HAYATTA TEK KILAVUZ BİLİMDİR

HAYATTA TEK KILAVUZ BİLİMDİR

Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)

Atatürk eğitime çok önem verdiği için öğretmenlere çok değer verirdi. Günümüzde lise mezunu bekçilerden daha az aylık alan öğretmenler, Atatürk zamanında milletvekilleri kadar aylık alıyorlardı. Yurt gezilerinde, gittiği her yerde, oradaki öğretmenlerle söyleşi tarzında toplantılar yapar, sorunlarını dinler ve eğitime yönelik görüşlerini öğrenmek ister, en sonunda da kendisi konuşarak toplantıyı kapatırdı.

Atatürk, Samsun-Çarşamba demiryolunun temelini atmak üzere 21 Eylül 1924’de Samsun’a geldi. 22 Eylül akşamı, İstiklâl Ticaret Okulu’nda öğretmenlerle toplantı yaptı. Kadın öğretmenler kurabiye vb. yiyecekler hazırlayıp çay demlemişlerdi. Toplantı samimi bir çay partisi şeklindeydi. Ancak söz alan öğretmenler sorunları dile getirmekten çok Atatürk’e övgüler diziyorlardı. Bazıları övgüyü, argo deyimle, yağcılığa/ yalakalığa kadar götürüyordu.

Bu durumu, Atatürk’ün yanında bulunan Hasan Rıza Soyak anılarında şöyle yazmaktadır: “çok içli, çok ateşli sözlerle kendisine karşı besledikleri sevgi, hayranlık ve bağlılık duygularını, pek heyecanlı ve şairane sözlerle belirttiler. Onun işaret ettiği yenilik ve ilerleme yolunun şaşmaz yolcuları olduklarını, vatan yavrularını buna göre yetiştirmeye çalışacaklarını bildirdiler. Atatürk, bu övgüler söylenirken gözlerini indiriyor, yüzü kızarıyor, sıkıldığını belli ediyordu. Bir ilköğretim müfettişi söz aldı; ‘Ulu Gazi; bundan 5 yıl önceydi; 600 yıldan beri büyük bir tarih yaşayan büyük bir milletin son günleriydi. Bütün yaratıklar, bütün doğa, bu milletin yasını paylaşıyordu. Ufuklar parçalanmış, güneş kararmış, yıldızların ışığı sönmüş veya biz göz nurundan yoksun kalmıştık. Her taraf cehennemi bir sessizlik içindeydi. Bülbüller susmuş, baykuşların yaslı sedaları kulaklarımızda uğulduyordu. Kartalların leş didikleyen gagaları beynimizde, gözlerimizde dolaşıyordu. Artık her şey bitmişti; esen rüzgâr, sahile çarpan dalgalar, bu milletin yasını hıçkırıyor, haykırıyordu. İşte o anda, o elemli kara günlerde siz Ulu Gazi, siz ey zafer ışığı, siz ey Türk diyarının kıymetli ve unutulmaz kurtarıcısı, siz yetiştiniz.”

Bu konuşmanın sonunda Atatürk söz alır ve “toplantıyı düzenleyenlere teşekkür ederek” özetle aşağıdaki konuşmayı yapar.

Saygıdeğer Hanımefendiler ve Beyefendiler! Söz alan arkadaşlar, bana yönelik çok güzel sözler söyleme inceliği gösterdiler. İçten gelen bu güzel sözlerden dolayı şüphesiz çok mutluyum, duyguluyum ve onlara teşekkür borçluyum. Ancak sizden olan bir kişiye, sizden fazla önem vermek; her şeyi milletin bir ferdinde toplamak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait meselelerin açıklanmasını, çözümünü, böyle yüksek bir toplantı meclisinin alçak gönüllü bir ferdinden beklemek uygun ve doğru değildir.
Saygıdeğer kardeşler! Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan sevgi ve saygımdan dolayı, önünüzde gerçek bir noktayı açıklamak zorundayım. Herhangi bir kişiyi istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, çocuğunuz gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz.

Fakat bu sevgi sizi akıl yolundan ayırmamalıdır. Ne kadar çok severseniz sevin, milli varlığınızı bir kişiye vermemelisiniz. Bunun tersine hareket kadar büyük hata olamaz. Bir milletin varlığı, onuru ve geleceği için bundan büyük bir yanlış olamaz. Geçmişte milletimiz bunun doğurduğu felaketleri çok yaşadı. Ben ait olduğum büyük milletimin, böyle bir hatayı artık yapmayacağına inanıyorum.

Efendiler ilham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir. Milletin müşterek arzusu, gerçek temayülüdür. Varlığımızı, istiklalimizi kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisinden başka bir şey değildir.

Efendiler! Dünyada her şey için; uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir; fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak aymazlıktır (gaflet), cahilliktir, sapkınlıktır (dalalet)…
Beni dinlemek zahmetine katlandığınızdan dolayı hepinize teşekkür ederim.”

Bu konuşma, tek tümceye indirgenmiş ve “hayatta en hakiki mürşit ilimdir”, günümüz diliyle “yaşamda tek kılavuz bilimdir” özlü sözüne dönüşmüştür.
Atatürk 1933’te yaptığı bir konuşmada da “ben hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış fikir bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Bilim ve aklın yolunu izleyenler manevi mirasçılarım olurlar. Benim sözlerim akıl ve bilimle çelişirse, aklın ve bilimin yolundan gidin” demiştir.

Bu sözler Aydınlanma felsefesini/ kültürünü özümsemiş/ içselleştirmiş bir aydının sözleridir. Yapmış olduğu devrimlerle gerçekleştirmek istediği de sonuç olarak Aydınlanma Devrimi idi. Ama ömrü yetmedi. Ardından gelenler insanlığın gelişim, uygarlık ve bilim tarihinden haberleri olmadığı için devrimleri tamamlayamadılar. Bunun üzerine halkı sömürmek isteyenler ayağa kalktı, Atatürk unutturuldu, karşıdevrim başladı. Sonuçta insanlarımız aklı ve bilimi değil, insanları kılavuz edindiler ve dolandırılmaya/ aldatılmaya başladılar…

Kaynak: Samsun’da Öğretmenlere Nutuk, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 17,s.44-48, Kaynak Yayınları, 2005.
This entry was posted in ATATURK, SÜLEYMAN ÇELİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *