BİTMEYEN MASAL DEMOKRASİ 

TEORİK YAZILAR – MEHMET YILMAZER

BİTMEYEN MASAL DEMOKRASİ 

Sosyalist sistemin çökmesinden sonra “demokrasi” insanlığın varabileceği tek siyasal hedef haline geldi. Berlin Duvarı yıkılınca “Tarihin Sonu”nun geldiğini sanan Fukuyama, insanlık için varılacak hedef olarak “liberal demokrasi”yi göstermişti. Ancak bu öngörü çok kısa sürede boşa düştü. “Tarihin sonu” gelmek şöyle dursun duvarın yıkılışından sonra tarih yeniden yazılmaya başlandı. Koşullar “Soğuk Savaş” yıllarına göre çok değişmişti fakat dünyanın girdiği süreç biraz tarih bilincine sahip olanlar için hiç de biricik değildi. Tersine günler aktıkça Birinci Dünya Savaşı öncesi yıllara benzerlikler artmaya başladı.

Batı dünyası 15. yüzyılda sömürgeciliği başlatırken barbar halklara “uygarlık” götürmekle övündü. Dünyanın ilk büyük, toptan soygunu Kılıç ve Kitap eşliğinde başladı. Bu soygun ve talan hızlanarak devam etti, sonunda Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na gelip dayandı. Berlin Duvarı yıkılır yıkılmaz tarih adeta tekrar etmeye başladı. Küreselleşme adı altında yeni paylaşım savaşları dönemi açılıyordu. Bu savaşların yoğunlaştığı bölge Ortadoğu oldu. O günlerdeki ünvanıyla “süper güç” Amerika bölgeyi işgale hazırlanırken elinde “demokrasi” bayrağını sallamaktaydı. Saddam’ın heykelleri yıkıldı, ama ne Irak’a ne de bölgede başka bir ülkeye “demokrasi” bir türlü gelemedi.

Günümüzde “demokrasi” şekillenmekte olan birbirine zıt iki dünyanın ortak parolası olmakla ayrıcalık ve önem taşıyor. Emperyalizm, Irak’ı işgal ederken de veya “portakal devrimleriyle” Doğu Avrupa’yı paylaşırken de hep “demokrasi” bayrağını salladı. En son olarak Libya paramparça edilirken, Suriye yıkılırken, öte yandan Ukrayna paylaşılırken batı dünyasının dilinden demokrasi lafı hiç düşmedi.

Oysa dünyada çok başka nitelikte gelişmeler de yaşanıyor. Latin Amerika’da özellikle Venezüella, Bolivya ve Ekvador’da seçim yolundan değişik siyasal güçler iktidara geldi ve 21. yüzyıl sosyalizmini inşa etme yoluna çıktılar. “Temsili demokrasi”yi yetersiz bularak “katılımcı demokrasi” yaratmak için yoğun mücadele içindeler. Öte yandan, büyük ekonomik krizle birlikte Batı Avrupa ve Amerika’da da halklar sokağa taştı. İspanyol “Öfkeliler”i “gerçek demokrasi hemen şimdi!” parolasıyla Madrid’i işgal ettiler. Demek ki demokrasinin beşiği olduğu söylenen Batı ülkelerinde de bu konuda sorun vardı.

Herkesin diline düşen demokrasi konusunu yeniden ele almak boşuna olmaz.

Demokrasinin Kapitalizmle İlişkisi

Bugünün dünyasından bakınca kapitalizm ve demokrasinin “doğal” bir ilişkisi olduğu kanısı çok yaygındır. Kapitalist merkezlerde işler hala oldukça yolunda gittiği için vitrinler göz alıcı tüketim malları ile dolu ve en yüksek perdeden demokrasi nutukları atılmaya devam ediliyor. Dünyanın bu cennet bölgelerinin biraz dışına çıkıldığında cehennemin yakıcı sıcağı insanı kavursa da, neredeyse insanlığın tümü bir gün Batı cennetine benzemek umuduyla yaşıyor. Bir gün ulaşılacak hedef olarak Batı demokrasileri yükseklerde ışıldamaya devam ederken, aynı zamanda dünyanın cehenneminden yükselen alevler bu ışıldayan demokrasileri ciddi olarak tehdit ediyor.

Demokrasi, yaşam koşulları ve zenginlik açısından herkesi imrendiren Batı ülkelerindeki gelişmelerin temelini oluşturuyorsa, neden dünyanın cehennem bölgelerinden demokrasi düşmanı tepkiler yükseliyor? Bu noktada demokrasi ve kapitalizm ilişkisine bir kez daha bakmak gerekiyor.

Ne ünlü burjuva devrimleri, ne de kapitalizm kendiliğinden “demokrat” değildir. Burjuvazinin ekonomik çıkarları derebeylikten kurtulmayı ve pazarda özgür işgücü bulmayı gerektirir. Fakat siyasal olarak bir küçük azınlık olan burjuvazi iktidarda durabilmek için genel, tüm toplumu kapsayan özgürlüklere karşı hep ihtiyatlı olmuştur. Bunu en iyi genel oy hakkının kazanılması mücadelesi anlatır. 1830’lar Fransa’sının nüfusu 30 milyon olmasına rağmen, sadece mülk sahibi 200 bin kişi seçme ve seçilme hakkına sahipti.

“Kanadalı siyasal bilimci Francis Dupuis-Deri, Birleşik Devletler, Fransa ve Kanada’da önemli siyasal figürler tarafından on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda “demokrasi” kelimesinin kullanımının dikkatli bir haritasını çıkartmıştır… 1770 ve 1800 arasında ilk kez kelime güncellik kazandığında, hemen hemen tamamıyle aşağılayıcı ve küfür terimi olarak kullanıldı. Fransız devrimcileri Amerikalılar kadar “demokrasi”yi küçümsüyordular.”

“Birleşik Devletler ve Fransa’daki politikacılar 1830 ve 1850 arasında kendilerini demokrat olarak nitelemeye başladılar.”

Kapitalizmin tarihindeki en ünlü burjuva devrimlerinin liderleri için “demokrasi” aşağılayıcı bir terimden öteye anlam taşımamıştır. Devrimler sonrası eski düzen kalıntıları ile mücadele derinleştikçe “demokrasi” kelimesi anlam değiştirmeye başlamıştır.

Kapitalizmin kurucularında ciddi olarak “çoğunluk” korkusu olmuştur. “Onlar, servet farklarından dolayı derin bir şekilde bölünmüş yetişkin beyaz erkekler arasında çoğunluğa dayalı doğrudan demokrasi sistemi kurulduğunda bunun kargaşaya, istikrarsızlığa ve kaçınılmaz bir şekilde kanlı sonuçlara, tiranların ve demagogların yükselişine yol açacağını tartıştılar.

“Öte yandan onların ileri sürdüğü diğer bir tez, ancak mal edinmiş bir adamın oy kullanmasına ve yönetimde görev almasına izin verilebilir, çünkü ancak onlar bağımsız ve kendi çıkarlarından öteye, ortak çıkarlar konusunda düşünebilir.”

Atina demokrasisinin 6. yüzyılda tiranlığa dönüşmesini hatırlayan Amerikalı liderler “demokrasinin genişlemesinin” demagoglara ve tiranlara yol açtığına güçlü bir şekilde inanmışlardı.

Kapitalizmin ve burjuva devrimlerinin kolaylıkla, adeta kendiliğinden demokrasiye doğru ilerlediğini düşünmek büyük bir hata olur. Demokrasiye giden süreç yoğun mücadelelerle yüklüdür. Burjuvazi feodal egemenliğe ve onun imtiyazlarına karşı mücadele ederken “eşitlik, kardeşlik, adalet” sloganlarını atmış olsa da, esas olarak bu talepleri kendi sınıfıyla sınırlıyordu. Ancak devrimler ve restorasyonlarla geçen uzun mücadele yıllarında ister istemez köylüler ve işçiler de bilinçlendiler. Bunun sonucu olarak, örneğin İngiltere’de genel oy hakkını burjuvazi değil, işçi kökenli Chartist Hareket 1830’larda parola haline getirmiştir.

Fransa’da kadınlar hariç genel oy hakkı ancak devrimden 60 yıl sonra 1851’de tanınmıştır. Kadınlara oy hakkının tanınması 1946 yılını bulmuştur. Fransa’da 1820’lerde “çift oy hakkı” diye bir kanun bile çıkartılmıştır. Aile reisi olan ve serveti fazla olanlara iki oy hakkı tanınmıştır. İngiltere’de kadınları da kapsayan genel oy hakkı 1928’de kabul edilmiştir.


YAZININ TAMAMI  https://www.yolsiyasidergi.org/bitmeyen-masal-demokrasi

This entry was posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *