Olmazsa olmaz bir çağdaşlık ölçüsü: Laiklik
21 Aralık 2019 Cumartesi / İsmail Özcan / Eğitimci/Yazar
21. yüzyıl toplumları kaçınılmaz bir şekilde ya dini, ya ırkı, ya mezhebi, ya ideolojisi vb. sebebiyle farklı kimliğe sahip kesimlerden oluşacaktır. Günümüzde böyle toplumlara “çoğul toplum” diyoruz. Günümüz demokrasilerinin temel hedefi bu çoğul toplumu barış içinde yaşatıp yönetmektir. Bunu başarabilen toplumlara da “çoğulcu toplum” deniyor. Zamanımız Batı toplumlarının çoğunluğu bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Bunun da en büyük aracı laiklik olmuştur. Laiklik olmadan özellikle din ve mezhep farklılıkları ve çekişmeleri yüzünden istikrarsızlık yaşayan toplumlara istikrar getirmek, barış ve huzur sağlamak hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır. Bugün bu anlamda istikrara, barış ve huzura en fazla muhtaç olan toplumlar Türkiye istisna olmak üzere bütün Müslüman toplumlardır.
Günümüz Müslüman toplumlarının büyük çoğunluğu din mezhep çatışmaları; tarikat cemaat çekişmeleri sebebiyle kaos içinde bulunmaktadır. Barışı, huzuru bırakın, sıradan bir istikrara kavuşma ümitleri bile yoktur. Bu ülkeler laikliği benimseyene kadar bu konuda hiç şanslarının olmayacağını söylemek kehanet sayılmamalıdır.
Laikliğin; “din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, devletin din kurallarıyla yönetilmemesi” şeklindeki tanımı eksik bir tanımdır.
Gerçek laiklik bundan çok daha fazlasını kapsamaktadır. Laik bir devlet din ve dünya işlerini ayırmakla, toplumu çağdaş ve rasyonel yasalarla yönetmekle yetinemez. Laik bir devlet din ve vicdan özgürlüğünün gereği olarak vatandaşlarının din, mezhep, inanç ve inançsızlık konularında birbirlerine dayatmada bulunamamaları; tam tersine karşılıklı saygı göstermeleri için gerekli yasal düzenlemeleri yapmakla, sınırları belirlemekle de görevlidir. Bu; dinlerin, mezheplerin, tarikat, cemaat gibi dini oluşumların başıboş bırakılmaması demektir. Bizim laikliğimizin bugün için önemli eksiği söz konusu oluşumların yeterli denetlenememesidir.
Bu denetim eksikliği nedeniyle tarikatlar, cemaatler, dini çıkar aracı haline getirmekte; bağlılarını sömürmekte; daha da ileri giderek toplumun bütününe yönelik olarak “yanmaz kefen” gibi akıl ve mantık dışı ürünler pazarlayabilmektedirler. Laiklik; inananların, dindarların bu tür sömürülerden korunmalarının da güvencesidir. Çünkü laiklik din ve inanç özgürlüğünün olduğu kadar inancın dışavurumu ve sömürülerden uzak olarak yaşanması demek olan dindarlığın da güvencesidir. Bu sistemde dileyen ve isteyen; kimseye din ve dindarlık empoze etmemek, dini siyasete ve kişisel çıkarlara araç yapmamak koşuluyla dilediği kadar dindar olabilir.
Bir gerçek daima vurgulanmalıdır: Laiklik asla dinsizlik ve din karşıtlığı değil, dinin devleti yönetme amaçlı siyasal bir ideoloji haline getirilmemesidir. Çünkü din böyle bir amaca yöneldiğinde, böyle bir amacın ideolojisi haline getirildiğinde toplumda özgürlük, demokrasi ve çağdaşlığın alameti farikası olan çoğulculuk bitiyor; tek inancın, tek görüşün, tek yorumun dayatmaları ve o dayatmalardan doğan çatışmalar başlıyor.
İşte bu sebeple dinin ve dindarlığın özgürleşmesinin, bu alandaki seçeneklerden istenenin kolayca tercih edilebilmesinin; tek bir bakışın, görüşün ve yorumun dayatılamamasının garantisi laikliktir. Dinin ve dindarlığın kavga, baskı ve sömürü aracı olmaktan kurtarılmasının başka alternatifi yoktur.