POLİTİKA GÜNDEM * Onur kırıcı vesayeti aşmak *** “AKP’nin teolojik önderi sayabileceğimiz İlahiyatçı Hayrettin Karaman, mutlak bir İslami rejim kurulana kadar demokrasi ve cumhuriyete ancak “tahammül edebileceklerini, Müslümanların ancak bir İslam devletinde yaşayabileceğini” Yeni Şafak gazetesinde açıkça yazıyor.”

YURT
Merdan Yanardağ
nerdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr
12 Temmuz 2015

Onur kırıcı vesayeti aşmak

Kendisi gibi yaşamayan ve düşünmeyen insanlara hakareti ve onların yaşam tarzlarına müdahale etmeyi alışkanlık haline getiren Tayyip Erdoğan, AKP iktidarını Cumhuriyeti ve laikliği tasfiye etmekle eleştiren kesimlere karşı büyük bir kinle saldırmayı sürdürüyor.

AKP iktidarının dinci-faşizan bir diktatörlük kurmaya çalıştığını söyleyenleri yukarıdan ve buyurgan bir üslupla tersliyor. Derinden özlem duyduğu ve fakat dinci/mezhepçi önyargıları ve tam bir eziklik kompleksiyle uzak durduğu modern hayatı aşağılamaya kalkıyor.

Riya, ahlaksızlık, ikiyüzlülük ve ilkellik karanlığında kıvranan Ortaçağ artığı İslam ülkelerinin insanlara dayattığı yaşam tarzı ortadayken, kendinden menkul bir tarih ve kültür yorumuyla topluma yön vermeye kalkıyor.

Siyasal İslamcılar / mezhepçiler tam anlamıyla kasaba yobazlığından beslenen bir kültürel yapılanması ve donanımdan yola çıkarak, büyük bir ülkenin 21. Yüzyıldaki yolculuğuna öncülük edebileceklerini sanıyor.

Eleştiriyi geri çekmek

Erdoğan, AKP liderleri ve siyasal islamcı kanaat önderleri, her fırsatta, “Cumhuriyet artık bizim” diyor, “geçti o günler, haddinizi bilin siz” !

Onlar iktidarı ve devleti ele geçirince demokrasi de gerçekleşmiş oluyor. Daha da önemlisi, demokrasi ile gidilecek yol tükenmiş oluyor.

Çünkü Erdoğan ve AKP liderliği, totaliter bir ideolojiye dayanan bütün örgütler (siyasal İslamcılık totaliter bir ideolojidir) gibi kendi dar programını toplumun tamamına dayatmaya haklarının olduğunu düşünüyor. Çünkü onlar kutsal bir davayı temsil ettiklerine inanıyor. İşte bizatihi bu “dava” onlara mutlak bir haklılık kazandırıyor.

İçten bir şekilde ‘Cumhuriyet hepimizin’ demeye dilleri varmıyor. Cumhuriyet onların olmalı çünkü.

AKP’nin teolojik önderi sayabileceğimiz İlahiyatçı Hayrettin Karaman, mutlak bir İslami rejim kurulana kadar demokrasi ve cumhuriyete ancak “tahammül edebileceklerini, Müslümanların ancak bir İslam devletinde yaşayabileceğini” Yeni Şafak gazetesinde açıkça yazıyor.

Bu bakımdan, örneğin, Meclis’e türbanla girilmesini aynı anlayış ve kolaylıkla, “Dinin emri” diye açıklıyorlar.

Bakın üzerinden daha bir ay geçen seçim öncesindeki AKP kampanyasına, türbanın nasıl savunulduğunu göreceksiniz. Türban konusunda artık başkaca (örneğin hukuksal ya da demokratik) bir açıklama yapma gereği de duymuyorlar.

Böylece kadını aşağılayan, onun gerçek özgürlüğünü yok eden, ikinci sınıf bir insan olduğunun kabulüne dayanan ve daha da önemlisi kadına karşı en büyük cinsiyetçi saldırı olan türban esas olarak böyle bir doğmadan hareketle savunuluyor.

Liberaller ve bazı alık aydınlar da bunun bir “özgürlük sorunu” olduğunu sanıyor.

Bu liberaller, devletin baskısına direndiklerini sanırken, binlerce yılın ağırlığını, iktidar gücünü ve kuşatıcılığını ifade eden dinciliğin totaliter anlayışına hizmet ettiklerinin farkına bile varmıyor.

Bütün kavramların ters yüz edildiği bir ortamda, ne tuhaftır ki, kadının köleleştirilmesinin sembolü olan türban, “özgürlük” sorunu haline geliyor.

Nuray Mert gibi liberal zevat hala yasaklara karşı çıkmakla, eleştirilerini geri çekmeyi bir birine karıştırıyor. Oysa yasaklara karşı çıkmak, inanç ve kıyafet özgürlüğüne saygı göstermek bu ortaçağ sembolüne yönelik eleştirilerimizi geri çekmeyi gerektirmiyor.

Biliyoruz ki, bir rejimin ve yasaların kaynağını tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz ve itiraz edilemez kutsal ilkeler oluşturmaya başlamışsa, orada demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez.

Dinci vesayet

Imanuel Kant, Fransız Devrimi’nden 2 yıl sonra Aydınlanma konusunda verdiği ünlü konferansında şunları söylüyordu: “Aydınlanmanın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu olduğu vesayet durumundan, özellikle din konularındaki vesayetten çıkmalarında görüyorum. Çünkü dini vesayet tüm vesayetlerin hem en zararlısı hem de en onur kırıcısıdır.”

Ünlü Alman filozof bu sözleriyle bir din karşıtlığına değil, kamusal düzenin hangi temellere dayanması ve iktidarın kaynağının nerede aranması gerektiğine işaret ediyordu. Tartışılamaz ve sorgulanamaz kutsal değerlere dayanan dini vesayet, devlet/asker vesayetiyle karşılaştırılamayacak kadar ağır bir toplumsal ve kurumsal kuşatma durumudur.

Daha yeni genel seçimlerden çıkan Türkiye, aslında bütün ülkeyi saracak bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Toplum yön duygusunu yitirmiş durumda. Bütün ulus, kendisini oluşturan unsurların tamamıyla iki çağ arasındaki bir gerilim hattında salınıyor.

Siyasal İslamcı bir örgüt, kendilerine ve değerlerine ihanet eden, kendi cumhuriyetini yarı yolda bırakan güçlerin sağladığı olanaklarla büyük bir ülkeye el koymuş durumda. Seçimleri kaybetmesine karşın, iktidarı terk etmemekte direniyor.

Toplum 200 yıllık bir derinliği olan, aydınlanma ve modernleşme rotasını değiştirmeye zorlanıyor. Devletin ve rejimin laik ve akılcı temeli imha ediliyor, dinsel bir yeni zemin kuruluyor.

AKP merkez sağı kaybedecek

AKP son genel seçimlere kadar sosyolojik olarak merkez sağı da kapsayan bir partiydi. Merkez sağın çöktüğü çok özel koşullarda bu boşluğu doldurarak eline geçirdiği siyasal gücü, ABD, Batı ve uluslararası koşulların da yardımıyla tarihsel fırsata çevirdi.

Ancak AKP, desteğini aldığı merkez sağın duyarlılıklarından çok, çekirdek tabanının (yüzde 10 civarındaki bir geleneksel radikal İslamcı tabanın) taleplerini esas aldı.

Dahası bu dar İslamcı çekirdeğin taleplerini “milli iradenin ifadesi” ve “milletin tercihi” diye sundu. Bu nedenle gerçekte toplumdan bir talep gelmediği halde her 4 okuldan birini imam-hatip yaptı.

Bu kurguyu 7 Haziran 2015 seçimleri bozdu. Son seçimlerin önemi buradadır.

Devlet (siz bunu cumhuriyet diye okuyun) ve millet arasında varsaydıkları kavgayı bitirmek, yani devletle milleti barıştırmak için yola çıkan kadro, kendisini birden bire o milletle kavga ederken buldu.

Çünkü onların İslamcı ön kabullerine göre, Cumhuriyet milletin değerlerine yabancı bir rejimdi ve bu nedenle cumhuriyetle millet kavga halindeydi.

İşte 7 Haziran 2015 seçimleri bu yüzyıllık gerici hipotezi de yıktı.

Ağır bir yenilgi alan AKP yoluna böyle devam ettikçe merkez sağ seçmenin büyük bir bölümünü kaybetmeyi sürdürecek.

Yakın bir gelecekte etkili bir merkez sağ partinin kurulması hiç sürpriz olmayacak.

Yanıldıklarını anlayacaklar

Bugün bütün ülkede tam bir ayrışma yaşanıyor. Bu ayrışmayı derinleştiren gelişmelerden biri de AKP-MHP yakınlaşmasıdır.

Giderek toplumu birleştirecek ortak hiçbir zemin kalmıyor. Spordan sanata, iş dünyasından medyaya, toplumsal yaşam alanlarından kültüre, gündelik yaşamdan siyasete kadar her düzeyde bir kopuş yaşanıyor.

İktidarı ve devleti ele geçiren gerici kadro, dinmeyen bir intikam duygusu, kin ve küstahlıkla kendi dışındaki herkese, her muhalife, cumhuriyetçi, sol ve yurtsever çevrelere saldırmayı sürdürüyor. Şimdi bu kadro kurduğu düzeni MHP ya da CHP’yi yedeğine alarak sürdürmek istiyor.

Buna izin vermemek gerekiyor.

Hiçbir sistem ve rejim kesin ve son bir hesaplaşma yaşamadan, yıkıcı ve sert bir çatışmadan geçmeden bütünüyle yıkılmaz. Dolayısıyla böyle bir hesaplaşma yaşanmaksızın yeni düzen de sağlam temellerde kurulamaz.

AKP, seçim sonuçlarına karşın ülkeyi ve toplumu böyle bir hesaplaşmaya doğru sürüklemek istiyor. Hem ülkede hem de bölgede bir oldubitti yaratmaya çalışıyor.
Bu kavgayı kazanacaklarını sanıyorlar.

Bu ülkenin 200 yıllık devrimci damarını, modernleşme sürecini, aydınlanma geleneğini ve bu toprakların kadim insancıl kültürünü hafife alıyorlar. Yanıldıklarını çok acı şekilde görecekler.

Gezi direnişi hesabı bozdu

Birçok kez işaret ettiğim gibi, Cumhuriyet büyük ölçüde tasfiye edilmesine karşın, yeni düzen bütün kurumlarıyla oluşturulabilmiş değil.

Dinci-faşizan rejimin temelleri hiçbir zaman sağlam bir zemine oturamıyor. Her şey son derece kararsız bir dengeye dayanıyor. Deyim uygunsa bıçak sırtında ilerleyen yeni düzenin (Ilımlı İslam rejiminin) kuruluşu 7 Haziran seçimleriyle kesintiye uğramış durumda.

AKP ve Erdoğan, bu süreci yeniden başlatmak ve menzile ulaşmak istiyor. Bu nedenle bütün kurumları, kuralları ve yasaları -ki çoğunu kendileri yaptı- zorluyorlar.

Oysa bu hesabı Haziran (Gezi) Direnişi bozmuştu zaten. Haziran direnişi liberal ve muhafazakâr “demokratikleşme” ve “normalleşme” illüzyonunu paramparça etti.

Ülke ve toplum, yoluna böyle bir gerilim ve tarihsel bir yükle devam edemez.

Toplumsal ve tarihsel ilerlemesini sürdürmek isteyen, bu nesnel dinamiğin etkisi altındaki bir ülke ve toplum kendisini paçasından tutarak geri çekmeye çalışan bir gücün baskısı sonucu yaşadığı sıkışmayı daha fazla taşıyamaz.

Bir tercih kullanmak ve bir karar vermek zorunda.

Bütün tarihsel kazanımlarını kaybederek bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilmek istenen bir toplum, bu girişime karşı asıl tepkisini henüz ortaya koymuş değil.

Gezi / Haziran bir refleksti sadece.

http://www.yurtgazetesi.com.tr/onur-kirici-vesayeti-asmak-makale,10517.html

This entry was posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DİN-İNANÇ, İNSAN HAKLARI - DEMOKRASİ, İrtica, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *