BIG BROTHER WATCHING YOU * FON’lar BAHANE, YAPTIRIMLAR ŞAHANE!!! * PROF. DR. İRVAN “Hiçbir kuruluş ‘Gel, sana fon vereceğim’ demez

FON’lar BAHANE, YAPTIRIMLAR ŞAHANE!!!

Naci Kaptan / 27.07.2021


Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 2002 yılında 99. sırada bulunan Türkiye 2021 yılında 154’üncü sırada yer aldı. Raporda Türkiye’de internet üzerinden sansürün arttığı vurgulanıyor. Ülkemiz tüm değerlendirme endekslerinde sürekli küme düşüyor. Tüm bunlar yetmiyor, partili cumhurbaşkanı şimdi de tekrar SOSYAL MEDYAYI, fonları bahane ederek hedef aldı ve  öfke ile yeni yaptırımların haberini verdi!!!


İktidara bağlı olan medyada verilen ve köpürtülen fon haberlerinin ardında MUHALİF MEDYANIN ve SOSYAL MEDYANIN susturulması, baskı altına alınması, yeni sansürleme olanaklarının yaratılması amaçlanmaktadır.

Bağımsız medyanın var olabilmesi ve kamu hizmeti yapabilmesi  için kamu ve özel reklamları alması gereklidir. AKP iktidarı kendisine muhalif olan tüm gazetelere ve televizyonlara, Basın İlan Kurumundan, kamu kuruluşlarından verilen tüm ilanları, reklamları kesmiştir. Bu yetmemiş bu kurumlara ilan veren özel kuruluşları da “tehdit” ederek ilan verilmesini önlemiştir. Böylece BAĞIMSIZ MEDYA’nın can suyu kesilmiştir.

Dünyanın bütün baskıcı iktidarlarının öncelikli temel hedefi medyayı kontrol ve denetim altına alarak kendisini rahatsız eden haberleri toplumdan saklamak ve toplumu yanıltacak, yönlendirecek asılsız olumlu haberleri gerçekmiş gibi medya vasıtasıyla topluma iletmektir. AKP iktidarı bu nedenle medyada büyük operasyonlar yapmış, Medya sahipleri üzerinde vergi denetimleri ile büyük baskılar kurmuş, medya sahiplerini korkutarak gazete ve televizyon şirketlerine el koyarak, kayyum atayarak  kendisine yandaş olanlara transfer etmiştir. Türkiye’de ancak bir elin beş parmağı kadar gerçek bağımsız gazete ve televizyon kalmıştır. Bağımsız, özgür medya için hukuk ve var olmak savaşı veren tüm gazeteci ve televizyonları saygı ile selamlarım.

Bu nedenle 750 milyon dolarlık kamu kaynağı Ziraat Bankası üzerinden Demirören ailesine verilmiş ve kamu büyük bir zarara sokulmuştur. 750 milyon dolar zamanı gelmesine rağmen henüz bankaya geri ödenmemiş ve bu konuda da yasal bir işlem de halen  yapılmamıştır. 20 bin TL için köylünün tarlasına, traktörüne, büyükbaşına icra ile el koyan Ziraat Bankası 750 milyon doları tahsil etmek için parmağını dahi oynatmıyor. Tüm bunların ardında ise; “Oyunuzu bu kardeşinize verin, ülke nasıl yönetilir” diyen partili cumhurbaşkanı Erdoğan vardır.


Yaşadığımız sürece yeni bir pencere açabilmek için George Orwell tarafından yazılmış olan 1984 isimli önemli romanın hatırlamanın yararlı olacağını düşündüm; 

“BIG BROTHER” 1985, günümüz Türkiye’sinde 2021 yılında artık yeniden rüştünü ispat etme noktasına gelmiştir. Gobbelss yöntemleri, 21. Yüzyılda Mcharty’nin faşist ruhu üzerinden Türkiye’de dolanıyor.


1984- Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (Nineteen Eighty Four) George Orwel’in politik romanıdır. Kitap 1947- 48 yıllarında yazılmıştır. İlk kez 1949’da yayımlanmıştır. Konusu kısaca: Faşist- baskıcı iktidarın eleştirisidir.

Partinin temel kuralları;
Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir.
Geçmişi kontrol eden geleceği kontrol eder.
Bugünü kontrol eden geçmişi de kontrol eder.

1984 yılını anlatan romanda bu yıllar hiçte iç açıcı anlatılmaz. Özgürlüğün olmadığı, yaşam kalitesinin diplerde olduğu ve buna rağmen bu durumların eskisinden çok daha iyi olduğuna inandırıldığı bir dünya mevcuttur.

Totaliter ve baskıcı bir iktidarın kontrolünde olan Okyanusya toplumu anlatılır. Toplum parti ve onun lideri Büyük Birader’in diktatörlüğünde sınıflara ayrılmıştır. Hiyerarşik sınıflamada ortalarda yer alan bir memur, romanın baş kahramanıdır. Doğruluk Bakanlığı’nda çalışan dış parti üyesi Winston Smith’in gözünden baskı altında yaşayan Okyanusya toplumu anlatılır.

Her şeyi gören ve bilen bir devlet toplumun tüm denetimine hakimdir. Totaliter bir yönetim şekline sahip olan Okyanusya, tam anlamıyla sıkı yönetilmektedir. Ülke, Büyük Birader olarak anılan bir lider ve Ingsos(İngiliz Sosyalizmi) Partisi tarafından yönetilmektedir. Parti, iktidarını sürekli gözetim ve muhbirlikle sağlamlaştırmaktadır. Politik anlamda tek rakip ise devrim sırasında Büyük Birader ile aynı tarafta bulunmuş olan fakat sonradan yönetimle fikir ayrılığına düşerek Parti aleyhtarı bir tutum izleyen Emmanuel Goldstein’dir. Kalabalık bir yeraltı örgütünün lideri haline geldiği söylenmektedir.

Winston Smith Okyanusya’da yaşayan ve sisteme karşı sürekli karşıt görüşleri ile bilinen bir kişidir. Hükümet e Büyük Birader hakkında da sürekli olarak eleştirel düşüncelere sahiptir. Yaşadığı devlette devlet aleyhine bir görüş belirtmek şöyle bir dursun, devlet hakkında kötü düşünmek dahi yasaktır. Winston Smith daha çok ikinci sınıf insan olarak muamele gören insanlar arasında yaşamaktadır.

Winston, anlamsız bulduğu işini tüm vatandaşların katılması zorunlu olan ve iki dakika süren Nefret Haftası etkinliği yüzünden sonlandırır. Bu olayda Emmanuel Goldstein başta olmak üzere bütün ülke düşmanlarına tepki (öfke, küfür, bağırış çağırışlar) gösterilir. Nefretini göstermeyenler Düşünce Polisi tarafından buharlaştırılır.

Winston Smith, “Doğruluk Bakanlığı’nda çalışan biridir. Gelen notları ve bilgileri not tutmakta olan ve işinden memnun olan bir memurdur. Ama bir gün her şey değişmeye başlamıştır. Winston antika eşyalar satan bir dükkândan, bir defter ve kalem almaya başlamış, bu defteri günlüğü yapmış oluşan gariplikleri de not almaya başlamıştır. Bu günlüğünü de “Tele Ekrandan” görülmeyecek şekilde yazmaya gayret etmektedir. Esasında yaptığı bu şey bir suçtur ve artık bir fikir suçlusu olmuştur. Çünkü artık günlük tutmak ve düşünmek büyük bir suç sayılmaya başlanmıştır.

Suçlarından bir diğeri de “Büyük Birader” diye biri olmadığını, devleti yönetenlerin insanları kandırdığını düşünmeye başlamış olmasıdır. Üstelik bu düşüncelerini doğrulayacak kaynak, bilgi, delil, arayışına da girmiş, hatta kendine inanacak veya kendisi gibi düşünen başka kişiler de aramaya başlamıştır.

Toplum var olan tek partinin görevlileri ve proletarya(prol) olarak anılan işçi sınıfından oluşur. Parti üyeleri de iç ve dış parti üyeleri olarak ikiye ayrılır: iç parti üyeleri, siyaseti yönlendiren ve hükümeti kuran kesimdir. Dış parti üyeleri ise titizlikle seçilen, toplumun orta sınıfını oluşturan memurlardır. Sadece sigara ve Zafer Cini tüketme ayrıcalığı olan dış parti üyeleri, sürekli gözetim altındadır. Nüfusun %85’ini oluşturan işçi kesimi ise alt sınıfı oluşturur. Düşüncesi kıt olan proller görevlerini yerine getirdikleri sürece partinin söylediği kadar işçilik, ev işi, çocuk bakımı, komşu kavgaları, sinema, futbol, bira ve kumar ile yaşar.

Halk iletişim araçları ile gerçekten farklı durumlara inandırılır. Devletin yenilgileri bile propaganda yayınlarıyla birer destan gibi gösterilmektedir. Parti her türlü bilginin kontrolünü elinde tutarak her bilgiyi değiştirebilir. Anlık olaylar için geçmişteki yayınlar ortadan kaldırılarak tarih yazımı da söz konusudur. Bu yolda dil bile değiştirilmiş. Kelimelerin anlamları partinin isteğine göre belirlenmiştir. “Yenikonuş” adında kurgusal bir dil oluşturulmuştur. Bilinci daraltmak, herhangi bir başka düşüncenin ve konuşmanın ortaya çıkmasını engellemek için özgürlük, karşı çıkış, isyan gibi kavramlar dilden silinmiştir.

“Çiftedüşün” yaklaşımıyla karşıtlık içeren sözcüklerin anlamları birleştirilerek karışıklık oluşturulmuştur. Böylelikle iktidarın aksine düşünceler oluşamayacaktır. Sözcükler partinin kast ettiği şeyi anlatmaktadır. Mesela: Barış Bakanlığı savaşları düzenler. Bolluk Bakanlığı yiyecek kısıtlamalarını, Sevgi Bakanlığı isyan ve işkenceyi, Doğruluk Bakanlığı ise ülkede tele ekranlarla yapılan gözetimi sağlar. “Düşünce Polisi” otoritenin aleyhinde düşüncelere sahip olanları yakalar, etkisiz hale getirir. Zaten her yerde bulunan “Büyük Birader Seni izliyor” mesajları ve kameralar ile insanın sakıncalı bir eyleme kalkışması engellenmektedir.

Din yasaktır. Parti varken dinin insanların hayatını yönlendirmesi istenmez. Zevk ve eğlence çoğu zaman sakıncalıdır. Cinsellik, çocuk yapmak hariç, yasaktır. Böyle şeylerle yorularak üretime harcanabilecek enerji tüketilmemelidir. Tepki, eleştiri ve isyan ancak parti söylerse olabilir. Bu da İki dakikalık nefret seanslarıyla devlet düşmanlarının dev ekranlarla kitleler halinde kınanması halinde gerçekleşir.

Vatandaşlar herhangi bir sadakatsizlik halinde sistematik işkencelerle yeniden eğitimden geçirilmektedir. Bu yöntemle vatandaşların zihinleri “2+2=5” yaklaşımını bile kabul edecek şekilde yeniden şekillendirilir. Sevgi Bakanlığı, ideolojiden sapanların ceza olarak itiraflarını almakta ve tutukluların önce bu itiraflarına inanmalarını ve yaptıklarından gerçekten pişman olmalarını sağlamaktadır. Bu işlem sonunda toplum içine yeniden salıverilen kişiler, partinin otoritesini yansıtır.


Aziz Nesin demişti ki; “Bir gün bu ülkenin başucuna bir not, yanağına da bir öpücük kondurup gideceğim. Çok tatlı uyuyordun, uyandırmaya kıyamadım diyeceğim.”

İYİ UYKULAR TÜRKİYEM…

Naci Kaptan / 27.07.2021


PROF. DR. İRVAN “Hiçbir kuruluş ‘Gel, sana fon vereceğim’ demez

Hikmet Adal – 27 Temmuz 2021
İstanbul – BİA Haber Merkezi

Üsküdar Üniversitesi’nden Prof. Dr. Süleyman İrvan fon tartışmalarıyla ilgili “Türkiye koşullarında bağımsız gazeteciliğin sürdürülmesi kolay değil. Kamu kaynakları bağımsız gazetecilere değil başka yerlere akıyor” dedi.

“Gazeteciliğin devam etmesi için haberin maliyetinin karşılanması, bunun için de desteklemesi lazım. Okur desteği, fon veya başka bir formül… Burada önemli olan unsur şeffaflık.”

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Süleyman İrvan fon tartışmalarıyla ilgili olarak ilgili ‘şeffaf’lık vurgusu yaptı. bianet’in 2000’li yılları başındaki kuruluşunda da benzer tartışmaların yaşandığını söyleyen İrvan, genellikle fonu veren yabancı kuruluşların amaçlarının sorgulandığını ifade etti.

TIKLAYIN – Demirören, Kalyon, Ciner ve Doğuş: Türkiye’de medya tekeli

İrvan, bianet’in ‘fon’ alan gazeteler arasında ilklerden olduğunu belirterek “bianet bu fonlarla ayakta kalan bir platform ve bence Türkiye’nin en önemli örneklerden” diye konuştu.

İrvan, insanların bakış açısının “Fon verenler bu kadar parayı neden veriyor? Gizli amaçları mı var?” şeklinde olduğuna değinerek bu bakış açısının ve tartışmanın ‘gazeteciliğe’ zarar verdiğini söyledi.

“Bağımsız gazetecilik nasıl devam edecek”

Bu durumu sorgulayanların, fon verici kuruluşların sistemlerinin nasıl işlediğini bilmeyenler olduğunu belirten İrvan şöyle devam etti:

“Dünyada çok sayıda fon veren kuruluş var. Avrupa Birliği dahil olmak üzere, devletler ve vakıflar fon verebiliyor. Kurumlar tek bir alanda değil birçok alanlarda fon desteği sağlıyor ve belirli çalışmalara veriliyor. Proje üzerinden gidiliyor. Hiçbir kuruluş ‘gel, ben sana para vermek istiyorum’ demez. Sizin bir proje üretmenizi ve başvuru yapmanızı ister.”

TIKLAYIN – Fon almak bağımsız gazeteciliğe engel mi?

Fonlar sayesinde kurulan birçok gazetecilik girişimi olduğunu, birçok yayının da fonlar sayesinde devam ettiğini hatırlatan İrvan konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Dün Medya Koridoru’ndan Canan Kaya’nın sosyal medya yasası üzerine YouTube’dan yaptığı programını izledim. Tek başına bir programı sürdürmeye, gazetecilik yapmaya çalışıyor. Onun gibi çok sayıda gazete, gazeteci var. Nasıl ayakta kalacaklar? Nasıl bağımsız gazetecilik yapacaklar? Sürekliliği nasıl sağlayacaklar? Herhangi bir destek almadan bunların olması günümüzde mümkün değil.

“Önemli olan şeffaflık”

“Burada önemli bence foncu kuruluş niçin bu parayı veriyor? Verdiği fon şeffaf mı? Fon verenin içerik üzerinde herhangi bir kontrolü var mı? Editöryal baskısı var mı? Yayınlanacak içeriği önceden görüyor, görmek istiyor mu? Ya da beğenmediği içeriğin kaldırılması gibi bir talepte bulunuyor mu?

TIKLAYIN – “Gelir kalemsiz profesyonel gazetecilik mümkün değil”

“Yoksa proje üretip, ‘ben şunu yapmak için fon istiyorum’, ‘bağımsız gazetecilik yapacağım’, ‘şu tür haberler üreteceğim’ diyerek fon desteği istiyorsanız bu konuda bence bir problem yok.

“Vaat ettiğiniz işi yapıyorsanız fon veren kuruluş da buna müdahale etmiyorsa ben etik açıdan hiçbir sakınca görmüyorum.

“Nihayetinde birisinin gazeteciliği desteklemesi lazım. Birisinin bunun maliyetini karşılaması lazım. Okur desteği, fon ya da başka formül… Önemli olan şeffaflık. Bir medya kuruluşu fon desteği alıyorsa bunu açıkça belirtmeli. Hangi koşullarda aldığını açıklamalı ve buna uygun davranmalı. Herhangi bir müdahale varsa toplum bilgilendirilmeli. Önemli olan gazetecilik ve gazeteciliğin sürdürülmesi.

“Çünkü bu koşullarda gazeteciliğin sürdürülmesi özellikle bağımsız gazeteciliğin sürdürülmesi kolay değil. Zaten kamu kaynakları bağımsız gazetecilere, eleştirel yaklaşan kurumlara değil başka yerlere akıyor.

“Ne yapacaklar bağımsız gazeteler, ana akımdan dışlanan gazeteciler? Ya gazeteciliği bırakacak ya da bu tür fonlar aracılığıyla gelir kaynakları burarak gazeteciliği sürdürmeye çalışacak.”

“Yaptırımların ağırlaşmasına katkı sağlıyor”

Fon alan kuruluşlarla ilgili çıkan haberlerin kötü niyetli olduğunu, bunun yeni bir şeymiş gibi sunularak tartışmaya açılmasını saçma bulduğunu dile getiren İrvan sözlerini “Gazeteciliğin gelişmesine de bir katkı sağlamıyor aslında. Bu neye katkı sağlıyor: Devletin ağırlaştıracağı yaptırımlara. Boğulacak olan bağımsız gazetecilik” diyerek tamamladı.

This entry was posted in FAŞİZM, MEDYA, Politika ve Gundem, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *