TARİHTEN GERÇEKLER * II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ; DÜYUNU UMUMİYE VE 20. YÜZYILA DONANMASIZ GİREN OSMANLI – BÖLÜM I

II. ABDÜLHAMİD VE OSMANLI
MALİYESİNİN İFLASI DÜYUNU UMUMİYE


BÖLÜM I     https://nacikaptan.com/?p=111648
BÖLÜM II   https://nacikaptan.com/?p=111703
BÖLÜM III  https://nacikaptan.com/?p=111955
BÖLÜM IV   https://nacikaptan.com/?p=112017
BÖLÜM V    https://nacikaptan.com/?p=112022

Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. Padişahı Sultan II. Abdülhamid 1842 yılında doğdu, 1876 yılında tahta çıktı, tahttan indirildiği 1909 yılına kadar 33 yıl Osmanlı padişahı olarak hüküm sürdü. 1918 yılında kalp yetmezliği sonucunda hayatını kaybetti. Onun uzun hükümranlık süresinde Osmanlı Devleti yaklaşık olarak 1,6 milyon kilometrekare toprak kaybetti. Kayıplar yalnızca topraklarla kalmadı, Osmanlı Devleti mali bağımsızlığını da kaybetti.
Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borcunu, Padişah Sultan Abdülmecid zamanında, 1854 yılında, Kırım Savaşını finanse edebilmek için aldı. Dış borçlanmalar, sonraki padişahlar Abdülaziz ve V. Murad dönemlerinde devam etti. Sultan II. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı dış borçları bir süredir ödenemez durumdaydı, o nedenle sürekli olarak faizleri de üzerine eklenip yeni vadelerle yenilenerek döndürülmeye çalışılıyordu. O sıralarda 1873’de başlayan ve adına sonradan Uzun Depresyon denilen kapitalizmin ilk büyük finansal krizi yaşanıyordu.
Osmanlı’ya borç veren İngiltere ve Fransa da dâhil olmak üzere Avrupalı devletler bu krizin etkisiyle finansal açıdan sıkıntılı bir süreç içindeydiler ve Osmanlı’ya borçlarını ödemesi için baskı yapıyorlardı. Alınan dış borçlar Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı gibi verimsiz alanlara yatırıldığı için geri ödeme konusunda bir kaynak yaratmıyordu. Bir yandan da Galata Bankerlerinden alınan iç borçlar ödenmeyi bekliyordu.
Sonunda 1877 – 78 Osmanlı – Rus savaşıyla (93 harbi) birlikte imparatorluk borçları ödeyemeyeceğini açıklayarak moratoryum[i] ilan etmek zorunda kaldı.[ii] Ardından yeniden masaya oturuldu ve Osmanlı İmparatorluğu alacaklılarıyla anlaşmaya vardı. Osmanlı Devleti, 1879’da yaptığı anlaşmayla damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak Galata Bankerlerine bıraktı. Bu işlemleri yürütmek üzere bir Rüsum-u Sitte İdaresi kuruldu. Resim ya da çoğulu olan rüsum, damga vergisi gibi dolaylı vergileri ifade ediyor. Sitte ise altı anlamına geliyor. Altı adet geliri kapsadığı için idareye bu ad verilmişti.
Osmanlı dış borçlarının alacaklısı konumundaki Avrupa devletleri yalnızca Galata bankerlerine olan iç borçlar için böyle bir idare kurulmasına tepki gösterdi ve 1881’de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. İş bu kadarla da bitmedi.
1882 yılında çalışmaya başlayan Düyun-u Umumiye İdaresinin yönetim kurulu biri İngiliz ve Hollandalı borç verenlerin, biri Fransız, biri Alman, biri Avusturyalı, biri İtalyan borç verenlerin, biri ayrıcalıklı tahvil sahiplerinin temsilcilerinden ve biri de Osmanlı tebaasından olmak üzere 7 kişiden oluşuyordu. İdare binası bugünkü İstanbul Erkek Lisesi binasıydı.
Düyun-u Umumiye İdaresi bu gelirleri toplayarak iç ve dış borçların alacaklılarına ödemeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu idarece tahsil ediliyordu. Böylece Düyun-u Umumiye İdaresi, Osmanlı İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü elinden almış oluyordu.
1883 yılında Memalik-i Şahane Duhanları Müşterekül Menfaa Reji Şirketi (kısaca Reji İdaresi) adı altında yabancı sermayeli bir şirket kuruldu. Osmanlı Devleti, 30 yıl süreyle en önemli gelir kaynakları olan tütün, tuz ve kahveden toplanan vergileri, alacaklı ülkelerin kurduğu Reji İdaresine bıraktı. Şirketin sermaye sahiplerinin çoğu Rotschild ailesinin sahibi olduğu bankalardı. Reji İdaresinin kurulması, Düyun-u Umumiye İdaresinin kurulmasıyla büyük ölçüde elden çıkmış olan mali bağımsızlığın yitirilişinin tescili oldu.
Kurtuluş savaşı sırasında Ankara hükümeti Düyun-u Umumiye İdaresinin topladığı bütün gelirlere el koydu. Lozan Antlaşmasıyla bu kurumun işleyişine son verildi. Reji İdaresi, özel şirket olduğu için onun paylarının satın alınarak işleyişine son verilmesi gerekiyordu, o da 1925 yılında tamamlandı.
Osmanlı borçları Lozan Antlaşmasıyla imparatorluğu oluşturan ülkelere paylaştırıldı. En büyük pay Türkiye Cumhuriyeti’ne düştü. 1928’de yapılan Paris Sözleşmesiyle belirlenen ödeme planı çerçevesinde borçlar, 1929 yılında ödenmeye başlayacaktı. 1929 yılında çıkan Büyük Depresyon bütün dünyayı ciddi biçimde etkileyince Türkiye, borçlar meselesini yeniden gündeme getirdi, indirim yapılmasını, ödeme taksit ve sürelerinin yeniden belirlenmesini istedi, aksi takdirde bu borçların ödenemeyeceğini bildirdi.
Bunun üzerine borçlar meclisi toplantıları 1930 yılında yeniden başladı, 1933 yılında imzalanan Paris Sözleşmesiyle Türkiye’nin ödemesi gereken Osmanlı borçları tutarı ciddi oranda düşürüldü. Türkiye, bir süre sonra bu sözleşmeye de itiraz ederek ödeme sürelerinin yeniden düzenlenmesini istedi. 1936 yılında borçlar yeniden bir ödeme planına bağlandı ve bu yeni şekliyle ödenmeye başlandı. Osmanlı borçlarının ödenmesi 1954 yılına[iii] kadar sürdü.
Osmanlı Maliyesinin kendi vergilerini toplama yetkisini kaybetmesi sonucu koskoca imparatorluğun mali bağımsızlığından olması Sultan II. Abdülhamid zamanında kurulan Rüsum-u Sitte İdaresi, ardından da Düyun-u Umumiye İdaresi ve Reji İdaresiyle olmuştur. Mali bağımsızlığımıza yeniden kavuşmamız ise Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyetin kurucu kadrosunun bize armağanıdır.
Bu anlattıklarımız, günahıyla sevabıyla bizim tarihimizdir. Tarihi, sanki bunlar hiç yaşanmamış da Sultan II. Abdülhamid döneminde büyük başarılar varmış gibi anlatmaya çalışmak yerine, hatalarımızı kabul edip onlardan ders çıkarmaya çalışırsak Cumhuriyetin kurucularının yarattığı başarıları yeniden yakalayabiliriz.

[i] Moratoryum, bir ülkenin borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamasıdır. Genellikle bir antlaşmayla ve yeni bir ödeme planıyla sonuçlanır.
[ii] Sultan II. Abdülhamid zamanında ilan edilen bu moratoryum tarihimizdeki ilk moratoryumdur. İkincisi, Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde 1958’de ilan edildi.
[iii] Ödemeler aslında 1954’den önce bitirilmiş olmasına karşın 1954’e kadar bütçelerde iz bedelli ödenek yer aldığı için 1954’de tamamlanmış görünüyor.
[Mahfi Eğilmez – Mayıs 24, 2022]

II. ABDÜLHAMİD VE 20. YÜZYILA
DONANMASIZ GİREN OSMANLI

BÖLÜM I
Deniz tarihimizde donanmamızı devlet gücü ile zayıflatmanın ilk çarpıcı örneği, II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) yaşanmıştır. Sultan, 93 Türk-Rus Harbi sonrasında donanmayı Haliç’te hareketsiz bırakmıştır. Bu gelişme nedeniyle sadece donanmanın kuvvet yapısı değil, kurumsal kültürü ve tecrübe birikimi de kaybedilmiştir. Böylece, II. Abdülhamit dönemi sonunda Türkler 20’nci yüzyıla donanmasız ama hepsinden önemli paramparça kurumsal bir bahriye kültürü ile girdi.
Halbuki amcası Sultan Abdülaziz 1861-1876 arasındaki döneminde donanmaya büyük önem vermiş ve tersanelerin gelişmesine öncülük etmişti. Deniz tarihçisi merhum Amiral Büyüktuğrul, Abdülaziz Donanması’nın Ege’deki güç dengesine etkisi ve Yunanistan’ın Osmanlı Donanması’nın durumuna göre politika belirlemesini şu sözleri ile ifade ediyordu. (Afif Büyüktuğrul, “Atatürk ve Deniz Politikamız”, 27 Eylül 1970, Yeni Gazete.)
“Yunanistan, büyük Osmanlı Donanması’ndan korktuğu için, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusya’ya müttefik olmaktan çekinmişti; büyük tarihçi Weber’e göre Venizelos, henüz Girit Beyi iken, Osmanlı Donanması’ndan çekindiği için, OsmanlıDevleti’ne bağlı, bir Girit devletini, Yunanistan’a bağlanmaya tercih etmişti. Buna karşılık tarihçi Teofanidis de 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda yenilen Yunanistan’ın, İstanbul’da yaşayan kendi taraflısı Rumlara, ‘donanmamız üstün oldukça, er geç İstanbul’a geleceğiz’ dediğini yazacaktı. Bu örnekler bize gösteriyordu ki, Yunanistan, donanması kuvvetli olan bir Türkiye’ye daima dost kalacak; donanması olmayan bir Türkiye’ye de düşman olacaktı.”
Sanayi Devrimlerinin yaşandığı bir dönemde donanmayı Haliç’e hapsetmek, hareketsiz bırakmak kaçınılmaz olarak denizdeki çıkarları kökten kaybetmek ve vatan savunmasını denizden değil kıyılarımızdan ve sınırlarımızdan itibaren başlatmak demekti.
Donanmasız İmparatorluk. II. Abdülhamit donanmayı tasfiye etmeyi kişisel kaygılar ve stratejik tercihleri nedeniyle devlet politikasına dönüştürdü. Tarihçiler bu tercihi değişik nedenlere bağlamaktadır. İlki amcası Abdülaziz gibi kendisinin de donanma desteği ile tahtından indirileceği korkusu; İkincisi 93 Harbinde Yeşilköy’e kadar gelen ve İngiliz Akdeniz Donanmasının İstanbul’a gelmesiyle durdurulan Rusya’ya taviz vermek; üçüncüsü iflas eden ve Düyun-u Umumiye kontrolüne giren Osmanlı ekonomisine donanmanın oluşturduğu yükü kaldırmak; Dördüncüsü başta İngilizler olmak üzere Akdeniz’de batılı donanmalarla silahlanma yarışına girmemek ve Navarin veya Sinop benzeri bir baskını önlemek.
Neticede bahriye için karanlık sayılan bu dönemde değil tatbikat yapmak, savaş durumunda dahi Donanma görevini yapamamıştır. Nitekim 1897 Türk-Yunan savaşında Donanmanın Ege’ye çıkması emredilmişse de donanma gemileri Haliç’ten Çanakkale’ye zor gidebilmişlerdi. Bu dönemin sonlarına doğru yeni gemi alımı ancak Ermeni olayları sonucunda tazminat baskısına maruz kalan sultanın, tazminat ödemek yerine ABD ve İngiltere’de inşa edilen yeni savaş gemilerini almak zorunda bırakılması ile gerçekleşebildi. Sultanın kendi iradesi ile satın aldığı sadece iki gemi vardır. Onlar da iki denizaltıdır. İsveç –İngiliz yapımı Nordenfelt denizaltıları Yunanistan satın aldığı için alınmıştır. 1886 yılında Taşkızak Tersanesinde monte edilen ve 1888 yılında başarılı torpido atışı yaparak kendini ispat eden bu denizaltılar, Sultan tarafından bir daha kullanılmamak üzere önce İzmit’e sonra tekrar Haliç’e hapsedilmiş ve çürümüştür.
1897 Türk-Yunan savaşında Donanmanın Ege’ye çıkması emredilmişse de donanma gemileri Haliç’ten Çanakkale’ye zor gidebilmişlerdi. Bu dönemin sonlarına doğru yeni gemi alımı ancak Ermeni olayları sonucunda tazminat baskısına maruz kalan sultanın, tazminat ödemek yerine ABD ve İngiltere’de inşa edilen yeni savaş gemilerini almak zorunda bırakılması ile gerçekleşebildi. Sultanın kendi iradesi ile satın aldığı sadece iki gemi vardır. Onlar da iki denizaltıdır. İsveç –İngiliz yapımı Nordenfelt denizaltıları Yunanistan satın aldığı için alınmıştır. 1886 yılında Taşkızak Tersanesinde monte edilen ve 1888 yılında başarılı torpido atışı yaparak kendini ispat eden bu denizaltılar, Sultan tarafından bir daha kullanılmamak üzere önce İzmit’e sonra tekrar Haliç’e hapsedilmiş ve çürümüştür.
İdeolojik Saplantılar ve Gerçekler. Abdülhamit’e ideolojik bir bağ ile tutkun olanlar onun donanmayı Haliç’e bağlayıp çürümeye terk etmiş olmakla suçlanmasına karşı çıkarak aslında 19. Yüzyılın güçlü donanmalarına karşı koyabilmek için denizaltılardan faydalanmayı düşünmüş ilk hükümdar olduğunu ileri sürerler. Ancak bu kişiler başarılı iki denizaltının hiçbir neden gösterilmeden Sultan’ın iradesi ile çürümeye terk edilmesi ve esas alım nedeni olan Türk Yunan harbinde hiç kullanılmamış olmasından hiç bahsetmezler.
33 yıl süren bu trajik dönemde 1878 yılında Kıbrıs, Teselya, Romanya, Karadağ ve Doğu Rumeli, 1881 yılında Tunus, 1882 yılında Mısır, 1897 yılında Girit, 1908 yılında Bulgaristan ve Bosna Hersek tamamen kaybedildi. Ardından yaşanan 1911 Libya ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda da Libya ve Yunanistan’ın tamamı ile Ege adaları donanmasızlık nedeniyle kaybedildi.
Birinci Dünya Savaşında itilaf devletlerinin ortak donanması ve kara gücü Gelibolu yarımadasına Ege’de hiçbir engelle karşılaşmadan geldi ve asker çıkardı. Sevr Anlaşmasının Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanmasından birkaç ay önce İngiliz Başbakanı Lloyd George Sevr’in maddelerinin Parlamento’daki tartışması sırasında Osmanlı Deniz Kuvvetleri için şu konuşmayı yapar: (GastonGaillard, Turks and Europe)
‘’Çanakkale Boğazı’nın tüm müstahkem mevkileri yerle bir edilmelidir. Bu suların erişebileceği alanlarda askeri birlik bulunduramasınlar. Bu stratejik bölgeleri müttefikler kendileri korumalıdı. Bana söylendiğine göre donanmanın da yardımıyla gerekirse biz hem Çanakkale hem de İstanbul Boğazını küçük bir kuvvetle koruyabiliriz. Türkiye’nin bir donanmaya sahip olmasına izin verilmeyecektir. Türkler bir donanmadan ne bekleyebilirler ki? Bugüne kadar sahip olduklarında bile en küçük bir kullanma becerisi göstermediler. Hiçbir zaman yönetemediler.’’
[Cem Gürdeniz – 18 Temmuz 2021]

BÖLÜM I SONU – Devam edecek / Naci Kaptan 05.02.2024
This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

2 Responses to TARİHTEN GERÇEKLER * II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ; DÜYUNU UMUMİYE VE 20. YÜZYILA DONANMASIZ GİREN OSMANLI – BÖLÜM I

  1. Pingback: TARİHTEN GERÇEKLER * II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ; 20. YÜZYILA DONANMASIZ GİREN OSMANLI – BÖLÜM II | Cumhuriyetimiz İçin

  2. Pingback: TARİHTEN GERÇEKLER * II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ; 20. YÜZYILA DONANMASIZ GİREN OSMANLI – BÖLÜM III | Cumhuriyetimiz İçin

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *