TARİHTEN GERÇEKLER * II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ; 20. YÜZYILA DONANMASIZ GİREN OSMANLI – BÖLÜM IV

TARİHTEN GERÇEKLER * II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ;
20. YÜZYILA DONANMASIZ GİREN OSMANLI – BÖLÜM IV


BÖLÜM I     https://nacikaptan.com/?p=111648
BÖLÜM II   https://nacikaptan.com/?p=111703
BÖLÜM III  https://nacikaptan.com/?p=111955
BÖLÜM IV   https://nacikaptan.com/?p=112017
BÖLÜM V    https://nacikaptan.com/?p=112022

II ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE DONANMANIN DURUMU

İngiliz Deniz Ataşesi Albay Kerr’in 1904 yılında Osmanlı Donanması, personeli ve gemileri hakkında yazdığı raporda maaşların ödenmediğini ve bu durumun bahriyenin isyan etmesine sebep olduğunu yazmıştır. Bununla birlikte gemilerin hurda vaziyette olduğu, önemli parçalarının sökülüp Yıldız’da tutulduğu, tersanede malzeme yönetiminin olmadığı, personelin çalışmadığı ve gemilerde mürettebatın sayıca az olduğu ifade edilmiştir.
Bu hususta, eğitim alanındaki eksikliklerin esas nedeninin maaşların ödenmemesi sonucu boş gezen personel mi, yoksa eğitim zafi yeti kaynaklı mı olduğu sorulmalıdır. Bu sorunun cevabı Von Hofe Paşa’nın raporunda bulunabilir. Yaver-i Fahrilik de yapmış olan Alman Von Hofe Paşa tarafından 1893 yılında mevcudun iyileştirilmesi üzerine kaleme alınan rapor göstermektedir ki, zabitan tecrübesiz ve bilgisizdir. Bu sebeple, gerek mevcut gemiler gerekse yapılacak yeni gemiler için zabitanın eğitilmesi ve fen tahsilinin üzerinde durulması önemlidir. Bahriye zabitanının mesleki bilgi elde etmesi gerekli görülmekte ve bahri devletlerde görülen eğitimin sonuçlarından bahsedilmektedir.
Padişah I. Abdülaziz, Birleşik Krallık gezisinde Kraliyet Donanması’nı görmüş ve çok etkilenmişti. Ülkeye geri dönünce hemen yeni bir donanma kurma hazırlıklarına girişti ve onun girişimleriyle birçok gemi satın alındı. Ahşap gemilerden oluşan bu yeni donanmanın o günlerde dünyanın en büyük üçüncü donanması olduğu söylenir. Ama bu donanma herhangi bir stratejiye veya savaş planına göre kurulmadığı için sadece dışarıdan satın alınmış “müzelik gemiler” topluluğu olarak kalmıştı. Gemileri kullanabilecek yetkinlikte, bilgide donanımlı mürettebat, komutan yoktur.
1876’da tahta geçen II. Abdülhamid döneminde ise Osmanlı Donanması, padişahın taht kaygıları ve İstibdat’ın genel yapısı yüzünden yok denilebilecek düzeye indi. Öyle ki Osmanlı Donanması’nı incelemeye gelen İngiliz Amirallik Birinci Lordu William Palmer Osmanlı Donanması hakkındaki raporunda donanma diye bir şey yoktu yazmıştır.
Dünya genelinde savaş gemileri evrim geçirip zırhlı gemiler öne çıkarken, Osmanlı Devleti’nde Abdülaziz’in donanması, daha sonra sultan Abdülhamit tarafından Haliç’te çürütülmüştür, dünyada ilk kez Osmanlı tarafından denenen ve denemelerde başarılı olan zırhlı denizaltılar Abdülhamid ve Abdülmecit bile Haliç’e terk edilmiştir, yani Osmanlı Devleti önde başladığı denizaltı yarışına I. Dünya Savaşı’nda elinde tek denizaltı bile olmadan devam etmiştir. Donanma komutanı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa da padişahın istekleri doğrultusunda donanmanın işlevsiz kalmasına ses çıkarmamıştır.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda donanmanın felâket durumu fark edilmişti. 1897’de savaş başlayınca donanmanın Haliç’ten Çanakkale’ye doğru halka karşı moral için bir gösteri seyri yapması düşünülmüştü. Fakat daha seferin başında Mesudiye zırhlısının 8 kazanından 3’ü patladı, Hamidiye’nin makine dairesi su doldu. Donanma, Yeşilköy Feneri açıklarında toplanacaktı, ama yağan yağmur gemilerin yolunu kaybetmesine yol açtı; Hamidiye Çanakkale yerine Lapseki’ye ulaştı, Hizber adlı zırhlı duba kayboldu, iki gün sonra İmralı adasında kıyıya oturmuş bulundu. Askerler bu gösteri seyrinde üniforma giymeyi akıllarına getiremeyecek kadar yetersizdi.
“Donanma Haliç’te hareketsiz bırakılmış, ateş talimi ve manevradan kaçınmakta, buna kalkışmak bile büyük suç sayılmaktaydı. Haliç’te donanmayı oluşturan gemilerin sayıları ve tipleri görülüyor, ancak personeli eğitim yapamıyor. Bakımları yapılmayan gemiler pastan çürüyorlardı.”
Sultan Abdülhamit tahta geçtiğinde Osmanlı Devleti, Sultan Abdülaziz devrinden kalan çok güçlü bir donanmaya sahipti. Aziziye, Orhaniye, Osmaniye, Mahmudiye ve Asar-ı Tevfik zırhlı gemileri, Avnillah, Hıfzırahman, Lütfucelil zırhlı korvetleri, bunların yanında gambotlar, skurlar, zırhlı dubalar, ahşap kalyonlar ve bunlarda görev yapan 26 bin 108 personelden oluşan bu muazzam donanma İngiltere ve Fransa donanmalarından sonra dünyanın en güçlü donanması olarak gösteriliyordu.
Fakat gemi mürettebatının doğru dürüst üniformaları yoktu. Maaş alamadıkları için gemilerine gitmiyorlar, başka işler yapıyorlardı. Gemi komutanları ise mürettebat sayısını ve isimlerini bile bilmiyorlardı. Yapılan içtimalara çok az asker katılıyordu.
Sultan Abdülhamit, tahttan indirilme endişeleri sonucunda bu güçlü donanmayı Haliç’e bağlatıp çürümeye terk etti. Gemiler çürümeye bırakılınca başıboş kalan askerler, kahvehanelerde, Kasımpaşa’nın meyhanelerde, kumarhanelerde, bitirimhanelerde zaman geçiriyor, çevreyi rahatsız ederek adi suçlar işliyorlardı. Donanma askerine başıbozukluk hakim olmuştu. Hatta, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa hatıralarında çürümeye terk edilen gemilerin güvertelerinde tavuk beslendiğini, bunlara yem olsun diye sandıklar içinde yonca yetiştirildiğini anlatır ve devam eder:
“Tersane tesislerinin hiçbiri işlemiyordu. Bahriyece önemli olan havuz kapakları da haraptı, torpido istimbotları kıçtan karaya bağlanmıştı, alt tarafları pas tutmuştu, çürüyorlardı, bitiyorlardı. Bahriye Nezareti’ni borca boğulmuş buldum; ne para veriliyordu ne de itibar kalmıştı; ayrılan bütçenin ancak üçte birinin verilmesi adet haline gelmişti. Nihayet gemiler çürüdü, içlerinde asker barınamayacak hale geldi. Subaylar bile kamaralara şemsiyeleri açık olarak girer çıkar oldular.”
Dünyanın en güçlü donanmalarından biri iken tavuk çiftliği halini alan o donanmaya yirmi yıl sonra, 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda sefer emri verildi.
18 Mart 1897’de Aziziye, Hamidiye ve Mesudiye, zırhlıları ile bir korvetten ve üç torpidodan oluşan filo Haliç’ten Unkapanı Köprüsü’ne doğru hareket etti. Mesudiye zırhlısı daha Eminönü Köprüsü’ne bile varamadan bakımı yapılmayan 8 kazanından 3’ü patladı.
Mürettebat çok zor durumda kalmasına rağmen, yaşanan olumsuzluğu donanmanın geçişini izlemeye çıkmış halka hissettirmemek için yolculuğa devam edildi. Çanakkale’ye doğru gidilirken Hizber Dubası gerek işaret feneri ve haberleşme eksikliğinden, gerekse personelin denizcilikten bihaber olmasından dolayı gece karanlığında kayboldu, dubanın İmralı Adası’nda karaya oturmuş olduğu ancak iki gün sonra anlaşılabildi.
Seyir halindeyken bozulup hareketsiz kalan torpido istimbotlarından birisi de başka bir torpidoya bağlanıp çekilerek yürütülebildi. Donanma, bütün bu olumsuzluklardan sonra Lapseki’ye mecburi demir atmak zorunda kaldı. Esasen sefere çıkıp, savaşmak için gönderilen bu gemiler savaşacak durumda da değillerdi.
Osmaniye zırhlısının 18 topundan 16’sı yıllardır atıl durumda bulunduğu için tamiri mümkün olmayacak şekilde hasar görmüştü. Orhaniye zırhlısı atış yapamaz hale gelmiş, Aziziye zırhlısının hidrolik silindirlerinin kapağı çatlamış, Hamidiye zırhlısının makine dairesine dolan 300 ton su, 400 erin 20 günlük çabası sonucunda boşaltılmış ve sızıntı yerleri çimento ile sıvanmıştı.
Donanma Komutanlığı’nca Bahriye Nezareti’ne sunulan raporda gemilerin sahip oldukları silah ve savaş gereçlerinin yetersizliği belirtmiş, donanmanın mevcut haliyle düşman karşısına çıkmanın mümkün olmadığı vurgulanmıştı. Zırhlı komutanlarından Hafız Hüseyin Bey Bahriye Nezareti’ne “Bu gemilerle harbe girmenin Osmanlı milletine ihanet olacağını” belirtecek kadar sert bir rapor göndermişti.
Hasan Rami Paşa’yı dinleyelim:
“Donanmanın mürettebatını birkaç gün önce memleketlerinden gelen acemi efrat oluşturuyordu. Gemiler Sarayburnu’ndan bin müşkülatla geçip Yeşilköy hizalarına geldiler ve durmak zorunda kaldılar. Artık gidecek halleri yoktu. Bu sefer de bir fırtına koptu. Herbez dubası tamamen gözden kayboldu. Gemilerde elektrikli işaret fenerleri ve projektörler dahi yoktu. Yirmi sene evvel kullanılıp artık terk edilmiş olan içlerine mum dikilen işaret fenerleri dahi tamam değildi. Hamidiye gemisinin kazanları patlamış ve su alıyordu.
Gemiler zor bela Lapseki’ye kadar gidip limana sığındılar. Hamidiye zırhlısında biriken suyu boşaltmak için pompa yoktu. 400 asker günlerce ellerindeki kovalarla suları boşaltmak için uğraştılar. Çanakkale’de bulunan komutanlar Padişaha korka korka raporlar göndererek gemilerin harp kabiliyeti olmadığını bildirdiler.” Abdülhamit devrinde donanmanın hali böyle idi.
İşte bu durumda olan donanmanın gemisi Ertuğrul da bu bakımsızlık ve çürümeden, paslanmadan etkilenecek ve sefere çıkamayacak duruma gelecekti. Tarihçi Enver Ziya Karal bu felaketler zincirini kısa ve öz olarak şöyle açıklıyor: “Abdülhamit’in müptela olduğu ve tedavisi mümkün olmayan korkuları nedeniyle donanma Haliç’te çürütüldü.”
Sonra ne mi oldu? 1911’de İtalyanlar Trablusgarp’a saldırdıklarında çürümüş Osmanlı donanması İtalya’ya karşı koyamadı. İtalyanlar ellerini kollarını sallayarak 12 Ada’yı işgal ettiler. 1912’de de Yunan donanması Ege adalarını işgal etti. 1915’te İngiliz Fransız birleşik donanması hiçbir engelle karşılaşmadan gelip Çanakkale’yi zorladı. Osmanlı güçlü bir donanmaya sahip olsaydı ne adalar kaybedilir, ne de Çanakkale Savaşı olurdu. Çanakkale’de verdiğimiz şehitlerinin vebali Abdülhamit’in omuzlarındadır.
Burada bir parantez açarak II. Abdülhamit tarafından Haliç’te çürütülen donanmanın yarattığı bir başka olayın üzücü sonucu da yazmak gerektir;
Sarıkamış Harekatı için Erzurum’a nakledilecek asker, cephane ve askeri malzemelerin yol olmadığı için gemilerle Trabzon’a gönderilmesi gerekiyordu. Tüm askeri denizcilik nakliyatında asker, malzeme taşıyan kargo gemileri savaş gemileri tarafından korumaya alınarak sefere çıkarlar.
Tarih 1914 senesinin 5-6 Kasım ayıdır. Bezm-i Âlem, Mithat Paşa ve Bahr-i Ahmer nakliye gemileri asker, cephane ve askeri malzeme yüklü olarak İstanbul Boğazından karadeniz’e çıkarlar. Ne yazık ki bu asker ve malzeme taşıyan gemiler kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. Gemilere güvenlik için refakat eden hiç bir zırhlı, fırkateyn yoktur. Bu ne büyük bir askeri planlama hatasıdır. Sorumlusu da Enver Paşa ve dolaylı olarak donanmayı Haliç’e hapseden Sultan Abdülhamit’tir…
Kasım ayında Karadeniz hırçın ve fırtınalıdır. Gemiler ise eski, yorgun ve bakımsız. Süratleri de düşüktür. Karadeniz’in hırçın dalgaları arasında 3 gemi bir arada olabildiğince kıyı kıyı giderek taşıdıkları askerleri, Sarıkamış’ın soğuna karşı 60 bin kışlık üniforma ve askeri malzeme ile birbirlerine yakın yol almaktadır. Ve kader ağlarını örmektedir;
Hemen hemen aynı günlerde 4 Kasım’da bir Rus Filosu İstanbul Boğaz çıkışını mayınlamak için yola çıkmıştır. Fakat bu operasyon başarısız olur. Bu kez Rostislau ve Kaul isimli Rus savaş gemilerine Zonguldak’ı bombardıman etmeleri emri verilir. 7 Kasım sabahı 08.20’de Zonguldak’a ulaşan Rus gemileri saat 09.30’a kadar tek kömür nakil limanımız olan şehri bombardıman ettikten sonra, Sivastopol’e geri dönmek üzere yol verildiği esnada, önde bulunan kruvazör fırtınalı havada, sisler içinde önce iki, sonra üçüncü geminin de silueti ile karşılaşır. Bunlar Bezm-i Âlem, Mithat Paşa ve Bahr-i Ahmer Gemileridir. Korumasız olan üç nakliye gemisinin kaçmalarına imkan yoktur.
Rus Donanması hemen muharebe nizamı alır ve Kafkas Cephesi’ne İstanbul’dan asker, erzak, uçak, mühimmat, harita ve giyecek getirmekte olan 3 gemi Trabzon’a doğru yol alırken, Zonguldak – Ereğli açıklarında, batırılırlar. Rus’lar şanslıdır; 3 nakliye gemisini bir arada yakalamışlardır. Aslında bu gemilerin bir arada gönderilmesi de taktik bir planlama hatadır.
Bu gemilerin Başkomutanlık Karargâhı tarafından bir güvenlik düzeni alınmadan Karadeniz’e çıkarılması ve konvoya eskort yapılmaması felaketi hazırlamıştır. İlginç olan ise, Alman amiral Suşon’un daha önceden Karadeniz’de donanma gücümüz olmadığını, sorumluluk alamayacağını daha önceden Enver Paşa’ya söylemiş olmasıdır. Enver Paşa ise gemilerin güvenliğini önemsememiştir. Bu 3 gemiye eskort görevi yapacak savaş gemisi verilmemesinin bir nedeni de sultan Abdülhamit’in emri ile Haliç’te çürütülmüş ve savaş gücünü kaybetmiş olan Osmanlı donanmasının durumudur.
3 nakliye gemimizin batırılmasından sonra Enver Paşanın talimatı ile bu olay sansürlenmiş, basından ve halktan saklanmıştır. Fakat 11 Kasım tarihli “The Times” Gazetesi Rus resmi tebliğinde şu bilgileri veriyordu;
“Rus Karadeniz Filosu tarafından yapılan (07 Kasım) operasyonda Zonguldak açıklarında içerisinde top, uçak, cephane, otomobil ve 60 bin asker üniforması bulunan üç Türk gemisi batırıldı. Gemilerde bulunan bir albay, 248 asker ile birçok Alman subayı da Ruslar tarafından esir edildi.” Bu haberin en önemli cümlesi “60.000 takım asker üniforması” idi. Bu kışlık üniformalar keşke Sarıkamış’a kadar gidebilseydi.
Bu haber üzerine 13 Kasım’da Türk Başkomutanlığından cevap geldi; “Boş olarak gönderilen Bezm-i Âlem, Bahr-i Ahmer ve Midhat Paşa vapurları Zonguldak’ı bombalayan Rus filosuna rast gelerek batırıldığı, 219 kişilik mürettebatın Ruslar tarafından esir alındığı” doğrulanıyordu. Fakat saklanan bir gerçek vardı, Gemilerde asker ve malzeme olduğu halktan saklanmıştı…

Naci Kaptan – 29.02.2024 – Devam edecek
This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *