Engin Demirkollu
18.01.2019
UĞUR MUMCU’YU KATLEDENLER; TÜRKİYE’DE REJİMİ YIKMAK İÇİN
İRAN YÖNETİMİNİN EĞİTTİĞİ KİŞİLER VE YERLİ İŞBİRLİKÇİLERDİR!
“Uğur Mumcu; Ağustos 1992’de son iki yılın suikastlarını “faili meçhul” diyerek geçiştirmemiş; saldırı odağını görmüştü: “Türkiye’de Prof. Muammer Aksoy, Doç. Bahriye Üçok, gazeteci Çetin Emeç ve yazar Turan Dursun gibi aydınların canlarını alan İslamcı terör.” Cumhuriyet 16.8.1992
Uğur Mumcu, İmam Hatip Liselerini bitirenlerin “ancak onda birinin” imamlık yaptığını, geri kalanların kendi meslekleri dışında devlet kadrolarına yerleştirildiklerini eleştiren çok sayıda yazı yayınlamıştı. Harp Okuluna girme hakkıyla sona gelindiğini, Türk ordusunun laikliği savunma gücünün kırılacağını belirterek girişimi sertçe eleştiren köşe yazısını yazdı. Uğur Mumcu’nun “İmam Subay” başlıklı yazısı 22 Ocak 1993’te yayınlandı.
Bu yazı onun İslamcılığın devleti ele geçirmesiyle ilgili son direnişiydi.”
UĞUR MUMCU’YU KATLEDENLER;
UĞUR MUMCU’YU KATLEDENLER; TÜRKİYE’DE REJİMİ YIKMAK İÇİN
İRAN YÖNETİMİNİN EĞİTTİĞİ KİŞİLER VE YERLİ İŞBİRLİKÇİLERDİR!
İstanbul’daki sinagoga toplu kıyım saldırısının üstünden bir hafta geçmişti. Kudüs Kuvvetleri’nin ameliyatçısı Ferhan Özmen, yeni görev emrini Kocatepe camisine gelen İranlı’dan aldı. Hedefteki kişi, İsrail’in Ankara Büyükelçiliği’nde görevli Ehud Sadan’dı. Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Oğuz Demir, Sadan’ı özenle izlediler; davranışlarını incelikleriyle saptadılar….Öldürme planı tamamlandı…Bomba daha öncekiler gibi basitti…. Patlayıcı, fünye, fünyeyi ateşleyecek pil devresi ve pil devresine bağlanan kontak….Bombanın araca yerleştirilme süresi bir-iki dakikayı geçmiyordu….Bomba düzeneğinin aynısı, on ay sonra Uğur Mumcu’nun otomobilinde de kullanılacaktı…
1989’da, “demokrasi” gerekçesiyle İslamcı örgütlerin önü açılınca Türkiye’de rejimi yıkmak için İran yönetimiyle işbirliğine gidenlerin açık bildirilerine, salon toplantılarına, İran’dan gelenlerin, özellikle İstanbul Fatih’teki salonlarda konuşmalarına dikkat etmemenin bedeli büyük oldu. Oysa Muammer Aksoy, Turan Dursun, Çetin Emeç, Bahriye Üçok bu gelişmeleri önceden görmüş, önlemek için soyut “demokrasi” kavramlarıyla oyalanan arkadaşlarını uyarmaya çalıştıkları için katledilmişlerdi. Demokrasi kurultayını destekleyen, ancak iki yılda düşünceleri değişen katledilenlerin izinden giden duyarlı insanların başında Uğur Mumcu geliyordu.
Uğur Mumcu, on yıl önce, 1983’te Humeyni’nin yönettiği İran’ın kanlı yayılmacılığını vurgularken sözünü sakınmamıştı:
Faşist Şah’a karşı oluşan “halk hareketi” devrimci, bilinçli ve sağlıklı bir kadronun yönetiminde olmadığından, hareket kısa sürede insan kasaplığına dönüşmüş; dinsel lider Humeyni de kanlı bir hayalet gibi ortalıkta dolaşmaya başlamıştır…
Humeyni’nin “dinsel lider”, bir tür manevi önder olarak kabul edilmesi yanıltıcıydı. Humeyni, Anayasa ile hükümet, meclis ve adalet, güvenlik, silahlı kuvvetler üstünde tek yetkili siyasal otoriteydi. Onun onayı olmaksızın hiçbir karar uygulanamaz, hiçbir eylem başlatılamaz, hiçbir toplu kıyım ya da suikast düzenlenemezdi. Bu gerçeğin bilincinde olmaksızın Türkiye’deki eylemler, suikastlar arasındaki bağlantı anlaşılamazdı……
Uğur Mumcu bu cinayetler sonrasında, birçok yazar, Baro başkanı, hukukçu, politikacı gibi Türkiye’de gizli güçlerce çatışma yaratılmak istendiğini, olayların askeri darbe hazırlıklarına benzediğini yazmıştı. Ne ki cinayetlerle ilgili görüşü daha sonra değişmiş; Ağustos 1992’de son iki yılın suikastlarını “faili meçhul” diyerek geçiştirmemiş; saldırı odağını görmüştü: “Türkiye’de Prof. Muammer Aksoy, Doç. Bahriye Üçok, gazeteci Çetin Emeç ve yazar Turan Dursun gibi aydınların canlarını alan İslamcı terör.,”Cumhuriyet 16.8.1992
Kaçakçılık ve terör dosyalarını deşip duran Uğur Mumcu’ya çeşitli yerlerden tehditler gelmesi olağandı. Laikliği ve Kemalizmi savunması da tehditleri çoğalttı. Uğur Mumcu Nurcuların da boy hedefiydi…….Saidi Kürdi-Nursi’nin müritleri yazılarla yetinmemişlerdi. Şaban Ok’un çizdiği karikatürdeki duvar üstüne “Yalancının Mumcu’su” diye yazılmış, insan başlı bir köpek, arka bacağını kaldırarak duvara siyiyordu. Köpeğin başı Uğur Mumcu’nun başıydı. Böylece “Eceli [ölüm zamanı] gelen köpek cami duvarına siyer” deniyordu. Uğur Mumcu’nun “ölüm zamanı geldi” demek istiyorlardı. Öldürülmeden önce Musa Anter için de “Eceli gelen köpek” denilmişti.
Uğur Mumcu, İslamcı eylemciler üstünde yoğunlaşırken hakkındaki hüküm de verilmişti. Kudüs Kuvvetleri’nin ameliyatçıları da onu altı aydır uzaktan izliyorlardı….Ankara Telefon rehberini açtılar; 680’inci sayfanın üçüncü sütununun ortalarında “Mumcu Uğur” maddesinin karşındaki adresi not ettiler…
Mumcu’nun otomobilini tanımalıydılar….Uğur Mumcu, 6 Haziran 1992’de Gençlik Parkı’ndaki Ceyhun Atuf Kansu Kültür Merkezi’nde, “Ankaralılık” üstüne konuştuktan sonra yakınlardaki Stad Otel’e doğru yürüyordu. Kalabalığın arasında katillerinden Oğuz Demir de vardı. Necdet Yüksel onun “Uğur Mumcu’yu takip edemediğini” görünce öne çıkarak otelin açık oto-parkının yakınında bekledi ve Uğur Mumcu otomobiliyle çıkarken plakasını aldı. İşin sonuna gelmişlerdi; Karlı Sokağa giderek evi, otomobili, çevreyi gözden geçirdiler. Ocak 1993 başlarında denetimlerini sıklaştırdılar.
Uğur Mumcu aynı günlerde İstanbul’da Harp Akademileri’nde komutanların, kurmay subay adaylarının bulunduğu salonda konuşmuş; ayakta alkışlanmıştı. Ankara’ya döndüğünde avukatı, emekli Hakim Albay Emin Değer’i telefonla aramış; coşkuyla “Dünün sakıncalı piyadesi Mustafa Kemal’in kurmay subay adaylarına konuştu, alkışlandı” demişti……
TBMM’deki İslamcılar da elverişli ortamda son bir atılımla bir yasa tasarısına alelacele bir madde ekleyerek oldubittiye getirdiler. İmam okullarını bitirenlerin Harp Okullarına girmeleri yasalaşmak üzereydi. İslamcılığı politik çıkarlarına uygun kullanmakta ustalaşanlarla birlikte öteki partilerin milletvekilleri de yasa tasarısını destekliyorlardı. Hükümetin “Harp Okulları’na üniversite statüsü ve bilimsel özerklik kazandırılması” tasarısına TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda son biçimi veriliyordu:
“Harp Okulları’nın kaynağı askeri liselerdir. İhtiyaç halinde sivil liselerin fen ve matematik kolunu bitirenlerden yönetmelikte belirtilecek esaslar içinde yapılacak sınavla öğrenci alınır…
Ancak, ihtiyaç halinde bir mesleğe yönelik programlar uygulayan liseleri bitirenlerden, yönetmelikle belirtilecek esaslara göre sınavla öğrenci alınır”…….
Kabul edilen değişiklikle temel amacı imam yetiştirmek olan İmam Hatip Liselerini bitirenler de Harp Okuluna girerek subay olabilecekti. Uğur Mumcu, İmam Hatip Liselerini bitirenlerin “ancak onda birinin” imamlık yaptığını, geri kalanların kendi meslekleri dışında devlet kadrolarına yerleştirildiklerini eleştiren çok sayıda yazı yayınlamıştı. Harp Okuluna girme hakkıyla sona gelindiğini, Türk ordusunun laikliği savunma gücünün kırılacağını belirterek girişimi sertçe eleştiren köşe yazısını yazdı.
Uğur Mumcu’nun “İmam Subay” başlıklı yazısı 22 Ocak 1993’te yayınlandı. Bu yazı onun İslamcılığın devleti ele geçirmesiyle ilgili son direnişiydi. Muammer Aksoy’un ve arkadaşlarının, üç yıl sekiz gün önce laikliği ödünsüz savunma kararlılığıyla 163. maddenin kaldırılmasına karşı çıkarken, Humeyni’nin ölüm fetvasının Türkiye’de duvara asılmasının suç olduğunu savcılığa suç duyururken yalnız kalışlarını andıran tek kişilik direnişti. Muammer Aksoy da öldürüldüğü gün son sözlerini laikliği savunmak için söylemişti……
Uğur Mumcu, son yazısını kâğıda geçirirken, aylar öncesinden “Türkiye’nin nasıl sarsılacağı görülecektir” diyerek eylemi duyuran, 1992 boyunca “İslami direnişin yükseltileceğini” ilan eden Tevhid’in belirttiği o “sarsıntı” gününün o denli yakınlaştığı düşünülmüyordu…
Uğur Mumcu’nun son yazısının yayınlandığı günün akşamına doğru Karlı Sokağa gelen Oğuz Demir’le Necdet Yüksel, Mumcu’nun otomobilini görünce Ferhan Özmen’in iki kilometre uzaklıktaki evine gittiler. Önceki suikastlarda olduğu gibi iki kilo gelen C4 kalıplarını koli bandıyla sardılar.. Vites kolu oynatılınca, otomobilin altındaki biyel hareket edecek, misina gevşeyecek, devre anahtarı kapanacak, fünye elektrikle ateşlenecekti…. Kudüs Kuvvetleri suikastçıları paketi naylon torbaya koyarak evden çıktılar…
Oğuz Demir, naylon torba elinde yürürken Necdet Yüksel onun arkasından geliyordu…. Oğuz Demir otomobilin altına uzandı…. Otomobilin metali paslıydı mıknatıs tutmuyordu. Oğuz Demir paketi şoför mahallinin altına bağlamak zorunda kaldı. Misinayı biyele geçirdi, mandalla gerdirdi, kablo uçlarını birbirine bağlayarak çıktı………….
24 Ocak 1993 Pazar sabahı, Güldal ve Uğur Mumcu, gazeteci Işık Kansu’nun yeni doğan çocuğunu görmeye gideceklerdi..
“Ben çıkıyorum! Sen de çabuk ol!….”Güldal Mumcu da bir süre sonra kapıdan çıkmak üzereyken mutfağa döndü; fırının açık olup olmadığını denetledi. Fırının saati gözüne ilişti: 13.25… Telaşla daire kapısına giderken Özge’ye “Hoşçakal! Kapıyı kimseye açma!” diye seslendi: Apartmandan çıktı. Komşuları arabasını örten karları temizliyordu. Güldal Mumcu, birden apartman kapısının kapanmadığını ayrımsadı; geri döndü.
Tam o sırada Uğur Mumcu otomobilin kapısını açmış; direksiyonuna geçmiş; anahtarı kontağa sokmuştu. Güldal Mumcu, apartman kapısını çektikten sonra bir adım atmıştı. Uğur Mumcu boşa almak için vites kolunu öne itti. Bir anda patlama sesiyle yer gök inledi. Patlamanın etkisiyle sarsılan Güldal Mumcu bir adım daha atarken ikinci patlama sesi… Ayağının altında, yerin üç kez sarsıldığını duyumsadı. Otomobil enlemesine ortadan ikiye ayrıldı; arka bölüm havaya fırladı, ters döndü, yere düştü. Otomobilin tavanı da yandaki cami duvarının parmaklıklarını aşarak yedi metre uzağa düştü ….Uğur Mumcu’nun bedeni otomobilin tavanıyla birlikte havaya fırlamıştı…. İkinci adımında donup kalan Güldal Mumcu, duvar dibinde parçalanmış otomobili gördü. “Uğur’a ne oldu? Uğur nerede?” diye bağırıyordu….. Sonunda onu gördü. Uğur Mumcu’nun havaya fırlayan cansız bedeni yaklaşık üç metre yükseklikteki cami duvarının üstündeki parmaklıkları aşarak 6 metre ileriye düşmüştü……Anlaşılıyordu ki suikastçılar, Uğur Mumcu’nun yaralı kurtulma olasılığını yok etmek istemişlerdi. Bu nedenle birkaç kamyonu parçalayabilecek güçteki bombayı patlatmışlar; binek otomobiliyle birlikte Uğur Mumcu’yu paramparça etmişlerdi…
Öğlene doğru Türkiye suikast haberiyle sarsıldı. Tevhid’in iddiası yerini bulmuş; dedikleri gibi “Türkiye’nin nasıl sarsıldığı” görülmüştü…Ülkenin büyük Cumhuriyetçi kitlesi şaşkındı. İlk günlerin; öfkesi geçince yurtta yenilgi duygusu yayılırken Humeyni hattında yürüyenler büyük başarılarıyla güçleniyorlardı…..
Tevhid’in Ankara lokali de sakindi. Ankara’da Kudüs Kuvvetleri çetesini örgütleyen Tevhidci Hakkı Selçuk Şanlı’nın Ferhan Özmen’le birlikte çalıştığı, İran elçiliği elemanlarının girip çıktığı Şamil Kitabevi de sakindi. Emniyet oralara uğramadı.
Uğur Mumcu’nun cenazesi yoğun yağmur altında kaldırılırken biriken büyük kitle, bildik darbe senaryolarını yineleyenler gibi davranmıyor, saldırı kaynağını duyurmak için “Mollalar İran’a!” diye bağırıyordu. Cenaze kaldırıldı, söylevler birbirini izledi; Cumhuriyet gazetesinde komisyon toplandı, Atatürkçü Düşünce Derneği bildiriler yayınladı. Ne ki İslam inkılapçıları birkaç günde unutuldu…
Uğur Mumcu’nun Ağustos 1992 yazısında saldırı odağını açıklayışı, Muammer Aksoy’un, Çetin Emeç’in, Turan Dursun’un öldürülmeden az önce kendilerinden önce öldürülenlerle ilgili sözleri ve yazılarıyla İslam inkılapçılarını işaret ettikleri de unutuldu…..
Uğur Mumcu’yu uzun süredir hedefte tutanlar da devletin kendilerine yönelmesini önlemek için cinayetin odağını örten senaryoları, “Müslümanları karalamak için derin devlet yaptı” gibi yorumlarına destek olarak kullandılar….
Mustafa Yıldırım’ın iki ciltlik “Zifiri Karanlıkta” kitabından alıntıdır..