MİLLİYETÇİLİK ULUSALCILIK

Hami Karslı

MİLLİYETÇİLİK ULUSALCILIK

Bugün yaşı 70’i aşmış, 80’ine merdiven dayamış bireyler öbeği için “68 kuşağı” kavramını kullanırız.

Bu kuşaktan birisi olarak çok iyi biliyorum ki, aramızdaki anlaşmazlıkların, tartışmaların, kavgaların çoğunun nedenlerinden biri, kullandığımız dil ile ilgilidir.

Arapça “lisan” sözcüğünün karşılığı olan dil, insanların birbirlerine karşı duygularını, düşüncelerini bildirmek için, sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşmadır.

Doğal olarak aynı dili kullanmayan insanlar birbirleriyle anlaşamazlar.

Tüm dillerde, çok kez bir sözcüğün birden fazla anlam taşıdığını görürüz.

Örneğin, yukarda anlamını verdiğim “dil” sözcüğü, aynı zamanda ağız boşluğunda bulunan uzun devinimli, etli bir organımızın adı değil midir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuran Atatürk, belli bir toprak üzerinde, siyasal olarak örgütlenmiş bir insan topluluğuna “ulus” denilebilmesi için o topluluğun ekonomik yaşam, tarih, ruhsal yapı, ekinsel (kültürel) özellikler ama en önemlisi “dil” açısından ortak özellikler taşıması gerektiğini çok iyi biliyordu.

Bence dil devrimine öncelik ve önem vermesinin ana nedeni de buydu!

***

Geçtiğimiz günlerde “ulusalcılık” konusunda, YCHP’li Rıza Türmen “Hem ulusalcı hem solcu olunmaz” özdeyişiyle(!) gündeme geldi. Hemen arkasından yine YCHP’li Binnaz Toprak, “Ulusalcı çizginin solda yeri yok” diyerek Türmen’e destek verdi.

Bu söylemleri, sözde demokratik sosyalizm, LGBT(lezbien, gey, biseksüel, trans), feminizm, ulusalcılık karşıtlığı (anti milliyetçilik) temel düşüncesini (ideolojisini) savunan, özde PKK’ci, Halkların Demokratik Partisi (HDP) alkışladı.

YCHP’de Kılıçdaroğlu’yla yarışan (ona rakip) Muharrem İnce, kendisine “Sen ulusalcı mısın?” diye soranlara: “Atatürk’ün partisinin 6 oku içerisinde ‘ulusalcılık’ diye bir ok var mı, yok. Bu (Y)CHP’yi bölmek için uydurdukları bir şeydir” yanıtını vermiş.

(1964 doğumlu olan Muharrem İnce, Balikesir Necati Eğitim çıkışlı bir öğretmen-siyasetçi! Ben de Balıkesir Necati Eğitim’de okumuş, o doğmadan iki yıl önce, 1962’de bitirmiştim.)

Muharrem İnce, bir Türkçe Sözlük’e bakma yorgunluğuna (zahmetine) katlansaydı “ulus” sözcüğünün, Arapça “millet” sözcüğünün karşılığı olduğunu, Atatürk’ün dil devrimini özümseyenlerin, “milliyetçilik” yerine “ulusçuluk” ya da “ulusalcılık” dediklerini öğreniverir; Atatürk’ün 6 okundan biri olan “milliyetçilik” kavramını yadsımazdı!

Yine, (Y)CHP’li Muharrem İnce, Atatürk zamanındaki CHP Program ve Tüzükleri konusunda bir inceleme yapsaydı, “CHP’nin 3. Büyük Kongresi’nde kabul edilen programda “millet” olarak geçen sözcüğün 14 Mayıs 1935’te yapılan 4. Büyük Kurultay’da sadeleştirilerek, Milliyetçilik yerine “Ulusçuluk” kavramının getirildiğini öğreniverirdi.

Türkçe sözlük, ulusçuluk tanımını, “ulusunu sevmek, onun geçmişine bağlılıkla, geleceği ve yükselmesi yolunda çalışmak temeline dayanan ve bir ulusun ancak kendine ve kendi değerlerine dayanarak yaşayabileceğine inanan görüş” şeklinde yapıyor.

Anlaşılıyor ki Sayın İnce bu görüşe katılmıyor!

***

2011 yılı başlarında, bu konuyla ilgili bu köşede birkaç yazı yayımlamış, “ulusçuluğun” Türkiye’de genel kabul görmüş çeşitlerinin yanında, kendine özgü yapısından söz etmiştim.

O bilgileri, konunun güncelliği açısından yineliyorum:

PAN-TÜRKİST VE LİBERAL- MUHAFAZAKÂR MİLLİYETÇİLİK

Osmanlı’da milliyetçilik, tüm Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan bir siyasi görüş olarak “Turancılık” la ortaya çıkmıştır. Ancak bu görüş, Türk siyasi yazınında (literatüründe), Turanî kavimleri dışarıda bırakarak, dünyadaki bütün Türklerin tek çatı altında birleştirilmesini hedef alan “Türkbirlikçilik” anlamını taşır.

Dış Türkler’e ilgi, Fransız Tarihçi Leon Cahun’ün “Türkler ve Moğollar” adlı eserinin 1896’da Türkçe çevirisiyle başlar.

1904’te Yusuf Akçura’nın, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan “Üç Tarz-ı Siyaset” kitapçığı yayımlandı.

1908’de “Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla İstanbul’da “Türk Derneği” kuruldu.

1911’de kurulan “Türk Yurdu Cemiyeti” Orta Asya Türkleri’ne yönelik siyasi görüşler ileri sürdü.

1912’de kurulan “Türk Ocağı” Türkçü ve Turancı hareketin odağı oldu. 1913’ten sonra da bu ocak İttihat ve Terakki’nin desteğini kazandı. Bu devinimin sözcüsü ve katkı vereni (ideoloğu) Ziya Gökalp idi.

Enver Paşa‘nın Aralık 1914′te giriştiği, birinci amacı Erzurum’a kadar ilerlemiş Rusları yurttan atmak olan Sarıkamış saldırısının ikinci önemli ereği (stratejik hedefi) Kafkasya üzerinden Orta Asya’daki Türklere ulaşmak ve bu yolla 1.Dünya Savaşı’ndan Osmanlı’yı yengi kazanan (galip) çıkarmaktı. Ancak bu girişim, 23.000 Osmanlı askerinin şehit olduğu bir yenilgiyle sonuçlandı.

TBMM hükümeti 1920′den itibaren Turancı akıma karşı kesin bir tutum içine girdi. Bunda Eylül 1920′de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardı.

Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923′te Ankara’da ‘Matbuat Müdürlüğü’ tarafından yayımlanan Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Turancılığı “uzak mefkûre (ülkü)“ ilan ederek, Türkiye devletinin kuruluşunu temel alan yeni bir Türkçülük tanımı getiriyordu. Gökalp bu eserinin basımından iki ay sonra Mustafa Kemal tarafından milletvekili adayı gösterildi.

1930’larda yeniden güçlenen Türkçü -Turancı düşüncenin en köktenci (radikal) sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi.

1939’da Reha Oğuz Türkan Bozkurt adlı dergiyi, 1943’te de Fethi Tevetoğlu Kopuz adlı Türkçü dergiyi çıkarttı.

1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon’un yönettiği Çınaraltı adlı dergide yazı yazan Emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet “Her Türkçü Turancı’dır, her Turancı Türkçü’dür” diyordu.

1944 tutuklamalarından sonra, 1950’li yıllarda Demokrat Parti ve daha sonra da Mareşal Fevzi Çakmak’ın kurduğu Millet Partisi içinde yer alan ve bağımsız bir yapı gösteremeyen Turancı hareket; 1969’da adı değiştirilerek Milliyetçi Hareket Partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Partisi içinde toparlandı.

SOSYALİST MİLLİYETÇİLİK

Türkiye’de –az da olsa- sosyalistlerin üzerinde etkili olan milliyetçilik Sultan Galiyev tarafından geliştirilmiştir.

Kazanlı bir Tatar Türk’ü olan Mir Seyit Sultan Galiyev, 1917 Bolşevik Devrimi’nin Lenin, Stalin ve Troçki ile dört büyüklerinden biridir.

Galiyev’in temel düşüncesi şudur: Avrupa emekçi sınıfı (proleteryası) kendi sömürgeci kentsoylusuyla (burjuvasıyla) iş birliği yapmıştır. Sömürge kaynaklarını bu kentsoylusuyla ortaklaşa paylaşmıştır. Dolayısı ile Avrupa solu, dünya sosyalizmine öncülük edemez, itici güç olamaz. Doğu halklarının bağımsızlık arzusu, dini ve ulusal değerlerin yayılımcılığa karşı savaşılıp korunmasıdır. Sosyalist devrimin başarısı ve doğuya yayılması İslam’ın kollanmasıyla olasıdır.

Galiyev, Avrupa’da yaygın olan sınıf mücadelesi ile ilgili klasik Marksist kuramı (teoriyi) değiştirmeye kalkan ve Üçüncü Dünya’ya önem veren ulusalcı sol bir ideoloji gütmüştür.

Galiyev’e göre, ulusalcılık sınıf kavramıyla yer değiştirmeli, böylelikle sınıf çatışmalarının olmadığı bir toplum yaratılmalıdır.

Hayattayken başından beri Ankara’daki Milli Mücadele Hareketine destek veren ve Sovyet hükümetini bu konuya yeterince eğilmediği için eleştiren Galiyev’in görüşleri Türkiye solunda ise pek az yer bulabilmiştir. Kemal Tahir, Cemil Meriç, Attila İlhan, Aclan Sayılgan, Hasan Basri Gürses gibi eleştirel düşünebilen az sayıdaki aydın bu konuya eğilmiştir. Galiyev’in fikirlerinin Türkiye soluna siyasi partiler bazındaki yansıması ise daha kısıtlı olmuştur.

ATATÜRK ULUSÇULUĞU (MİLLİYETÇİLİĞİ)

Atatürk, bir konuşmasında: “Değişik ulusları ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu değişik ulus topluluklarını eşit haklar ve koşullar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasal görüştür, ama aldatıcıdır. Dahası, hiçbir sınır tanımayarak dünyadaki bütün Türkleri de bir devlet olarak birleştirmek, ulaşılamayacak bir amaçtır. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylar ile ortaya koyduğu bir gerçektir. İslamcılık ve Turancılık siyasasının başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanmamaktadır. Soy ayırımı gözetmeksizin, bütün insanlığı kapsayan tek bir dünya devleti kurma tutkularının sonuçları da tarihte yazılıdır. “Baskıncı ve yağmacı” olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü özel duygularını ve bağlantılarını unutturup, onları kardeşlik ve tam eşitlik içinde birleştirerek, insancıl bir devlet meydana getirme kuramının da kendine özgü koşulları vardır” diyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nda iktidarın kaynağı halk değildi. Dinsel bir yapı ve “ümmetçi” bir anlayış vardı.

Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı, geleneksel Türk toplumunun “ümmet” olarak yaşama inancını kabullenmez ve çağdaşlaşmanın en önemli öğeleri olarak gördüğü “ulus” ve “yurttaş” olarak yaşama gereğini ve gerçeğini benimser. Bu anlayış “din” ve “ırk” ayırımından uzaktır.

.Atatürkçülük’te “birlik” ulusal devletle sağlanmış ve ulusçuluk bu birliği pekiştiren en önemli öğe olarak görülmüştür.

Atatürk’ün ulusçuluğu, “ulusun tüm bireyleriyle amaçta, ülküde, yazgıda, dilde, ekinde (kültürde) ulusal kimlik bilincine varması; tasada, kıvançta, olanakların dağılımında birleşmenin mutluluğuna ulaşması; ülke ve ulus bütünlüğü için, devletin ve ulusun geleceği için birlikte çalışma, eyleme geçebilme erdemini, özverisini göstermesi; yönetimde, ekonomide, siyasada, ekinde bağımsızlık doğrultusunda gelişmeye, çağdaşlaşmaya katkıda bulunmaktır” (Prof.Dr.Suna Kili, Atatürk Devrimi,s.231)

Atatürk ulusçuluğunda devlet tam bağımsızdır. Her türlü sömürüye karşıdır. Dine saygılıdır. Ancak toplumu ve devleti dinin tekeline bırakmaz. Laik bir ulusçuluktur. Yayılımcılığa (emperyalizme) kesinlikle karşıdır.

***

Ulusçuluğun Batı’da bir fikir, bir anlayış olarak tanımlanması ve benimsenmesi Fransız Devrimi’nden sonra başlar.

Siyasal, ekonomik, toplumsal ve ekinsel açıdan derebeyliğin (feodal yapının) sürdüğü dönemlerde ulusçuluk anlayışı yoktur.

Salt (mutlak) krallıklar dönemlerinde, ulusal duygu, ulusa değil, krala olan bağlılıkla ölçülmüş ve “her şey kral için” yapılmıştır.

Ulusçuluk akımının ilk amacı, sömürge durumuna düşen ya da sömürülen toplumları bağımsızlığa yöneltmek, ülkelerin bağımsızlığını sağlamaktır.

Çağdaş ulusçuluk, toplumsal ve ekonomik sorunların aşıldığı, halkın gelirden, devletin olanaklarından daha adil ölçüler içinde payını aldığı oranda güç kazanır.

***

Bugün yayılımcı devletler, sömürmek istedikleri ülkelerde, ilk iş olarak ulus devlet modeline saldırıyorlar.

Onlara en büyük yardımı ve desteği de ulusal kimliklerini şu veya bu şekilde kaybetmiş olan yerli işbirlikçiler veriyor.

“Yaşamda en büyük yol gösterici ilimdir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmadır” diyen bir liderin ulusçuluğunu “faşistlikle” eşdeğer gören sözde aydın, sözde devrimci ama özde düpedüz hain olan, yayılımcılığın bu yardakçılarını iyi tanıyalım!

http://www.hamikarsli.com/milliyetcilik-ulusalcilik/

This entry was posted in ATATURK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *