Cumhuriyet
Nilgün Cerrahoğlu
nilgun@cumhuriyet.com.tr
‘Ahlaksız, hukuksuz’ pazarlık
“Kirli anlaşma”dan, “ahlaksız, hukuksuz anlaşma”ya terfi ettik…
Avrupa’nın, özetle Merkel’in, Ankara ile pişirdiği mülteci anlaşması damardan artık böyle tanımlanıyor. Anlaşmanın ilk kamuoyuna düştüğü günlerde daha… bir “schumtzigem deal/kirli anlaşma” şeklinde tanımlandığını yazmıştım.
Ankara’nın “Kayseri pazarlığı” olarak güle oynaya iç kamuoyuna takdim ettiği anlaşma Avrupa’da ayan beyan “ahlaksız”, “hukuksuz” olarak damgalanıyor. Tamamen artık Merkel güdümünde olan Avrupa’nın pek çok ülkesinde kamuoyu önderleri, insan hakları temsilcileri ve siyasi parti liderleri Ankara’daki baskı rejimini bir “güvenli ülke” maskesi altında aklayan ve kaçak göçmenleri uluslararası anlaşmalara aykırı şekilde toplu halde sınır dışı etmeyi öngören “mülteci anlaşmasını” derin tepki ve nefretle karşılıyor. Ama anlaşmanın yönünü ve içeriğini değiştirmek açısından etkili olamıyorlar.
‘Utanç anlaşması’
Bu çaresizliğin son örneğini İspanya’da gördük. Ana muhalefetteki sosyalist lideri Pedro Sanchez söz konusu anlaşmayı yedi düvele “ahlaksız”, “hukuksuz” bir “utanç anlaşması” diye tanımladı.
Sol muhalefetteki “Podemos”un lideri Pablo Iglesias da benzer şekilde durumdan “utanç duyduğunu” beyan etti. AB’yi “sistemli olarak insan haklarını ihlal eden” bir yapı olmakla suçladı. Gözler önünde şekillenen anlaşmanın “iltica hakkına bir tecavüz” olduğunu belirtti.
Liberal muhalefet “Ciudadanos” safından da “AB’nin, otoriterleşme savrulması yaşayan taşeron Türkiye’ye kendi mülteci sorununu havale ettiği”ne dair eleştiriler yükseldi.
İspanyol parlamentosundaki toplam 350 vekilden 227’si, “üçte iki” ağırlıkla bu anlaşmaya karşı.
İspanya’nın AB üyesi olduğu 30 yıldan bu yana Madrid’in onay verdiği bir AB anlaşmasına ilk defa ulusal mecliste böyle bir ağırlıkla kazan kaldırılıyor.Görevdeki muhafazakâr Rajoy hükümeti ne ki muhalefetteki bu dirence zerre kadar aldırış etmiyor. Üç ay önceki son seçimlerde çok büyük darbe alan Mariano Rajoy; sadece bir geçiş hükümetinin başkanı. Ama bu durumun yarattığı boşluktan yararlanarak, AB’nin Türkiye ile kotarmaya çalıştığı “utanç anlaşmasını” parlamentoda hiç oylatmadan halkına dayatma yolunu seçiyor.
Bu manzara, Avrupa demokrasilerinin ne kertede içinin boşaltıldığına açık bir örnek.
Hukuk kuralları ve insan hakları standartları bir yanda köreltilirken; parlamentolar ve muhalefet partileri de işlevsizleştiriliyor.
‘İğrenç ama elzem’
Uluslararası anlaşmalara, Cenevre Konvansiyonu’na, BM kriterlerine, Avrupa’nın temel kriterlerine karşı olduğu bilinen, AB’yi AB yapan tüm değerleri mayınlayan bu derece ahlak ve hukuk dışı bir anlaşma nasıl oluyor da her cepheden muhalefete meydan okuyarak böyle tam gaz yol almaya devam edebiliyor?
Bunun nedeni “göç sorununun” bugün Avrupa’nın baş sorunu olmasından kaynaklanıyor. Schengen’in geleceğinden tutun, tek tek hükümetlerin ve liderlerin kaderi bu sorunun çözümüne bağlı.
“Sempatik olmayan, şantajcı Türkiye” (La Stampa; 10 Mart) ile bu “Kayseri pazarlığına” hiç oturulmasa da zaptedilemeyen “göç yüzünden” Avrupa’nın dikişleri her durumda atacak. Değerler belki korunacak ama Schengen yok olacak. Irkçı partilerin yükselişi hızlanacak.
“Ülkenin en büyük editoryal gruplarından birini ele geçirecek kadar otoriterleşen bir hükümete taviz vermek ve o hükümetle milyar Avro’luk anlaşmalar yapmak çok kaygı verici, evet” diye başladığı La Stampa için kaleme aldığı makalayi eski Economist Genel Yayın Yönetmeni Bill Emmott örneğin önceki gün şöyle sonlandırıyordu:
“Türkiye ile anlaşmaya oturmak rahatsız edici hatta iğrenç. Ama bunun yapılması lazım!” Ankara’nın Avrupa ile ilişkilerde bize sınıf atlama kılıfında sunduğu mülteci anlaşmasının ülkemize biçtiği şu imajın aşağılığına bakar mısınız?
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/496548/_Ahlaksiz__hukuksuz__pazarlik.html