Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com
9.11.2017
Türk Tarımını ve Hayvancılığını Kim Öldürdü?..
Dört mevsimin aynı anda yaşandığı Anadolu, dünyanın en bereketli topraklarına sahiptir. Pamuktan, çaya, buğdaydan mısıra, muzdan/ narenciyeden zeytine kadar tüm tarım ürünleri yetişir bu topraklarda. İnsanlar kırlara çıkıp yenilebilecek ot toplasalar karınlarını doyurabilirler.
Bu topraklarda yetişen meyveler başka ülkelerde de yetişir. Ama bizim karpuzumuz, şeftalimiz, kaysımız, üzümümüz ve diğer meyvelerimizin hiçbirinin tadını onlarda bulamazsınız. Anadolu ayrıca sahip olduğu uçsuz bucaksız yaylaları ve otlaklarıyla, büyük başından küçük başına her türlü hayvancılığa da elverişlidir.
Doğası ve ikliminin tarıma çok elverişli olması dolayısıyla, Tarım Devrimi ile yerleşik düzene geçildiğinde, Çatalhöyük, Hacılar, Çayönü ve Göbeklitepe gibi dünyada ilk yerleşim yerleri/ ilk kentler Anadolu’da kurulmuştur. Buralardan elde edilen arkeolojik belgeler, 10 bin yıldan daha uzun süreden beri bu topraklarda tarım yapılmakta olduğunu göstermektedir. Anadolu’nun 40’ın üzerinde uygarlığa beşiklik yapmasının nedeni de budur…
Bin yılı aşkın süredir bu toprakların efendisi olan Türk köylüsü, bu geleneği sürdürmüş ve önce Selçuklu’yu, sonra da Osmanlı’yı doyurmuş, bu iki imparatorluğun yüzbinlerce askerini beslemiştir. Ancak sürekli savaşlarla geçen Osmanlı’nın son yıllarında, erkekler askere alınınca tarlalar işlenmemiş ve üretim çökerek kıtlık başlamış, dışarıdan buğday alımına başlanmıştır.
Cumhuriyet’ten sonra tarımda modernizasyona ve bilimsel ekine geçilmiş; bu amaçla Ankara’da, daha sonra Ziraat ve Veteriner Fakültelerine dönüşecek, Ziraat Enstitüsü kurulmuş; Hitler’den kaçan Alman bilim insanlarının gelmesiyle enstitünün bilimsel düzeyi çok yükselmiş; burada geliştirilen modern bilimsel teknolojiler, yurdun birçok bölgesinde kurulan örnek Devlet Üretme Çiftlikleri aracılığı ile köylüye aktarılmıştır. Akdeniz, Ege ve Marmara’da tüm yabani zeytinler aşılanarak köylüye dağıtılmış; İklim koşulları araştırılarak Doğu Karadeniz bölgesinde çay üretilebileceği anlaşılmış ve Seylan’dan getirilen çay fideleri dikilerek üretime geçilmiştir. Et ve Balık Kurumu ve Veteriner Sağlık Örgütleri kurulmuş, hayvancılık ıslah edilmiş, pastörizasyon gibi teknolojilerle süt ve süt ürünlerinin üretimi hijyenik koşullarda yapılmaya başlanmıştır. Kendi olanaklarıyla Ankara çevresindeki bir bataklığı modern bir çiftlik haline getiren Atatürk, tarımda modernizasyonla bizzat ilgilenmiş; köylünün belini kıran aşar vergisini kaldırmış ve “ulusun efendisi gerçek üretici olan köylüdür” diyerek üretim kutsanıp köylü motive edilerek tarımda seferberlik başlatılmıştır. Sonuçta bunların karşılığı alınmış, Osmanlı döneminde halkın temel besin ürünü olan buğday bile ithal edilirken, Türkiye tahıldan bakliyata, patatesten soğana kadar temel besin ürünleri ile tüm sebze ve meyvelerin üretildiği, dışarıdan bir çöp almaksızın, kendi kendisini doyurabilen dünyanın sayılı 7 ülkesinden biri olmuştur.
Yalnız köylümüz değil kasabalı, hatta çoğu kentlimiz bile, harmandan sonra ununu, bulgurunu, patatesini, soğanını vs. kilerine yerleştirir; kavurmasını, tarhanasını, turşusunu vs. yapar; peynirini ve tereyağını sütün bol olduğu ilkbahardan/ yazdan hazırlamıştır zaten. Kış gelmeden şekerini, tuzunu ve gazını da aldığında, “artık gelsin kara kış, umurumda değil” der, köşesine yaslanırdı!..
1950’lere doğru, Amerikan emperyalizmine teslim olunca, her şey ters gitmeye başladı. Amerika ülkemizi, kendi petrol şirketleri, silah, oto ve diğer sanayi ürünlerinin yanı sıra tarım ürünleri için de pazar yapmanın yollarını araştırıyordu. Tereyağı ve zeytinin zararları anlatılırken margarin reklamları arttı. Zeytin ağaçlarının kesilmesi serbest bırakıldı. Oysa tüm kültürlerde zeytin ağacı kutsaldır. Çünkü asırlarca yaşar, insanlar onlara baktıklarında atalarını anımsar.
Amerika kredi vererek traktör sattı. Birkaç dönüm tarlası olan bile bir traktör aldı. Çoğu yamaçlarda olan otlaklar, meralar, ormanlar sürülerek tarlaya dönüştürüldü. Bir süre sonra buralar erozyonla çölleşti. Ülke traktör mezarlığına döndü. Köylü traktörünü binek aracı olarak kullanmaya başladı. Bu kez kazanan Amerikan petrol şirketleri oldu.
Bu gidiş, ABD’nin alkışları ile iktidara gelen Özal ile hızlandı, AKP ile zirve yaptı.
Amerika ve Avrupa ülkeleri dahil, dünyadaki tüm ülkeler tarımsal üretimi destekler. Çünkü devletin birinci görevi halkının karnını doyurmaktır. Cumhuriyet yukarıda yazdıklarımın dışında tarıma destek için başka birçok kurum kurdu. Örneğin, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Tarım Kredi Kooperatifleri, Toprak Mahsulleri Ofisi, Tohum Islah İstasyonları, Tarımsal Araştırma Enstitüleri, Şap Enstitüleri vs. Ayrıca diğer devletlerin yaptığı gibi, bazı ürünlerde taban fiyat belirlenerek üreticinin tüccara ezdirilmemesi amaçlanmıştı.
Yeni dönemde tüm bu Cumhuriyet kurumları birer birer kapatıldı, kar getiren işletmeler özelleştirme adı altında yok fiyatına yandaşlara peşkeş çekildi. Şeker pancarı ve tütün başta olmak üzere bazı ürünlerin ekim alanları kısıtlandı; ortaya çıkan ihtiyaç, Amerika’dan ithal edilen GDO’lu mısır nişastası, tütün vd. ile karşılandı. Taban fiyat uygulamasına son verildi; Amerika’nın verdiği kredi ile “köylüye doğrudan destek” adı altında, üretime bakılmaksızın dönüm başına para verilmeye başlandı.
Bir Çin atasözü der ki “Bir kişiye balık verirsen, bir öğün karnını doyurur. Fakat balık tutmasını öğretirsen ömür boyu karnını doyurur.” Köylüye dönüm başına para verilmesi, “senin balık tutmana gerek yok, ben sana balık vereceğim” demek ve böylece köylüyü çalışmadan yaşamaya alıştırmaktı.
Bu arada Amerikan tarım ürünlerinin gelmesi için dışalım serbest bırakılmış, ancak açılan kapıdan içeriye dalan ucuz Çin vb. ülkeler malları market raflarını doldurmuştur. Taban fiyat uygulaması da kaldırılmış olduğu için ürününü maliyetin altında satmak zorunda kalan köylü, üretime son vermiştir.
Aldığı doğrudan desteğin dışında, AKP iktidarının seçim yatırımı olarak dağıttığı kömür, makarna vd. olanaklardan da yararlanan köylü, fazla gideri olmayan köylük yerde az da olsa eline geçen bu parayla çalışmadan yaşamaya alıştı. Sonuçta köylerde üretim sıfırlandı. Köylü tarlasını ekip biçmediği gibi kendi gereksinimini karşılamak için bir inek, birkaç tavuk bile beslemiyor; arka bahçesine 1-2 kök sebze fidesi de dikmiyor. Artık yumurtasını, ekmeğini, yoğurdunu, yağını, domatesini, soğanını ve diğer tüm gereksinimlerini karşılamak için il/ ilçedeki marketlere gidiyor. Köylerde tarım da hayvancılık ta bitti. Bu nedenle ayakta kalmaya çalışan birkaç besici için saman ithal ediliyor.
Oysa onbinlerce yıllık tarımsal kültürün mirasçısı olan Türk köylüsü, bilimsel olarak 20.yüzyılın son çeyreğinde uygulamaya sokulan biyoteknoloji yöntemini, yüzlerce yıl önce görgüsel (ampirik) yolla bulmuş ve çok yararlı bir besin olan yoğurdu, insanlığa armağan etmişti. Ayrıca kavurma ve pastırma yapımını gerçekleştirerek etin bozulmadan saklanabilmesi yöntemlerini de Türk köylüsü geliştirmiştir.
Cumhuriyet’ten sonra, üzüm, incir ve tütün karşılığında Sovyetler Birliği’nden aldığımız teknik yardımlarla, aralarında şeker fabrikaları, Sümerbank fabrikaları, demir-çelik ve alüminyum fabrikaları ile petrol rafinerilerinin de bulunduğu birçok sanayi tesisleri kurduk. AKP bu fabrikaları ya kapattı ya da sattı. Dünyanın en büyük tütün ihracatçısıydık, şimdi en büyük tütün ithalatçısı olduk.
Türkiye’de montaj endüstrisi dışında sanayi de yok ama, var olsa bile tarımın öldürülmesi ülkemiz için felaketin başlangıcıdır. Yakın gelecekte dünyada beklenen en büyük tehlike küresel açlık. Bu nedenle ileri sanayi ülkeleri bile tarımı desteklemektedirler. Çünkü güç, besin ürünlerine ve temiz suya sahip olanlara geçecektir.