KEDİCİK TARİKATI * Teknolojiyi çok iyi kullanıyor , çok iyi eğitim almışlar , Siyasetçilerin ve kamu yöneticilerinin içine sızmışlar , Devlet güvenliğini olumsuz etkileyen dış bağlantıları var , Kan ve Gen ticareti yaptılar * Adnan Hoca örgütü; Türkiye’yi güvenlik güçlerinden yargı erkine kadar yirmi yıldır parmağında oynatan, çünkü şantaj yaptığı eski mürit ya da fuhuş, rüşvet gibi kirli ilişkiler aracılığıyla devletin içine sızan bir mafyadır *** Adnan Oktar ; Ellerinde çok uzun yıllardır büyük bir arşiv var * Adnan’ın sırtlanları! * Çakma Mehdi, hakiki DNA


cumhuriyet.com.tr
17 Temmuz 2018 Salı,

Sadettin Tantan:

Ellerinde çok uzun yıllardır
büyük bir arşiv var

Türkiye, Adnan Oktar grubuna operasyonu konuşuyor: 1999’da örgüte yönelik ilk operasyonu başlatan eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a göre ellerinde çok uzun yıllardır büyük bir arşiv var.

Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Hürriyet’ten İpek Özbey ile yaptığı söyleşide Adnan Oktar grubuna ilişkin “Şantaj mekanizmasını işletiyorlar ve mal varlıklarını böylece büyütüyorlar. Yabancı istihbarat örgütleriyle çetrefil ilişkiler kurulmuş. Neslimiz büyük tehdit altında…” yorumunda bulundu.

Söyleşiden öne çıkan kısımlar şu şekilde:

Yakalanmasıyla çok insanın uykusu kaçmış mıdır?

Hiç şüpheniz olmasın. Türkiye’de teknolojiyi en iyi kullanan örgüt Adnan Hoca’nın örgütüdür. Teknik takiple siyaseti ve basını teslim alanlar bunlardır. Gazete sahiplerinden, yayın yönetmenlerine, milletvekillerine arşivledikleri çok kişi vardır. Teknik takipte kullandıkları teknoloji o zaman polisin elinde bile yoktu. Arşivledikleri milletvekilleri sonradan bana teşekküre geldiler. Ama bunlar arasında özür dileyecek misin diye önerge verenler de oldu.

1999’da ilk operasyonu düzenlediğiniz dönemde mi tanıdınız Adnan Oktar ‘ı?

Daha eskiye gidin. Adnan Hoca ismi kamuoyunda yeni yeni duyulmaya başladığı zaman bazı aileler “Çocuklarımızı kurtaramıyoruz” diye bana gelip gidiyorlardı. O zaman o çocuklar üniversitede okuyorlardı.

Göreviniz neydi o zaman?

Emniyetteydim ama etkin bir görevde değildim. O konuda etkin olan arkadaşlara bu konuyu iletiyordum. Polis bir takım çalışmalar yapıyordu ama sonuca gidemiyordu. Tam tarihi hatırlamıyorum ama çok aile bu durumdan mustaripti. Tabii o zaman bu kadar şöhretli bir Adnan Hoca yoktu. Hatırlıyorum, o yıllarda buluşma noktaları Bebek’ti… Basına Bebek Camii’de kıldıkları namazlar yansırdı…Üniversite gençliğini avladıkları yıllardı o yıllar. Bu yapının geçmişten itibaren bütün çıplaklığıyla ortaya çıkması lazım.

Genç genç insanlar, şu anda gözaltındalar… Belki onlar da bir zamanlar Adnan Hoca’nın mağduru olmuş ve orada olmak zorunda hissetmiş olabilirler, değil mi?

Tek tek incelemek lâzım. Genç bayanlar, erkekler oraya nasıl katıldı, kimler destek verdi? Basit bir magazin, bir kedicik olayı gibi bakmamak lazım. Türkiye’yi içeriden çökerten, iç ve dış odakların kullandığı bir yapıdan söz ediyoruz. Kurtulmak isteyip, kurtulamayan çok insan da olabilir.

Siyaseten baskı altında mıydınız?

Bunlar içeri alındığında o gün parlamentodaki mensupların büyük bölümü bana gelerek ya da dolaylı yoldan ulaşarak, “bu çocukların iyi çocuklar olduğunu, bırakmak gerektiğini” tavsiye ettiler, biz reddettik. Süreç içerisinde hiç boş durmadılar. Gözaltında olmayanlar büyük mücadele verdiler. Kendilerinin haklı olduğunu ispat etmek için kapısını çalmadıkları şanlı hukukçu bırakmadılar. Bir sürü hukukçudan rapor aldılar. Hatta yurt dışındaki hukukçulardan da raporlar alıp, bunları bir de kitap haline getirdiler. Yurt dışındaki diplomasiye gittiler. Batı’daki yetkililer bize yazdığı raporlarda, bunların Avrupa standartlarının üzerinde raporlar olduğunu ifade edip, hazırlayanların kim olduğunu sordu. O kadar iyi hazırlanmış raporlardı.

Bu gücü nereden alıyorlardı?

İki-üç lisan bilen, son derece eğitimli ve nitelikliydiler… Adnan Hoca’nın tutsağıydılar, hepsi inanmıştı. Hazırladıkları kitabı bedava dağıttılar. Bizi de o süreç içerisinde İstanbul’daki cumhuriyet savcılarına şikâyet ettiler. Biz tabii mahkemelere gittik, ifade verdik. Bizi bıktırmaya, itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Bu mücadeleyi hiç bırakmadılar. Bugün gelinen noktada, bu çalışmayı başlatan savcılığı, emniyet müdürlüğünü, uzmanları tebrik etmek istiyorum. Onları desteklememiz gerekiyor.

Bakanlığınız döneminde çok ihbar geliyor muydu?

O dönemde kamuoyuna da yansıyan birçok operasyon yapıldı. O operasyonların hepsi projeli çalışmaya, araştırmaya dayalıydı. Sonuçta birçok şey ortaya çıktı. Türk bürokrasisini, siyasetinin kirliliğini ortaya çıkaran operasyonlar olmuştu. O dönemde çok destekleyen de vardı ama çok eleştiren de olmuştu.

Eleştirenler kimdi?

Bugün kahraman gibi ortada gezenler vardı. İsim vermek istemiyorum. Gazeteciler, siyasetçiler, bürokratlar, milletvekilleri…

İki dil bilen, iyi yetişmiş, eğitimli, varlıklı ailelere sahip gençler… Peki niçin Adnan Hoca gibi birinin kölesi olmayı seçiyorlardı?

Asıl araştırılması gereken bu. Vaktimiz olmadı. Mesela Hizbullah terör örgütü insanları evlerin bahçesine gömdüğünde, o konudaki tüm yetkin insanları toplayarak araştırma başlatmıştık. Bu insanlar nasıl oluyor da amcasını, dayısını, babasını yargılıyor, bilgisayar ortamında arşivliyor ve gömüyordu? Bunu yapmıştık. Bizim vaktimiz olmadı ama şimdi Adnan Hoca konusunda da aynı çalışmayı yapmak gerekiyor. Bu insanlar neye kanıyor? Acaba geçmişten kaynaklanan muhafazakâr bir yapıdan dolayı bir takım zafiyetlerini Adnan Hoca’nın sunduğu yakışıklı erkekler ve güzel kızlarda mı kullanıyorlar? Bu şekilde insanların kaydedilmesi, arşivlenmesi sayesinde büyüyen bir şantaj ağı çalıştırıyorlar. Böyle bir ağ iç ve dış odaklar tarafından desteklenmeden oluşamaz.

FETÖ ve Adnan Oktar’ın kullandıkları taktiklerde benzerlikler var mı?

Tabii ki var. Teknolojiyi depoluyorlar, yeri ve zamanı geldiğinde kullanıma sokabiliyorlar. Siyasetin kilit noktalarına, iş çevrelerine ve medyaya hissettirmeden çok iyi nüfuz edebiliyorlar. Fethullah Gülen hareketi çok daha farklı, her alanda nitelikli eleman yetiştirerek ülke yönetimini teslim alacaktı, gençler öyle kirletildi, kimliksizleştirildi. “Sizler altın nesilsiniz, ülkeyi sizler yöneteceksiniz” diyerek bu gençlerin zihinlerine girildi. Kendi ailelerinden, ülkesinden, yurttaş kimliğinden uzaklaştırılıp tek kişinin emrine verildiler.

FETÖ’ye baktığımızda yargının, polisin içine sızdıklarını görüyoruz. Bunlar da sızdı mı?

Bunların bulaşmadığı yer yok. Sızmamış olsa bile; insanlar “Bana da bulaşır” diye korkuyorlar.

1999’daki gözaltından nasıl kurtuldular?

Zamanaşımına uğradı. Biz yargılandık. Ben neden yargılanıyorum? Bana çok ulaşmaya çalıştılar, niyetlerini bildiğim için uzak tuttum. Çevremde çok yakınlarıma da sızmaya çalıştılar. Profesör Sulhi Dönmezer başkanlığında Prof. Feridun Yenisey, Ümit Kocasakal; polis ve jandarmadan oluşan gruplarla şehir şehir gezip sempozyumlar yapıyordu. Ülkenin hukuk zeminine oturtulması, suçların önlenmesi konusunda kafa yoruluyordu. Bütün bu çalışmalarda bunlarla mücadele de ortaya konuyordu. Hukuk sisteminde eksiklikler vardı. O zaman bunlar Sulhi Dönmezer’e de gittiler. Kabul etmedi hoca.

Operasyonun üstünden 19 yıl geçti. Bugünkü güçleri ne kadar?

Çok. Acayip bir ekonomik ve teknik güce ulaştılar. Diyanet İşleri Teşkilatı’nı dahi tehdit edecek gücü buldular kendilerinde. Burada Diyanet’e çok iş düşüyor. İnsanların ihtiyacı olan inanç değerlerini köşe başında ne idüğü belirsiz hoca bozuntularına bırakmamalı. Burada kesin tavır koyması gerekiyor. Yoksa ortamı geleneksel Türk İslâmı’nın dışındaki dayatmalara açık hale getirirsiniz. Baktığınız zaman bu gibi yapılar sadece Türkiye’de yok. Mesela Hindistan’da Ahmedilik bir İngiliz istihbaratı yapılanmasıdır. Keza Hizbul-Tahrir de öyle. Boko Haram’da da benzer bir durum görürsünüz. Bunlar, istihbarat örgütlerinin güdümündedir. Ülkeler bunlar üzerinden istikrarsız hale getirilir, çatışma ortamı yaratılır ve aynı inanç içerisinde insanlar birbirine düşman kılınır. Irak ve Suriye laboratuvarında bunu görürsünüz. Türkiye’nin de aynı tehlike ve tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz. Bu örgütlerin bir an evvel önünün alınması gerekiyor.

Devlet sırlarını İsrail’e verdiği iddia ediliyor…

Savcılık bunun nasıl olduğunu ortaya çıkaracaktır. Adnan Hoca’nın İsrailli yetkililerle ilgili çekilmiş birçok fotoğrafı var.

FETÖ ile de bir temasının olduğunu düşünüyor musunuz?

Belli istihbarat teşkilatlarının belli insanları kirleterek kendilerine hizmet etmesi bakımından ortak çalışılmış olabilir, net bir bilgim yok.

KASETİ OLAN SAVCILIĞA GİTSİN!

Elindeki kasetlerle şantaj yaptığı iddia ediliyor. Birinin kaseti varsa, ne yapması gerekir?

Benim kasetim var diye korkup susmayın. Cesaretle hareket edin. Çok mağduriyet var. İktidar sahipleri içerden ve dışardan devlete sızmaya çalışan bu yapıları süratle temizlemeli. Bunun gibi istihbarat güçlerinin takibinde vakıf, cemaat, sivil toplum örgütlerinin üzerine gidilmeli. Bunun gibi çok yapı var, Türk gençliğini, evlatlarımızı bunların elinden kurtarmamız gerekiyor. Yoksa Türkiye’yi yönetecek kadroları bulamayız. Kasedi olan savcılığa gitsin. Kişisel verilerin korunması anayasal hak… Bir bilgi gelirse size sunacağım ama benim verilerimi gizli tutun demek lazım. Savcılar bunu imha edebilir.

İnternete sızmasını engelleyebilir mi?

Her şeyi önleyebilir. Tabii Adnan Hoca cephesi, farklı yerlerde arşivleri depolayabilir de…

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1028928/

Cumhuriyet
Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com
22 Temmuz 2018 Pazar

Adnan’ın sırtlanları!

Değerli meslektaşım ve arkadaşım İpek Özbey’in eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’la yaptığı röportajında (Hürriyet, 17 Temmuz) vurgulandığı gibi Adnan Hoca örgütü; Türkiye’yi güvenlik güçlerinden yargı erkine kadar yirmi yıldır parmağında oynatan, çünkü şantaj yaptığı eski mürit ya da fuhuş, rüşvet gibi kirli ilişkiler aracılığıyla devletin içine sızan bir mafyadır.

1999 yılında Adnancılara ne yazık ki sonuç alınamayan ilk operasyonu başlatan Sadettin Tantan’ın tanımıyla “Mal varlığını şantaj mekanizmasıyla büyüten ve yabancı istihbarat örgütleriyle çetrefil ilişkiler kuran” bu suç örgütüne yönelik uzun iddia listesini, uluslararası hukuk jargonunda birkaç temel iddiaya indirgemek mümkün: Fuhuş ticaretine dayalı örgütlü şantaj. Yasadışı kan ticaretiyle yabancı ilaç sanayiyi ve yabancı istihbarat örgütlerine casusluk. Halkın dini inanç ve ahlak değerlerini yozlaştırmak amacıyla yayımcılık.

Adnancılar mafyası, Türkiye’deki yetki odaklarında FETÖ kadar etkili ve zaten aynı “akıllı tasarımcı”nın hizmetlisi olarak Ergenekon davalarında görüldüğü gibi FETÖ yargısıyla el ele çalışmasına karşın, uzun yıllar ciddiye alınmadı.

Gıllıgışı olmayan insanlar, “aşkım inşallah, aşkım maşallah” diye dolanan cıbıldak hatunlarla çevrili Adnan Oktar’ı “zararsız deli” sandılar. Çoğu, ABD’nin Texas’taki Foundation for Thought and Ethics ve Seattle’daki Discovery Institute/Center for Science and Culture kuruluşlarının desteğiyle 2006’da basılan ve dünya çapında dağıtılan “Yaratılış Atlası”nın çakma yazarı Harun Yahya ile Adnan Oktar’ın aynı kişi olduğunu bile bilmez!

Oysa Yahudilerle Protestanları aynı çatı altında birleştiren Evangelist Kilise’nin çok ciddi yan kuruluşları olup, bugün hem ABD, hem de İsrail politikalarına yön veren “akıllı tasarımcılar”; Yaratılış Atlası yazarı(!) Harun Yahya’nın sonraki yıllarda Adnan Oktar’lığa rücu edip A9 kanalında silikonda devrim sayılacak estetik evrimler geçiren kedi cinsleriyle yaptığı programları nasıl karşıladılar, ne düşündüler, biz de bunu bilemiyoruz…

Ama Türkiye’nin hiç de iyiliğini istemeyen dış güçlerin 1990’lı yıllardan beri gerek devlet, gerekse toplum katında uygulamaya koyduğu “yıkıcı yozlaştırma” projesi; “paralel” çalışan iki yapılanma, Fethullah Gülen – Fethullah ve Adnan Hocacı örgütlerle yürütülüyordu, bu kesin.

Her iki örgüt de her zaman çok tehlikeliydi ve dokunan yanıyordu. Sadettin Tantan’ın “Türkiye’de teknolojiyi en iyi kullanan örgüt Adnan Hoca’nın örgütüdür. Teknik takiple siyaseti ve basını teslim alanlar bunlardır” saptamasında hiçbir abartma yoktur.

1999’daki operasyon, gerek Tantan, gerekse zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan’ın itibarsızlaştırılması, yıldırılmasıyla sonuçlanmıştır. Her ikisi hakkında yüzlerce dava açılmış ve en ağır bedeli, 300 davayla hayatı karartılan, mesleği elinden alınan, sonunda da Adnan Hocacıların kumpasıyla Ergenekon mağduru olan Adil Serdar Saçan ödemiştir.

Adnan Oktar’ın kedileri ve kedicikleri, bir sırtlan sürüsüdür. Bazen şantaj yapılan bir milletvekili ya da bürokrat, bazen öğretim görevlisi, yayımcı, yargıç, avukat ordusu olarak karşınıza çıkarlar.

Bir suç fabrikasından ibaret bu örgütü, umarım nihayet çökertmeye yönelik son operasyonun ardından sosyal medyada ne kadar çok Adnan hocacı olduğuna bakarak, tarihin tekrarlamasından korkuyorum! Siz sevgili okurlarım, Harun Yahya takma adıyla hiçbir zaman olmadığı, olamayacağı düşün ve yazın adamlığına soyunan Adnan Oktar mafyasıyla 2006’dan öteye “istemeden” girdiğim hukuk mücadelesini medyaya yansıyan birkaç dava dışında bilmezsiniz…

Adnan Hocacılar, yalnız İstanbul Anadolu Adliyesi’nde açtıkları beş binin üstünde davayla binlerce insanın hayatını kararttı ve yargıdan tam anlamıyla temizlenmeyen FETÖ’cü yargıç ya da savcılar onlara çalıştı, hâlâ da çalışıyor. Beni de böyle yıldırmaya uğraşıyorlardı ki, operasyona uğradılar.

Bu girizgâhla, Adnancı mafyayla kişisel mücadelemi anlatacağım bir diziye başlıyorum. Örgüte çalışan bazı devlet görevlileri, isimlerini bu dizide bulabilir!

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1033624/Adnan_in_sirtlanlari_.html

Cumhuriyet
Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com
29 Temmuz 2018 Pazar

Çakma Mehdi, hakiki DNA

Adnan Hocacı mafyanın ilk büyük vurgunu, kuşkusuz örgütün en azılı elemanlarından olup kardeşini ve yeğenini de dahil eden Oktar Babuna’ya hiç de gerekmeyen ilik nakli için 1999 yılında bir stadyum dolusu binlerce gönüllüden toplanan kan örnekleri oldu.

O yıllarda Milliyet’in Paris muhabiri ve Radikal yazarıydım. İyi yetişmiş zengin aile çocuklarını sahte mehdilik, hakiki fuhuş tuzağına düşürmesiyle tanınan Adnan Hoca’nın, sandığımızdan çok daha organize bir suç örgütü olduğunu 160 bin donörün arasından 120 bin örneğin seçildiği kan bağışı kampanyasıyla öğrendim. Düzmece uyum testleri için ABD ve Almanya’ya gönderilen bu kan örneklerinin akıbeti, o gün bugündür resmen meçhul…

Ancak gayri resmi bir tahmin zor değil: Yıllık cirosu 17 milyar dolarlık küresel kan ticaretinin yüzde 70’ini ABD gerçekleştirirken; bu kanın plazmasını ayırarak kanser ilacı yapımında kullanan dört dev firma Big Pharma, Octopharma, Baxter ve Grifols, ciroyu da dörde katlıyor. Ama bir o kadar kazanç da toplumların pek çok yönelimini açığa çıkaran DNA ticareti üzerinden sağlanıyor. Düşünün ki DNA ayrıştırıcı teknik donanım üreten birkaç şirketten yalnız birinin, “DNA’nın Google’ı” namıyla tanınan ve İllumina gibi veciz bir adı olan ABD’li firmanın borsa değeri 25 milyar dolar!

Adnan Hocacılara yapılan son polisiye operasyon, mafyanın ABD’de yerleşik mensubu Ferit Erden Rahvancı’ya ait Pinner-Test şirketi üzerinden kan ticaretini kesintisiz sürdürdüğünü ortaya çıkardı. Düzmece alerji testleri gerçekleştirmek için bazıları pek ünlü kişilerden toplanan ve sonuç raporları ya hiç gelmeyen ya da uyduruk binlerce kan örneğinin akıbeti de farklı değil: Adnan Hoca mafyası, kanını vereni alerji testi yapılacak diye dolandırırken aynı kanı büyük olasılıkla Amerikalı DNA laboratuvarlarına satarak kazancını ikiye katlıyordu!

Bu alerji testi tezgâhının mafyaya ait A9 kanalında Adnan Hocacı doktorlar Oktar Babuna ve Ahmet Günay tarafından yapılan propagandası, (nedense?) YouTube’da hâlâ dönüyor: https://www.youtube. com/watch?v=8amHhm2F5ds

Casusluk, salt devlet sırlarını yabancılara satmak değildir. Günümüzde, Adnancı mafyanın çaldığı kanla yaptığı ticaret ve DNA kaçakçılığı da uluslararası jargonda sağlık sanayii casusluğudur!

Ve Adnancıların ilaçtan tarıma pek çok sektöre hizmet eden sağlık sanayii casusluğunu engellemek, ABD ile mücadele demektir!

Üstelik bu mafyanın ABD ile bağlantısı, salt sanayi casusluğu değil. Adnan Hocacılık, tıpkı FETÖ gibi fikir temelinde de Amerikalı olup, Amerikan yardımıyla beslenip büyütülmüştür. Her iki örgütün Ergenekon, Balyoz, Deniz Kuvvetleri’ndeki casusluk davaları gibi kumpas davalarda ve zaten şantaj kasetine dayalı tüm kumpaslarda el ele çalıştığı unutulmamalıdır. Çakma kanıtları Adnan Hocacı teknisyenler üretip koymuş, FETÖ’cü yargı mensupları da bulmuş gibi yapmışlardır.

Adnan Hoca mafyasının ABD ile “inanç birlikteliği”ne dayalı fikir, yani dini yönlendirmesine gelince… 2000’li yılların başında,Türkiye’de Erbakan tayfasının Darwin’i karalama gayretine bakarak eğitimde dinci yaratılış safsatasının dayatılacağını anlamıştım. Uzunca bir süre, Evrim teorisini savunan çok sayıda makale yayımladım.

2005 yılında, internette adıma 10’dan fazla site açıldığını farkederek şaşırdım! “minegkirikkanatacevap. org”, “g-kirikkanat.com”, “minekirikkanatacevap. wordpress.com” gibi adreslerle açılan bu sitelerin bir süredir Harun Yahya’lığa soyunan Adnan Oktar tayfasının marifeti olduğunu anlamakta gecikmedim.

Değerli dostum ve avukatım Dr. Başar Yaltı, siteleri kapattırmak için harekete geçti. Ama siteleri kuran ve yönetenlere ilişkin araştırmaları, sahte isimlere, sahte şirketlere ve posta kutularına çıkıyordu. Adnan Hocacılarla girdiğim ve yıllardır süren hukuki boğuşmada, bu siteler hâlâ kapatılmadı, hâlâ aktif!

Zaten Adnancı mafyaya yönelik kapsamlı operasyonda, mal varlığına el konulduğu gibi hiç olmazsa şimdiden örgüte ait tüm internet sitelerinin de kapatılması beklenirdi ki, bu da yapılmadı. Adnancılar içerde, ama bilişim dünyasındaki varlıkları sürüyor!

Bu mafya gerçekten bitirilmek isteniyor mu? Emin değilim.
Devamı haftaya…

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1040061/Cakma_Mehdi__hakiki_DNA.html

This entry was posted in İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, İrtica, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *