HAYATIN İÇİNDEN ** Gerçek bir Cumhuriyet öyküsü * “Dersim” dağlarında bir Çalıkuşu: Sıdıka Avar

Serap Yeşiltuna
Aralık14/ 2015

“Dersim” dağlarında bir Çalıkuşu: Sıdıka Avar

20. yüzyılın başında Cihangir’de dünyaya gelen bir memur çocuğu,  Çapa Kız öğretmen Okulu’nu bitirerek kolejlerde öğretmenlik yapmaya başlayan bir İstanbul Hanımefendisidir Sıdıka Avar.

Ancak emsalleriyle hiç de benzeşmeyen bir kaderi, kolayı değil zoru, hem de çok zoru seçen bir karakteri olacaktır.

Ne itmiştir bilmiyorum onu “Dersim” dağlarına… Palu, Ovacık, Mazgirt ovalarına…

Sadece Elazığ Kız Enstitüsü ile başlayan bir tayin hikâyesi olmasa gerek… İzmir Kadınlar Hapishanesi’nde başlayan okuma yazma kursları, Salepçioğlu Camii’nde işçi çocukları için açılan el sanatları kursu, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda başlayan beden eğitimi ve spor çalışmaları ve adanmış bir hayat…

Cumhuriyet’in aradığı idealist öğretmen olduğu açıktır Sıdıka Avar’ın. Ama onun gibi değerli bir öğretmen İstanbul’da boğaz kıyısında bir koleje ya da Ankara’da merkezde bir göreve değil, Elazığ’da kimselerin kıyısından geçmek istemediği bir Kız Enstitüsü’ne layıktır. Cumhuriyet fikri budur çünkü…

Türkçe bilmeyen, hatta konuşmayı bilmeyen, en basit görgü kurallarından bihaber, yemesini içmesini, gülmesini, uyumasını ve hatta yürümesini bilmeyen bu kızlara hayatı, Türkçeyi, Cumhuriyeti ve Cumhuriyet kadını olma fikrini öğretmektir onun görevi!

Dersim Ayaklanması bastırılmış, asiler cezalandırılmış, ortalık durulmuş ancak hâlâ şeyhin, seyidin, ağanın emri altındaki bölge halkı Cumhuriyete kazanılamamıştır, ne yazık ki. İşte Sıdıka Avar, bunun için Elazığ’dadır. Anılarında şöyle özetler durumu:

“Atatürk, bu dağ köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten ileri geldiğini söylemiş, bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü. Onun için Türkçenin bu köylere ‘ana’ ile sokulmasını arzu etmişti. Bu en köklü öğretimdi. Tarihte örneği vardı. Rumeli vilayetlerinden ilk kız sultanisinin açıldığı bir ilden pek çok siyaset adamı yetişmişti. Buraya da Türkçeyi ‘ana’ ile sokmalıyız diyorlardı.”

Evet o kızları, geleceğin aydın nesillerini yetiştirecek bir “ana” haline getirmeye adayacaktı kendini Sıdıka Avar. Ama bir öğretmen olduğu kadar hatta bazen daha da fazla analık ederek o kızlara…

Enstitü’nün kapısından girdiği andan itibaren- bir öğretmen olarak girip, gözyaşlarıyla uğurlanan bir müdire olarak çıkıncaya kadar- her şeyi baştan sona değiştiren, dönüştüren, yenileştiren güzelleştiren bir sihirli güçtür.

Enstitüde hali vakti yerinde olan gündüzlü kızlarla, köylerden dağlardan toplanan yatılı kızlar bir aradadır. Saçları traş edilmiş, tüm temizlik işlerine koşturulan, az yemek yedirilip, az okutulan yatılı kızlar aşağılık duygusu içinde hiç de amaca uygun eğitilmezler. Mevcut müdür pek çok şeyi görmezden gelmekte, öğretmenler tayin günlerini beklemekte, okulu ise adeta gelen erzağı evlerine taşıyarak zenginleşen, kızları çalıştıran yan gelip yatan hademeler yönetmektedir.

Düzenleri bozmuştur Sıdıka Avar!

“Bunların çoğu isyan ile ilgili olayların yaşandığı köylerin kızlarıydı. Güzeli de, çirkini de, kabası da asisi de nihayet insan yavrusuydu. Bu yaralı küçük gönüller sevgi ve şefkatle tedavi edilmeli, Türklükle kaynaştırılmalıydı.” diyerek işe koyulur.

“Helbet yakacaklar sobayı, bunlar isyan eden Kürtlerin dölleri, dağ ayıları.”

“Yatılılar zeytin yemezler, köylerinde görmemişler ki!”

“Tatlı köfte günleri yetişmez yemekler, kızlar yardım etmezse hiç yetişmez!”

“Her zaman tatlıdan aha bir tanecik verirler bize, bugün sen durdun da iki tane virdiler.”

Duyduklarına inanamaz Sıdıka Avar. Hele ki teftiş günü gördükleri iyice sıkar canını. Abdullah Alpdoğan Paşa okula çok önem vermekte ve sık sık teftiş etmektedir. Geldiğinde, olması gereken düzen vardır, kızlar derste, mutfakta herkese eşit ve oldukça lezzetli yemek verilmekte ve hademeler iş başındadır.

Mutfağı denetleyen Paşa “aferin, hergün çocukların yemeklerini dikkatli pişirmelisin” diyerek ayrılırken, aşçı ağzı kulaklarında sırıtmaktadır.

Ancak kısa bir süre sonra, bu hain kadro yavaş yavaş işi bırakacaktır. Sıdıka Avar, yeni kurallar ve gece gündüz süren bir denetimle tüm sorumluluğu üzerine almıştır. Sanıyorum Alpdoğan Paşa’nın aradığı kadro bizzat kendisidir ve oraya gönderilişi hiç de tesadüf değildir.

Sıdıka Avar’ın anılarını okuduğumda, 2010 yılında tek tek tasnif ettiğim, her bir satırını ayrı bir özenle okuduğum Dersim belgelerini bir daha göz önüne getirdim.

Türkçeye kazandırma, Türkleştirme, ıslah etme, bölge halkını ağaya değil devlete bağlama politikaları her bir belgede özenle işlenmişti ancak bunun bir kadro meselesini olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum. Yüzlerce yıl süren bir geleneği yok etmek, ağaların ve seyitlerin yalanlarıyla baş etmek hiç de kolay değildi. Anlıyorum ki bir Sıdıka Avar değil, yüzlercesi gerekti.

Şöyle diyordu Avar:

“Yuva kuranlardan Lütfiye, okulda derdine, gözyaşına en çok ortak olduğum çocuktu. Teselli için bile ona yaklaşmaya korkuluyordu. Çünkü amcası Elazığ’da asılan asiler arasındaydı. Amca kabahatli de olsa çocuğun bunda bir suçu olamazdı ki. Evlenmişti. Mezuniyetinin üzerinden on bir sene sonra kızını okutayım diye bana getirmişti. Ne çok sevinmiştim. Çok güzel Türkçe konuşuyordu. Demek ki Ata’nın dediği olmuş, eve Türkçe ile görgü ve bilgi ‘ana’ ile girmişti.”

Bu elbette Avar’ın Lütfiye’ye gösterdiği analığın bir sonucuydu. Sadece o değil ki, onlarcası dizlerinde ağlamış, gece kâbuslarında kucağında uyumuş, dertlendiğinde koşup ona sarılmıştı. Bitlerini tek tek temizleyip, saç kesme geleneğine son vermesi bile Sıdıka Avar’ı kahraman yapmaya yetmişti. Genç kız, saçları omuzlarından dökülsün, köyüne döndüğünde başı dik, gururla yürüsün istiyordu.

Avar, onlara Cumhuriyet karakteri olduğu kadar, kadınlık karakteri de kazandırıyordu. Köylerine döndüklerinde “iki kadın almak yasak”, “hükümet nikâhı şart” diyen kızlar sadece geleceğin nesillerini değil, kendi analarını da eğitiyorlardı. Okuma yazma bilmeleri, biçki dikişten anlamaları, ufak pansuman bilgisine sahip olmaları bile onları köyün öğretmeni, doktoru, terzisi yapmaya yetiyordu. Öyle büyük bir ilerlemeydi ki o dönemin Tunceli köyleri için!

Artık Sıdıka Avar’ın bir ideali daha vardı. Okula mümkün olduğunca çok kız toplamak, okulla ilgili tüm önyargıları yıkmak!

Birgün tüm özgüveni ile Alpdoğan Paşa’ya çıkacaktır:

– Paşam, kızlarımızın Jandarma ile toplanması hem çocukları hem de aileleri ürkütüyor. İzin verirseniz köylere çocuk toplamaya ben gideyim. Aileler kime teslim ettiklerini, kimin okutacağını görürlerse rahat olmazlar mı?

– Kelleni koltuğuna aldığının farkında mısın?

-Efendim, bu kelle düşerse kızımı okutur musunuz?

Ayağa kalkar, askerce:

-Evet, der.

O sırada yanında sadece yaz tatillerinde yanına alabildiği küçük kızı Bahu vardır. Sadece kendi kızının değil yüzlercesinin anası olmaya adanmış Avar, onu Cumhuriyete emanet ederek yollara koyulacaktır…

(Haftaya: At sırtında dağlarda bir öğretmen, “Kızımı da götür Avar”)

http://www.turksolu.com.tr/dersim-daglarinda-bir-calikusu-sidika-avar/

This entry was posted in EĞİTİM, HAYATIN İÇİNDEN, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *