FALİH RIFKI ATAY’IN KALEMİNDEN ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİ
Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’i ilk gördüğü anı şu sözlerle nakletmektedir:
“Loşça bir büyük salonda toplandık. Vali, Fahri Paşa ve yüksek rütbeli birkaç kişi üst sedirde idiler. Sarışın genç bir zabit, tam karşı duvarın dibinde bir iskemleye oturdu. Yakışıklı, temiz giyimli, tok ve keskin bakışlı, gururlu idi. Bütün dikkatlerin birbirinden saklanarak, onun üzerinde toplandığını seziyordum. Gerek anlaşmazlığın çıkmasında gerek soğukluğun giderilmesinde onun rütbesinden aşırı bir ehemmiyeti olduğunu anlamak güç değildi. Sonra aralarında neler geçti, bilmiyorum. Fakat bu genç zabitin esrarlı bakışlarını bir daha unutamadım.”51
Atay, ilk gördüğünde böylesine etkilendiği Mustafa Kemal’den “Batış Yılları” adlı kitabında da söz eder. Mustafa Kemal bu ilk karşılaşmada kendisine adeta esrarlı bir şahsiyet olarak görünmüştür. Mustafa Kemal, davetlilerin en küçük rütbelisi ve o vakit en şöhretsizi iken, konuşma sırasında bütün ilgi O’nun üstünde toplanmıştır ve kendisinin pek çekici ve inandırıcı bir hali vardır. 52
25
53 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Cilt:1, İstanbul, Dünya Yayınları,1958, s.57-59.
54 a.g.e., s.198.
55 a.g.e., s.208.
Falih Bey, bu ilk karşılaşmadan sonra da Mustafa Kemal’i görmüş ve O’nun hakkında pek çok şey işitmiştir. Mustafa Kemal adını, 1913 yılındaki ilk karşılaşmadan sonra Birinci Dünya Savaşı’nın o en karanlık günlerinde duymuştur. Çanakkale düşecek ve düşman İstanbul’a girecek miydi? Böyle bir facianın rüyasını görmekten dahi korkulmaktaydı. Çanakkale cephesinde kazanılan büyük başarıyla birlikte, Mustafa Kemal’in ismi İstanbul’un kurtuluş hikayelerine karışmıştır. Bir ara Suriye’ye giden Mustafa Kemal’e Medine kumandanlığı teklif edilmişse de O, bu teklifi kabul etmediği gibi, oradaki kuvvetlerin de Filistin cephesine çekilmesini tavsiye etmiştir. Doğru mudur, değil midir sonradan anlaşılacaktır; fakat Atay, genç karargah kurmaylarının “Tam bir asker, işte gerçek asker” diyerek aralarında konuştuklarını hatırlamaktadır. Atay, İstanbul’a döndüğü zaman kendisini şık bir asker makferlanı [Omuzdan yarı bele kadar inen pelerini olan palto] ile Lebon şekerlemecisinden çıkarken görmüştür. Bu haliyle Mustafa Kemal’in benzerlerinden sadece doğal olarak değil, isteyerek ve özenerek ayrıldığını söyler. Mustafa Kemal bu sıralar sevilen, sakınılan; fakat bir türlü kayıtsız kalınamayan gururlu ve tenkitçi biri olarak tanınır. 53
Falih Rıfkı, İzmir zaferinin ardından duyduğu heyecanı ve İzmir’e Mustafa Kemal’in yanına gitme kararını nasıl aldığını şu sözlerle dile getirmektedir:
“Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren gündelik emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.
Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.
Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu. İkdam’daki Yakup Kadri’yi aradım, ilk vapurla İzmir’e gitmeyi teklif ettim.”54
Atay, İzmir’e vardığında Mustafa Kemal Paşa’yı ilk kez rıhtımdaki bir yalının alt kat salonunda açık bir pencereden görmüştür. O keskin, canlı ve yanık yüzüyle tığ gibi bir askerdir. 55
26
56 a.g.e., s.214.
57 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Cilt:2, İstanbul, Dünya Yayınları,1958, s.461.
Atay, bundan sonra Mustafa Kemal’in teklifi üzerine II. TBMM’ye milletvekili olarak girmiş, Halk Partisi’nin yayın organı olan Hakimiyet-i Milliye gazetesinde başyazar olarak çalışmış, ölümüne kadar Mustafa Kemal’in yanından ve çizdiği yoldan ayrılmamıştır.
Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’in sofrasında bulunma şansına sahip ender kişilerden de biridir. İlk kez İzmir’de sofraya katılmış, daha sonraki yıllarda ise her istediği zaman, teklif beklemeden sofraya katılabilenlerden biri olmuştur. Mustafa Kemal’in sofrasına ilk katılışını ve O’na dair izlenimlerini şöyle ifade etmektedir:
“Mustafa Kemal’in ilk sofrasında bulunacaktık. Holde toplandıktan biraz sonra, arkasında beyaz bir Kafkas gömleği ile merdivenden indi. Bu kemerli gömlek, pek ahenkli bir endam ister. Mustafa Kemal ince, zarif ve güzel bir erkekti. Kahramanlık şanının o günlerde bu güzelliği nasıl cazibelendirmiş olduğu da kolay anlaşılabilir.
Şimdi onun şahsiyeti ile tanışmak fırsatı idi. Derin bir merakla bütün sözlerini ve jestlerini takip ediyordum. İlk öğrendiğim şey kuvvetli ve yanılmaz hafızası oldu.”56
Bu ilk sofradaki görüşmeler esnasında Mustafa Kemal’in kendisini ilk nerede görmüş olduğunu söylemesine çok şaşırmıştır; çünkü Edirne’ye “Tanin” muhabiri olarak 1913 yılında gitmiştir. Bu sırada Mustafa Kemal Bey’i görmüş; fakat kendisi ile fırsat bulup görüşememiştir. 1922’de bunca gelişmeden sonra kendisinin bile unutmuş olduğu bir olayı Mustafa Kemal’in hatırlaması karşısında adeta donakalmıştır. 57
Atay, keskin hafızasının yanında göze çarpan ikinci özelliğinin konuşma zevki ve merakı ile renkli, neşeli ve sade bir anlatış tarzı olduğunu söyler. O’nun sohbetler ve meclisler adamı olduğu bellidir. Atay, daha ilk gece eski bir arkadaş kadar O’na yakın olduğunu hissetmiş; ancak bir bakışı veya sözü ile bu meclisten kendi istediği kadar uzaklaşıp ayrıldığını da fark etmiştir. Bu iki adam sonuna kadar iç içe kalmıştır. O, gerçekte büyük vazife ve mesuliyetler adamıdır. Bu şahsiyeti,
27
58 Atay, Çankaya, Cilt:1, s.214-215.
59 a.g.e., s.215-216.
eğlence akşamlarında bile çoğu defa yanından ayrılmamıştır. Zihni, daima bir düşünceye takılıdır.58
Atay aynı gece Mustafa Kemal’in açtığı ve O’nun kişiliğini tanımak bakımından önem taşıyan bir tartışmayı da şöyle anlatmıştır:
“ ‘Sevmek mi, acımak mı?’ diye bir bahis açtı. Metodlu felsefe etüdleri yaptığını zannetmiyorum. Sözleri terimsiz, tarifsiz ve zikirsizdi. Ama sık sık derine inen bir felsefi düşünüş, ince bir zekanın ve titiz bir sağduyunun devamlı kontrolü altında bir mantıkçılık, duyduklarını kolayca tutup kavrayan sonra hepsini hoş bir sentez içinde yoğuran bir muhakeme, metodlu ve ilmi bir tefekkür eksikliğinin boşluğunu örtmekte idi. Sevmek mi acımak mı? O geceki tartışma sırasında ilk defa bu yalçın savaş ve pek hesaplı politika adamının dünyalı ve insan tarafını görüyordum. Bu şimdiye kadar bana tamamiyle yabancı idi…
Yine o gece ilk defa türküler söylediğini işittim. Mustafa Kemal vals oynayanların ve bir ataşemiliterlikte musikili salon toplantılarında bulunanların alışabileceği kadar Frenk musikisine bağlı, alaturka musikide ise makamları ayırabilecek kadar bilgili idi. Sesi mat, yavaş, tatlı ve cazibeli idi. Bilhassa Rumeli türküleri söylerken, derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşarırdı. O vatanı unutmaz, kaybettiğimiz Rumeli ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, su ve çıngırak seslerini duyar gibi, bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir; bizim içinde olmadığımız hatıralar içine karışır giderdi. İyi vals ettiğini sonraları gördüm. O akşam zeybek oynadı. Oyunu efekari ve kibardı. Bazı jestleri hiç yapmazdı. Bu bir alafranga değil, bir garplı, bir alaturka değil, bir Türk idi.”59
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Emine ŞİRİN