Işıl Özgentürk
isilozgenturk@gmail.com
26 Ekim 2014 Pazar
Cumhuriyet
Zeytin Ağacına Güzelleme
Soma’nın köylerinde yüz yıllık zeytin ağaçlarını termik santral yapmak için hoyratça kesen bir şirket var. Adı Kolin! Üçüncü köprüyü de bu şirket yapıyor ve her yerde ağaç kesiyor. Ama başta Soma’nın Yılcalı köylüleri olmak üzere bölge hem termik santralın yapımına hem de zeytin ağaçlarının kesimine direniyor, tıpkı Karadeniz’de Anadolu Grubu’nun yapmak istediği termik santral için iki yıl boyunca direnen ve kazanan Gerze’nin Yaykıl köylüleri gibi…
Kolin şirketinin yetkilileri ve bu şirkete tam gaz ilerleyin emri veren iktidar kaynakları mutlaka biliyorlar, dünyada artık termik santrallar devre dışı. Ne arsız bir durum, ülkenin güneşi güneş, rüzgârı rüzgâr ve üç tarafı denizle çevrili, dalgalar bağırıyorlar, “gel beni kullan!” diye ama bir yerlerde inadım inat! Nedir bu inadın nedeni? Güzelim zeytin ağaçlarını kesmenin, en güzel tarım topraklarını ölüme sürüklemenin nedeni ne? Yapılan araştırmalar, termik santralların ömürlerinin çok kısa olduğunu ve çok kâr getirmediğini belirtiyor. Peki neden bu ağaç kesmeler?
Düşünüyorum, bu işe kalkışanlar bu ülkeyi hiç mi sevmiyorlar? Ülke tümüyle yok olsun mu istiyorlar? Bilmiyorum ama onlara bir zeytin ağacı kesilirken, orada bulunan bir Türkiyeli yurttaşın neler hissettiğini anlatmak istiyorum, şöyle başlıyorum: Meğerse bir yaz sabahı, havada çılgın melisalardan yükselen o baştan çıkarıcı koku henüz durulmamışken, uzaklarda bir yerde bir kumru inatla eşini çağırırken ve deli kırlangıçlar hiç durmadan kendilerince çok bildik bir rotada günlük uçuşlarını yaparken, bir baltanın yüz yıllık bir zeytin ağacının gövdesine ilk darbeyi vurması ve buna tanık olmak çok acılı bir şeymiş.
İlk darbeyi öteki darbeler izliyor, büyülenmiş gibi baltanın gövdede açtığı yarığa bakıyorum, her darbede biraz daha derinleşiyor. Ağaç ağlıyor.. sanki yüz yıl boyunca yaşadığı bütün güzel anılar geliyor aklına. En güzel hasatlarını anımsamaya çalışıyor, çünkü az sonra gövdesi yana devrildiğinde tümünü unutacak, sonsuz bir sessizlik başlayacak onun için.. çünkü artık o olmayacak. Bir yerlere yetişmem gerek ama gövdesi kanayan zeytin ağacının yanından ayrılamıyorum. Bu kalın, gün görmüş gövdeye indirilen her darbe, bu güzel ülkede işlenen cinayetleri anımsatıyor bana.
Zap Suyu’na yıllardır doğru dürüst bir köprü yapılamadığı için okula giderken suyun üstündeki ilkel saldan düşen çocuklar geliyor aklıma, rögar kapatılmadığı için lağım sularında boğulanlar da… Geleceğe dair tüm umutlarını yitirmiş gençler geliyor aklıma, kimi uyuşturucunun bağışlamayan bataklığında sadece ölümü bekliyor; kimi günlerdir, aylardır iş aradıktan sonra yatıştırıcı ilaçların verdiği düşleri olmayan bir uykuda;
kimi bir nebze olsun var oluşunu hissetmek için, çağdışı yöntemlerin, çağdışı söylemlerin her an beyin yıkadığı tarikat evlerinde; kimi sahte bir özgürlüğün peşinde olduğunu bile bile barların ve bir gecelik ilişkilerin müdavimi… Kimi hiç yaşamıyor, sabah kalkıyor ve gecenin gelmesini bekliyor. O kadar.
İntiharın eşiğine gelmiş tarım üreticileri geliyor aklıma. Sağa koyuyorlar olmuyor, sola koyuyorlar olmuyor. Kendilerini bu ülkeye yabancı hissediyorlar ve yaptıkları iş giderek anlamsızlaşıyor; bir tarla dolusu karpuzun olsa ne yazar, olmasa ne yazar? Fındığı toplasan ne olur, toplamasan ne olur? Konya Ovası’nda kuraklık buğday başaklarının büyümesini engellemiş, ne olur?..
Zeytin ağacının gövdesi artık iyice yana yattı, az sonra yüz yıllık tarihi onunla birlikte yitip gidecek, yerine hemen beton dökülmeye başlanacak; tıpkı yol, metro yapılırken ortaya çıkan, her biri kültür mirasımızın vazgeçilmezi olan amfitiyatroların, limanların, güzelim heykellerin üstünü, onları anında yeniden ölümün karanlık dünyasına yollamak için betonla döşediğimiz gibi…
“İnsanların daha eşit, daha kardeşçe yaşadığı; kaynakların en verimli bir biçimde paylaşıldığı, savaşsız, türkülerin ve neşenin egemen olduğu bir dünya olabilir” diye korkusuzca seslenenlerin, bunun için çözüm getirenlerin işkence odalarında çektiği acılar geliyor aklıma…
Zeytin ağacının gövdesine inen balta darbesinin sesi zaman zaman işkencecinin elinde açılıp kapanan monitörün sesine dönüşüyor, ardından bomba seslerine, silah sesine… Zeytin ağacı toprağın üstüne öylece yattı. Balta durdu. Bir an bir sessizlik oldu.. ardından sessizlik, buldozerin yeri göğü titreten dev sesiyle bozuldu.
Ben zeytin ağacının gövdesini son kez okşayıp usulca oradan ayrıldım, uzun zamandır bizleri, bu ülkede yaşananları tanımlayacak bir sözcük arıyordum, buldum: Hoyratlık!
Not: Bu kadar zeytin ağacı hoyratça kesiliyor, köylüler direniyor, çevreciler direniyor; peki nerede zeytinyağı işleyenler, ihraç edenler, onların niye sesi çıkmıyor? Sonuçta kesilen her zeytin ağacı onları da ilgilendiriyor. Bu kadar mı duyarsızlar, kendi bindikleri dalı kesmeye bu kadar mı hevesliler? Yoksa korku mu? Şu ecele hiçbir faydası olmayan…