YAZIYAyorum
Emekli polis müdürü ve günün itirafçısı Ali Fuat Yılmazer Fetullahi cemaat ile AKP iktidarının kavgası sonucunda AKP iktidarının , Tayyip Erdoğan’ın kirli çamaşırlarını ortaya dökmekle görevlendirilmiş olduğu yaptığı açıklamalarla ortaya çıkmıştır.Bu itiraflar çok önemli olup Ergenekon , Balyoz , Odatv davalarının AKP iktidarı ve Fetullahi cemaatin işbirliğinle yapıldığının da açık bir kanıtıdır.Ali Fuat Yılmazer Başbakanın her İstanbul’a gelişinde ,elinde kumpas dosyalarıyla başbakanı karşılayan ve bu davanın nasıl kurgulanacağı konusunda başbakanı bilgilendirerek onun görüş ve talimatlarını alan kişidir.
Ne de güzel söylemiştir Anadolu bilgeleri ;
“Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatini söyler ”
Ali Fuat Yılmaz’ın da durumu işte budur.
İktidar Fetullahi kavgası, uçuruma gitmekte olan Türkiye’nin gerçekleri , tuzakları , işbirliğini ve yolsuzlukları görmesine vesile olmuştur.Hergün yapılmakta olan açıklamaları okudukça Türkiye’nin AKP iktidarı eliyle ne kadar kirletilmiş olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Naci Kaptan
***
ZAMAN.COM.TR
22 Mart 2014,Cumartesi
***
F TİPİ POLİS ŞEFİ ALİ FUAT YILMAZER İTİRAF ETTİ:
“AKP’Yİ KAPATILMAKTAN KURTARMAK İÇİN ERGENEKON TERTİBİNİ BAŞLATTIK!
KESİN KAPANACAKTI,DENGEYİ DOĞU PERİNÇEK’E OPERASYONLA DEĞİŞTİRDİK!”
İşte o itiraflar:
Emekli İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, Bugün TV’de Merkez Siyaset programına konuk oldu. Ali Fuat Yılmazer’in konuşmalarından satırbaşları,
Başbakan A’dan Z’ye yalan dedi. Sizi savcılarla kanka olmakla itham etti. Ne diyorsunuz?
Öncelikle şunu ifade etmiş olmalıyım ki üzüntü verici bir açıklama oldu. İlk programda yaptığım açıklamalarda meselenin ciddiyetini üzerine konuştum ama iftira atmadım. Bizzat yaşadıklarımı herkesle toplumla paylaştım. Doğru bildiğim bilgileri de aynen anlattım.
TC Başbakanı’na yakışmayan bir üslup için üzüldüm. Burada bir izahat cevaplama yok. Sadece son dönemde sıklıkla karşılaştığımız baskı sindirme var bunların cevapları bunlar değil. Hele ki ben yanlış da yapsam sürçü lisan da yapsam bir Başbakan’a milli iradenin temsilcisine bu lisan yakışmamaktadır.
Gerçekleri örtbas etmek isteyen bir Başbakan’ın utan içindeyim ülkemin geldiği noktada. Belli ki gündemin yoğunluğu Başbakan unutmuş olabilir. Konuştuğumuz meseleler unutulacak gibi değil. En azından maruz kaldığım iftiranın tüm hayatım boyunca asla tahammül edeceğim bir durum değil.
Türkiye bu sıkıntılara maruz kalmasıydı benle mezara gidecek meseleydi. Artık benim dışımda gelişti. Belki de köprüden önceki son çıkışı ıskalamak üzereyiz. Hükümete çok yakın olup bir dönem o sürecin içinde olan hakkımda iftira isnatları kullanmaktan çekinmeyen o kesimlerin de hatırlamasında fayda olacak 2008’i anlatacağım.
2007 ve sonrası için ne söyleyeceksiniz?
2007 Mart ayında İstanbul’a tayinim çıktı. Haziran’da Ergenekon süreci başladı. Hangi dalgalar oldu onu hatırladım. 2007’nin dışında Ankara’da Atabeyler ve Danıştay saldırılarına katkılarım oldu. Ondan dolayı tayinimle ilgili atıf yapıldı.
BAŞBAKAN’IN AĞZINDAN ATABEYLERİ HİÇ DUYMADIM
2006’da yapılan Atabeyler ve Danıştay sürecinde kimseyle görüşmedim. Danıştay Hakimine yapılan saldırıda hükümet Kocatepe’ye giremedi. Ciddi irticai faaliyetle suçlanma vardı. Cemil Çiçek’e arbede yaşandı. Türkiye’nin çok ciddi kaosa sürüklendiği cenazeye katılamadım. 2006’da yine Atabeyler. Başbakan’ın ağzından hiç duymadım. Çok ciddi bir soruşturmayı kimse tartışamadı, ağzına alınamadı. Sarı zarfla ağzı kapatıldı. Suikast planlaması delilleriyle engellenmiş suikastı hükümet yandaş medya ağzına almadı konuşamadı. Ben uğraştım ben. Kimseyle paylaşamadım. Kimseyle konuşamıyordum. 2007 azınlık cinayetlerinin olduğu hükümetin kaygılandığı ve siyasal gerilimin hat safhada olduğu zamandı.
Telefon ihbarıyla Trabzon Jandarmasının İstanbul’a yönlendirdiği istihbarat ve şahsımın hiç bilgisi olmayan konuyu bana haber verilmesi üzerine ilişkiler ağını çözmekle Ergenekon süreci başladı. Dalga dalga başladı. Ben yine kimseyle konuşamadım. İşin vahametini tehlikenin boyutunu paylaşacak bir tanıdığım yoktu. Bunu bana soran da yoktu. O dönemleri kastediyorsa doğru benle görüşmüyordu. Ama o günü sokakta insanları tehdit edenlerdi. Üzerinde baskısını hisseden insanlardı. Hırant o tedirginliği yaşıyorsa o bürokratların görevi toplumun huzurunu sağlamakla görevli olanların vurdumduymazlığını yaşıyorduk. Yine üzerine gitmedim.
BAŞBAKAN İLE İLK 2008 ŞUBAT’TA GÖRÜŞTÜM
Bir bakıyorum ne zaman görüştüm. Bugüne kadar ciddi şekilde düşündüm. 2008 Şubat’ta görüştüm. Onun da neden Şubat olduğunu söyleyeceğim. İkinci dalgada Ergun Poyraz, bu ülkenin başbakanı ve cumhurbaşkanı hakkında düzmece kitap yazdığı ama kimsenin sen kimsin diyemediği kişiydi.
O GÜNLERDE GÖRÜŞEBİLECEĞİM KİMSE YOKTU
O günlerde görüşebileceğim kimse yoktu. 3. Dalga da Veli Küçük’ün de aralarında olduğu Dink’in 1. Dereceden tehdit aldığı dönemdi. Yine görüştüğüm kimse yoktu. Nedir bunlar diye beni arayan olmadı.
Ocak 2008 bir başka programda İstanbul’da maruz bırakıldığım baskıları anlatacağım. Makam odası yaptırıp büro amirleri ve şubelerle ilgili o dönemin Ergenekon operasyonlarını nasıl engellemeye çalıştığı dönemin başsavcısının nasıl baskısına maruz bırakıldığım dönemi anlatıyorum. Veli Küçük alınmış senin durumun nedir diye anlatan yok.
MUZAFFER TEKİN’İ HERKES HAZIR OLDA KARŞILIYORDU
Veli Küçük’ü anlatmaya gerek yok. Muzaffer Tekin’i anlatayım. Emekli diyorlar. Bir yüzbaşı. İstanbul’a gittiğimde şehit cenazeleri geliyor. İstanbul’daki camilerde kılınıyordu. O kadar geniş çaplı bakanlar cami avlularına giremiyorlardı. İstanbul Emniyeti’nin gücü yetmiyordu. Şehidinin yanına yaklaştırmıyorlardı. Çok ciddi büyük gösterişli şeylerle Muzaffer Tekin geliyordu. Herkes hazır olda karşılıyordu. Veli Küçük Ergenekon diye bilinen yapının en üst yapısı. Veli Küçük’ü nasıl aldık. Bizim geleneksel değerlerimiz var. Ben kadere inanmış insanım. Geçmişte yaptıklarımı anlatmaktan utanırım. Ama kadere inanmışımdır. Ben her şeyden önce hakka dayandım yaptığım işin doğruluğuna inandım. Onun dışında dayandığım başka dayanağım yoktu. Olaylar başlamış 1 yıl geçti yol açılmış. Neden sonra yine benim gayretlerimle bir ilişki tesis edilmişti.
Şubatı nereden çıkardım. Dedim ki benim sicilimde idari cezam yok. Sözlü yazılı ikazım yok. 25 yıllık memuriyetimde benim yasalara devlete bağlılığıma gölge düşürecek en küçük leke yok. Burada beni utandıran o zaman mevzu etmedim. Türkiye’nin ayıbı diyeceğim 2008’de Türkiye bir kâbusundan kurtulmuş geleceğe ilişkin inanç harekete geçmiş. Fakat bir soruşturma geçirmişim ben. Tek soruşturmam bu. Şimdi ikinci soruşturmayı geçiriyorum.
BAKAN’A GİTTİM ÜZERİMDEKİ BASKI İKİ KAT ARTTI
Bu soruşturmayı niçin geçirdim. Raporluyken izinsiz il dışına çıkmaktan soruşturma geçirdim. Hastayım üzerimdeki baskı yoğun, bunaldım tıkandım. Bir ilişki üzerinden Cumhurbaşkanımızdan randevu ayarlandı. Cumhurbaşkanımıza soruşturma yapamadığımızı anlatmaya gittim. Raporluyken gittim. Ondan dolayı soruşturma gitti. Dönemin emniyet müdürü her türlü izin kullanmam il dışına çıkmam yasaktı. İlk bir yılı esaret altında yaşadım. Gittiğimi duyar duymaz yurtdışında döndü bana talimat gönderdi. Ben randevum olduğu için dönemeyeceğim söyledim. Bu soruşturmayı açtılar. Tek soruşturmam budur. Bunu biz çağırdık buraya denilmedi. Bana ne söylendi o ayrı bir yürek acısı. Cumhurbaşkanına gittim bakana yönlendirdi üzerimdeki baskı iki kat arttı. Bin pişman oldum. Gerekmedikçe buraya girmeyeceğim. Hiç bir şey yapamaz hale geldim.
HER TÜRLÜ BASKININ ALTINDAYDIM
O dönemde başbakanın bana gönderdiği İTO yöneticisi. Başbakan çözüm bulamamış. İstihbarat daire başkanı bana yönlendirdi. Az bir çalışmayla şantajın kaynağını bulduk. Aradan bir zaman geçti yeniden nüksetti. Tekrar geldi o geldiği dönemde benim yaşadıklarıma vakıf oldu. Ağlaşan bir insan değil. Anlattım artık dayanacak takatim yok. Her türlü baskının altındayım. Ülkeye benim anlayışıma göre ciddi darboğaza sürükleniyor. Anlattıkça bana Murat Yalçıntaş bunu başbakana anlatmalısınız dedi.
İstanbul İstihbarat Müdürü ile ilk görüşmemiz yaptık. Önceki yaşadığım travmalardan sonra başbakanın yaklaşımı olumlu oldu. İstanbul’da görüştük. Kendisine anlattım. Bunlarla ilgili görüşeceğini anlattı. Benim haberim olsun bana bunların bilgisini ver. Benimle doğrudan görüşebilirsin dedi. İlk görüşmelerimiz 6-7 ay sürdü. Bunlar alabildiğine gizli tutulmuş görüşmelerdi. Korumaları buna şahitti. Özellikle havalimanlarında oldu. Karşılamalarda ve uğurlamalarda oldu.
BAŞBAKAN İLE GÖRÜŞMEMİZ 30-40’DAN AZ DEĞİL
Bunu herkes biliyordu. Zamanla bu daha rahat oldu. Şoförlerimle gidiyorum Başbakanlık korumaları var. Vali Emniyet müdürleri orada bu iş biliniyor. Bir defa uçak bekletti. Görüşmenin uzamasından dolayı. 2-3 ile 30-40 defa olmasının arasında bir fark yok. 2008 Şubattan itibaren her seferinde kendisiyle görüştüm. Ortaya çıkan dokümanlar konusunda görüştüm. Kimlerin gözaltına alınması gerektiği konusunda listeyi kendisine takdim ettim. Yeni çıkan dokümanlar operasyon sürecinde sayı ortaya çıktı. 30-40’dan az olması mümkün değildir. Aradaki küçük görüşmeler hariç.
2008 yılı içindeydi. İzne ayrıldım. 5 günlüğüne tatile gittim. Uçak kayıtlarında ertesi gün geri döndüm. Aynı gün uçakla tekrar tatil yerine ailemin yanına gittim. 5 günlük tatile gitmişsiniz. Aydındaydım oraya gitmişim 1 gün sonra geliyorsunuz akşam geri dönüyorsunuz. Arif Doğan’ın tutuklandığı dönemdi. Başbakan çağırmasa kim günübirliğine gider gelir. Bunların detayları da var. Gerek olmadıkça girmem.
Şimdi eğer ben kendisiyle 2-3 defa görüştüysem Başbakan 2007 – 2008 yılında yada 2009 yılında ilk planda her hafta görüşüldü. Her İstanbul’a gelişte görüşmelerde Başbakan’ın emniyetle yaptığı görüşme kameralara yansıdı. Ben hep geri planda kaldım. Hüseyin Çapkın geldikten sona bu ilişki rahatladı. İstanbul emniyet müdürü o ilişkiyi devraldı. Başbakan o dönem ben bu soruşturmanın savcısıyım demişti. Ben arz etmediysem kim arz etti. Bilmiyormuş mu açıklama yapmış mı. Yarım kilo esrar için basın açıklaması yapan kimse Ergenekon için yapmış mı?
Şimdi bu teyide belgeye ihtiyaç duyan bir durum değil. Basında da bu konuyla ilgili bir sürü haber yapıldı. Ama dediğim gibi benim iddiam o değil. Hiç bunları telaffuz etmedim.
Görüşme meselesi benim vurgulamak istediğim şey değildi. Neden konuştum. Ben her hangi bir ilişkiyi deşifre etmek için karalama için yapmadım. Bunları konuşmamın tek sebebi var. Benim hakkımda bir sürü iddia oldu sineye çektim. 3 yıldır inziva hayatı yaşıyordum. Ülkeme hizmet etmişim feda olsun. Bir beklentiye girmeden yaptım. Ama öyle ağır isnatlar var ki, 7 Şubat’ta Başbakan’a komplo kurulmuş. Her şeyi kaldırırım ama bu komployu kaldıramam. Her türlü fedakârlığa hazırım beni ülkeme ihanetle itham edemez. Ne yaptıysam birinci dereceden sorumlu olduğum Başbakan’ın bilgisi ve talimatları ile yaptım. Bunu en iyi kendisi bilirken şimdi ben bu iddiaları Başbakan’ın ağzından dinliyorum. Ogün yapılan çalışan insanların hakkı hukuku için topluma mükellefiyet adına yapıyorum. Yoksa benle mezara giderdi. Spekülasyona girmezdim. O yakıştırılacak sıfatlara layık insan değilim. O sıfatların bana ne kadar yakışmayacağını biliyor.
Savcılık makamından, resmi düzeyden yapılmış açıklamalar, konuyu yeterince vuzuha kavuşturmuştur. Başbakan bir açıklama yaptı, “Bunlar savcılarla kanka olmuş.” Bundan daha tabi, daha alkışlanacak bir işbirliği olabilir mi? Biz savcılara, hakimlere bağlı olmadan yaptığımız illeri nasıl yapacağız. Ben tabi isim vermedim, gerekli hassasiyetleri gözeterek. Ben yürekten inanıyorum, o dönemin savcılarına da hakimlerine de, emniyet teşkilatı mensuplarına da. Yanlış bir iş yapmamak için çok dirayetli davrandılar. Operasyonda ele geçirilen deliller çok önemli, alınan ifadeler önemli, mahkemede hakimin aldığı ifadeler önemli.
Şimdi çok küçük bir katkı sunmak istiyorum. İlker Başbuğ meselesi. Özellikle de o rahatsız etmiş. Ona tepki vardı. 16 Ocak 2014 tarihinde kamuoyuna yönelik bir açıklama metni gönderdim. 19 Ocak’ta Yıldıra Oğur bir yazı yazdı. Nazlı Ilıcakla sözde benim ilişkim, yazdığı kitabın benim tarafından yazdırıldığı konusunda. Yakında Türk toplumu görecek, zannedilmesinki böyle kalacak. Bu yazıların nasıl yazdırıldığını ben anlatacağım, şimdilik onlara girmiyorum.
İlker Başbuğ’un tutuklandığı günlerde bana gelen sms mesajları. 10 Ocak 2012 tarihli bir mesaj. Peşi sırası 11 Şubat 2012’ye kadar bana gönderdiği mesajlar var. Bunları ben savcılığa sundum. Önce birincisi, çok önemli, şu an bu kastettiğim yazar, bugün Başbakan’a en yakın yazarlardan birisi. Paralel yapı iddialarının ortaya çıkmasında katkıları olan biri. Demiş ki “Sayın müdür, bizim Takvim gazetesi, İlker Başbuğ bülteni gibi çıkıyor. Bundan rahatsızım. Patronla da konuştum. Ben rahatsızlığımı ilettim. Aktaracaklarım var.” Bunlar gerçek. Ben de şunu demişim, “Ben bu işlerin dışındayım. Siz bu süreci medyadaki arkadaşlarla değerlendirseniz iyi olur.” dedim. 9 Şubat 2012’de gelen mesaj “Bu işin bu noktaya gelmesi beni çok üzdü Ali Fuat müdür. Sizi kahraman olarak görüyorum. Bu noktaya geleceğini biliyordum, o yüzden görüşelim diyordum. Tamamen yol arkadaşı olarak.” Şimdi bana 9 Şubat’ta bana kahraman diyeceksiniz. Ben daha ne diyeyim?
‘Başbakan’ın vesayete karşı tutumu ne zaman ve nasıl değişti?’ diye soruyorlar. 2008’in Mart ayı ortalarında Ak Parti kapatma davası açıldı. Ergenekon’un ilk zamanları. Bu bir karşı hamle olarak yorumlandı. 1 Temmuz 2008’de ilk iddianame yayınlandı. AK Parti kapatma davası da Temmuz ayında sonuçlandı.
O günün şartları zordu, 2008 dönemi. Kapatma davası sürecini biz tek başımıza, adeta tırnaklarımızla bu sürece tutunarak, başta kimsenin umudu olmadığı bir süreci o günlere taşıyabildik. Kapatma davasının hemen öncesinde, Başbakan’la ilk görüşmemizin olduğu dönemlerde. O günlerde yaptığım her şey deşifre oldu. İstihbarat şubeye 2 yıl tek tayin yaptıramadım. İlk görüşmelerimde Başbakan’a, “partiyle ilgili kapatma davası geliyor, ciddi bir hazırlık var, açanlarda bunlar var.” dedim. Türkiye’de bütün mekanizmalar bir anda durdu, herkes oraya kilitlendi. AK Parti kapatılacak mı kapatılmayacak mı? O sürede Ergenekon’a karşı küçük bir dalga yapmışız ama biz de kapatma davasına kilitlenmiştik. Beklemeye başladık ve her geçen gün iş kötüye gitti. Kapatmanın kesin olacağı bir beklentiye dönüştü. O dönemde en az 1 sefer gittiğimi hatırlıyorum Başbakan’a. O dönemde Aydınlık grubuna yapacağımız bir operasyon engellendi. Başbakan’a arz ettim. Başbakan aynen bana şunu demişti, “2,5 leyhte oyumuz var.” O günün iktidarı bir üyeye %50 tesir etmiş. O dönemde Anayasa Mahkemesi 11 üye vardı. Operasyona odaklıyım, oradan çözeceğimize inanmışım, oradan bağlantıyı deşifre edersek, bunun etkili olacağını düşünüyordum. Dosyanın içeriğinin sağlam olup olmadığını soranlar oldu, ben anlattım öngörülerimizi. Ben de bu operasyonu harekete geçirdim ve ortaya çıkan gerçekler bizim öngörülerimizi teyit etti. 2,5 üye 5’e çıkıyor. Parti 6’ya 5 oy ile kapatılmaktan kurtuluyor. Sonuçta kapatmaya yetecek çoğunluk oluşmadı ve AK Parti kapatılmadı.
Ben bunları anlatırken utanan, mahcubiyet duyan bir insanım. Başbakan’ın yakınındaki beni çok iyi tanıyan insanlar o günler hatırlasınlar. Nasıl çırpındığımı hatırlasınlar. Başbakan “hepsi yalan” diyor da, “bu operasyonlardan haberim yoktu” demiyor, bana bilgi verilmedi demiyor. Eğer bu süreç böyle değilse, söyleyin, siz ne diyorsanız amin diyeceğim. Onu Allah biliyor başta.
En son Emniyet’teki tasfiyelere tepki Tunceli’den geldi. Tunceli Emniyet Müdürü Hayati Yılmaz, 2 yıldır devam ettirdiği görevinden istifa etti. “Canlar yerine camlar kırılsın” demişti. Siz tasfiye edilmediniz belki ama emeklilik dilekçesi vermek zorunda kalmıştınız.
Bu açıklamalar insanın yüreğini yakıyor. Geçmişte hukukumuz olan insanların bu sözleri üzüyor. Ben kaçmadım, emekli olmak zorunda kaldım. Şimdi yeni operasyon modası var. Hayretle izliyorum. Başbakan, “Yakında onlar görecekler” diyor. Bu kadar operasyon yaptım, hiç ilan etmedim. Öyle bir noktaya geldi ki, “Sizin hakkınızda operasyon yapacağız ha!” diyor, o noktaya geldi. Başbakan, liyakatsiz insanlara kalmış. En büyük talihsizliği bu, ülkenin. Başbakan’a sesleniyorum, sizi kandırıyorlar. Böyle bir şey olmaz. Dünyanın hiçbir yerinde davulla zurnayla operasyon yapılmaz. Operasyon olmaz. Koskoca Başbakan’ı ne hale getirmişler.
Görevde olmayan bir adamı ne demek açığa almak? Böyle bir uygulama yok. Şimdi Terör Şube Müdürü’nü açığa alıyorsunuz, benim duyduğum gerekçe doğruysa vay bu ülkenin haline? Nasıl gerekçeyle alınıyor biliyor musun, oradaki bilgilerin kamuoyuna sızmasında gerekli tedbirleri almadılar diye. Benim için de, onlar için de rüşvet tok, ahlaksızlık yok, işkence yok. El insaf! Ne var peki? Yalan, dolan, iftiradan başka ne var? Başbakan diyor, “Size gelince somut, bize gelince” diyor. Ben soruşturmadan kaçmadım, bu arkadaşlar da kaçmadı, delil karatmadı. Nedir bu baskı ya? Neden korkuyorsunuz? Anlamakta güçlük çekiyorum. Çocuğunu çoluğunu ihlal ederek hizmet ettiler bu ülkeye. Yazık! Gayretullah’a dokunur böyle şeyler. Bu arkadaşlarımıza karşı hassasiyetimin simgesi. O çocuklara kıyamıyorum.
AK Parti kapatma davasında nasıl denge değişti? Nasıl oldu da 2,5 üye 5’e çıktı? Hükümetle Genelkurmay arasında ya da Anayasa Mahkemesi arasında bir köprü oldu mu?
İşin doğrusu çok girmek istemiyorum. Benim orada vurgulamak istediğim şudur. Kim o dönemi incelerse, Aydınlık Operasyonu dışındaki hiçbir şey onun kadar tesiri olmamıştır.
“KCK soruşturmasında bazı operasyonlarda karşımıza hep MİT elemanları çıktı, Başbakan’a ilettim, o dönem hayret etti.” demiştiniz. 7 Şubat 2012 önemli bir kırılma oldu?
7 Şubat’ın ne olduğu ve ne olmadığı anlaşıldı bana göre. 7 Şubat fezlekesinde ne vardır. MİT yöneticileriyle ilgili benim bildiğim fezleke hazırlandı, Başbakan’a gönderildi. Şu an yeni MİT yasası, dünyada örneği olmayan bir düzenleme. İzahı mümkün olmayan bazı suçları, suç olmaktan çıkartan bir girişim bu. Yarın önünü alamayacağınız badirelerle karşı karşıya kalırsınız. Ciddi bir şey. Önleyici bir şey olmadığı gibi eyleme yönlendirici bir şey. Böyle bir istihbarat bilmiyorum ben. Niye engellemediniz. Madem biliyordunuz, bizi niye yordunuz bu kadar? 2007’de 25 tane canlı bomba yakalamışız. O bombalar patlasaydı başbakanın en önemli gündemi şehit cenazeleri olurdu. Durup düşünmek lazım. Çok mu anlaşılması zor şeyler söylüyorum. 7 Şubat’ta Başbakan’a, herhangi bir kuruma komplo yoktur. Keşke Türkiye bu noktalara gelmeseydi, ben de burada konuşmak zorunda kalmasaydım.
Böcek ve dinlemeler konusu. 2011’in Aralık ayı yanlış hatırlamıyorsam. Başbakanlık makamında bir dinleme cihazı bulundu. İddia o ki, karşıdaki Yargıtay binasına kadar gittiği. Bugün, böyle bir şey olabilir mi?
İstihbaratçı olarak bunu değerlendireyim. Etkili düzeyde kullanmış bir kişiyim. Teknik bir yönüm yoktur ama en üst düzeyde teknik kapasiteye sahip arkadaşlarla çalıştık. Bir sürü iddia var, bir tane gerçek yok. Yazık, günah. Bir tane, küçücük bir misal bulamaz mısınız, ortaya çıkmaz mı 2 yıldır? Şu böcek meselesi çok enteresan. Şimdi anlaşıldı, zamanında ben Başbakan’a anlatmaya çalışmıştım. Şu akıllı telefonların güvenilir olmadığını, bir dünya elektronik cihazın bu işlerde kullanılabiliyor. Böcek dediğiniz şey demode bir şey, biz kullanmıyoruz artık. O böceği bulan kişinin üzerinde durmak lazım. Böcek yeniden alınmak üzere konulmaz. Böcek demirbaş değildir, sarf meselesidir. Yerleştirirsiniz, sonra operasyon aşamasında denk gelir bulursanız alırsınız. Kaydı tutulmaz. Bir daha geri alamayacağınız bir şeyi, başbakanın ofisi, ki orada her türlü teknolojik cihaz var. Kim Başbakan’ın ofisine böcek koyar bu dönemde. Dünya bize gülüyor. Hangi ülkeye sorarsanız sorun, bütün istihbaratçılar “Eğer böyle bir böcek bulunduysa, bulan koymuştur” der. Çok kolaydır bunu bulmak. Bunlar yapılmamış. Savcılığa haber verilmemiş. Kimse inanmaz. Komik durumdur.
Bakın Selam Tevhid Kudüs Ordusu. Yargıtay’dan cezası onaylanmış ve terör ürgütü olarak tescillenmiştir. Adalet Bakanı diyor, “Biri selam demiş, diğer aleykümselam demiş Olmuş terör örgütü.”. Siz böyle mi bakıyorsunuz adalet mevzularına. Bu örgüt basite alınacak bir örgüt değildir. Bu konuları bilen bir insanım. Boş beleş işler için 3 yıl çalışılmaz.
http://www.zaman.com.tr/gundem_ali-fuat-yilmazerden-onemli-aciklamalar_2206533.html