HAYATIN İÇİNDEN * PAZAR YAZISI * EKMEK PARASINDAN, GECEKONDU’YA

DEĞERLİ YAZAR MUZAFFER İZGÜ’YE GÖNÜLDEN
SELAM OLSUN, IŞIKLAR İÇİNDE UYUSUN

Yokluğu, yoksulluğu derinden yaşayanların insancıl sıcak fakat zorlu dünyasına bir yolculuk yapmak için ve çocuklarınıza sevgiyi, dostluğu, yokluğu en iyi anlatanlardan, öğretenlerden birisi olan değerli yazar, öğretmen Muzaffer İzgü’yü tekrar anımsatmak amacıyla yaşamını ve kitaplarını, bu pazarın yazı konusu yaparak paylaşmak istedim.
Değerli Anne ve babalar, özellikle ilköğretim’de olan çocuklarınıza değerli yazar İzgü’nün kitaplarını okutmanızı öneririm. Dostluğun, yokluğun, insan sevgisinin, yardımlaşmanın kaybolduğu bu günlerde, özlediğimiz insancıl duygu sıcaklığını tekrar küllerin altından eşeleyerek çıkartmanın zamanıdır. Biliyorum ki siz ebeveynler de çocuklarınızla birlikte bu kitapları okuyacak ve hüzünlenecek, düşüneceksiniz.
İzgü’yü anlatandan aktarı;
Halkevi kütüphanesinden okumak için ödünç aldığı kitapları evdeki kandilin sönük, titrek alevinde okurken, ders çalışmak için “kandil yağı” kalmayınca büyükannesi der ki; “bak yağ bitiyor, ders çalışamayacaksın” . Cevap şöyledir; “Sokak lambasının ışığı altında çalışırım” ……
Naci Kaptan / 13.Şubat.2021

Değerli İzgü’nün kitaplarını okurken içinizde öyle bir duygu uyanacak ki, kitaptaki herkese sıkıca sarılmak, bir çocuk yüreğinin içine karışmak isteyeceksiniz. Aşağıdaki okur yorumları da bunu gösteriyor:
– “Oğlum ikinci sınıfta. Kitap bitince ağlayarak yanıma geldi ve “Anne ne kadar zor durumda olan, ekmek bulamayan insanlar varmış” diye ağladı.” – (Şüheda Yücer / Kitap Yurdu)
– “Dokuz Defa Okudum, Otuz Defa Ağladım” – (kitap-kolik / Kitap Yurdu)
Muzaffer İzgü, 29 Ekim 1933’te Adana’da dünyaya gelir. Cumhuriyet’in 10. yılında doğmuştur, bunu da çok önemser. Hem söyleşilerinde hem de kitaplarında doğum tarihini “Yıl 1933, aylardan Ekim, günlerden 29, yani Onuncu Yıl… İşte o gece…” diye söyler ve yazar.
Muzaffer İzgü doğumunu anlattığında “Bando mızıka ile dünyaya geldim, gerçekten bando mızıka ile.” der. Annesinin doğum sancısı, ailece izlemek için gittikleri Cumhuriyet törenlerinde tutar. Portakal sandıkları, çinko levha ve muşambadan yapılmış bir evde, kendi deyimiyle Atatürk tutkunu olan anne babası ve kendinden bir yaş büyük ağabeyi Sefa ile yaşayan sanatçı, yoksulluk çekip zor bir çocukluk geçirir.
Ailesine yardım amacıyla bulaşıkçılık, garsonluk, sinemada gazoz, sokaklarda darı satıcılığı ve daha birçok iş yapar. O zor yıllar, yazdığı her anıda, öyküde, romanda yer alacaktır. “Çocuk Esirgeme Kurumu’nda fakir insanlara, çocuklara yemek dağıtılırdı. Yemek almak için sıra beklerken duyduğum “Yazık, fukara, fakir” sözlerinden onurum incindiğinden, dağıtılan yemeklerin çok iyi olmasına, evde yiyecek ekmeğimiz olmamasına rağmen ilk günün haricinde buraya hiç uğramadım, evdeki soğan ekmeği ya da turşu ekmeği oradaki sıcak yemeklere tercih ettim.”
Çocukluğunda yaptığı işler arasında, onu en mutlu eden ve çok para kazandığı iş, köprüden atlamaca işidir. “Taş köprüye mahalleden arkadaşım Timuçin ile giderdik, ben altımda don ile köprüye çıkardım, Timuçin de oradan geçen insanlara “Amca şu oğlan aşağıya atlasın mı? “derdi. Ben küçücük çocuğum, adamlar bir bana bakar bir de köprüden aşağıya ve atlayamaz derlerdi. Timuçin adamları galeyana getirir işi inada bindirir, akıllarını çelerdi. “25 kuruş verirsen atlar” derdi . Anlaştıktan sonra ben cup aşağıya, ördek gibiydim o meslekte. 10 kuruşu Timuçin’in, 15’i benimdi. Bir gün 2.5 lira ile eve gittiğimi biliyorum.”
İzgü’nün hayatının dönüm noktası, yağmurlu bir günde ısınmak için halk kütüphanesine gidişi ile olur.
“Çok soğuk bir gün, evde ısınacak hiçbir şey yok, sırtım başım ıslak. Böyle yağmurlu ıslak günlerde bir arkadaşımın evine giderdim. Şubat’ta bizim odun kömür biterdi zaten. Evine gittiğim Nedim arkadaşım bana, “Bugün seni eve götüremeyeceğim, ablamın nişanı var ama sana bir yer tarif edeyim, sen oraya git, orada soba var.” dedi.
Arkadaşımın bana önerdiği yer Adana Halkevi Kütüphanesi’ymiş. 8 yaşındaydım o zaman. Gittim. Gözlüklü bir amca sobanın kıyısına yanaşırken gördü beni, oranın müdürüymüş. Zihni amca. Bana “Isın evladım, kurulan, sonra da dersini çalışırsın” demişti. O sırada baktım ki Halkevi’nde bir kadın kitap dağıtıyor, “Para ile mi?” diye sordum. Param yok. “Hayır, ödünç veriliyor” dediler. Kitapları dağıtan kadın bana Define Adası kitabını uzattı. Yaşamımda ilk kez bir kitabı elime alıyorum. Evde odun kömür yok, kitap nasıl olsun? Açtım başladım okumaya, nasıl hoşuma gitti, kendimden geçtim. İlk okuduğum kitaptır o. Aman ne macera! Dağlar, denizler, korsanlar falan… İkinci günden sonra benim ikinci evim ya Adana Halkevi Kütüphanesi’ydi, ya Ramazanoğlu Kütüphanesi.”
GECEKONDU
İlk öykü kitabı Gecekondu, 1970 yılında yayınlanır. “İlk kitabım Gecekondu’yu elime aldım, titriyordu ellerim. O gece Remzi Kitabevi’nin bana göndermiş olduğu otuz kitabı dizdim, geçtim karşısına, baktım, baktım, baktım…
Muzaffer İzgü genel olarak mizah yazarı olarak canlansa da aklımızda, Gecekondu kitabı ilk öyküsüyle içimizde bir burukluk bırakıyor.
İçinde çeşitli öyküler yer alan Gecekondu, genel olarak Türkiye’nin eski zamanlarında yaşanan bazı talihsiz olaylar ile birlikte, hepimizin Türkiye’nin gerçekleri olarak nitelendirdiğimiz konuları da anlatıyor. Tabi Muzaffer İzgü‘nün mizahi yaklaşımıyla yine de bir parça gülsek de bu öyküler aslında iç burkan cinsten, fakat gerçek.
İlk öykü, kitaba da ismini veren Gecekondu öyküsü. Bu öyküde İstanbul’un gecekondu semtlerinden birinde yaşayan bir aile ele alınıyor. Yoksulluktan kırılan bu ailenin yaşadıkları bize aktarılırken, Muzaffer İzgü’nün de ayrıntıları ne kadar iyi aktardığını görebiliyoruz. Yağmurun yağışını ve sokaktaki insanların bu yağmurdan nasıl etkilendiğini okurken, aslında biz de o yağmurdan nasibimizi alıyor gibiyiz. Anlatılan aile de, bu gecekondu mahallesinde yaşayan kalabalık ailelerden biri. Kızları evlenmek üzere, aile babası her gün eve ekmek parası getirmeye uğraşıyor, diğer küçük çocuklar ise hayatın gerçek yüzüyle henüz yeni tanışıyor. Ekmek parası dediysem gerçekten ekmek parası, çünkü baba eve doğru düzgün para getiremiyor. Ekmeğin parası bile zor giriyor kısacası…Kızlarını istemeye gelen aileye iki bardak çayı zor veriyorlar. Çayları olmadığından ve bir diğer bardakları olmadığından… Böyle bir aile. Ve bu ailenin yaşadığı, başlarına gelebilecek en büyük acılardan birisi. Yoksulluğa yenik düşerek evlatlarını toprağa vermek. Öyküyü okurken tüyleriniz ürperecek eminim.
Diğer öyküler ise bu kadar hüzünlü olmasa da en başta da söylediğim gibi Türkiye’nin hikayeleri. Devlet dairelerinde yaşanan bugün git yarın gel olaylarına kadar, Muzaffer İzgü bize Türkiye’yi anlatmış. Mizahi yönünü de katmış, biz de bu olaylara acı acı gülmüşüz.
Gecekondu, Muzaffer İzgü’nün tavsiye edebileceğim kitaplarından biridir. Hem hayatın zor yanlarını ve bilmediğimiz semtlerde yaşayan diğer hayatları görmek adına, hem de bu hayatlara Muzaffer İzgü’nün penceresinden bakabilmek adına.
“Hürriyet Mahallesi’nin üzeri kara kara bulutlarla kapalıydı. Hafiften başlayan yağmur, biraz sonra şiddetini artırarak gecekonduların çinko damlarını deli deli dövmeye başladı. Damların kirli sularını akıtan olukların pasları da karışınca, kara koyu oluyordu suların rengidir. Bir süre böyle kirli aktı sular, ancak bir zaman sonra gerçek rengini aldı. Önlerine kattıkları kağıt ve çöp parçalarıyla sokağı bir anda moloz yığını haline getirdiler. Uçuşan tozlar, kararan toprağa zamk gibi yapışınca cıvık cıvık oldu her yan. Çamurla sıvanmış duvarlardan dökülen küçük taş parçaları arsız arsız molozların önüne gerilmeye çalışıyorlardı.” (Gecekondu)

ZIKKIMIN KÖKÜ
Nedense bizim mahallenin yoksul çocuklarının hepsi kömür çuvalından çıkmıştı da Yaşar’ı, Nedim’i, Rıfat’ı leylek getirmişti. Belki de biz kışın dünyaya geldiğimizden leylekler burada değildi. Suç anamın, azıcık dişini sıkıp da bizi Mart’tan sonra dünyaya getirseydi, leyleğe binme mutluluğuna biz de erişirdik.
Babam, “Soğuk almış soğuk,” diyordu. Anacığımsa kurşun döktü, belki nazar değmiştir diye. Bilmem, neremize nazar değecekti bizim? Bir kez, pek öyle akıllı çocuklar değildik, sonra yoksulun kuru ekmek tombulluğu da yoktu üzerimizde, yüzümüzde kanın zerresini bulmak için tam araç gereçli laboratuvarlar ister; iş böyle olunca neyimize nazar değecekti ki? Eh, ana bu, kuzguna yavrusu zümrüt-ü anka görünürmüş… Kim bilir, biz de anamızın gözünde ne eşi bulunmaz, ne nazar değecek çocuklardık… Bin maşallah! Kurşun dökmenin bir yararı olmayınca, tüm duaları okuyup okuyup üzerime üfledi anacığım. İki gün de bu duaların etkisini bekledik durduk… Umut, ne iyi şeydi. Doktor parası, ilaç parası vermeden bir çocuğun iyileşmesi, yoksul evi için umutların en iyisiydi.” (Zıkkımın Kökü)

EKMEK PARASI
Muzaffer Dede, Bize Mutluluğun Kitabını Yazabilir misin?
Bir çocuğun yüreğine ne kadar güzellik sığabilir? Ne kadar mutluluk alabilir bir kitabın sayfaları? Kim yoksulluk içinde geçen çocukluğunu bu kadar güzel anlatabilir?
Eğer Ekmek Parası’nı okuduysanız bu soruların yanıtını biliyorsunuz demektir. Muzaffer İzgü, zorluklarla geçen çocukluğunu anlattığı Ekmek Parası kitabının sonunda, yoksulluk içinde yaşadıkları derme çatma barakadan ayrılırken şöyle der:
“Dört gün sonra taşınıyorduk. Ardımızda, sevinçlerimizle, acı çığlıklarımızla kapkaranlık bir bahçe bırakacaktık. Kimbilir, belki de bizden sonra birileri gelecekti buraya, kazmalar, kürekler çalışacaktı, her karışında bir anımız olan bu bahçeye kocaman bir apartman dikilecekti… Belki de adını “Mutluluk Apartmanı” koyacaklardı. Yo hayır, kimse bizim denli mutlu olamayacaktı burada.”
1979’da yayınlanan Ekmek Parası, Muzaffer İzgü’nün çocuklar için yazdığı en güzel romanlardan birisidir. Kitabın özelliği, yazarın kendi çocukluğunun hikayesini aktarması. Ancak 12 Eylül’de Ekmek Parası’na da 14 yıl yasak gelir.
“Babamın ev dediği şey, kocaman bir avlu, avluda bir nar ağacı, bir okaliptüs, bir küçücük oda… Odanın üstü çinkolarla kaplı, yanları bozulmuş ambalaj sandıkları ve bir yığın çamur. Babamın pencere açmak merakı yüzünden, her yıl bu mal sandıkları bıçkıyla kesilir, pencere bu yıl kuzeye bakıyorsa, gelecek yıl doğuya, batıya bakıyorsa, güneye açılırdı. Her seferinde de “İyidir iyi, değişiklik gerek.” derdi. Oysa ki biz iki küçük kardeşin dünyası kuzeyde de aynıydı, güneyde de, batıda da aynıydı, doğuda da. Yalnız ara sıra yatağımıza yattığımız zamanlar tavandaki kocaman sinema kağıdı dünyamızı değiştirirdi. Babam, bu tavanı tastamam örten sinema kağıdını yırtmadan çakmak için bir hayli cambazlık yapmış, bir hayli de haşlamıştı anamı:”Avrat, dibinden tutma, ortasından tut! Ortasından tutma, yanından tut! Kemal, keser, ver, çiviyi ver, hay gözün çıkmasın, baksana keser ayağının dibinde.” Kağıt çakılıp da bitince, onun sevinciyle tüm aile bireyleri sırtüstü yatmış, tavandaki Tarzan Ormanlar Kralı’nı izlemiştik.”
Eğer daha önce Muzaffer İzgü okumadıysanız, işe bu kitaptan başlayabilirsiniz. Ekmek Parası, birbirine sarılıp uyuyan iki kardeşle bir anne babanın sıcacık öyküsünü anlatıyor. Yalnızca ‘Güveç yedik’, ‘Azıcık para kazandık’, ‘Barakadan gecekonduya taşındık’ diye havalara uçan bir ailenin değil, hiçbir şeyden şikâyet etmeden, canla başla çalışan dünyadaki tüm güzel çocukların öyküsü Ekmek Parası.
İzgü’nün Ekmek Parası, çocukları anlatan bir büyük kitabı mı, yoksa gerçek yaşamı çocuklara anlatan bir çocuk kitabı mı bilinmez ancak yediden yetmişe herkesin okuması gereken bir kitap. Bir yandan okula gidip diğer yandan ekmek parası için sokaklarda koşturan iki kardeşin öyküsünü okuyunca geçmiş günlere gideceksiniz. Akşam olunca kitaptaki gibi birbirine sarılacak belki çocuklarınız. Belki birlikte düş kuracaklar. Çocuğunuzun Muzaffer Dedesi işte o düşün içinde yeniden dönecek dünyaya. Çocukların göz bebeğinde yeniden ışıldayacak gözleri. Sözcükleri yeni filizler verecek. Her baharda…

Ortaokuldan sonra, Diyarbakır Öğretmen Okulu’na gider ve mezun olur. Okulda tanıştığı Günsel Hanım ile evlenirler. “Hayatta en büyük aşkım eşim, sonra da kitaplardır. Eşim en büyük okuyucum ve eleştirmenimdir. Yazdıklarımı ilk o okur, tespitleri ve eleştirileri benim için çok önemlidir.” Biri erkek ikisi kız, üç çocukları olur. On bir yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra, on beş yıl Türkçe öğretmenliği yapar ve 1978’de emekliye ayrılır.
Muzaffer İzgü, bazıları sahnelenen çok sayıda tiyatro ve radyo oyunu da yazmıştır, Lütfen Kızımla Evlenir Misin, Sınır-Duvar gibi.
“Bütün güzel sanat dalları insan içindir. Ama tiyatro bütün güzel sanat dallarını kapsadığı için, bence en tepedeki sanat dalıdır. Resmiyle müziğiyle, edebiyatıyla, dansıyla dört boyutludur. İnsan belleğine kolayca yerleşir, düşler kurdurtur, sorular sordurtur, insanı değiştirir.”
İyi bir gözlemci olan Muzaffer İzgü, yazar olarak beslendiği toplum ile iç içedir. Yazdıklarında yaşadıklarından, gözlemlediklerinden yola çıkar. İçinde yaşadığı halkın sıradan insanlık hallerini, gerçekçi eleştiriler ve gülmece üslubuyla ortaya koyar. İnsanın sevinçlerini, özlemlerini, hayallerini, hayal kırıklıklarını yazar. Topluma ve insana ayna tutar. Toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla bireylere ve olaylara eleştirel bir tutumla değinen Muzaffer İzgü, bu eleştiride gülmeceyi araç olarak kullanır. Fakat onun gülmecesi, kaba gülmece unsurlarından oluşmaz. Gülmecenin içinde düşünce ve emeğin olmasını ister, gülmece öğesi onda bir amaç değil, araçtır.

Usta yazarı Muzaffer İzgü, kanser hastalığını nedeniyle, 84 yaşında 26 Ağustos 2017 günü İzmir’de hayatını kaybetti. “Muzaffer İzgü’nün gülmecesi düşündürürken acıtır, acıtırken gülümsetirdi. İçimizde buruk bir acı bırakırdı. Çünkü toplumsal yaşamın gerçeklerini bize sunarken acımsı bir gülmeceyle sunardı.”
“öykülerinde toplumumuzda gözlediği çarpıklıkları, öykünün kendine özgü düzeni ve havası içinde bize göstermekte, anımsatmaktadır. Çok yalın bir öykü dili olduğunu biliyoruz. Her öykü, içeriğine uygun bir kurgulama ile ortaya konulmuştur. Öykü kişileri de gerçek kişilerdir, bizim kişilerimizdir. Bu kişilerin yaşamı da bizim toplumsal yaşam ortamımızdır.”

ESERLERİ:
Roman: İlyas Efendi (1971), Halo Dayı (1973), İki Öküz (1973, Kasabanın Yarısı (1982), Üç Halka Yirmibeş (1984), Zıkkımın Kökü (1988), İt Adası (1992), Sıpa (1993), Dilber (1995), Millî Kahraman Matador Mahmut (1996), Kaçak Kız (gençlik romanı, 1997), İçimde Çiçekler Açınca (gençlik romanı, 2000), Bütün Sabahlarım Senin Olsun (2003).

Oyun: Gecekondu (1971), Gön (dört kısa oyun, 1971), İnsaniyettin (1972), Kara Düzen (1974), Reçetesi Peçete (1974), Utanmıyorum Üşüyorum (1975), Her Devrin İti (1975), Öykülerden Oyunlar (1978), Sınırda ve Duvar (1982), İsrafil’in Düdüğü (1983), İcraatın İçinden İnsan Manzaraları (1990), Dandini Vatandaş Dandini (1991), Bekçi (1991), Demokrasi Parkımız (1992), Lütfen Kızımla Evlenir misiniz? (1995), Demokrasimiz Kaç Para Eder? (1998), Herkese Bir Yastık (2000).

Gülmece Öyküsü: Gecekondu (1970), Bando Takımı (1974), Donumdaki Para (1975), Dayak Birincisi (1979), Deliye Her Gün Bayram (1980), Sen Kim Hovardalık Kim (1980), Her Eve Bir Karakol (1980), Devlet Babanın Tonton Çocuğu (1981), Lüplüp Makinası (1982), Çanak Çömlek Patladı (1983), Ortadireği Yıkan Ayı (1984), İşte Mühür İşte Sen (1984), Devletin Malı Deniz (1986), Azrail Nasıl Rüşvet Yedi (1986), Siz Bilirsiniz Paşam (1987), Demokrasimiz Kaç Para Eder (1988), Yıl Sıfır Darbe Hazır (1989), Bir Namussuz Aranıyor (1990), Bizim Ayılar Amerikalıları Çok Sever (1991), Bir Mayıs Polis Bayramı (1992), Nasıl Noel Baba Oldum (1993), Dandini Vatandaş Dandini (1994), Ayvayı Yedik (1995), Hırsız Köpek (1997), Oturaklı Başkan (1998), Herkese Bir Yastık (1999), Tom Babanın Tombalası (2000), Soyma Beni Utanırım (2002), Hükümet Çiftetellisi (2004).

Çocuk Kitabı: Ökkeş Balık Avında (1968), Ökkeş Kurt Avında (1958), Ökkeş Bahçıvan (1969), Ökkeş Kapıcı (1969), Ökkeş Lunaparkta (1970), Ökkeş Otoparkta (1970), Ökkeş Maçta (1970), Ökkeş İşportacı (1970), Ökkeş Dolmuşçu (1971), Ökkeş Denizde (1971), Murat’ın Tatili (1972), Korkak Kahraman (1973), Anneannem Askere Gidiyor (1973), Yaşasın Kanal Anneanne (1973), Anneannemin Gramofonu (1973), Ormandaki Kulübe (1973), Anneannemin Apartman Kuzusu (1974), Anneannemin Erikli Bahçesi (1974), Makasçının Oğlu (1976), Kahraman Panter (1976), Ali’nin Bisikleti (1978), Kara Pamuk (1978), Uçtu Uçtu Ali Uçtu (1979; İstanbul Çocuk Kitapları Fuarı Masal Birincilik Ödülü), Ekmek Parası (1979), Kardelen (1979), Arıcık (1979), Pazar Kuşları (1979), Bülbül Düdük (1980), Çizmeli Osman (1980), Yumurtadan Çıkan Öğretmen (1981), Karlı Yollarda (1982), Güldüren Uçurtma (1983), Kuşadalı Metin Kaptan (1985), Küçük Arı Büyük Ayı (1989), Al Yanaklı Hasan (1989), Kabakçı Amca (1989), Çıngıraklı Çoban (1989), Can Dayım (1990), Duyduk Duymadık Demeyin (1990), Süpermen İstanbul’a Düştü (1990), Nasıl Şarlo Oldum (1990), Ufağım Ama En Büyük Benim (1990), Konuşan Kedi (1990), Dedemin Bisikleti (1990), Bulutlara Simit Satan Çocuk (1990), Kurt Korkusu (1990), Altı Sepet Tek Bıyık (1990), Uzay Karpuzu (1991), Kiraz Kız (1991), Yedi Renkli Saat (1991), Hokus Pokus (1992), Uzay Dolmuşu Kalkıyor (1994), Okula Giden Robot (1994), Bisikletim Vız Vız (1995), Kızılderili Çocuklar (1995), Sarı Şapkalı Kardan Adam (1995), Eşeğin Türküsü (1995), Kuklacı Çocuklar (1995), Konuşan Balon (1995), Armutçu Ayı (1995), Kahraman Kuçu (1995), Yusuf’un Treni (1995), Uçan Eşek (1995), Anneannem Gelin Oldu (1997), Anneannem Cankurtaran (1997), Anneannem Dans Kraliçesi (1997), Yaşasın Anneannespor (1997), Anneannemin Bebeği (1997), Şarkıcı Kuşlar (2002), Anneannemin Konuk Kedisi (2002).

Naci Kaptan / 13.02.2021
This entry was posted in GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *