OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL (16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) *Bölüm I

CEPHE SAVAŞLARINDAN PSİKOLOJİK DEZENFORMASYON SAVAŞLARINA

Dezenformasyon, yanlış veya doğruluğu bulunmayan ve kasıtlı olarak yayılan bilgidir. Hasmı rencide etmeyi, aşağılayıp küçük düşürmeyi amaçlayan Karşı propaganda ile benzerlik taşır. Sahte belge, el yazısı, fotomontaj ve montaj filmler ile fabrikasyon istihbarat ve dedikoduların duyurulması gibi yöntemleri bulunur. Sosyal alanda bireyleri ve toplumları yönlendirmek amacıyla, yanlış bilgi ve haber vermek için kullanılan en önemli araçlardan biridir.
Espiyonaj veya askeri istihbarat alanında dezenformasyon, düşman kuvvetleri yanlış kararlar aldırmaya yönelik olarak çıkartılır. Hasım tarafta psikolojik çöküntü oluşturulması ve motivasyonun kırılması için de kullanılır. Yanlış bilgi üretme ve yayma yoluyla yapılabileceği gibi mevcut bir bilgiyi kötü maksatla kullanma ve çarpıtarak verme yöntemi de uygulanabilir.
Geleneksel propaganda veya Büyük Yalan teknikleri toplumsal seviyede hissiyatı motive veya demotive etme amacı taşırken dezenformasyon, makul seviyede kitleleri kuşkuda bırakan çarpıtma bilgiler veya bu bilgilerin yanlış kasıtlı sonuçlara bağlanması yoluyla manipüle etme amacına hizmet eder.
Eğer hedef kitle bu tip kontrolden etkilenebilecekse uygulanan diğer bir teknik, gerçeklerin gizlenmesi veya sansürlemedir. Eğer bilgi alma kanaları tamamen kapatılmadan bırakılabilirse, bu kısıtlı bilgilerin dezenformasyon ile doldurulabilmesi ve hasmın kolayca ispatlanamaz birçok iddialar ile birlikte kuşkulu bir halde bırakılabilmesi mümkündür.
Bazı gerçek bilgileri ve gözlemleri bazı yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya bazı gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak yaygın dezenformasyon taktiklerdendir. [1]

Psikolojik savaş, açıklanan bir olağanüstü durum veya savaşta, iletişim araçları ve diğer psikolojik vasıtaların düşman üzerinde psikolojik baskı yaratmak ve düşman kontrolü altındaki bölgelerdeki düşman gruplarının ve diğer hedef alınan toplulukların tutum ve davranışlarını olumlu yönde etkilemek amacıyla kullanılması tekniğidir. Bunun temel işlevi, düşmanın savaş veya çatışmaya devam isteğini zayıflatmak ve savaşı sürdürmekteki kapasitesini azaltmak amacı güden bütün çabaları desteklemektir. [2]

19. Asrın başlarında savaşlar silahların ve orduların güçleri üzerine kuruluyordu. Sanayileşme sürecine girmiş olan ülkelerin ürettikleri silahlar da çok güçlü ve savaşın sonucunu belirleyecek, üstünlük sağlayacak kadar etkiliydi. Ve bu ülkeler  ekonomik olarak da güçlü olduklarından daha çağdaş ve savaş kabiliyeti üstün olan ordular yaratarak ve lojistik olarak da destekleyerek açtıkları cephelerde zafer kazanıyorlardı. İngiltere, Fransa ve İtalya bu sınıftaki ülkeler olup, ekonomik ve savaş güçlerini Osmanlı’ya karşı birleştirerek, Osmanlı İmparatorluğunun sonunu getirmek üzere anlaştılar. Yanlarına Yunanistan da eklemlendi. Osmanlı ise emperyal deyişle; “Ölüm yatağında” idi.
Gelelim 20 yüzyılın başlarına, günümüze;  Zaman içinde değişen savaş konseptinde silahların öldürücü güçlerinin yanına daha modern ve öldürmeden, sinsice, örtülü işgal yoluyla, borçlandırarak,  ülkelerin ekonomik varlıklarını ele geçirerek, demokrasi söylemleriyle yeni bir psikolojik savaş yöntemi uygulayarak, toplumda yalan haberlerle dezenformasyon yaparak, anayasayı değiştirerek, toplumu etnisite ve inanç ile bölerek, terör yaratarak, eğitimi ve hukuku iğfal ederek,  Ulus Devleti parçalayarak, Parlamentoyu işlevsiz kılarak, yaratılan işsizlik ve yüksek enflasyonla toplumu yoksullaştırarak, enerjisini çalarak ülkeleri cephede savaşmadan ele geçirme yöntemi kullanılıyor.
Ve tüm bunları yapabilmek için küresel baronların itaatkâr bir vekil bulmaları ve O’nu da işgal edilecek ülkenin başına getirmeleri gerekiyordu. Ne yazık ki Türkiye 2002 yılında bu yana bu karanlık sürecin içinde sürekli olarak yalpalıyor. Atanmış bir BOP eşbaşkanı ve yanında ona hizmet eden kurmaylarıyla birlikte küresel baronların verdikleri görevleri yapıyorlar. Türkiye uçurumun kenarındadır. İşgal orduları Lozan’da Atatürk ve İsmet İnönü’ye karşı kaybettiklerini BOP eşbaşkanı eliyle geri alıyor.
Putin’in danışmanı Alexandr Dugin şöyle diyordu; “Büyük devletler Türkiye’yi paylaşma planları yapıyorlar. Doğal olarak Rusya da bundan payını alacaktır” 
Ve yine bu arada Türkiye çevresindeki ülkelerin yaptıkları tüm işbirliği ve siyasi toplantılardan dışlanıyor ve toplantılara davet edilmiyordu!!!
“Ortadoğuda uluslararası bir toplantıda şayet bir yemek daveti almadıysanız, biliniz ki menüdesinizdir”
Aşağıdaki yazı dizisini hatırlatmak adına “Keşke Yunan kazansaydı” diyen/lere, diyeni onurlandıranlara, ithaf ediyorum.

Bu yazı dizisinin temel kaynağı;  SAYIN FATMA AFYONCU’nun   OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL (16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) YÜKSEK LİSANS TEZİ – İSTANBUL 2009 olup diğer bilgi kaynaklarıyla zenginleştirilmiştir.
Naci Kaptan / 06.Mart.2021

BAĞLANTILI YAZILAR
BÖLÜM I                                https://nacikaptan.com/?p=87261
BÖLÜM II                               https://nacikaptan.com/?p=87371
BÖLÜM III                             https://nacikaptan.com/?p=87397
BÖLÜM IV                              https://nacikaptan.com/?p=87573
BÖLÜM V                                https://nacikaptan.com/?p=87731
BÖLÜM VI                              https://nacikaptan.com/?p=87830
BÖLÜM VII                             https://nacikaptan.com/?p=87914
BÖLÜM VIII                           https://nacikaptan.com/?p=88129
BÖLÜM IX                              https://nacikaptan.com/?p=88147
BÖLÜM X                                https://nacikaptan.com/?p=88599
BÖLÜM XI                               https://nacikaptan.com/?p=88748
BÖLÜM XII                             https://nacikaptan.com/?p=88766

OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE
İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL
(16 MART 1920- 31 ARALIK 1922)
 Naci Kaptan / 06.03.2021

BÖLÜM I
Bu araştırmanın konusu Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra gerçekleşen İstanbul’un resmi işgal döneminin 16 Mart 1920- 31 Aralık 1922 tarihleri arasındaki kısmının Osmanlı arşiv belgeleri ışığında incelenmesidir.
Osmanlı Devleti’nin yaklaşık beş asırdır başkentliğini yapan İstanbul, I. Dünya Savaşı’ndan sonra işgal edildi. 13 Kasım 1918’den itibaren fiili 16 Mart 1920’den itibaren ise resmi olarak işgal edilen İstanbul’un acı günleri beş yıl sürecektir.
İşgal süresince, İstanbul’da en etkili olan İtilaf Devleti İngiltere’ydi. Zaten İstanbul’un resmen işgali için en ısrarcı olanlar da İngilizlerdi. Yunanlılar ise İstanbul Rumlarıyla birlikte en acımasız davrananlardı. Fransızlar ve İtalyanlar ise İstanbul’u İngiliz hakimiyetine terketmemek için, İngilizlere paralel olarak hareket etmişler, onlardan aşağı kalmamaya çalışmışlardı.
İstanbul halkı, işgal yıllarında asayiş problemleri yaşadı, birçok kamu ve özel binaya el konuldu. Can ve mal güvenliği kalmadığı gibi Türk milletinin dini ve milli hisleri de rencide edildi. Mahkumlar işgal güçleri tarafından tahliye edildi. Yiyecek maddelerinin azlığı yüzünden oluşan pahalılık, maaşların zamanında verilememesi ve işsizlik gibi sorunlarla da birleşince geçim sıkıntısı baş gösterdi. Ayrıca İstanbul’da sürekli çıkan ve pek çok insanın mağdur olmasına sebep olan yangınlar, İstanbul’a Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen muhacirler ve Rusya’dan gelen mülteciler sosyal hayatı alt üst eden gelişmelerdi.
MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI VE İSTANBUL’UN FİİLİ İŞGALİ
Avrupa Devletleri İstanbul’un, 1453’te Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilmesini ve şehrin Türklerin eline geçmesini, hiçbir zaman kabul etmek istemedi. Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine girmesi ile beraber İstanbul’un Türklerden alınması konusunda Avrupa Devletleri planlar yapmaya başladılar. Napolyon Bonapart’a göre, İstanbul, dünya hakimiyeti için elde bulundurulması gereken bir yerdi ve dünya imparatorluğunun merkezi konumundaydı. 1807 Tilsit görüşmelerinde, İstanbul’un Rusya’ya bırakılmasını isteyen Çar Aleksandr’a, Napolyon şöyle karşılık vermişti:
“İstanbul mu asla! İstanbul, dünya imparatorluğu demektir!”
.
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’na girince, yapılan gizli antlaşmalarla, İtilaf Devletleri Osmanlı ülkesini paylaşmaya başladılar. Bu gizli antlaşmalarda İstanbul ve Boğazlar, Rusya’ya bırakılmıştı. Rusya’nın Bolşevik İhtilali sonucu savaştan çekilmesi, İstanbul ile ilgili planları durdurmamış, bu defa İstanbul İngiltere, Fransa ve Yunanistan’ın ele geçirmek istedikleri bir merkez olmuştu. Fakat İtilaf Devletleri şehrin kimde kalacağı konusunda anlaşamadıklarından, İstanbul’un uluslararası bir yönetime alınmasında karar kılmışlardı.
İtilaf Devletleri’nin, I. Dünya Savaşı başladıktan ve Osmanlı Devleti savaşa girdikten bir süre sonra gerçekleştirdikleri Çanakkale Harekâtı’nın bir sebebi de Osmanlı’nın başkentini, yani İstanbul’u ele geçirmekti. Çanakkale’de bunu başaramayan İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için yine İstanbul’u hedef alarak, Temmuz 1918, Ağustos 1918 ve Ekim 1918’de İstanbul’a yaptıkları hava saldırılarında attıkları bombalarla ölümlere ve yaralanmalara sebebiyet vermişlerdi2
1918 yılına gelindiğinde müttefikleri olan Almanya ve Bulgaristan gibi Osmanlı Devleti de barış istemeye karar verdi. Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli bulunan İngiliz savaş gemisi Agamemnon’da başlayan ateşkes görüşmelerine İtilaf Devletleri adına İngiliz Amiral Calthorpe, Osmanlı Devleti adına Rauf Bey katılmıştı.
Görüşmeler başladığı andan itibaren Rauf Bey, İstanbul’a devamlı bilgi vermiş ve talimatlar istemişti. İstanbul’dan hükümet tarafından gönderilen talimatlarda, özellikle İstanbul’un işgal edilmemesine ve Boğazlar’ı işgal edecek kuvvetler arasında Yunan ve İtalyan askerlerinin yer almamasına dikkat edilmesi gerektiği Rauf Bey’e hatırlatılmıştı.
Uzun tartışmalar sonunda 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti için I.Dünya Savaşı’nı bitiren Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Ateşkesin 7. maddesine dayanarak İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördüklerini iddia ettikleri Osmanlı şehirlerini ve bölgelerini işgal etmeye başladılar.
Osmanlı Hükümeti, İtilaf kuvvetlerinin İstanbul’a gelmemesi, gelirlerse içlerinde Yunan kuvvetlerinin olmaması için ateşkes görüşmeleri sırasında ve ateşkesin imzalandığı ilk günlerde yoğun teşebbüslerde bulundu. Bu konuda teşebbüste bulunan kişilerden biri, Amiral Calthorpe’a bilgi vermek için Mondros’a gönderilmiş olan Yüzbaşı Şevket idi. Yüzbaşı Şevket’in yaptığı girişimler sonuç vermedi.
7 Kasım 1918’de İstanbul’a Amiral Calthorpe’un cevabını bildirdi. Cevapta şöyle deniyordu: “Hükümetimden emir aldığımdan, Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmesini men edemeyeceğim. Osmanlı Hükümeti’nin bir karışıklık çıkmasına meydan vermeyeceğine eminim”
Rauf Bey’in İstanbul’a dönüşünde gazetelere “İstanbul’a tek bir düşman askeri çıkmayacak” diyerek demeç vermesine rağmen, 13 Kasım 1918’de yani ateşkesin imzalanmasından sadece 13 gün sonra, ateşkese aykırı olarak 61 parça harp gemilik İtilaf donanması İstanbul’a gelerek demir attı. Aynı gün Boğaz’dan 11 harp gemisi ile bir Yunan zırhlısı da girdi ve gemi sayısı 73’e çıktı, 15 Kasım’a dek İstanbul önlerine demirleyen İtilaf harp gemisi sayısı 167’ye yükseldi.
Bu gemilerden İstanbul’a 2616 İngiliz, 40 Fransız ve 470 İtalyan askeri çıktı 14 Kasım 1918’de İstanbul Boğazı’nın iki yakasındaki müstahkem mevkiler Türkler tarafından boşaltılmaya ve 15 Kasım’dan itibaren İtilaf askerleri tarafından işgal edilmeye başlandı.
23 Kasım’da Fransız Doğu orduları Başkomutanı General Franchet d’Esperey bir Rum’un armağan ettiği beyaz at üzerinde İstanbul’a girdi ve azınlıkların taşkın gösterileriyle karşılandı.
Zaten İtilaf filolarının ve onlar arasında yer alan Yunan gemilerinin İstanbul’a girişi, şehirdeki Rumları sevince boğmuş, Beyoğlu’ndaki dükkân ve mağazalarını Yunan bayrakları ile donatmışlardı.
İstanbul’a çıkan İtilaf askerlerinin yerleştirilmesi için yoğunluk Beyoğlu bölgesi olmak üzere kışla, yabancı okul, hastane gibi kurumlarla bazı otel ve özel binalar işgal edildi, liman, tramvay, savunma, jandarma ve polis hizmetleri sıkı denetim altına alındı,
5 Kasım 1919 itibariyle İstanbul’daki İtilaf askerlerinin sayısı 50.000’e varmıştı. Müttefik kıtasının karargâhı İngiliz Kız Okulu, Karadeniz Müttefik Ordusu’nun karargâhı Harbiye idi. 27 Kasım’da İstanbul’a gelen General Milne ise, karargâhının 18 Aralık 1918’de gelmesinden sonra Haydarpaşa Demiryolu İstasyonu’nu denetim altına aldı
Müttefiklerin İstanbul’daki örgütlenmesinin başında Müttefik Yüksek Komiserliği bulunuyor, buna bağlı olarak Müttefik İşgal Kuvvetleri Askeri Komutanlığı, Müttefikler arası Kontrol ve Örgütlenme Komisyonu ve Pasaport Büroları yer alıyordu.
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, yardımcısı Koramiral Richard Webb, Fransız Yüksek Komiseri Visamiral Amet, İtalyan Yüksek Komiseri ise Kont Sforza idi.
İtilaf kuvvetleri İstanbul’a çıktıktan sonra şehirde asayiş bozulmuş, Türk polisinin ve jandarmasının sözü ve hükmü azalmıştı. Şüpheli görülen evlere izinsiz giriliyor, ittihatçı olduklarından şüphelenilen subaylar sokak ortasında tutuklanarak gözlem altına alınıyor, Osmanlı subaylarının İtilaf subaylarını rütbe farkına bakılmadan selamlaması isteniyor, İtilaf askerleri trenlerde ve vapurlarda birinci mevkide oturuyor, haberleşme kontrol ediliyor, basına sansür uygulanıyordu. [3]
DEVAM EDECEK

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Dezenformasyon
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Psikolojik_savaş
[3] FATMA AFYONCU – http://www.tesis.org.tr/assets/view/userfile/249525.pdf – ages  ıv – x
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ATATURK, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *