Değerli Zahide Uçar , Yurtsever aydın av.Kemal Kerinçsiz ile son yüzyılın Dreyfüs davaları olan yalan ve düzmece kanıtlar üzerine kurgulanmış AKP – Fetullah Cemaati ile Küresel baronların birlikte planladığı ERGENEKON ve BALYOZ davalarının perde arkasına ışık tutan bir söyleşi yapmış.Sayın Uçar’a teşekkür ederek söyleşiyi aşağıda sunuyorum.
Naci Kaptan
“AKP, Ordu’yu darbe yapmakla suçlarken asıl darbeyi
bir avuç savcı ve hakim ile kendisi gerçekleştirmiştir.
Artık yargıda sorulan sual; kimin hakimi ve
kimin savcısı noktasına gelmiştir”
ZAHİDE UÇAR’IN AV.KEMAL KERİNÇSİZ İLE YAPTIĞI SÖYLEŞİ
Ergenekon Tertibi ile Esir Edilen Büyük Hukukçular Derneği Kurucu Başkanı Av. Kemal Kerinçsiz ile Yaptığım Röportaj:
Z. Uçar: Sayın Kerinçsiz, öncelikle geçmiş olsun diyorum. 2008 yılında bir tertiple esir kampına alındınız. Tertibi yapan ortakların “efendilerince birbirine düşürülmesi” sonunda bırakıldınız. 2008 tarihli Türkiye resmiyle, 2014 tarihli Türkiye resmi arasındaki farkı nasıl yorumlarsınız.
K. Kerinçsiz:Teşekkür ederim. 2008 Yılından 2014 yılına kadar geçen 6 yıllık süreçte; küresel sisteme direnen kalelerin bir bir düştüğünü, yerli işbirlikçilerin rejim karşıtı saldırılarının fütursuzca arttığını, hemen tüm Cumhuriyet kurumlarının çökertildiğini, milli birliğimizin tehlikeye girdiğini, ülkenin bölünme riskinin geriye dönüşü olmayacak bir şekilde kapıya dayandığını, kuşatmanın tamamlanıp teslim alınma noktasının gelindiğini görmekteyiz.Türk Milletine; açıkça ya iç çatışma ya da bölünme çözümü dayatılmış bulunmaktadır.
Z. Uçar: Ergenekon ve türevi tertipler Türkiye Cumhuriyeti Devletinde hangi dönüşümlere neden oldu? Tertibin amacı neydi? Sizce tertip hedefine ulaştı mı? Tertip sürecinde muhalefet partilerinin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
K. Kerinçsiz: Ergenekon ve benzeri davaların iki temel amacı vardı. Birincisi; 1990-2002 yılları arasında bölgede bağımsız politikaların geliştirilmesi ve tatbiki konusunda sivil siyaseti önemli ölçüde etkileyen TSK’nin yeniden Nato-Pentagon çizgisine çekilmesi ve dolayısıyla Türkiye’nin sistem içinde yerinin sağlamlaştırılmasıdır. İkinci temel sebebi ise batının ikinci İsrail devleti kurma projesi olarak adım adım uygulanan Kürdistan’ın inşası noktasında, siyasi ve hukuki alt yapının kurulması olmuştur.
Bu iki temel amacın gerçekleştirilmesi için emperyalizmin tüm bu projelerine karşı çıkabilecek millici-ulusalcı sivil toplum kesiminin korkutulması ve sindirilmesi ile birlikte neoliberal çizgide dizayn edilen ve kontrol altında bulunan siyasi partilerin denetimine sunulması gerekiyordu. Ergenekon projesi amaçlarına tümüyle ulaşmıştır.TSK, Nato sistemine kopmaz zincirlerle yeniden bağlanmıştır. Komuta kademeleri de buna uygun olarak dizayn edilmiştir.
Kürdistan projesi başarıya ulaşmış, ikinci Yahudi devleti fiilen kurulmuştur. Sadece eksik olan hukuki tanıma önümüzdeki dönemde uluslararası düzeyde gerçekleşecektir.Neoliberal düşünce kapsamında terbiye edilen siyasi partiler yolu ile millici tüm politikalar tozlu raflara kaldırılmıştır.Gelişen vatansever sivil toplum kuruluşları sindirilerek dağıtılmış, siyasetine izin verilen partilerin kontrolüne sokulmuştur.Ergenekon tertibi ile rejimsel dönüşüm yolunda önemli başarıların elde edildiği ortadadır.
Z. Uçar: Ergenekon ve türevi tertiplerin bu kadar rahat yapılabilmesi hakkında görüşleriniz nedir?
K. Kerinçsiz: Ergenekon tertibi; cemaatin ve iktidarın taşeron olarak kullanıldığı, soruşturmanın başlatıldığı 2007 yılından en az 6 yıl önce, AKP’nin iktidara taşınması ile birlikte düğmesine basılan Pentagon- Nato merkezli bir projedir.
Tertibin uluslararası boyutlu olması, ABD ve AB’nin desteğinde iktidara empoze edilmesi, böyle bir projenin küresel güce kazanımlarının dışında AKP iktidarına kazandıracağı siyasi güç, TSK’nin iç siyaseti denetleyen bir kurum olmaktan çıkarılması, bazı kesimlerin kesimin Cumhuriyet rejimlerinden öç alma isteği gibi birçok etkenin bir araya gelişi Ergenekon projesinin uygulanmasını ve sonuç alınmasını kolaylaştırmıştır.
Projenin başladığı yılda, Genelkurmay Başkanlığına Hilmi Özkök’ün seçilmesi zemini fazlası ile rahatlatmıştır.2007 Yılından önce gelişen toplumsal muhalefet; uysallaştırılarak, proje için zımni oluru alınan ve dizayn edilen partilerin kontrollerine verilmiştir.Yurt dışındaki ve ona bağımlı içerideki etkili faktörlerin bu ölçüde menfaat umdukları proje, bu sebeple kolaylıkla uygulamaya konulmuş ve yürütülmüştür.
İsimsiz bir polis memurunun, Tuncay Güney’den çıktığı iddia edilen tertip için hazırlanmış belgeleri MİT’e CD’ler halinde göndermesi ile birlikte hazırlanan Ergenekon Kitapçığının, görevlerine gelmelerinden birkaç ay sonra Hilmi Özkök’e ve başbakana gönderilmesi son derece anlamlı ve üzerinde durulması gereken bir noktadır.
Z. Uçar: Siz esir alınmadan önce Kıbrıs kahramanımız, esir evinde ne yazık ki kanser hastası olan Muzaffer Tekin’in de avukatıydınız. Sanırım dava dosyanıza da el konmuştu. Bu durumla ilgili yorumunuz nedir?
K. Kerinçsiz: Ergenekon davasının soruşturma ve kovuşturma sürecinin planlandığı şekilde yürüyebilmesi için savunmanın da sindirilmesi ve korkutulması beklenen bir tutumdu. Görevli yargı; başından itibaren bu konuda kendisine düşen görevi fazlası ile yerine getirmiş olup, birçok sanık müdafiini örgüt üyeliği ile suçlayarak soruşturma kapsamına alıp tutukladığı gibi dava sırasında da onlarca avukat hakkında suç duyurusunda bulunup ceza davaları açtırmıştır. Birçok avukat duruşma salonunda mahkemenin talimatları doğrultusunda Jandarma’ya dövdürülmüş, cübbeleri yırtılmış, duruşmalardan atılmış ve susturulmak istenmiştir.
Ergenekon süreci hukuk devleti yönünden ülkemizin utanacağı karanlık bir dönemdir.Avukatlar, müvekkillerine ilişkin deliller ile suçlanmış, ev ve bürolarında ki dosyalarına el konmuştur.Müvekkillerine cezaevinde yaptığı avukat ziyaretleri bile örgüt ilişkisi olarak gösterilmiştir.Müvekkilim Muzaffer Tekin’in suçlandığı delillerin bulunduğu dava dosyasına el konmuş ve bu dosya benim delilim olarak iddianameye geçmiştir.
Bu davanın soruşturmasında ve kovuşturmasında görev alan yargı mensupları; yaşadıkları müddetçe, kendi çocuklarının yüzlerine dahi bakamayacakları gibi bu kötü mirası da ülkemizin sırtına yüklemişlerdir.
İstiklal mahkemelerinin öcünü almak amacı ile Nemrut Mustafa divanlarını kurarak, vatanseverlere kin kusmuşlardır.
Bu dava ile Ortaçağ karanlığını aratmayacak cadı kazanları kaynatılmıştır.Kazana atılan kahraman vatan evlatlarından biri de Muzaffer Tekin’dir.6 Ayı aşkın bir süredir kanser hastalığı ile mücadele etmektedir. Bu duruma getirilmesi için kendisine yapılmadık haksızlık kalmamıştır.Buradan geçmiş olsun dileklerimi sunuyor, hastaneden yürüyerek çıkacağı günlerin çok uzun sürmeyeceğini umut ediyorum
Z. Uçar: Siz içeri alınmadan Erdoğan sizi hedef göstermişti. Alınmanızda bu hedef göstermenin etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce hedef haline gelmenizde ki etkenler nelerdir?
K. Kerinçsiz: Sayın Başbakan’ın kendisini eleştiren, muhalefet eden, soruşturma açan, şikayette bulunan kişileri hiç unutmadığı ve zaman içinde hedefine aldığı, kişilerle özel olarak uğraştığı ve zarar verdiğinin birçok örnekleri mevcuttur.Benim şehit aileleri adına terörist başına “Sayın” , şehitlerimize “Kelle” demesinden ötürü yaptığım şikayet ve açtığım davaların mahkumiyetle neticelenmesi ve kararların Yargıtay tarafından onanması, kendisini kamuoyu nezdinde çok zor durumda bırakmış, AKP’nin meclis gurubunda yaptığı konuşmada şahsımı ve karar veren hakimi çok ağır bir şekilde eleştirerek hedef göstermiştir.
Üç kuruşluk ilamların icraya verildiği tarihten 3 gün sonra gözaltına alınmam her halde bir tesadüf olarak değerlendirilemez.Bu davaların dışında Ermeni konferansını iptal ettirip, bütün ülkelerden Türkiye’ye davet edilen Ermeni Diasporasının temsilcilerinin üç gün boyunca devlet üniversitesinde sözde soykırım iddialarını devlete kabul ettirme çabalarının önlenmesi şahsımı hedef haline getiren bir başka sebep olmuştur.
Türklüğe hakaret davaları, patrikhaneye karşı yürütülen hukuksal mücadele, özelleştirmeler aleyhine açılan iptal başvuruları, televizyon programları ve konferanslar gibi birçok siyasi etkinliklerim Ergenekon soruşturmasına dahil edilmem için fazlası ile sebep oluşturmuştur.
Z. Uçar: Esir edilen birçok kişinin bilgisayar ve bürolarına sahte deliller kondu. Size de bu tür tuzaklar kurulmaya çalışıldı mı?
K. Kerinçsiz: Muzaffer Tekin’in avukatlığını yürütürken, daha sonra dosya sanığı yapılan bir kişinin Muzaffer Tekin’de çıkan CD’yi hukuki danışma amacı ile büroma getirmesi sırasında emniyet güçleri avukatlık ofisimin çevresini sarmış, ancak CD’yi getiren şahsa savcılığa teslim etmesi tavsiyesi ile iade etmem üzerine yakalanmam için kurulmuş tezgah suya düşmüştür.
Gözaltına alındığımda mülakatımı yapan emniyet amiri çok açık bir biçimde; “Eğer o CD’yi almış olsa idin, seni çoktan içeri alacaktık. Uyanıklık yapıp almaman seni o gün için kurtardı” demesi nasıl bir kumpasçı zihniyet ile karşı karşıya olduğumu açıkça göstermiştir.Yine bir başka sanığın evinde çıkan bir bildirinin, üzerinde kimin delili ve nerede el konulduğunun yazılı olmasına rağmen, aradan 7 ay geçtikten sonra başkanlığını yürüttüğüm dernekte yapılan aramada bulunması bu soruşturmaların emniyet ve savcılar tarafından nasıl hazırlanıp yürütüldüğünü gösteren örneklerden biridir.
Bunun dışında telefon rehberime 505 adet telefon numarasının ve ismin yüklenmesi, telefon tapelerinden başkasının isminin silinerek benim adımın yazılması, hiç yapmadığım telefon görüşmelerin yapılmış gösterilmesi gibi suç teşkil eden sahte delil yaratma ve tahrifat fiilleri, davanın klasikleri arasında alışılmış soruşturma biçimlerine dönüşmüştür. Sadece şahsımla ilgili onlarca sahte delil yaratma ve tahrif etme eyleminden söz etmek mümkündür.
Z. Uçar: Siz alınmadan önce Büyük Hukukçular Derneğine üye sayınız ne kadardı? Alınmanızdan sonra sayıda düşme oldu mu? Üyelerinizin, dost bildiğiniz bazı kişilerin tavırları ne oldu? Çünkü birçok Ergenekon esiri en yakın arkadaşı tarafından aranmadığı, ailelerin telefonlarına çıkmadığını söyledi. Siz de bunları yaşadınız mı? Yaşadınızsa sizi en çok etkileyen “dost ihanetine” bir örnek verebilir misiniz?
K. Kerinçsiz: Gözaltına alınmamdan önce sürekli gelişen ve büyüyen bir dernek yapımız mevcuttu. Tutuklanmam ile birlikte ne yazık ki fiilen faaliyetlerine son vermek zorunda kalmış, bu nedenle en büyük darbe kamuoyunda birçok konuda öncülük yapan derneğimize vurulmuştur. Soruşturma sürecinde hemen herkesin yaşadığı vefasızlık örneklerini bende yaşadım. Ancak fikirlerimi, ideallerimi ve yaşam çizgimi günü birlik değişen insan ilişkilerine göre belirlemediğimden bu durumu fazlaca önemsemedim.
Üniversite arkadaşlığımdan bu yana 35 yıl dost bildiğim birçok avukat arkadaşımın mesleğine ve yaşantısına zarar gelmemesi için 6 yıl boyunca bir kez dahi olsa ziyaretime gelmekten çekindiğine tanık oldum. Ancak bunun tam tersi Av. Taner Kazanoğlu gibi vefa örneği göstererek dava boyunca her hafta sonunu ceza evi ziyaretine ayıran arkadaşlarım da olmuştur.
Soruşturma öncesinde avukatlık bürom dolup taşarken, tutuklanmam ile birlikte ıssızlığa büründü. Bazılarının benim telefon numaralarımı rehberinden silme çabalarını duyunca acı acı tebessüm ettim.Zor ve sıkıntılı dönemlerde elbette ki korkularına ve kaygılarına yenik düşmüş kişiler çıkacaktır.Yaşamımda kendi bildiğim ve savunduğum yolda tek başıma da kalsam da asla rücu etmeme kuralına sıkı sıkı bağlı olduğumdan gösterilen vefasızlıklardan etkilendiğimi ve üzdüğünü söylemem doğru olmayacaktır.
Z. Uçar: Savunmalarınızı uzun tutarak Ergenekon davasını sizin uzattığınız iddia edildi. Bu konuya açıklık getirebilir misiniz?
K. Kerinçsiz: Birinci Ergenekon davası tutukluları arasında sadece iki avukat vardı.Davanın soruşturma aşamasında bir kısım sanıkların müdafiliğini yapmam, tertibin boyutlarını birçok sanıktan çok daha kapsamlı algılamama yol açmıştır.Ergenekon projesinin sadece tutuklanan ya da ileride gözaltına alınacak kişilere yönelmediğini, başta TSK olmak üzere Cumhuriyet kurumlarını hedef aldığının farkındaydım.
Tutuklanmamdan kısa bir süre sonra, yapılan soruşturmanın ne olduğunu tam olarak algılayamadığına inandığım muhalefet milletvekillerine, mektup yazarak yürütülen tertibin boyutlarını ve hedeflerini anlatmaya çalıştım.Tutuklu kaldığım sürece hiçbir zaman şahsımın savunması ile yetinmedim. Çünkü bu davada tutuklananlar sadece sembol kişilerdi. Asıl hedefin; TSK, Cumhuriyet ve ülkenin birliği olduğundan hiçbir şüphem yoktu.
Hem tertibin siyasi boyutunu anlatmayı, hem de hukukçu kimliğimle yapılan hukuk ihlallerini geleceğe aktarmak amacı ile tutanaklara geçirmeyi kendime görev addettim.Bu yüzden bir sanık olarak tanınan her dakikadan istifade etme yoluna gittim.Yaptığım hukuksal savunmalarımın, bu dönemin çok daha iyi araştırılacağı gelecekte birçok hukukçuya ve siyasetçiye ışık tutacağına inanıyorum.
Nitekim 16.700 sayfalık gerekçeli kararın önemli bir bölümünde, yapılan hukuk ihlallerine ilişkin savunma ve beyanlarıma cevap verilmeye çalışılmıştır.Bazı sanıklar kişisel kaygılarla savunmaların bir an önce bitmesi ile tahliye olacaklarına inandırıldığından, benim savunma anlayışımı tenkit etmiş olabilirler.Ancak bu düşünce sahiplerinin Ergenekon tertibinin boyutlarını ve hedeflerini çok iyi kavramadığı inancındayım.Nitekim gelişen süreç ve tarih bu konuda maalesef beni haklı çıkarmıştır.
Z. Uçar: Silivri esir evinde Ergenekon tutsakları dışında PKK, Hizbullah ve mafya elemanları da vardı. Size davranış biçimleriyle, diğerlerine yapılan muamele arasında fark var mıydı? Varsa nelerdir?
K. Kerinçsiz: Biz Ergenekon sanıkları; Özel Yetkili Savcılarca soruşturmaya tabi tutulduğumuzdan, Terörle Mücadele Yasası kapsamında hukuken “Terörist” sıfatına sahiptik.İnfaz Yasamız, Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılananlara ve mahkum edilenlere ayrı bir tutuklama ve infaz rejimi getirmiştir.
Ancak bizleri bu projeye dahil edenlere göre, sözde Ergenekon örgütü, tüm terör örgütlerini taşeron olarak kullanan, bugüne kadar diğer terör örgütleri ile kıyaslanamayacak ölçüde tehlikeli, acımasız, vahşi yöntemleri benimsediği iddia edildiğinden; PKK, Hizbullah ve diğer terör örgütü mensuplarına tanınan birbiri ile görüşme, sosyal ve kültürel aktivitelere katılma gibi birçok haktan mahrum edildik. Bizlerin birbirimizle selamlaşması ve konuşması dahi yasaktı. Birçoğumuz uzun yıllar tek hücrelerde yatırıldık. Cezaevinden zorunlu çıkışlarda (hastane ve adliye sevk gibi) tutanaklara “Çok Tehlikeli Teröristtir Kaçar Kaçırılır” şeklinde kırmızı notlar düşüldüğünden, olağanüstü güvenlik önlemleri alınırdı. Özel olarak eğitimden geçirilmiş infaz koruma memurlarına bizler için bunlar dinsiz, imansız, insanlık düşmanı, kan içici, bu ülkenin tüm geleceğini karartmış vahşi teröristler olarak anlatılıp tanıtıldığımızdan, bizlere de buna göre özel muamele(!) yapılırdı.
Z. Uçar: Hukuk Fakültesinde birlikte okuduğunuz bazı arkadaşlarınız sizin için; “hocalarımızın 120 not verdiği, size Kemal Bey diye hitap ettikleri ve çok başarılı bir öğrenci olduğunuzu” söylüyor. Bu kadar başarılı bir öğrencilik süreci olan Av. Kemal Kerinçsiz olarak, siz de savunma hakkınızı kullandığınız için dava edildiniz mi?
K. Kerinçsiz: İ.Ü.Hukuk Fakültesini 1983 yılında birincilikle mezun olduğum, not ortalamamın fakülte tarihinde bir ilk olduğu ve kırılmasının da mümkün olmadığı, hocalarım tarafından sürekli dile getirilmiştir.Öğrencilikte ve meslekteki başarım, maalesef hukukun tatile çıkarıldığı Ergenekon Mahkemesinde etkili sonuçlar yaratmam noktasında işe yaramamıştır. Çünkü karşımızdaki heyet; “hakimlerde zorunlu olarak bulunması gereken niteliklere sahip hukukçulardan oluşan bir heyet değildi. Siyaseten katl” hükümlerini henüz kovuşturma başlamadan, bu göreve tayinleri yapılırken beyinlerinde çoktan vermişlerdi.
Bu sebeple savcılar tarafından hakkımda 20’ ye yakın suç duyurusunda bulunuldu. Bunlardan 5‘i kabul edilip hakkımda savcı ve hakimlere hakaretten kamu davaları açıldı. Birinden 27 ay hapis cezası aldım. Birinden mahkum oldum ancak ceza ertelendi. Bir başkasından beraat ettim. Diğerleri devam ediyor.Ergenekon sürecinde hakkımda öylesine soruşturmalar ve davalar açıldı ki, tüm bu davalar süreci yaşantımızın tabi parçasına dönüştü.
Z. Uçar: Esir alınmadan önce mücadele verdiğiniz konular hakkında “zihin tazelemek” açısından bilgi verebilir misiniz?
K. Kerinçsiz: Küresel iradenin içerideki temsilcilerini en fazla rahatsız eden noktalardan biri, ilk defa milliyetçi- vatansever avukatların bir dernek çatısı altında, hemen her konuda milli hukuk mücadelesini başlatmış olmalarıdır.Kamuoyunda şahsım ve derneğimiz daha ziyade Türklüğün korunması noktasında açılmış davalarla gündeme getirilmiştir.Oysa derneğimiz çok geniş alanda milli hukuk mücadelesine girişmiştir.
Peşkeş mahiyetinde yapılan başta Tüpraş, Telekom, Galataport gibi benzeri tüm özelleştirmelerin iptalleri için davalar açılmıştır.Hükümetin, Türk Milletinin aleyhine aldığına inandığımız tüm karar, kararname ve genelgelerin iptalini idari yargıya taşımıştır.Bölücü terör konusunda ki yasal girişimler takip edilmiş, birçok tasarrufun idari ve yargı mercilerinde iptali istenmiştir.
Şehit ailelerinin ve gazilerin her konuda haklarının korunması kapsamında onur mücadelelerinde yanında yer alınmıştır.Türk Milletinin değerleri ve hassasiyetleri üzerinde titizlikle durulmuş, başta Patrikhanenin kapatılması ve Ermeni konferansının iptali gibi konularda hukuksal çalışmalar yapılmıştır.
Türk Hukukunun korunması konusunda yapılan faaliyetlerimiz emperyalist iç ve dış odakları fazlası ile rahatsız ettiğinden, dernek başkanı olarak hedef seçilmem ve tutuklanmam yaşanılan süreçte tarafımdan yadırganmamıştır.Çünkü herkes görevini yapmıştır.
Z. Uçar: Bir hukukçu olarak yargı açısından Türkiye’nin geldiği yeri nasıl yorumlarsınız?
K. Kerinçsiz: Bugün geldiğimiz noktada Anayasanın ve yasaların emrettiği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin dayandığı üç güçten biri olan bağımsız ve tarafsız yargıdan bahsetmek mümkün değildir.Yargı kuvveti, Ergenekon ve benzeri davalarda rejim dönüşümünün sağlanması için bir silah olarak kullanılmıştır.
AKP, Ordu’yu darbe yapmakla suçlarken asıl darbeyi bir avuç savcı ve hakim ile kendisi gerçekleştirmiştir.Uzun yıllardır cemaat eliyle yargıya yapılmış yatırım, Cumhuriyetin yargı mensupları ile dönüştürülmesi tehlikesini yaratmıştır.
Artık yargıda sorulan sual; kimin hakimi ve kimin savcısı noktasına gelmiştir.Büyük yolsuzluklar dahi yargı eli ile aklanmaya başlanmıştır.Cemaat ve iktidarın gerçekliğinden şüphe duyduğumuz, dar alanda tutulan çatışması Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu, HSYK ve yüksek yargı organları üzerinden yürütülmektedir.Tüm kurumlarda gerçekleşen dönüşüm, yargıda inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.Sorun çözmesi gereken yargı, çözümlenmesi gereken başlıca ana sorunların arasında yer almıştır.
Z. Uçar: Eşiniz Gönül Kerinçsiz’de bir avukat. Gördüğüm kadarı ile çok dik duran, mücadeleci bir kişiliği var. Esir edildiğiniz sürede bu durum sizin açınızdan nasıl artılar sağladı? Kadın cinayetlerinin zirve yaptığı, kadınların çalışma hayatından dışlanmaya çalışıldığı, eve mahkum edebilmek için türlü dalavere ile sinsi programların yapıldığı bu süreçte, çalışan ve ayağının üzerinde durabilen bir eşinizin olması size ne gibi ayrıcalık ve destek sağladı?
K. Kerinçsiz: Maalesef Ergenekon davalarında en büyük zararı sanıklardan ziyade eşlerimiz çekmişlerdir. Onlar; sanıkların yaptıkları mücadelenin arkasında dimdik durarak, vatanseverlere reva görülen zulümler ve verilen zararlar karşısında asla geri adım atmayacaklarını kanıtlamışlardır.
Bu kutsal mücadeleyi yapan kadınlarımızdan biri; eşim sayın Av. Gönül Kerinçsiz’dir.Kendisi sadece eş sıfatı ile değil müdafim sıfatı ile de altı yılı aşkın yargılama sürecinde daima yanımda bulunmuştur.Bir Türk kadının yaşanan tertipte nasıl tavır alması gerektiğinin en iyi örneklerinden biri olmuştur.
Siyasi tavır ve düşüncelerimizden; ne tutuklanmadan önce, ne yargılama sırasında, ne de sonrasında ailece hiçbir taviz vermedik. Çünkü biz onurlu yaşamı, özgürlüğe her zaman tercih eden kişilerden olduk.
Tutuklu olduğum süreçte aile olarak tam bir sınavdan geçtik. Tarafımıza yapılan tüm haksız ve hukuksuz saldırılara karşı dik duruşumuzdan asla vazgeçmedik. Bu konuda eşim Av. Gönül Kerinçsiz’in duruşma salonlarında, adliyelerde, cezaevlerinde ve iş hayatında verdiği mücadelenin önemi ve büyüklüğü, yaptığı fedakarlıkların boyutu, her türlü takdirin ötesindedir.
Ülkemizde kadının iş hayatına iştirakte %23 gibi son derece düşük bir oranla Afganistan ve İran’ın arkasında kalması, iktidarın hedeflerinden birinin de kadınlarımızın sosyal, ekonomik ve toplumsal hakları olduğunu ortaya koymuştur.Çünkü kadının özgür olduğu toplumlarda, kölelik düzeninin kurulamayacağını çok iyi bilmektedirler.
Bu nedenledir ki kadının sosyal yaşamdaki konumuna önemli ölçüde saldırılmakta, İş Yasalarında çalışma saatlerinin azaltılması bahanesi ile evden çıkarılmaması amacı gizlenmeye çalışılmaktadır.
Türk kadını Cumhuriyetin kendisine sağladığı kazanımların farkında olduğundan, kadın hakları ihlallerinin aslında erkeği ile kadını ile tüm toplumun vermek zorunda olduğu mücadelenin bir parçası olduğunu çok iyi bilmektedir.
Z. Uçar: Şimdi dışarıdasınız. Bildiğim kadarı ile ziyaretçi akınına uğruyorsunuz. Siz esir iken sizi ve eşinizi hiç aramayıp uzak duran meslek arkadaşlarınız, dost sandığınız tanıdıklarınız, sizinle ilgili tek kelime yazmayan basın mensuplarının sizi araması, ziyaret etmesi sizde ne gibi duygular uyandırıyor?
K. Kerinçsiz: Ergenekon ve benzeri davalarda vatansever insanlarımız önemli sınavlar vermişler, her türlü desteklerini göstermekten çekinmemişlerdir. Bazı günlerde on binlerce yurt sever Silivri Ceza evine dayanmış, yurt genelinde mitingler tertiplemişler, tertibin açığa çıkması için kamuoyunu aydınlatıcı önemli girişimlerde bulunmuşlardır. Yine binlerce insanın “Bende Ergenekoncuyum, beni de tutuklayın” içerikli dilekçelerini mahkemeye gönderme cesaretlerini saygıyla karşılamamak mümkün değildir.
Yargılama süreci içerisinde kişisel vefasızlık örnekleri olsa da insanımızın bu büyük tertip karşısındaki genel onurlu tavrı karşısında hiçbir öneminin olmadığı kanaatindeyim. Kaldı ki yargılamanın şehrin merkezinden çok uzak bir yere taşınmış olması, mahkemenin ve cezaevinin dinleyici ve ziyaretçilere getirdiği kısıtlamalar, Ergenekon sanıklarına yapılan özel uygulamalar dikkate alındığında sorunu algılamış vatansever insanlarımızın tüm bu engellemelere rağmen bizlere ulaşma gayretlerini burada bir kez daha minnetle anmak istiyorum.
Bu sebeple tahliyemin arkasından gösterilen ilgi beni çok şaşırtmadı.
Z. Uçar: Değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ediyorum. Hürriyete ve Yalova’ya hoş geldiniz diyorum.
K. Kerinçsiz: İnsan özgürlüğünün en kutsal haklarından biri olduğunu inkar etmek mümkün değildir. Ancak bu özgürlüğün bağımsız ülke topraklarında yaşanabileceğini de unutmamak gerekir.
Bana ayırdığınız değerli vaktiniz için ben teşekkür ederim.