karapara aklama cenneti” İsviçre’ye gidip herşeyi göze alarak ve  hepsinin gözlerinin içine bakarak  “Ermeni soykırımı  20. yüzyılın en büyük emperyalist yalanıdır” diyor; mahkemelere çıkıyor, mahkumiyetler alıyor ve bu arada konuyu AİHM’ne değin getirebilip bu ülkenin Parlamentosuna, Hükümeti’ne  karşı “Avrupa’nın/ insanlığın Söylem Özgürlüğü’nü” savunuyor, ulusumuza atılan karaçalmalara karşı çıkıyor. Bu durumda rica ederim, o “biri”yle “siz” nasıl yanyana olabilirsiniz?

Bu arada “biz meseleye düşünce özgürlüğü açısından bakıyoruz”, demişsiniz ama, o zaman, Perinçek konuyu gündeme getirinceye kadar, bu arada benzer söylemi Prof Halaçoğlu dile getirdiğinde, Hükümetimiz olarak sizler, kendilerine “milliyetçi” diyen o siyasal partiler, ötekiler neredeydiler?

Konuya bu yönden bakınca Dr. Doğu Perinçek’e  tüm Türkiye’nin; ahlakın yanında ve haksızlıkların karşısında olan tüm insanlığın iyi bir teşekkür borcu vardır.

Bir de “ülkemizde Müslüman  olmayan Türk uyruklu toplum temsilcilerine, “Çanakkale anmalarına fazla bir anlam yüklemeyin” demişsiniz, ben bu söylemi anlayamadım. Ne demek fazla bir anlam yüklemeyin? Hem Anma Toplantıları düzenleniyor hem de buna  “fazla anlam yüklemeyin ” deniyor. Tüm sömürgen ülkeleri çılgına çeviren Mustafa Kemal liderliğindeki Çanakkale Yengimiz  az mı anlamlı? Bu savaşla tüm yeryüzüne aynı zamanda en büyük insanlık dersini, sömürgeci saldırganlığa karşı koyma isetencinin kırılamayacağı dersini biz Türkler tüm ulusca vermedik mi?

Anlamsız mı?
O zaman niçin böyle büyük kapsamlı bir Anma Toplantısı  öngörüldü?
Böyle bir tutum sonucunda bakın sonra neler olabiliyor? Gazete haberleri doğruysa, şimdi Çanakkale Anmaları, Hükümet’in davetine pek az olumlu yanıt alındığından ” iptal” ediliyormuş. Umarım sonucu onur kırıcı olacak bu haber  doğru değildir. Doğruysa, akla ister istemez şu geliyor: acaba bu “iptal “, Ermenistan ve Diasporası’nın Çanakkale Anmalarına “başka anlam yüklemeleri” nedeniyle ve onların baskılarıyla mı yapılıyor? Katılımlarını sağlama yönünde önceden bir araştırma yapılmadan tüm ülkelerin yüksek düzeydeki temsilcileri Mustafa Kemal’in eşsiz liderliğindeki dünyanın bu en etkileyici  zaferlerinden biri olduğu kuşkusuz törene niçin çağrıldılar?

-Son olarak “dışardaki irtibatlar yüzünden kimse suçluluk psikolojisine girmesin” demişsiniz, hangi nitelikteki irtibatlar, kimin irtibatları, kimler suçluluk psikolojisine girmesin? Başta Ermeniler, vatandaşlığımızı taşıyan Türkiye’deki Rum ve Yahudi azınlıklarımızın irtibatları mı? Hükümetin irtibatları mı? Anlaşılmıyor.

Sayın Başbakan,

Tüm bu yazdıklarım doğallıkla yazımın başında yer alan- italik harflerle vurguladığım düşüncelerin, “basına kapalı” bir toplantıda tarafınızdan aynen söylenmiş olması halinde, öznel yorumlar olarak değer ya da değersizlik  taşımaktadır.

Saygılarımla.
Ülkü Başsoy

Vatikan’ın internet sayfasında verilen, Papa’ya ait ” benedettoxvi@vatikan.va   adresine gönderdiğim mektup metni kendisine ulaşamamaktadır. Mektubu bu kez ” 00120 Vatican City, Italy” adresine posta yoluyla gönderdim.

Ülkü Başsoy

***

Dear Mr Pope,

Well, it has been great theater with an excellent set and scenario on 12 April 2015, at St. Peter’s Basilica: Indeed, a pompous gala performance, after apparently well worked on colourful dress rehearsals: Amusing, grand act before weeping pews, President Sarkissian, alongside the Armenian Catholic patriarch, Nerses Bedros XIX Tarmouni, Armenian Christian Church leaders who sat (four of them !) in a place of honour(a “place of honour”-protocol- in God’s House!), and you as Pope Francis reattesting(!) the “Armenian genocide”- nothing more than slanting allegations and an international-imperialistic lie!
Great ‘opera buffa’ of Rossini genre!

And what a betrayal to ‘charity’!

Nevertheless It was cunningly well devised for influencing the nearing verdict of the Grand Chambre of the ECHR as was the case for the European Parliament- cinema on 15 April.

For all that it is of no avail: Jurisdiction, Mr Pope, is temporal, non celestial-fictional!

Ülkü Başsoy

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ERMENİ SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *