TARİHİN İÇİNDEN * “KEŞKE YUNAN KAZANSAYDI” DİYENLERE; BALKAN SAVAŞLARI VE BULGAR MEZALİMİ * 40 gün içinde dört asırlık Rumeli’mize ebediyen veda ediyorduk. Zira her askerî birlik, birbirine hasım ve ayrı bir partinin mensubu hâline gelmişti. Artık bize acıyan da kalmamıştı.

Naci Kaptan / 03.08.2020

ABDÜLHAMİT HAN YABANCI DEVLETLERE BEL BAĞLAMIŞTI

Ordu siyasallaşınca Balkanlar kaybedildi. Meşrutiyet sonrası Osmanlı ordusuna giren siyaset virüsü, Balkanlar’ın elden çıkmasıyla sonuçlandı


Abdülhamit Han anılarında “Balkan hayduduna vurmak üzere her elimizi kaldırdığımızda Rusya’yı yahut İngiltere’yi karşımızda bulduk. Zaten İngiltere ile Rusya evimizi harap eden iki fareye benziyorlar. Eskiden Fransa, bu iki iğrenç kemiriciye karşı istediğimiz zaman çıkarabileceğimiz güvenli bir savunucumuzdu.
Fakat Fransa her gün biraz daha bizden ayrılmaktadır. Allah’a şükür bunu gidermek için Almanya ile dostluk kurmuş bulunuyoruz. Bu namuslu müttefikimiz herkesi hizada tutmasını bilecektir” dese de, Balkanlarda ok yaydan çıkmış, her millete mensup çeteler, diğer bir millete mensup insanların canına ve malına kast etmeye başlamış Rumeli’yi kan, ateş, barut ve bombalar bürümüştür.
Olayların merkezinde Makedonya vardır ve Bulgar Yunanlıyı, Sırp Bulgar’ı, Arnavut Sırp’ı katletmiş ve nihayet bunların hepsi de fırsat buldukça Türkleri bölgeden kaçırmak için zorbalıkta ve haydutlukta sınır tanımamışlardır.
İmparatorluğun tek sorunu Balkanlar’da değildir aynı zamanda, Yemen’de ayaklanmalar çıkmış, Suriye bölgesinde Dürziler isyan etmiş, bununla birlikte askerler ve Devlet memurları düzenli maaş alamaz olmuşlar ve dolayısıyla bürokrasi tıkanmış, dış borç ve hayat pahalılığı baş edilmez bir hal almıştır.
Diğer taraftan, tekrar meşrutiyetin ilan edilmesi halinde söz konusu olumsuz havanın ve şartların düzeleceğine yönelik bir algı oluşmaya başlamış ve bu yöndeki talepler dillendirilmeye başlamıştır.
Sultan Abdülhamit Han Devletin tek hâkimidir ve neredeyse ülkeyi tek başına yönetmektedir. Ülkenin bu zor günlerinde en ufak bir olumsuzluğun dahi Padişaha mâl edildiği bir zamandan geçilmektedir ve baskıcı rejime karşı gelenler derhal susturulmakta ve cezalandırılmaktadır. Askerlerin ve önde gelen aydınların düşüncesine göre Meşrutiyet’in tekrar ilan edilmesi halinde ülke düzelecek, memleketin birçok yerindeki kardeş kavgası da son bulacaktır. Bu düşüncede olanlardan ve gizliden gizliye kurulan gün geçtikçe de güç kazanan kurumların başında da İttihat ve Terakki Cemiyeti gelmektedir ki, özellikle Selanik ve Manastır’daki askerler arasında çok fazla taraftar bularak örgütlenmiştir.
Tamda bu hassas günlerde önce dünya basınına ve kısa süre sonra da İstanbul basınına yansıyan haberlere göre İngiliz kralı Edward ile Rus çarı Nikola, bugünkü Estonya’nın başkenti Reval’de bir araya gelerek Osmanlı’yı paylaşmak üzere görüşmüşler ve anlaşmışlardır.
Gerek Balkanlardaki bitmek bilmeyen ve bastırılamayan isyanlar, gerek ülkenin diğer bölgelerinden gelen talepler ve özellikle de genç ve gelecek vâdeden askerlerin şiddetli talepleri, Reval görüşmelerinden sonra iyice artmış ve başta Enver Bey olmak üzere birçok asker isyan etmiştir. Sonuçta olaylar karşısında Padişah 2. Abdülhamit Han, 24 Temmuz 1908’de istemeye istemeye 2. Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalır. [1]

Fatih ACER / acerfatih01@gmail.com
Balkan devletlerinin hepsi, Balkan savaşlarından az veya çok kazançla çıkmışlardır. Bu savaşlarda zarar gören sadece Osmanlı Devleti olup, Avrupa’daki topraklarının % 83’ünü, nüfusunun % 69’unu ve bunlara ilâveten devlet gelirlerinden önemli bir kısmı ile önemli ölçüde bir ziraat potansiyelini kaybetmiştir.
Enver Ziya Karal, Balkan yenilgisini, Osmanlı Devleti açısından iç ve dış plan olarak
iki ana başlıkta sonuçlandırır. Buna göre, iç planda dört ana nokta üzerinde durur;
1)Sınırların daralması,
2) Prestij kaybı,
3) Ulusçuluk düşüncesinin uyanışı,
4) İttihat ve Terakki Partisi iktidarının kuvvetlenmesi.
Dış planda ise, Asya’daki Osmanlı eyaletlerinin paylaşılması fikri ve Doğu Avrupa’da dengesizlik yer almaktadır. Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları neticesinde kaybettikleri sadece bunlarla kalmadı. Bilhassa Bulgaristan ve Yunanistan’a bırakılan topraklarda yaşayan Türkler,yapılan antlaşma hükümlerine aykırı olarak, idaresi altına girdikleri devletlerin hükûmetleri veya ahalisi tarafından baskılara uğradılar ve gördükleri zulüm yüzünden, bütün maddi varlıklarını bırakıp, Osmanlı ülkesine sığınmak zorunda kaldılar.
Âdeta kaçmak şeklinde cereyan eden bu göçler, en kötü şartlar altında Osmanlı Devleti’nin kontrol ve iradesi dışında yapıldığından büyük sıkıntılar doğurdu. İlhan Bardakçı’nın Balkan Savaşı hakkındaki tespitleri bu yenilginin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir:
“Balkan Faciası’nda, kimsenin dört eski vilâyet ve ilçemiz karşısında yenileceğimizi ummadığı bir savaşta, biz 40 gün içinde dört asırlık Rumeli’mize ebediyen veda ediyorduk. Zira her askerî birlik, birbirine hasım ve ayrı bir partinin mensubu hâline gelmişti. Artık bize acıyan da kalmamıştı. Çatalca’ya kadar gelen düşmanlarımızı, onların kendi aralarındaki kavgadan yararlanarak ters yüz etmiştik ama… Ne var ki artık sınırlarımız Edirne’de noktalanmıştı. O güzelim fütuhat devrinden bize kala kala, Tuna yalılarının hayalleri, buruk ve hasret dolu Rumeli türküleri ve tek bir döşeğini ya da pekmez güğümünü sırtlamış ve kucaklamış, Trakya çamuru içinde ağlamayı bile unutmuş göçmen kafileleri kalmıştı.”
Kayıpları manevî açıdan değerlendirecek olursak, Balkan Savaşı’nın 600 yıllık Osmanlı tarihinin en büyük felaketlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Türklerin Anadolu’dan sonra ikinci vatan hâline getirdikleri, yurt edindikleri ve bunun için milyonlarca şehit verdikleri, binlerce sanat eserleri bıraktıkları Rumeli bu savaşla kaybedilmiştir.
Sonuç olarak Balkan Savaşları, II. Meşrutiyet hareketlerinin doğurduğu dış gaileler zincirinin son halkasını, fakat en şiddetli, en yıkıcı darbesini indiren halkasını oluşturmuştur. 1912 Ekim’inden, 1913 Ağustos’una kadar yaklaşık on ay devam eden bu darbe sadece Osmanlı Devlet’ini değil, Balkan ve Avrupa’nın büyük devletlerini yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir.
Rekabet ve çıkar çatışması içerisinde bulunan devletler, Balkanlar’daki bu bunalım dolayısıyla bir defa daha karşılaşmışlar, bu da bloklar arasındaki gerginliği arttırmış ve silahlanma yarışını hızlandırmıştır. Bu nedenlerden dolayı, Balkan Savaşları veya Balkan bunalımı, I. Dünya Savaşı’nın ateşlenmesine zemin hazırlamış, bu da Osmanlı Devleti’nin sonunu yaklaştırmıştır.
Balkan Savaşı Sırasında Bulgar Mezalimi
Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi durum ve yenilgisinden istifade eden Balkan devletlerinin işgal bölgelerinde kalan Türklere karşı akla hayale gelmeyecek, insanlıkla bağdaşmayacak mezalimde bulundukları belgelerle sabittir.
Nitekim Balkan Savaşı’nın patlak vermesiyle Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar ve Karadağlıların Makedonya ve Rumeli’nin Müslüman Türk halkını yok etme veya kovma nedeniyle yaptıkları zulümler neticesinde, 93 Harbi’nde olduğu gibi, yine yüzbinlerle ifade edilen Türk kitlesinin göç ederek, İstanbul’a ve Anadolu’ya gelmesine yol açmıştır. Bu savaş sırasında Türklere yapılan mezalim, uygulanış biçimi açısından 93 Harbi sırasında yapılanların bir devamı, sanki yarım kalmış bir işin tamamlanması mahiyetindedir.
Balkan Savaşı sırasında Müslüman Türk unsura yapılan mezalim daha öncekilerden çok daha ağırdır. Balkan devletlerinin askerlerinin yanında komitacılarca yapılan zulümler de akıl almaz boyutlardadır. Bilhassa bu devletlerden Bulgaristan’ın ve dolayısıyla Bulgar komitacılarının Müslüman Türklere karşı yaptıkları mezalim, asırlarca bir milletin alnından silinmeyecek bir leke bırakacak mahiyettedir. Bu cümleden olarak, savaş sırasında Bulgarların Davud, Topuklu ve Maden köylerini tahrip ettikleri sırada, yalnız kadın ve ihtiyarları değil, beşikteki çocukları bile parçaladıkları, Radovişte’de ise, bütün erkeklerin katledildiği bildirilmektedir.
Bulgar komitacıları Drama’da da tam bir vahşet sergilemişler, 400 hanelik Roksar köyünde Şaban Ağa isminde birinin parasını gasp ettikten başka, kendisinin önce gözlerini, sonra burun ve kulaklarını, daha sonra ise kol ve bacaklarını keserek vücudunu sokak ortasına atmışlardır. Yine aynı köyde genç bir muallimin de göz ve kulaklarını keserek katletmişler, adı geçen köyde sadece 40 kişi bırakıp geri kalanları son derece zalimane bir şekilde öldürmüşlerdir.
“Bulgar komitacıları göç eden kafilelere de sürekli saldırmışlar, böylece binlerce masum insanın kanına girmişlerdir. İskeçe’de Bulgarlar ele geçirdikleri kişileri parça parça etmişler, Komanova ve Üsküp arasında ise yaklaşık olarak 3000 kişiyi katletmişlerdir. Siroz’da ise kendilerini savunan Türklerin iki askeri öldürdükleri gerekçesiyle, Bulgar subayı saatine bakarak; “Şimdi saat yarım, yarın aynı saate kadar Türklere istediğinizi yapabilirsiniz” demesi üzerine katliama başlanılmış ve gün boyunca 1200 ile 1900 arasında masum Türk halkı öldürülmüştür. Siroz sancağındaki 134.000
Müslüman nüfusun 20.000 kadarı bu şekilde Balkan müttefiklerince katledilmiştir.”
Selânik’te bulunan Ayasofya Camii’ni kiliseye çevirmeleri sırasında kendilerine karşı geldikleri bahanesiyle katliama da başlanmış ve bunun sonucunda 500 kişi Bulgar askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürülmüştür. Bunun yanında pek çok köy ve kasabada ahaliye zorla din değiştirilmeye alışılmıştır. Bulgarlarca yapılan dinî baskılar isim değiştirme şeklinde de olup, kendilerine verilen Hristiyan isimlerini söylemeyen Türklere para ve idam cezası uygulanmaya başlanılmıştır. Bunun yanında kadın ve erkeklerin giyeceklerine de müdahale eden Bulgarlar, fesle gezmeyi yasaklamışlardır.
1968-1972 yılları arasında, Bulgarlar, Bulgarlaştırılmayı kabul etmeyen çok sayıda Türk’ü katletmekten geri durmamışlardır. 14 Mart 1972 tarihinde en şiddetli boyutlara ulaşan bu hareket, aynı yılın sonlarına kadar devam etmiştir. Uygulamanın tatbikatında, isim ve dinlerini değiştirmedikleri için Rodoplar, Deliorman ve Dobruca’da kadın, çocuk, erkek ayırmaksızın çok sayıda Türk hunharca öldürülmüştür.
1970 yılında yapılan katliamlarda 17.000 Türk vahşice öldürülmüştür. Ayrıca sadece Meriç Barajı’nda 1000 kişinin cesedi toplu olarak bulunmuştur. 14-18 Mart 1972 günleri arasında Rodoplarda meydana gelen toplu işkence, öldürme ve tecavüz olaylarından dolayı ormana sığınmak zorunda kalan Türklerin ısrarlı takibi sonuç vermeyince, Bulgar gizli servis yetkililerinin emriyle, 18-20 Haziran 1972 günü Türklerin sığındığı ormanlara uçaklarla zehirli gaz püskürtülmüş, bunun sonucunda da 8-10 bin civarında Türk ölmüştür.
Ancak Bulgaristan’ın bu hunharca cinayetlerini Libya’nın protesto etmesi ve Yugoslav televizyonunun dünya kamuoyuna duyurmasına rağmen, Türkiye’nin 1970 olaylarına sessiz kaldığı görülmektedir. Nitekim Türkiye’nin sessizliği Bulgaristan yöneticilerine kuvvet vermiş olacak ki baskı daha da artmıştır.
Sonuçta Bulgaristan’da yaşayan Türk topluluğu 1972 yılında toplu sürgün, katliam, işkence gibi XX. yüzyıl insanlık dünyasının utanacağı her türlü uygulamalara maruz kalmıştır. “Bu son Bulgarlaştırma kampanyasında da 15-20 bin civarında Türk katledilmiş, 558.325 Müslüman Türk’ün ismi değiştirilmiş, isimlerini değiştirmekte direnenlerden 48.073 kişi işten atılmış, çok sayıda öğrencinin Bulgar adını almadığı için okullardaki kaydı silinmiştir, pek çok kişinin de diploması, nüfus cüzdanı, ehliyeti iptal edilmiştir.” [2]

[1] http://sahipkiran.org/2016/10/26/balkan-savaslari/
[2] file:///C:/Users/USER/Downloads/427430
This entry was posted in Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *