Kod: Z ve/veya 2006 Eylül güncesi?!

24 Eylül 2006
Hayrullah Mahmud
(4 Temmuz 2014, Cuma)

“BBC, haberi akşam bülteninde şöyle veriyordu: ‘Habere göre, askeri eğitim projesine katılan bu çok deneyimli ve seçkin İsrailli eski komandolar çölde ‘KOD Z’ adı verilen bir üste kalıyorlar. Ve Kürt güvenlik güçlerini gelişkin silahların kullanımı, savunma ve terörle mücadele teknikleri konusunda eğitiyorlar.”

Kod: Z ve/veya 2006 Eylül güncesi?!

(ya da HİLMİ ÖZKÖK, “TERÖR İSTİHDAM ALANI OLDU, TERÖRİST ÜCRETLİ İŞÇİ” ve/veya MOSSAD & BARZANİ’NİN ORTAK ESERİ; “PARESTİN” veyahut DDP; “TÜRKİYE ABD’YE, İRAN’A SALDIRMAK İÇİN SÖZ VERDİ”?!)

“Orduyla polis arasında düşmanlık, kin ve husumet oluştu. Ordu ikiye bölündü. Durum daha da kötüleşebilir ve ordu yönetime el koyabilir.” CIA Başkanı Allen Dulles, Türkiye’deki Büyükelçilikleri’nden aldıkları telgraflar kapsamında, 27 Mayıs 1960 İhtilali öncesinde, 24 Mayıs günü Washington’da yapılan Ulusal Güvenlik Konseyi Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Türkiye’de darbe’nin artık an meselesi olduğununun altını çizip, durum’u bu sözlerle ifade ediyordu.(Bir Propaganda Silahı Olarak Basın, Onur Öymen, Sayfa 304)

Mazi’den bir yaprak.
Bugün aslında dün’dü?!
2014 Çankaya güncesi bağlamında, 2006 güz’ellemesi…
2006, Eylül tarihli bir yazı.

Kod Z Operasyonu?!
BOP’ta, “Beyaz Yakalı Küresel Teröristler”in düşen maskesi bağlamında, gazeteci Turan Yavuz’un “Çuvallayan İttifak” başlıklı eserinden çarpıcı birkaç pasaj yansıtayım…

Usta gazeteci Yavuz, kitabının 33. sayfasında “çok özel” bir kutlama törenine yer veriyor.Aynen aktarıyorum:

“Yer: Dukan Gölü kıyısındaki otel ve dinlenme tesisleri: Piknik alanı panayıra dönüşmüştür. Yüzlerce ABD askeri, Kürt ahali ile 4 Temmuz Günü kutlamalarına başlamışlardır. Bir yandan piliçler ızgara üzerinde nar rengini alırken, Kürtler de misafirlerini yöresel müzik, şarkı ve danslarla eğlendirmektedir. Tam bu sırada Amerikan Ulusal Marşı ‘Star-spangled Banner’ çalmaya başlar. Kürtler dahil herkes hazırolda Amerikan bayrağına doğru dönerek selam dururlar. Havuzun içindeki askerler bile suda kımıldamadan durmaktadırlar. Ulusal Marş bittikten sonra herkes ziyafet masalarına hücum eder. Ev sahiplerinden biri, elinde mikrofon, konuşmaya başlar; ‘Burada Kürdistan’da, hiç unutmayın, dostlarınız, ortaklarınız var ve müttefikleriniz var. Burası, Amerikan yanlısı topraklardır.’ Büyük alkış ve tazahürat kopar. Elinde mikrofon olan Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Barham Salih’tir. Oxford eğitimli ve uzun yıllar Washington’da Celal Talabani’nin temsilcisi olarak görev yapmış olan Barham Salih, aldığı coşkulu alkış ile Amerikan Anayasası’nın nasıl güçsüzün yanında yer aldığını anlatır ve konuşmasını şu sözlerle bitirir;

‘Amerikalı dostlarımızın bizim için yaptıklarını sizlere anlatamam. Biz ellerimizi, onların ellerinin üzerine koyduk birleştirdik. Her şey yeni ve demokratik bir Irak için!’…”

BEYAZ YAKALI KÜRESEL TERÖRİST?!

Nitekim…
Gökyüzü, Barham Salih’in bu sözlerinin alkış sesleri ile yankılandığı bir anda, 11 Türk askerinin başına,Kürtler’in tezgahı ile “müttefik”imiz(!) ABD tarafından çuval geçirilmekteydi.

Ne büyük kadirşinaslık, ne büyük dostluk gösterisi değil mi?!
Önce Türkiye’den toprak almak, bölmek isteyenlerle işbirliği yap, “kızarmış tavuk” ye; ondan sonra da “müttefik”imiz dediğin bir ülkenin askerinin başına, AKP Eş Genel Başkanı Erdoğan Beyaz Saray’da Başkan Bush’a verdiği sözü tutamadı diye “çuval” geçir!

İşte Beyaz Saray’a hükmeden Neo Con’ların 2000’li yıllardaki dostluk anlayışı!

Turan Yavuz kitabının giriş bölümünde, Neo Con’ların desteklediği Kürt liderlerin Hollywood starlarına taş çıkartırcasına küresel medyada sergiledikleri “mazlum rolü”ne dair, şu çarpıcı satırlara yer veriyor:
“2003 Nisan ayında ABD askerleri Bağdat’a girmek üzereyken, Mesut Barzani ve Celal Talabani bir avuç yabancı gazeteci ile Dukan Gölü kıyısında bir yemekte buluştu. Masada kızarmış bir bütün kuzu, tavuk şiş ve çeşit çeşit yemek vardı. Yemeğe oturmadan önce Talabani bizleri uyardı:

Masada fotoğraf çekmeyin. Biz dünyaya Kürtlerin eziyet çeken bir toplum olduğu imajını yaymaya çalışıyoruz. Bu masa, bu imaja yardım etmez! Mohamad Bazzi, Newsday, 8 Nisan 2005”

Görünen o ki, çok yakında, Türkiye’deki şehid cenazesi “imaj”ına katkıda bulunan bir güruh, ızgarada kızartılan tavuklar gibi “Cehennem ateşi”nde Türk askeri tarafından kızartılacaklar.

Ki…
Dünyada ve Türkiye’de, konjonktür hızla değişiyor!Teröre destek veren, teröristi amaca giden yolda taşeron olarak kullanan, “Beyaz Yakalı Barbar Neo Con Yönetimler”e karşı, dünya genelinde, ızgara üstündeki
“kızarmış tavuklar”ı mideye indirmelerine fırsat kalmadan, her an için “büyük bir operasyon” başlatılabilir.Art arda çok önemli isimler tutuklanabilir!

“Anayasal sistemi ortadan kaldırmak ve dünya barışını tehlikeye atmak” girişimleri nedeniyle, dünyanın en iyi okullarından mezun olmuş ama “adam/insan” olamamış birçok “Neo Con Yönetici”, kendilerini bir anda “elleri kelepçeli” bir halde, Yargıçlar’ın karşısında ifade verirken bulabilir.

Filvaki, Bush’un, ABD’ye “Başkanlık” yaptığı bir dönemde, şimdiye kadar üretilmiş ne kadar Batılı “insancıl değer” var ise hepsi “Neo Con”lar tarafından paspas gibi çiğnendi.Adeta, “insan hakları” ve modern zamanların tüm “demokratik kazanımları”, Ortadoğu’ya “demokrasi getireceğiz” vaadi ile “Bir avuç dolar” uğruna rafa kaldırıldı.

BOP’çuların “demokrasi”den ne anladığını ise tüm dünya, ekranlara yansıyan, Irak, Lübnan, Ebu Gureyp, Guantanamo ve Kana katliamları sırasında, kendi gözleri ile görme imkanını elde etti.

Filhakika, BOP operasyonu süresince “terör ile mücadele” ettiğini iddia eden ABD, İsrail, İngiltere, Fransa gibi ülkeler, bir anda dünyaya “terör ve terörist ihraç eden ülkeler” hüviyetine bürünüverdiler.BOP operasyonu sırasında, bir kısım Batılı aydının maskesi düştü!..

Vatikan & Kudüs’ün “Siyasal İslamcılar” ve de “Siyasal Hıristiyanlar” ile kolkola girerek, İslam alemine karşı başlattıkları operasyonun ardındaki “çağdışı” Haçlı zihniyetini yansıtan “O kafa” bir kez daha ortaya çıktı.“Dinlerarası Diyalog” çabalarının arkasında da, BOP operasyonu süresince İslam alemini, üç maymunu oynamaya zorlayan bir düşüncenin yattığı anlaşıldı.

ABD’nin, Başkan Bush dönemindeki “yeni imaj”ı, kimsenin söylemeye dili varmasa da, bir zamanlar Beyaz Saray’ın “terörist” ilan ettiği devletlerin o günkü imajlarından hiç de farklı değil!

Amerikan halkı için kabul etmesi güç ama, ne var ki mevcut tablo böyle!
“Modern zamanlar”ın Clinton dönemindeki “şık vitrin”i, iliştirilmiş “11 Eylül terör saldırısı”nın ardından tuzbuz oldu.

Zira…
Kürede “Beyaz Yakalı” küresel terörist, barbar Neo Con’lar yüzünden, örtülü bir “28 Şubat süreci” yaşanıyor!“Demokrasi” ve “insan hakları”nı bugün Putin, Chavez, Ahmedinecad gibi isimler savunuyor!

İnsanlığa son vermek isteyenler ise Bush, Blair, Erdoğan ve Olmert gibi Neo Con isimler!

Rusya, İran, Venezüella gibi ülkelerin sert muhalefetinin ağırlığı altında ezilen bir ABD fotoğrafı var, 2000’li yılların dünyasında! Ne tiraj-i komik bir tablo!

İşte tam bu noktada Türk Devleti, BOP’çulara, şu mesajı verdi:
“Türkiye ve insanlık üzerine ‘terör kartı’ üzerinden oynadığınız ‘kanlı oyunu’ gördük, bozuyoruz!”

TSK’da haleften selefe uzanan çizgide, defansif yönetim anlayışından, ofansif yönetim anlayışına geçiliyor.Ki, Orgeneral Hilmi Özkök de, “Bugün terör artık bir istihdam alanı olmuştur. Teröristler ise idealler yerine maddi koşullarla terör örgütlerine bağlanan, ücretleri ve sosyal hakları terör örgütleri tarafından sağlanan işçilere dönüşmüştür” sözleri ile “11 Eylül terör saldırıları”nın küresel güçlerin kendi aralarında yaptıkları, bir güç/paylaşım kavgası olduğunu çok net olarak ortaya koymuştu.

Ezcümle, TSK’nın 24. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök,“Uluslararası güvenlik, istikrar ve barışı geliştirme ancak, ortak hareket etmekle mümkündür” derken, TSK’nın 25. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, acaba neden “Terörle mücadelemizi kimseye havale etmeyiz” diye açıklama yapma ihtiyacı hissediyordu.

Neden?!
Niçin?!
Niye?!

İşte bu anlamda, kafalardaki soru işaretlerine cevap olabilecek, birkaç enstantane:

(…)
ÖZKÖK, “TERÖR İSTİHDAM ALANI OLDU, TERÖRİST ÜCRETLİ İŞÇİ”: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, terörle mücadelede bölgeler arasındaki ekonomik uçurumlara işaret ederek, “İçinde bulunduğu trajediden müreffeh toplumları sorumlu tutan geniş kitlelerin ıstırabı devam ettiği müddetçe terörizmin kaynaklarının bütünüyle kurutulması zordur” dedi. Özkök, bu nedenle terörün istihdam alanı haline geldiğine, teröristin ücretli işçiye dönüştüğüne vurgu yaptı.

“Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu” Bilkent Otel’de başladı. Toplantıya, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Afganistan Devlet Başkanı Hamit Karzai, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı. Sempozyumda bir konuşma yapan Özkök, terörizmle mücadeledeki zorluklara değinerek, “Hiçbir ulus dünyadaki terörizmi kendi başına kazanabileceğini de düşünmemelidir” dedi.

Özkök, “Ulusal savunma ve mukabele kabiliyeti terörle mücadale açısından son derece önemlidir. Ancak sadece bunlar yeterli sayılamaz” dedi. Özkök konuşmasında şunları kaydetti: “Diğer ülke ya da kültürlere yönelik tehditleri gözardı ederek sadece kendisine yönelik terörizmi yenmeye çalışan hiçbir ulus ya da kültürün kesin bir başarısı söz konusu olamaz. Terörle mücadelede yapılacak işbirliği için Birleşmiş Milletler gibi küresel örgütlenmelerin ya da NATO ve AB gibi bölgesel kuruluşların önemli görev ve sorumlulukları olduğuna inanmaktayım. Bu kapsamda uluslararası platformlarda bilgi ve istihbarat paylaşımının sağlayacağı yeni yapılanmaların oluşturulması ve bu yapılar arasında yüksek seviyeli bir iletişimin tesisin vazgeçilemez bir gereklilik olduğunu değerlendiriyorum. Bugün terör artık bir istihdam alanı olmuştur. Teröristler ise idealler yerine maddi koşullarla terör örgütlerine bağlanan, ücretleri ve sosyal hakları terör örgütleri tarafından sağlanan işçilere dönüşmüştür. Terörün kurumsallaşmasına giden bu dönüşüm tehlikelidir… Yoksulluk, ümitsizlik ve çaresizlik içinde kıvranan ve içinde bulunduğu trajediden müreffeh toplumları sorumlu tutan geniş kitlelerin ıstırabı devam ettiği müddetçe terörizmin kaynaklarının bütünüyle kurutulması zordur. Keza, terörizmin kaynağının kültür mü, inanç mı yoksa geçmişte yaşananların acısının insanlar yaşadığı coğrafya mı olduğu doğru tespit edilmediyse terörist eylemlerin daha da hız kazanması önlenemez. Bu bağlamda zengin bölgelerle fakir bölgeler arasında giderek derinleşen yapısal sorunlara daha somut çözümler getirilmesi gerekmektedir.

” Genelkurmay Başkanı Özkök, terörle mücadelenin sadece devlet organlarıyla yapılamayacağını belirterek, bunun için geniş halk kesimleriyle medyanın desteğine ihtiyaç olduğunu söyledi. Özkök, “Terörislerin proponganda için hedef seçtiği kitlenin radikalleşmesinin önlenmesi, masumların zarar görmesinin önüne geçilmesi ve herşeyden önemlisi devletin gücü ve iyi niyeti konusunda toplumun ikna edilmesi başarıya ulaşmak için kaçınılmazdır” diye konuştu.

Özkök, terörle mücadelede teröristlerin yaymaya çalıştığı korkunun önüne geçilmesi ve istihbari verilerin zamanından önce kamuoyuna duyurulmaması için medya önemli görevler düştüğünü ifade etti. Özkök, terörün bu nedenle bir istihdam alanı haline geldiğini vurguladı. Afganistan Devlet Başkanı Karzai de Sempozyumda yaptığı konuşmada, terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğinin önemine işaret etti. Karzai, terörizmle mücadelede etkili bir mücadele için BM başta olmak üzere, devletler, kurumlar, kişiler ve kültürler arasında işbirliği yapılması gerektiğini vurguladı. (Milliyet) 1 Nisan 2006

(…)
BÜYÜKANIT; “TERÖRÜ KİMSEYE HAVALE ETMEYİZ”:

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “PKK koordinatörü” ifadesine karşı çıkarak “Ne demek PKK koordinatörü. Birileri çıkacak Türkiye ile PKK arasında pazarlık yapacak. Böyle bir şey mümkün değil” dedi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, terörle mücadeledeki kararlılıklarının artarak devam ettiğini belirterek “Terörle mücadeleyi kimseye havale etmeyiz” dedi. Orgeneral Yaşar Büyük Anıt, Doğu ve Güneydoğu’ya yaptığı gezi kapsamında Erzincan’dan sonra dün de Malatya’ya geldi. Kuvvet Komutanları ile birlikte Vali Halil İbrahim Daşöz’ü makamında ziyaret eden Büyükanıt, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Büyükanıt, Malatya’da valilik binasına girerken, yağmurda ıslanan merdivenleri çıktığı esnada, ayağı kayarak düşme tehlikesi geçirdi. Paşa’ya korumaları müdahale ederek, düşmesini engelledi. Türkiye’nin terör örgütü ile pazarlık yapmasının mümkün olmayacağını dile getiren Orgeneral Büyükanıt,PKK Koordinatörü deyiminin de yanlış tercüme edildiğini söyledi.

Orgeneral Büyükanıt, “Milletimiz bunu yanlış anlıyor. PKK koordinatörü diye bir deyim yok. Ne demek koordinatör? Birileri çıkacak Türkiye ile PKK arasında pazarlık yapacak. Böyle bir şey mümkün değil. Bunun doğru adı PKK ile mücadelede özel temsilci. İkisi çok farklı. Türkiye, terör örgütü ile kendi silahlı kuvvetleri ile mücadele eder. Terörle mücadeledeki kararlılığımızı artırarak devam ettireceğiz. Terörle mücadelemizi kimseye havale etmeyiz. Ancak, terörle mücadelede başka fırsatlar var mı? Bunu da değerlendiriyoruz” dedi.

Malatyalılara selamlarını da ileten Büyükanıt, “Malatya askerle özdeşleşmiş bir ilimizdir” diye konuştu. (Sabah / Tahir Özçelik) 22 Eylül 2006

(…)
ÖZKÖK; “BU VATANI KİMSE BÖLEMEZ”:

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, “Türk askerindeki birlik, beraberlik, vazifeye bağlılık ve fedakarlık devam ettiği sürece vatanı hiç kimse bölemeyecek, rejimi kimse değiştiremeyecek. Türk Ulusu müsterih olmalıdır” dedi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Van ve Hakkari’de sınır birliklerini denetledi. Orgeneral Hilmi Özkök, beraberinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la birlikte dün geldiği Van’da 2′nci Ordu Komutanı Orgeneral Şükrü Sarıışık, Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Selahattin Uğurlu tarafından karşılandı. Buradaki bazı iç güvenlik ve sınır birliklerini denetleyen Orgeneral Özkök, bugün helikopterle Hakkari’ye geçti. Orgeneral Özkök ile beraberindeki komutanlar, Hakkari Dağ ve Komando Tugayı’nı ziyaret etti. Komutanlar, daha sonra Yüksekova, Şemdinli ve Çukurca’daki sınır birliklerinde denetlemelerde bulundu. Yüksekova 21′inci Jandarma Sınır Tugay Komutanlığı’nda askerlere seslenen Orgeneral Özkök şunları söyledi:

“Türk askerindeki birlik, beraberlik, vazifeye bağlılık ve fedakarlık devam ettiği sürece vatanı hiç kimse bölemeyecek, rejimi kimse değiştiremeyecek. O bakımdan bütün Türk ulusu müsterih olmalıdır. Ulusa da sesleniyorum; sizlerin gözlerindeki bu şimşekleri görenler bundan biraz daha emin olacaktır.” Genelkurmay Başkanı ve beraberindeki komutanlar Hakkari’deki denetlemelerin ardından Şırnak’a geçti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Büyükanıt ile 2′inci Ordu Komutanı Orgeneral Şükrü Sarıışık helikopterlerle geldikleri Şırnak’ta askeri birliklerde denetlemelerde bulundu. 23′üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı’nı ziyaret eden Orgeneral Özkök ile beraberindeki komutanlar, Tümgeneral Ahmet Yavuz ve bölgedeki askeri birliklerin komutanlarıyla görüştükten sonra Şırnak Valisi Selahattin Aparı’yı makamında ziyaret etti. Çok sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı ziyaret programı basına kapalı yapıldı.

Komutanların Valilikten çıktıktan sonra Şırnak’taki Tatar aşiretinin lideri ve aynı zamanda korucubaşı olan Süleyman Tatar’ı da ziyaret ettikleri belirtildi. İncelemelerini tamamlayan Genelkurmay Başkanı ve beraberindeki komutanlar daha sonra Şırnak’tan helikopterlerle Diyarbakır’a hareket etti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu’nun çeşitli kentlerinde yaşanan olayların bölge halkını temsil etmediğini belirterek, “Bu olayları çıkaranlar geçmişi bilmiyor, ya da geleceği görmüyorlar” dedi.

Beraberinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile bazı komutanların bulunduğu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Şırnak’tan askeri helikopterle Diyarbakır’a geçti. Diyarbakır Valisi Efkan Ala’yı ziyaret eden Orgeneral Özkök polis mangası tarafından karşılandı. Vali Ala’ya plaket veren Özkök, valilik çıkışında gazetecilerle konuşurken, Diyarbakır ve bölgedeki diğer kentlerde yaşanan olayların bölge halkı tarafından onaylanmadığını belirterek, şöyle dedi:

“Hayat durmadan devam ediyor ve işliyor. Son zamanlarda çeşitli olaylar oldu. Bunlar büyük tahriklerle meydana gelen olaylardır. Bölge halkının büyük kısmı bu olayları tasvip etmiyor. Ancak, bazıları demokratik düşünce tarzını ileri sürüyormuş gibi yönlendirmelerle buranın halkına yakıştırmadığımız bazı hareketlere girmişlerdir. Biz bölge halkını seviyoruz ve herkesin komutanıyız. Olaylarla en büyük zararı halk gördü. Çok yanlış yapıyorlar. Bunları yapanlar ya geçmişi bilmiyorlar, ya da geleceği göremiyorlar. Veya kendilerine yapılan telkinlerin etkisi altında kalıyorlar. Çok yanlış işler yapılıyor.

” Bölgedeki olaylar sırasında çocukların siper edildiğini hatırlatan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök, “Çocukları kendilerine siper edip polisleri taşladılar. Halbuki polis bizim can güvenlimizi sağlayan en önemli unsurdur. Bu olaylar bölge halkını temsil etmiyor” dedi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök Diyarbakır halkı ile olayların çıktığı diğer il ve ilçelerde oturanların olup-bitenleri çok iyi değerlendireceklerine inandığını ve kendilerinin de gereken şeyleri söyleyeceklerini vurguladı. Orgeneral Özkök, “Kafalarında bunları irdeleyip doğru yolu bulacaklar. Önemli olan doğruların peşinden gitmektir. Yanlışların peşinden gitmek, geçici heyecanlardır. Bunlar olabilir. Ama bundan ders almayıp da aynı şeyler yapılırsa bu olmaz. Yani çocukları kendilerine siper edip, polise taş atın diyenlere uyulur mu? Bu yapılır mı? Kadınlar, bizim en çok değer verdiğimiz insanlar dağlara gönderilip bize canlı siper olsun diye dağlara çıkarılır mı? Bütün bunları umut ediyorum halkımız düşünecek, taşınacak ve doğru yolu bulacaktır.” Orgeneral Hilmi Özkök, basın mensupları aracılığı ile Diyarbakır ve bütün bölge halkına saygı ve sevgilerini sunduğunu ifade ederek, “Burada çok daha güzel günleri birlikte yaşayalım. Bu gibi olaylar azaldığı ve güvenlik olduğu zaman buraya yatırım ve turist gelecektir. Evet sıkıntılarımız vardır ama sıkıntıları ifade tarzında hepimiz çok daha dikkatli olmalıyız. Buranın halkına zarar verecek oluşumların meydana gelmesine mani olmalıyız” diye konuştu. (DHA) 10 Nisan 2006

(…)
HANGİ ABD?!YA PKK’LISINIZ YA DA BİZDEN:

Biri emekli iki büyükelçinin “söz düellosu” önceki akşam gerçekleşen Almanya’nın Bağımsızlık Günü Resepsiyonu’nda yaşandı. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve emekli Büyükelçi Onur Öymen ile ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson resepsiyonda önce hoş bir sohbete başladılar. Ancak Öymen’in konuyu PKK terörüne getirmesiyle, ortam gerildi. ABD Başkanı Bush’un, 11 Eylül’den sonra yaptığı açıklamada, “terör, dünyanın neresinde olursa olsun tavizsiz şekilde savaşacağız” açıklamasına atıfta bulunan Öymen, ABD’li Koordinatör Joseph Ralston’un, Iraklı Kürt Lider Barzani ile görüşmesini de eleştirdi. Ve şöyle konuştu:

“Koordinatör Barzani ile görüşüyor, Barzani mesajları PKK’ya iletiyor. Sonra PKK kendi fikirlerini Barzani’ye bildiriyor, Barzani de bu sefer koordinatöre gidip bunları söylüyor. Bu, ABD yönetiminin PKK ile dolaylı müzakeresi değil de nedir?” Öymen’in bu sözleri ABD Büyükelçisini kızdırdı. Wilson Öymen’in bu sözlerine bir soruyla yanıt verdi:

“K. Irak okyanusa gömülse, PKK terörü biter mi sizce?”
Dışişleri Bakanlığı’nda Müsteşarlık görevinde de bulunmuş olan Öymen’in Büyükelçi’nin bu imalı sözlerine “diplomatik yanıtı” gecikmedi:

“Peki ya Irak ve Afganistan denizlere karışsa, ABD’ye yönelik terör tehdidi biter mi?” diye sordu. Öymen gergin sohbeti, yine başlattığı gibi, Başkan Bush’un bir sözüne atıfta bulunarak bitirdi:

“Başkan Bush, ‘bizim terörle mücadelede gri alanımız hiç yok; Ya onlardansınız, ya da bizden’demişti. Şimdi biz de size aynı şeyi söylüyoruz; Ya onlardansınızdır, ya da bizden…” (Vatan) 22 Eylül 2006

(…)
IRAK’TAN PKK KOORDİNATÖRÜ AÇIKLAMASI:

Irak’ın PKK ile mücadelede özel temsilci olarak atadığı bildirilen General Amir Amit Hassun’un atamasının henüz gerçekleşmediği ortaya çıktı. Irak başbakanlık yetkilileri General Hassun’un atandığına dair haberlerin Türkiye basınında yer almasından sonra, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliği ile irtibata geçerek, böyle bir atamanın henüz yapılmadığını, değerlendirmelerin sürdüğünü bildirdiler. Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkileri ise Irak’ın Ankara Büyükelçiliği’nin atamayı kendilerine bir notayla ilettiğini söylemişler, ancak notaya General Hassun’un özgeçmişinin ekli olmadığını belirtmişlerdi. Dışişleri’ne hálá özgeçmiş gelmiş değil. Irak Büyükelçiliği’nin Bağdat’taki Savunma Bakanlığı’ndan kendilerine gelen “Özel temsilci olarak General Hassun’u düşünüyoruz” bilgisini atama olmuş gibi Dışişleri’ne ilettiği öğrenildi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson da önceki gün düzenlediği basın toplantısında, atamayla ilgili net ifade kullanmaktan kaçınarak, “Hem Türkiye, hem de ABD çok üst düzey yetkililer atadılar. Irak’ın da aynısını yapmasını istedik. Yapmadılarsa da çok yakında yapacaklardır” demişti. Hassun’un Sünni Arap olması nedeniyle, özellikle Barzani’nin karşı çıkmış olabileceği de ortaya atılan iddialar arasında. (Hürriyet / Uğur Ergan) 23 Eylül 2006

(…)
BUSH: PAKİSTAN’A DA GİRERİZ:

ABD Başkanı Bush, Birleşmiş Milletler toplantılarına katılmak için bulunduğu New York’ta gazetecilerin sorularını yanıtlarken yine “dünya polisliği” rolüne soyununca Pakistan ile ABD arasında ufak çaplı bir kriz çıktı. CNN’e konuşan Bush, El Kaide liderlerinin Pakistan’da olduğuna ilişkin sağlam bir istihbarat olursa bu ülkeye girmek için emir vereceğini söyledi. Bush muhabirin, “Ladin ve yardımcısı Zevahiri’yi yakalamak ya da öldürmek için Pakistan’a girme emri verir misiniz?” şeklindeki sorusuna, “Kesinlikle” diye yanıt verdi. ABD Başkanı Pakistan’ın bazı bölgelerinin “düşmanların” elinde olduğunu kaydederek, “Teröristleri yok etmek için tüm imkanlar kullanılmalı” ifadesini kullandı.

Ancak bu sözler Pakistan yönetimini kızdırdı. Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref birkaç saat sonra açıklamaya yanıt verdi. Müşerref, “Kendi ülkemizle alakalı konuları kendimiz hallederiz. Bir başka ülkenin askerinin ülkemize girmesine izin vermeyiz” dedi. Pakistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tasnim Aslam da daha sonra yaptığı açıklamada, “Pakistan sınırları içerisinde yapılacak bir operasyona sadece Pakistan ordusu katılabilir” diye konuştu. Müşerref ve Bush bugün Beyaz Saray’da biraraya gelecek. (Vatan) 23 Eylül 2006

(…)
DDP; “TÜRKİYE ABD’YE, İRAN’A SALDIRMAK İÇİN SÖZ MÜ VERDİ”:

ABD yönetiminin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Ortadoğu’daki yakın müttefiklerini, gelecek yıl İran’a düzenlemeyi düşündüğü hava saldırılarına hazırladığı iddia edildi.

Eski Doğu Almanya kökenli haber ajansı DDP’nin Batılı güvenlik kaynaklarına dayanarak aktardığı habere göre, geçtiğimiz günlerde Ankara’yı ziyaret eden CIA Başkanı Porter Goss’un gündeminin en önemli başlıklarından biri de buydu. Goss’un, Başbakan Erdoğan’dan, İran’ın stratejik üslerine düzenlenmesi planlanan saldırılar için Türk gizli servisinin desteğini istediği ileri sürüldü. Bu konuda ayrıca Suudi Arabistan, Ürdün, Umman ve Pakistan’ın da geçen hafta bilgilendirildiğini savunan ajans, bu saldırı için nihai kararın verilmediğini ancak bir opsiyon olarak üzerinde çalışıldığını duyurdu. Washington’un, Türkiye’ye, saldırıdan önce bilgilendirme ve ayrıca aynı gün İran’daki PKK kamplarına saldırma sözü verdiği de vurgulandı. (Hürriyet / Ahmet Külahçı) 24 Aralık 2005

(…)
BUSH’UN, İRAN ÖNCELİĞİ:

Washington’da dün yayımlanan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi raporunda İran, ABD’nin önündeki en büyük “sınav” ve “tehdit” olarak nitelendiriliyor. Nükleer ve diğer benzer silahların yayılmasının durdurulmasında diplomasinin ABD’nin önceliği olduğu ifade edilen raporda, “Ancak gerekirse, uzun süredir varlığını koruyan meşru müdafaa ilkeleri uyarınca, karşı saldırıdan önce, düşman saldırısının zamanı ve yerinin belirsizliği söz konusu olsa da, güç kullanmayı bertaraf etmiyoruz” denildi.

İslâm ülkelerini kana bulayan emperyalist ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisi belli oldu. Yine hedefte öncelik olarak ABD’ye kafa tutan Müslüman ülkelerden İran ve Suriye ilk sırada gelirken. Bu ülkeleri Kuzey Kore, Küba, Belarus, Burma ve Zimbabve takip ediyor.

Beyaz Saray tarafından açıklanan 49 sayfalık bir raporda, Bush’un ilk olarak 2002’de altını çizdiği “önleyici saldırı” politikası, önde gelen güvenlik stratejisi olarak varlığını koruyor. Beslemesi Siyonist İsrail’in Filistinlilere uyguladığı törörü görmezlikten gelen ABD raporunda, İran’ı nükleer hırslarını bırakmaya zorlayacak uluslararası diplomatik çabanın başarıya ulaşması gerektiği kaydedildi. “İran’dan başka tek bir ülkeden daha büyük sorunla karşı karşıya kalmayabiliriz” denilen belgede, ABD’nin, Irak’tan Ortadoğu geneli ve Rusya ile Çin’e kadar olan bölgede karşı karşıya bulunduğu ulusal güvenlik sorunları tanımlandı. Nükleer ve diğer benzer silahların yayılmasının durdurulmasında diplomasinin ABD’nin önceliği olduğu ifade edilen belgede, “Ancak gerekirse, uzun süredir varlığını koruyan meşru müdafaa ilkeleri uyarınca, karşı saldırıdan önce, düşman saldırısının zamanı ve yerinin belirsizliği söz konusu olsa da, güç kullanmayı bertaraf etmiyoruz” denildi. “Kitle imha silahlarıyla düzenlenecek bir saldırının sonuçlarının çok yıkıcı olma olasılığı içinde, büyük tehlikelere karşı boş durulamayacağı” ifade edilen belgede, “önleyici saldırı” politikasının, ulusal güvenlik stratejisindeki yerini koruduğu belirtildi. Bu arada belgede, İran’a ilişkin diğer kaygılarda da, Tahran’ın “terörizmi desteklediği, İsrail’i tehdit ettiği, Ortadoğu barışını engellemeye çalıştığı, Irak’ta demokrasiyi bozduğu ve İranlıların özgürlüklerini tanımadığı” yorumları yer aldı. Yeni stratejide İran’ın yanı sıra Suriye, Kuzey Kore, Küba, Belarus, Burma ve Zimbabve de diktatörlükle yönetilen ülkeler olarak sayılıyor.

Bush’un yeni ulusal güvenlik stratejisiyle ilgili yeni raporunda, Rusya ve Çin’e yönelik eleştiriler de yer alırken, Suriye teröristleri barındıran, terör eylemlerini destekleyen “zorba” yönetim olarak niteleniyor. Bush, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ilk ulusal güvenlik strateji raporunu Kongre’ye gönderdiği sırada ABD’nin müttefiklerini, Saddam Hüseyin’i devirmek için Irak’a saldırıya katılmaya ikna etmeye çalışıyordu. Bu yeni belgede dikkat çeken bir unsur da “ABD’nin gerekirse tek başına hareket etmeye hazırlanması gerektiği” vurgusu yer alıyor. (Vakit) 17 Mart 2006

(…)
RICE, İSRAİL’E KÖR, İRAN’A ŞAHİN KESİLDİ:

Emperyalist ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, beslemesi İsrail’in Filistinlilere uyguladığı terörü görmezlikten gelirken, İran’ı terörizmin başdestekçisi olarak ilan etti ve nükleer programıyla ilgili görüşmeleri sürdürmesi uyarısında bulundu. Rice, Avustralya’ya yaptığı ziyaret sırasında Avustralya Dışişleri Bakanı Alexander Downer ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, İran’ın, terörizmin “merkez kasası” olduğunu söyledi. Rice, İran’ın, uluslararası toplumun, “nükleer programı hakkındaki görüşmelere dönmesi” çağrılarına kulak verme zamanının geldiğini bildirdi. Irak’ın, gelecek yıllarda “istikrarlı ve güvenli” bir yönetime kavuşacağını düşündüğünü belirten Rice, “Irak halkının, koalisyon güçlerinin yardımıyla, gelecek birkaç yılda istikrarlı ve güvenli Irak için gereken yapıyı kurma yolunda iyi bir şansı olduğunu” kaydetti. Çin ekonomisindeki büyümenin, “eğer kurallara uygun biçimde oluyorsa” çok olumlu bir gelişme olduğunu ifade eden Rice, Çin’in, askeri büyümesi hakkında ise daha şeffaf olması gerektiğini sözlerine ekledi. (Vakit) 17 Mart 2006

(…)
BUSH’TAN VENEZÜLLA’YA GÖZDAĞI:

Venezüella Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro, BM Genel Kurul toplantıları için geldiği ABD’den ayrılırken, New York John F. Kennedy Havalimanı’nda kısa süreli gözaltına alındı. Devlet Başkanı Hugo Chavez, televizyonda yaptığı açıklamada, Maduro’nun 1 saatten fazla gözaltında tutulduğunu söyledi. Venezuela dışişleri bakanı olduğunu söyleyerek diplomatik pasaportunu gösterdiği halde polisin ve göçmenlikle ilgili yetkililerin kendisini tehdit ettiklerini, ittiklerini ve kendisine bağırdıklarını, kelepçe takma tehdidinde bulunduklarını belirten Maduro, “Diplomatik sözleşmeleri çiğniyorlar” diye konuştu. Maduro, ülkenin özel TV kanallarından Globavision’a yaptığı açıklamada da Amerikalı yetkililerin kendisine, “hakkında kayıtlarda ‘terörist olabilir’ notunun bulunduğunu” söylediklerini belirtti.

Bakan Maduro, bu olay nedeniyle Venezuela’ya dün planlanan yolculuğunu yapamadı. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tom Casey, yaptığı açıklamada, “ABD hükümeti, John F. Kennedy Havalimanı’nda meydana gelen bu üzücü olaydan ötürü Dışişleri Bakanı Maduro’dan ve Venezuela Hükümetinden özür diledi” dedi. BM toplantılarında Chavez başkanlığındaki heyette bulunan bakan Maduro, Chavez’in ülkesine dönmesinden sonra iki gün daha ABD’de kalarak, Venezüella’nın BM Güvenlik Konseyi üyeliği için kulis yaptı. (İnternethaber) 24 Eylül 2006

(…)
KÜRT-YAHUDİ ORTAK YAPIMI: PARESTİN İSRAİL’İN BÖLGEDEKİ TAŞERONU: BARZANİ AİLESİ:

Irak’ta faaliyet gösteren KDP’yi yöneten Barzani aşireti dünyanın en zengin aileleri arasında yer alıyor. Bu zenginlik yabana atılır cinsten değil. Peki bu zenginliğe kısa zamanda nasıl ulaştılar? Çok basit: Tabii ki Türkiye sayesinde? Yaşadığı kuş uçmaz, kervan geçmez, Selahaddin Tepesi’nde sadece Irak’ın değil dünyanın en zengin ailesi haline gelmek kolay iş değil. Mesut Barzani”nin ABD’deki TIR Şlosu ve diğer şirketleri, Türkiye sayesinde ihya edilen diğer kardeşleri ve yeğenlerinkinin yanında solda sıfır kalır. Örneğin, Neçirvan Barzani’nin şirketleri Irak’taki içki sigara, çay, şeker ve pirinç ihtiyacının neredeyse tümünü tek başına karşılıyor. Sigaralar Kıbrıs Rum kesimi ya da Mersin’deki serbest bölgeden alınıyor. Türkiye’nin kasasına bir kuruş bile girmeden özel koruma eşliğinde doğrudan Irak’a gidiyor. TIR’lar 8-10 gün beklemenin yapıldığı Habur’da AKP’den özel izinlerle bir gün bile bekleme yapmıyor. Türkiye para kazanmadığı gibi bu mallar dağlardan Türkiye”ye kaçakçılar aracılığı ile sokularak duble kâr sağlanıyor. Bugün Güneydoğu’daki illerimizde satılan çay ve sigaraların tamamı Irak’tan kaçak olarak gelmektedir.

Türkiye’nin en önde gelen markalarının genel dağıtıcılığı da Barzani ailesinin elinde. Örneğin, Ülker ve Beko gibi markaların ana bayileri Barzani ailesindendir. Sabri Ülker’in sahibi olduğu Ülker’in bir dönem TSK kantinlerinde satışı durdurulmuştu. Bu durum büyük bir kriz yaratmış ve bu kriz sessiz şekilde sona erdirilmişti.Ülker’in milyonlarca dolarlık bir işi Irak’ta ticareti en iyi bilen ve yapan Türkmenler yerine, Kürt Barzani ailesine vermesi dikkat çekicidir. Merak edenler için yazayım Ülker’in Irak’taki genel distrübütörü Mesut Barzani’nin 1968 doğumlu kardeşi Nihat Barzani’dir. Beko’nun genel distrübütörü de Barzani ailesinin önde gelenlerinin kontrolündedir. Beylükdüzü’ndeki büyük Beko deposunda çıkan yangının aslında PKK’nın kundaklaması sonucu çıktığı iddia ediliyor. Başka türlü aynı anda dört taraftan yangın nasıl çıkar. Bu konu da basında hiç irdelenmeden apar topar kapatıldı. Bunun en büyük gerekçesi de Beko’nun Türkmen ve Araplarla iş yapmaya başlaması olarak gösteriliyor. İddialara göre Barzani ailesi bunu bir uyarı olarak yaptırdı ve PKK’yı taşeron olarak kullandı..

Kim bilir belki de başka bir hesaplaşma var? Yüzlerce markanın ırak temsilciliğini alan Barzani ailesi bunlardan kazandığı paradan fazlasını da bir başka yoldan kazanıyor.. İran’a giren sigara, içki ve elektronik eşya ile İran’dan gelen uyuşturucunun ticareti de Barzani ailesine yakın ya da akraba kaçakçılar tarafından yapılır. Barzani ailesinin bilgisi dışında hiç kimse İran’a kuş uçurtamaz, İran’dan da mal sokamaz. Irak-İran arasındaki “Hacı Ümran sınır kapısı”nın yanı sıra, kandil dağları bölgenin en yoğun kaçakçılık güzergahıdır? Peki, Barzani ailesi bu kadar çok parayı ne yapıyor.. Ben onları Sicilya’daki ünlü mafya ailesi Carlaoneler’e benzetiyorum. Etrafındakilerin maaşını bir gün geciktirdiğinde Barzani Ailesi’nin Irak’taki yönetimi de sona erer. Bir günde taklaya getirirler?

Kürtlerin Irak’taki sözde demokrasi numaralarını yiyen bir tek Türkiye vardır. Bu numaraları yiyenlerin kimlerin olduğunu incelerseniz Barzani ailesinin onlara kuru “teşekkür” etmediğini görürsünüz.. KDP’nin Ankara Temsilciliği’nde çantalar içinde ve uluorta bizim hain ve satılmışlarımıza veriliyor, gönderiliyor. Bu çantalar dolusu paraların dağıtıldığı sırada KDP Temsilciliği’nin önünde park etmiş araçlar herkesin dikkatini çekiyor? Yani alanında verenin de kimseden bir korkusu yok!.

Herkesin bildiği bu konuyu MİT ve Emniyet İstihbarat’ın bilmemesi mümkün mü? Bu açık satış biliniyorsa neden bir şey yapılmıyor. Hükümetlere ters giden gazeteci, işadamı ve politikacı takip etmekten fırsat bulup nifak yuvalarını takip etmeye vakit bulamamışlarsa benim yazımı ihbar kabul edip temsilciliğin önünde birkaç gün beklesinler kimlerin gelip kimlerin gittiğini görsünler? Yakalasalar ne olacak? Bozacıyı şıracıya mı rapor edecekler? (Yeni Çağ / Vedat Yenerer)

(…)
MOSSAD & BARZANİ’NİN ORTAK ESERİ; “PARESTİN”:

İsrail’in gizli servisi veya istihbarat teşkilatı Irak’taki işbirlikçi Kürtler’le altmışlı yıllarından beridir iç içe olmuşlardır. Bu ilişkinin temelinde Irak’taki Kürtlerin kendi amaçlarına ulaşmak için belli bir güce ihtiyaç duymaları ve İran’la ilişkileri konusunda fazla umutlu olmamaları yatmaktadır.

Özellikle de İran’ın kendi Kürt vatandaşlarına karşı bile fazla pozitif bir eğilim içinde olmaması bu güvensizliği kalıcı hale getirmişti. Şah dönemindeki İran istihbarat biriminin, Irak’taki Kürtleri kullanarak Irak’ın sınırını rahatlıkla aşıp Irak’ın içine girip istediği bilgiye ulaşma imkanı vardı. İran istihbarat teşkilatı MOSSAD’ın işini kolaylaştırmıştı. Zaten 1931’den beri Yahudiler ile Irak’taki Kürtlerin arasında sıcak ilişkiler oluşmuştu. Bunu da sağlayan Rofin Silva’dır. Bu şahıs gazetesi sıfatıyla Irak’ta yerleşip, Siyonizm’in Irak’taki çıkarlarını yoluna koyup Kürtlerle iyi ilişkiler kurduğu söylenir. 1965 yılında İran yoluyla Irak’a giden İsrail ajanları oradaki durumu iyice araştırıp Kürtlerin bir istihbarat birimine ihtiyaçları olduğunu ortaya koymuşlardı. Aslında bu düşünce Kürtlerin lehine olmakla birlikte, İsrail o bölgedeki hakimiyetinin ana temelini bu birim aracılığıyla sağlamıştır. Kurulan bu birimin başında, konuyla ilgili fazla bilgisi olmamasına rağmen, sadece Molla Mustafa Barzani’nin oğlu olduğu için Mesut Barzani getirilmiştir.

Yardımcıları ise kendisinden daha bilgili kişilerden seçilmiştir. Bunlar Şekip Akravi, Franso Hariri, Kerim Sincari ve Azad Barvari’dir. Bu birimdekiler, birim kurulduktan sonra, Irak’taki önemli yerlerden bilgi almak için harekete geçtiler ve insanları bu birimin yararı için birime kazandırmaya başladılar. Irak’taki ve özellikle de Bağdat’taki Kürtlerle iletişim içine girdiler ve bu insanların milli duygularını (Kürtçülüklerini) kullandılar. Bunu yanı sıra diğer milletleri parayla satın alıp kendi amaçları için bir alet olarak kullandılar.

Bu birimin ilk yeri, Irak’ın kuzeyindeki Hacıumran bölgesidir. İsrail istihbaratı, 1966 yılında İsrail Bakanı tarafından (Raya İlyaf) Kürtlere hediye olarak verilen “Hareketli Kliniği” aracılığıyla Irak’la ilgili Parestin tarafından elde ettikleri bilgileri İsrail’e anında gönderiyorlardı. Tabi bu klinik bu amaç için tasarlanmıştı. Parestin birimi kurulduktan sonra, İsrail uzmanları tarafınca hem Kuzey Irak’ta hem de İsrail’de istihbarat ile ilgili kurslar verilmeye başlandı. Parestin biriminin kurulmasında yatan en önemli amaç, İsrail’in Barzani’yle olan ilişkisinin gizli tutulması ve aralarında olan anlaşmaları Kürtler dahi bilmemesi içindi. Ayrıca Barzani ve ailesi İsrail’e bağlı olduğu için Barzani ailesini Kürtler içerisinde ayrı tutmak gerekir. Hatta ve hatta Kürt meselesi bir Barzani meselesine dönüştürülmüştü. Yani o bölgede en iyi Kürtçünün bile Barzani ailesiyle bir sorunu olsaydı, Kürt düşmanı olarak nitelendirilir ve icabında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolurdu.

İsrail istihbaratı, 1991 Yılından sonra Kürtlerle olan ilişkisinde bir adım daha öndeydi. İsrail, Kürtleri yapılandırma sürecinde bir çok uzmanının Kürt bölgesine gönderip bu İsrail modelli yeni yapılandırmayı farklı desenle kurmaya çalışıyorlardı ki bugün bu modelin başarısını görmektedirler. New York Dergisi ve The Guardian Gazetesi’ndeki bir takım gazeteciler zaman zaman İsrail ajanları ve ordu mensuplarının İran, Irak ve Türkiye’de bulunup oradaki Kürt ayrılıkçıları istihbarat ve askeri eğitime tabi tutuklarını bu nedenle bu ülkelerde istikrarın bozulma ihtimalinin yüksek olduğunu dile getiriyorlar. Saygılar” (SESAR) 18 Temmuz 2006

(…)
BARZANİ’YE ÜÇ KURŞUN:

Önce “Yine internet balonudur” denildi, hatta gülündü geçildi. Sözde, TSK’ya bağlı özel kuvvetler, yerel Kürt hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani’yi kaçırmıştı. Tabii ki kimse inanmadı. Ama aradan günler geçti, Mesut Barzani’nin 40 yaşındaki yeğeni ortada gözükmedi. Bu kez Talabani’nin internet sitesi, farklı bir iddia ortaya attı:

Mesut Barzani’nin ağabeyi Lokman Barzani’nin oğlu, Kürt Başbakan’a üç el ateş etmişti. Ağır yaralanan Barzani yurtdışında (Almanya’da) tedavi altındaydı. Kürt yönetimi dedikodulara yanıtı 20 gün sonra vücut lisanıyla verdi. Barzani, İngiliz bir konukla kameraların önüne geçti, sağlık ve afiyette olduğunu kanıtladı. Merak ettim, başkentte bu işten anlayanlara danıştım:

Barzani hakikaten vuruldu mu? “Hayır olmadı diyemeyiz.” Peki bizimkilerin işi mi? “Hiç alakası yok.” Kim yaptı öyleyse? “Kardeş kurşunu.” PKK’nın, terörün, ayrılıkçı Kürt hareketlerinin geleceği Kuzey Irak’la yakından irtibatlı. Ama Kuzey Irak yönetimi, sadece devletini arayan Kürtlerin kıblesi olmakla kalmıyor. ABD ve AB’nin hayalindeki yeni Irak’a “rol modeli” sıfatıyla da hizmet ediyor. Kürtler 1991 savaşından bu yana ABD’nin himayesinde ve ülkedeki tek müttefiki. O yüzden arada sırada patlayan bombalar ve intihar saldırıları bir yana, yabancı sermayenin aradığı istikrar ortamına en yakın düşen coğrafya olarak görülüyor. Nitekim geçen hafta, 14-17 Eylül tarihlerinde bölge başkenti Erbil’de düzenlenen ticaret fuarına katılan yabancı firmaların listesi bu yaklaşımı kanıtlıyor: General Motors, Ford, Motorola, FedEx, Carrier, Cummins, Volkswagen ve Daimler-Chreysler. Irak Ticaret Bankası’nın Visa kartı müjdesi de yine fuara yetişti. Kürtler yurtdışında kartla harcayıp, Irak’ta dinarla ödeyebilecek.

Yakın tarih tanıktır ki, siyasi denetimi, ekonomik altyapısı kurulmadan, topraktan fışkıran petrolle veya gökten yağan dolarla gelen zenginlik ancak yoksulluk ve yolsuzluk yaratır. Kürtlerin petrol gelirinden alacakları yüzde 17 payın karşılığı zaten milyarlarca dolar. Üstüne bir de yabancı sermaye ortaklıkları ve doğrudan yatırımları eklersek… Dileriz Kuzey Irak’ta on yıl öncesine dönülmez. Barzani ve Talabani’nin birkaç yüz milyon dolarlık Habur geliri için savaştıkları günler geri gelmez. (Bu kavgayı bastırmak için Ankara süreci başlatıldı, Süleymaniye’ye ateşkesi denetleyecek birlik yollandı. Teşekkür olarak çuvalla döndük!)

Türk firmalarının Irak genelindeki işlerinin toplamı 10 milyar dolar. Bu rakamın üçte biri Kuzey’de. Süleymaniye, Erbil ve Duhok’ta iş yapan yaklaşık 400 Türk firması var. Dolayısıyla yolsuzluk ve rüşvet paylaşımı kavgası sürerse, sadece Kürtler değil Türkler de kaybedecek. Dahası, aşiret düzenine karşı pozisyon tutan PKK ve İslami partiler zemin kazanacak. Kuzey Irak riski yükselecek! (Hürriyet / Enis Berberoğlu) 24 Eylül 2006

(…)
007 AJAN TERÖRİSTLER TÜRKİYE’DEKİ TERÖRDE, İNGİLİZ PARMAĞI:

Bingöl ve çevresinde halkı devlete karşı kışkırttığı için sınırdışı edilmesine karar verilen İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Temsilcisi Jonathan Sugden Türkiye’yi terk etti. İçişleri Bakanlığı kaynakları, turist vizesiyle Türkiye’ye giriş yapmasına karşın Bingöl ve çevresinde kışkırtma yaptığı ve halkı devlete karşı tahrik ettiği tespit edilen Sugden’i Bingöl ve çevresinde insan hakları ihlallerinin olup olmadığını araştırdığının anlaşılması üzerine Bingöl Valiliği gelişmeleri bir yazıyla İçişleri Bakanlığı’na bildirdi.

Bu gelişmeler üzerine Sugden’e en kısa süre içinde Türkiye’den ayrılması telkininde bulunuldu. Daha önce de Türkiye’ye gelerek benzer çalışmalar yaptığı tespit edilen Sugden, sözkonusu istek ve uyarı üzerine Türkiye’den ayrıldı. Sugden’in geçmişte de ‘insan hakları gözlemcisi’ sıfatını kullanarak Türkiye aleyhinde kampanyalar organize ettiği ve bir süre Türkiye’ye girişine yasak konduğu ifade ediliyor. Terör örgütü PKK sempatizanlığı gerekçesiyle 1994 yılında Türkiye’ye girişi yasaklanan Avrupa İnsan Hakları İzleme Komitesi Üyesi Jonathan Robert Sugden’in sınır dışı edilmesi AB gündemine taşındı.

İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’nin, sınır dışının hemen ardından Avrupa Komisyonu’na bilgi vermesi dikkat çekti. İstanbul’dan aldığı turist vizesi ile Türkiye’ye giren Sugden, önce Diyarbakır’a oradan da Bingöl’e geçmişti. Burada bastırdığı anket formuyla izinsiz çalışmalar yapmıştı. Dışişleri, İngiltere Büyükelçiliği’ne, Sugden’in elindeki turist vizesiyle bu tür çalışmalar yapamayacağı için sınır dışı edileceği bilgisini verdi. Sugden’in, İngiliz yetkililere, ‘Türk yetkililer bana çok iyi davrandı’ dediği öğrenildi. İngiliz kaynaklar, ‘Yaptığı, teknik olarak yanlış. Ama tam 15 yıldır Türkiye’ye turist vizesi ile gelip, hiçbir sorunla karşılaşmadığı için yaptığının yanlış olduğunu düşünmemiş’ yorumunda bulundular. Öte yandan Sugden, perşembe sabahı sınırdışı edilirken, öğle saatlerinde Ankara’ya gelen Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth’un da temasları sırasında sınır dışı olayını sorması dikkat çekti.

HRW Avrupa ve Orta Asya Direktörü Holly Cartner ise dün yaptığı açıklamada, Sugden’in sınır dışı edilme gerekçesinin vize olmadığını ifade ederek, Türkiye’nin insan hakları ihlallerinin araştırılmasını engellemek istediğini savundu. HRW, gözaltına alındığı sırada Sugden’in ‘Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu’da Türk jandarması ve korucuların yaptığı iddia edilen insan hakları ihlallerini araştırdığını’ duyurdu. PKK’dan ‘ayrılıkçı isyancılar’ olarak bahseden örgüt, köy korucularının da halkı tehdit ettiğini öne sürdü.

İddialara göre İngiliz Sugden’in yaptığı görüşmeler için bastırdığı ankette, “’Türk Devleti, Kürdistan’da veya kendi ülkenizde size baskı yapıyor mu?”, “Bayrağınızı dalgalandırıp, kendi dilinizi konuşabiliyor musunuz?”, “Size ve ailenize uygulanan baskıları ve işkenceleri anlatır mısınız?”,“Türk askerinin bölgedeki varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Diyarbakır olaylarında ne bekliyordunuz?” gibi sorular yer aldı.

Sugden’in vatandaşlara ‘Bir dahaki halk ayaklanmasında daha güçlü gelmeniz lazım, daha güçlü sesinizi duyurmanız lazım’ diye telkinlerde bulunduğu iddiası, Ankara’yı çileden çıkartı. (Tercüman / Sevil Küçükkoşum) 16 Nisan 2006

(…)
ÖZKÖK’TEN TERÖRE KARŞI İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI:

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, NATO ve AB üyesi ülkeleri, teröre karşı mücadelede birlikte hareket etmeye çağırdı. Terör konusunda hiçbir ülkenin tek başına çözüm bulamayacağını belirten Org. Özkök,
“Uluslararası güvenlik, istikrar ve barışı geliştirme ancak işbirliği anlayışıyla hareket etmekle mümkündür” dedi. Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi (BİOM) Komutanlığı’nca NATO ve BİO ülkelerine açık olarak düzenlenen “İpek Yolu-2006 General-Amiral Semineri” dün başladı. Bu yıl 7′ncisi düzenlenen seminere, NATO ve AB Askeri Komite Başkanları ile NATO ve BİO ülkelerinden aralarında Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanları da bulunan 66 general, amiral ve büyükelçi katıldı. Seminerin açılışında konuşan Org. Özkök’ün uluslararası işbirliği konusunda verdiği mesajlar dikkat çekti. NATO’nun, düşüncede ve eylemde ortak hareket edebilme yeteneğine sahip olmasının şart olduğunu vurgulayan Org. Özkök, terör konusunda da ortak bir tanımlamaya gidilmesi gerektiğini söyledi.

“Herhangi bir bölgede çıkan olay diğer bölgedeki ülkeleri de etkileyecektir. Karşılaştığımız risk ve tehditleri tanımlamada ortak bir anlayış sağlayabilirsek daha güvenli bir ortam elde edebiliriz” diyen Org. Özkök, NATO ve AB üyesi ülkeleri teröre karşı birlikte hareket etmeye şöyle çağırdı: “Uluslararası güvenlik, istikrar ve barışı geliştirme, ancak iş birliği anlayışı içerisinde hareket etmekle mümkündür.” AB Askeri Komite Başkanı Orgeneral Rolando Moschini de, “Pek çok öngörülemeyen olayla karşı karşıya kaldığımız bu düzende uluslararası işbirliğini güçlendirmek zorundayız” dedi. Moschini, terörün ortak tanımı üzerinde AB ve NATO’nun çabaları sürdüğünü ve kısa sürede ortak bir sonuca ulaşmanın mümkün olduğunu da söyledi. (Milliyet) 7 Temmuz 2006

(…)
ABD’DEN ERDOĞAN’A “TERÖRİST AYRIMI YAPMAYIN” ÇAĞRISI:

Başbakanlık’tan sonra Dışişleri Bakanlığı’nın da BM’nin “küresel terörü destekleyenler” listesinde yer aldığı için Bakanlar Kurulu’nca alınan “mal varlığının dondurulması” kararını Danıştay’da açtığı davayla kaldırtan Suudi işadamı Yasin El Kadı hakkındaki karara itirazından vazgeçmesine en büyük tepki, BM listesinin oluşmasında tek belirleyici olan ABD yönetiminden geldi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, BM üyesi ülkelerin Güvenlik Konseyi kararlarını uygulamakla yükümlü olduklarını ve bunların bazılarını seçip uygulamama olanakları bulunmadığını söyledi.

Wilson, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı’nın, El Kadı’nın Türkiye’de serbestçe dolaşmasına ve yatırım yapmasına imkân tanıyacak kararına yaptıkları temyiz başvurularından feragat etme kararlarını Milliyet’e şöyle değerlendirdi: “BM, 11 Eylül olayları sonrasında terör ve terörizmin finansmanı dahil, terörizmle mücadeleyle ilgili her alanda uluslararası toplumla birlikte çalışma yeteneğini artırmak için bir dizi Güvenlik Konseyi Kararı çıkardı. Bu kararları tüm BM üyelerinin yerine getirme zorunluluğu vardır. Bu ülkeler bu kararlar arasından beğenip seçme imkânına sahip değildir. BM’ye üye tüm ülkelerden bu yükümlülüklerini yerine getirmelerini bekleriz.” Bu arada diplomatik kaynaklar, Türkiye’nin Yasin El Kadı konusundaki tutumunun Erdoğan-Bush görüşmesine büyük bir gölge düşüreceğini belirttiler.

Görüşmede, Amerikan tarafının, global terörizme destek verenler listesinde yer alan El Kadı’nın, Türkiye’de Danıştay kararı uyarınca her türlü finansal faaliyette bulunma imkânına sahip olmasından duydukları rahatsızlığı gündeme getirebilecekleri ileri sürüldü. ABD yönetiminin, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı’nın Kadı konusunda Danıştay kararını temyize götürme hakkından feragat etmelerinden ‘büyük rahatsızlık’ duyduğu ve bunu Türk Dışişleri Bakanlığı’na aktardığı da kaydedildi. Danıştay’ın 20 Temmuz’da, mal varlığının dondurulması hakkındaki 22 Aralık 2001 tarihli Bakanlar Kurulu kararından Yasin El Kadı isminin çıkarılmasına karar vermesi üzerine, Dışişleri Bakanlığı 5 Eylül 2006′da, Danıştay’a temyiz dilekçesi verdi.

Dilekçede Türkiye’nin BM’nin kararlarına uyma yükümlülüğü bulunduğu belirtildi. Dilekçede, BM Şartı’na atıf yapılarak şöyle denildi: “Üye devletler Güvenlik Konseyi’nin BM Şartı’na uygun kararlarına uymayı ve uygulamayı kabul etmişlerdir… Bu kararlar hukuken bağlayıcıdır. BM Şartı, Anayasamızın 90′ıncı maddesi gereğince kanun hükmündedir…” Başbakanlığın, Müsteşar Yardımcısı Mustafa Çetin imzasıyla 31 Ağustos 2006′da Danıştay Başkanlığı’na gönderdiği 13 sayfalık temyiz dilekçesinde de, “Yasin El Kadı’nın mal varlığı üzerindeki tedbir kararının kaldırılmasının, Türkiye açısından telafisi güç zararlar doğuracağı” ifade edildi.

Başbakanlık dilekçesinde, “BM kararına uygun olarak çıkarılan Bakanlar Kurulu kararının uluslararası hukuk normuna aykırı olduğunu iddia etmek tutarsızlıktır” denildi. Dilekçede ayrıca, “İç hukukumuzun bir parçası olan BM’nin kararı için ayrıca hâkim kararına gerek olmaksızın, tedbir kararı uygulanabilir” denildi. (Milliyet) 22 Eylül 2006

(…)
BÜYÜKANIT; “TERÖRLE MÜCADELEYİ, ABD’YE HAVALE ETMEDİK”:

Avrupa Birliği’nin eleştiri okları, son günlerde yine Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelmiş görünüyor. Son olarak AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Kretschmer, TESEV’in “Almanak Türkiye: Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” adlı yayınının tanıtıldığı toplantının açış konuşmasında Türk Silahlı Kuvvetleri’ni eleştirdi. Kretschmer, TSK’nın sadece kendine verilen görevleri yerine getirmekle kalmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinin koruyucusu olarak kendini gördüğünü söyledi. TSK mensuplarının ulusal güvenlik konusuna çok geniş bir perspektiften bakarak, kamu hayatının hemen her yönüyle ilgili, örneğin din, eğitim, kültürel haklar, üniversite gibi konularda açıklamalar yaptığını belirten Kretschmer, bu açıklamaların halk üzerinde büyük etkisi olduğunu vurguladı.

AB Temsilcisi aynı konuşmada, Türkiye’de güvenlik birimlerinin yasal ve kurumsal düzene saygı duymadığını da öne sürdü. Kretschmer’e göre, Türkiye’de güvenlik birimleri ve TSK “hesap verilebilirlik” konumunda da muaf tutuluyor. Kretschmer gibi zaman zaman Brüksel’den de benzer eleştiriler geliyor. Peki Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu eleştiriler nasıl karşılanıyor? TSK bu eleştirilerden nasıl etkileniyor? Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt,

dünkü görüşmemizde konu buraya gelince bir cümleyle yanıt verdi: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu konulardaki görüşlerini 2 Ekim’de Harp Akademileri’nin açılış töreninde yapacağım konuşmada açıklayacağım.” Yaşar Paşa’nın 2 Ekim’de önemli bir konuşma yapacağı ve “TSK’ya ağır saldırılar var” diye nitelediği son dönemdeki eleştiri ve iddialara yanıt vereceği anlaşılıyor. Org. Büyükanıt, konuşmasının içeriğiyle ilgili soruma ise, “2 Ekim’i bekleyin” yanıtını vermekle yetiniyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gündeminde terörle mücadele öncelikli konu… Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, kuvvet komutanlarıyla birlikte 2. ve 3. Ordu’ya ziyarette bulundu.

Görevi teslim aldıktan sonra komuta heyetinin ilk ziyaret, inceleme ve denetimlerini 2. ve 3. Ordu bölgelerine yapmaları, terörle mücadeleye verdikleri önceliği gösteriyor. Org. Büyükanıt’ın bu ziyaretler sırasında gazetecilerin sorularına verdiği yanıtta üzerine basarak verdiği iki mesaj var. Bu iki mesaj da kamuoyunda yanlış algılamalara yol açan izlenimleri düzeltmeye yönelik:

1- “PKK Koordinatörü” diye bir görevlendirme yapılmadığı,

2- Bu görevlendirmelerin Türkiye’nin terörle mücadelesini başka bir ülkeye (ABD) havale etmediği.

Yaşar Paşa, bu yöndeki algılamaların ve izlenimlerin yanlış olduğunu her fırsatta vurguluyor. Bu düzeltmeleri yaparken de çok dikkatli, temkinli bir üslup kullanıyor. ABD’nin PKK terörüyle mücadele için emekli Orgeneral Ralston’u, Türkiye’nin emekli Orgeneral Edip Başer’i görevlendirmesinden sonra yaptığı açıklamalarda kesin bir değerlendirme yapmaktan kaçındığı gözleniyor. Değerlendirme yapmak için çok erken olduğunu söylüyor. İşin henüz başlangıç aşamasında olduğuna işaret ediyor. Bu temkinli yaklaşımdan çıkan sonuç, TSK’nın, önce Ralston’un neler yapacağını, nasıl bir projeye sahip olduğunu görmek istediği. TSK, “bekle-gör” aşamasında duruyor.

Bu nedenle de Org. Büyükanıt, bu konuda kendini ve TSK’yı bağlamak istemiyor. Türkiye’nin terörle mücadeleyi başka bir ülkeye havale ettiği yönündeki yaklaşımların Türk insanını inciteceği açık. Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt da bu nedenle “Terörle mücadeleye artan bir kararlılıkla devam edeceğiz, kimseye havale etmeyiz, böyle şey olmaz” diyerek bu yaklaşımın yanlışlığını vurguluyor. (Milliyet / Fikret Bila) 24 Eylül 2006

(…)
“KOD Z” OPERASYONU

Ve…
Son olarak…
Bu bağlamda, Turan Yavuz’un “Çuvallayan ittifak” isimli kitabının, 248. sayfasından çarpıcı bir pasaj daha:

“Amerikalı araştırmacı-yazar Seymour Hers, yazdığı ‘Plan B’ başlıklı bir yazıda, İsrail güçlerinin Kuzey Irak içinde faaliyet halinde oldukları detaylı bir şekilde anlatılıyordu. Ancak İsrail’in Kuzey Irak’taki Kürt güçlerinin eğitimini yürüttüğü söylentileri taraflarca reddedilmişti. İsrail’in önde gelen gazetelerinden Yedioth Ahronot, bu iddiaları yine 2005 yılı sonlarında gündeme getiriyordu. Gazeteye göre bazı İsrail şirketlerinin Kuzey Irak’taki bölgesel hükümetle anlaşmalı olarak, son bir buçuk yıldır gizlice Kürt güvenlik güçlerini eğittikleri ve onları milyonlarca dolarlık malzeme ile donattıkları ayrıca, Erbil’deki bir havaalanı inşaatına da gizli katkı sağladıklarını öne süren ayrıntılı bir habere yer veriyordu.

Haberde İsrailli komandoların Irak’a, amaçlarını gizlemek suretiyle Türkiye üzerinden giriş yaptıkları da ileri sürülüyordu. Kürt yönetimi yetkilileri İsrail firmalarıyla yürütülen projeleri niçin gizli tutulduğu sorulduğunda, ‘güvenlik nedeniyle’ diyorlardı. Haberde adı verilen iki İsrail şirketi ise yaptıkları açıklamalarda haberleri ne yalanlıyor ne de doğruluyordu. İsrail gazetesine göre, son 18 ay boyunca birçok İsrailli güvenlik şirketi tarafından Kuzey Irak’a gönderilen eski komandolar, burada Kürdistan Bölgesel Hükümeti tarafından düzenlenen özel bir program çerçevesinde, peşmerge güçlerini eğitiyorlardı. İsrail şirketlerinin Erbil yakınındaki ‘Hawler International’ adı verilen büyük havaalanı için gizli inşa çalışmalarına da katıldığı belirtiliyordu.

BBC, haberi akşam bülteninde şöyle veriyordu: ‘Habere göre, askeri eğitim projesine katılan bu çok deneyimli ve seçkin İsrailli eski komandolar çölde ‘KOD Z’ adı verilen bir üste kalıyorlar. Ve Kürt güvenlik güçlerini gelişkin silahların kullanımı, savunma ve terörle mücadele teknikleri konusunda eğitiyorlar. Programın bir parçası olarak İsrail firmalarının Kürt güvenlik güçlerine, İsrail’de imal edilen tonlarca askeri mühimmat da temin ettiği öne sürülüyor. Bunlar arasında onlarca motosiklet, çeşitli arazi araçları, özel eğitilmiş köpekler, Kalaşnikov tüfeklerini geliştirmeye yarayan araçlar, çelik yelek, üniforma ve miğferler sayılıyor.’

Haberde İsrailli komandoların Kuzey Irak’a kuzeyden, Türkiye üzerinden, İsrail pasaportlarıyla, mühendis ya da tarım uzmanı kisvesi altında giriş yaptıkları da öne sürülüyor. Haberde adı verilmeyen Kürt yetkililerin, projelerin güvenlik kaygıları nedeniyle gizli tutulduğunu belirttikleri aktarılıyor. Ama konuyla ilgili sorulara, Irak Savunma bakanlığı, ‘Biz İsraillilere Irak’ta çalışma izni vermedik. Eğer bu tür faaliyetler var ise bizim bilgimizin dışında özel girişimler mahiyetinde olabilirler. Ve sorumluluk bu girişimleri yürüten şirketler ve çalışanlarına aittir’ diye yanıt veriyor.

MOSSAD’ın eski başkanının adı da bu şirketlerle anılıyor. İsrail gazetesi Yedioth Ahronot, Kuzey Irak’ta sözü geçen faaliyetleri yürüten şirketlerden ikisinin ismini de verip, onların cevabi açıklamalarını da yayınlamış. Motorola İsrail ve Magalcom şirketleri, açıklamalarında haberleri ne yalanlıyor ne doğruluyor; ancak faaliyetlerinde yasadışı hiçbir şey bulunmadığını da vurguluyorlar. Bu arada bu iki şirkete ek olarak Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine stratejik ve ekonomik konularda danışmanlık hizmeti veren diğer bir şirketin kurucuları arasında şu anda İsrail İstihbarat teşkilatı MOSSAD’ın eski başkanı Dani Yatom’un da bulunduğu belirtiliyor. Ama konuyla ilgili açıklama yapan Yatom’un parlamentoya seçildikten sonra bu şirketle hiçbir ilişkisi kalmadığı yolundaki açıklamasına yer veriliyor.”

Bu satırlar da, Türkiye’de art arda toprağa verilen “şehid cenazeleri”nin arkasında, hangi “eli kanlı örgüt”ün bulunduğunu çok net olarak ortaya koyuyor.

“Parestin”in tüm operasyonları tek tek deşifre oluyor.Artık çok net olarak anlaşıldığı gibi hem dünya hem de Türkiye yeni gelişmelere gebe! Kürede, tüm devletler için yeni bir süreç başladı!

Gerçek “demokrasi aşığı” ve “demokrat devlet adamları”nın başlattığı yepyeni bir süreç bu! Ne var ki, Yahudi ya da İngilizler’in uzunca bir zamandır yönlendirdiği ABD’nin hali ortada!

“Pragmatist” aynı zamanda “oportünist” olan bir devlet yönetimi anlayışının, İran-Contra skandalı sırasında, ne yaptığını hepimiz çok iyi hatırlıyor olmalıyız.

Reagan yönetiminin, Ortadoğu’daki Amerikalı rehinelere karşılık, İran’a silah satmayı teklif ettiği anımsanacak olunursa, Bush yönetiminin PKK terörünü durdurmak (?!) için Türkiye’den hangi tavizleri istemeye kalkışacağını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek!

Filvaki, terörü “yönlendiren” bir “yönetim”in, “Koordinatör” atayarak, aynı anda hem “PKK terörü”nü hem de “Parestin”in faaliyetlerini durduracağına kim inanır?!

Hepimiz bebekleri leyleklerin getirmediğini bilecek yaştayız!
Türkiye’de, peşpeşe gelen şehit cenazelerinin arkasındaki ülke/yönetimleri, Erdoğan hariç, artık kundaktaki bebeler dahi biliyor! Ezcümle, Neo Con Bush yönetiminin iç ve dış politikada benimsediği en temel “ilke” de, “ilkesizlik”tir.

Yani tüm insanlığın karşısında bugün; İsrail adına İran’ı vurmak ve de İran ile Türkiye’yi savaştırmak için kendisine destek vaad eden herkesle “kızarmış tavuk” yiyebilecek kadar gözü dönmüş, “ilkesizliği ilke edinmiş” Neo Con bir yönetim var!

Hülasa, Türkiye’nin, PKK sorununu çözmek için “Atlantik”ötesinden birilerinin atayacağı “koordinatör”lere ihtiyacı yok!Hiçbir zaman da olmadı!

ABD, İsrail, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, “terör”e destek veren “sürüngen”ler ile yanıbaşımızda “kızarmış tavuk” partisi düzenlemeyi kessinler yeter!

Yoksa, bizler de o “kızarmış tavuk”u başkaları ile yemesini biliriz.Türkiye her halukarda, “KOD Z” operasyonunu sonlandıracak güce ve “milli irade”ye sahiptir.
Nokta.

http://www.alaturkaonline.com/%E2%80%9Ckod-z%E2%80%9D-operasyonu/

24 Eylül 2006
Hayrullah Mahmud
(4 Temmuz 2014, Cuma)

This entry was posted in EMPERYALİZM, ORTADOĞU ÜLKELERİ, PKK TERÖRÜ, Politika ve Gundem, SİYASİ TARİH, TSK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *