ODTÜ hep direndi * ODTÜ’ye dokunan yanar * Commer’in arabası

ODTÜ hep direndi

Can Dündar
Milliyet 24 Aralık 2012

Teslim olmayan, korkmayan bir kampüs. Hocalarıyla, öğrencileriyle, eylemleriyle baş eğmeyen bir yapı… Tepkisini gösteren, gerekirse kavga eden, stadına ‘Devrim’ yazan bir üniversite. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını saklayan okul. Emperyalizme karşı verilen devrimci mücadelenin yüksek öğrenim yurdu. Burası ODTÜ… Bulaşanın hayır göremediği bir kurum…

16 Ocak 1971 gecesi ODTÜ Rektörü Prof.Erdal İnönü’nün Mebusevleri’ndeki evinin telefonu çaldı.İnönü telefonu açtı. Karşıdaki ses:

“- Ben Deniz Gezmiş’im” dedi.

İnönü bir kez Deniz Gezmiş’le karşılaşmıştı.Üniversitenin garajlar kısmında bir öğrencinin olay çıkardığını duyunca oraya gitmiş, karşısındaki uzun boylu parkalı gence “Ne istiyorsun?” diye sormuştu. Konuştuğu gencin Deniz Gezmiş olduğunu sonradan öğrenmişti.Telefonda yine “Ne istiyorsun?” diye sordu.

“Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?” dedi karşıdaki ses…
Ve telefonu kapattı.

O günlerde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ODTÜ yurtlarında kaldıkları, silahlandıkları söylentileri yayılmıştı. Üniversitede olaylar çıkmaya başlayınca, henüz 4,5 aylık rektör olan İnönü de yurtları kapatma kararı almış, bizzat gidip arama yapmış, İçişleri Bakanlığı’na başvurup kampüs çıkışında bir jandarma karakolu kurulmasını istemişti.Telefon kapanır kapanmaz alt kattan şiddetli bir patlama sesi duyuldu.İnönü’lerin iki katlı evlerinin giriş kapısı dinamitle havaya uçurulmuştu.

Önce irkildiler; sonra bu saldırının öldürme değil, korkutma amaçlı olduğunu, üst katta olduklarını teyit için telefon edildiğini fark ettiler.İnönü, o gece arayanın Deniz Gezmiş olduğuna hiç inanmadı.

ODTÜ her zaman devrimci öğrenci birliklerinin protesto gösterilerine sahne oldu. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını saklayan okul ODTÜ’de, rektörler ve öğretim üyeleri de çok zaman öğrencilerinin arkasında durdu. ODTÜ, eylemler nedeniyle defalarca güvenlik güçlerinin ablukasına alındı. Kampüste yaşanan polis-öğrenci çatışmalarında birçok kez kan da aktı.

4 bin kişilik kuşatma
Bu bombalamadan yaklaşık 1,5 ay sonra Deniz Gezmiş ve arkadaşları 4 Amerikalıyı kaçırdı. ODTÜ’de saklandıkları söylendi.5 Mart günü sabah 04.00 sıralarında 4 bine yakın asker ODTÜ’yü kuşattı. Rektörü uyandırdılar. İnönü yurtlara öğrencilerle görüşmeye gitti.Öğrenciler, “Arananlar burada değil, polisi yurtlara sokmayız” dedi.
Sabah 6’ya doğru çatışma başladı. İnönü, yeniden yurtlara gidip öğrencilere “Yapmayın” demek istedi, askerler mani oldu.Çatışmada ağır yaralanan Şener Erdal kan kaybından öldü.

Büyük kuşatma öğleyin askerin havan ateşi açma tehdidiyle sona erdiğinde 1i er, 1’i öğrenci olmak üzere 3 ölü, 30 yaralı vardı.Öğrenciler, devasa “Devrim” yazısıyla ünlü stadyuma hapsedilip teker teker sorgulandı.50 öğrenci tutuklandı. ODTÜ yetkilileri için tahkikat açıldı; İnönü savcılığa çağrıldı.Yurtlarda Amerikalılar bulunamadı; 5 tabanca çıktı.Haber duyulunca ülkedeki diğer üniversiteler ayağa kalktı.AP Hükümeti denetimindeki Mütevelli Heyeti, öğretim üyelerinin oluşturduğu Akademik Konsey’i lağvetti, üniversiteyi kapattı. Rektör Erdal İnönü de 10 Mart’ta istifa etti.2 gün sonra Hükümet, bir askeri muhtıra ile devrildi.

Ajanın misyonu bitti
Bu olayları bizzat rahmetli Erdal İnönü’den dinlemiştim.Öğrencilerin okul yönetiminde yer almasından yanaydı, ama şiddete bulaşmalarına karşıydı. Çatışmaları engellemek için elinden geleni yapmış, başaramamıştı.

12 Mart’tan sonra savcılık tarafından ifade vermeye çağrıldığında ise kırılmış, kendi deyimiyle “meyus” olmuştu.Asıl ilginç belge yıllar sonra Dev-Genç ana dava dosyasından çıktı (Bkz: Nuri Çalışkan, “ODTÜ Tarihçe”, Arayış, 2002, s. 121):

MİT Müsteşarı Nurettin Ersin, askeri savcılığa gönderdiği bir yazıda “ODTÜ öğrencisi Eyüp Temeltaş, teşkilatımızın istifade ettiği bir kimsedir” diyor, takibat dışı bırakılmasını istiyordu.Temeltaş, o işgalde jandarmaya ateş açtığı iddiasıyla tutuklanan öğrencilerden biriydi. MİT’in yazısından 2 gün sonra salıverildi.

Başka kapıya!
40 sene sonra ODTÜ geçen hafta bir kez daha bir güvenlik işgali yaşadı.Yine protesto etti; yine çatışma çıktı.Yine bir öğrenci ölümcül yara aldı, öğrenciler tutuklandı, diğer üniversiteler ayağa kalktı.
Ve yine Başbakan, -tıpkı 12 Mart’ın Başbakanı gibi- üniversiteyi isyan çıkmış bir cezaevi gibi kuşatarak savaş alanına çeviren güvenlik güçlerini değil, öğrencileri ve onları yetiştiren öğretim üyelerini suçladı.

Bu kısa tarihçeden alacağımız iki ders şudur:
Öğrenciye şiddet, ülke için felakettir.ODTÜ,aşırı güçle dize getirilemez. Oraya kışla kapısından değil, ancak öğrencinin kalbinden girilebilir.

Hasan Tan da hocaları suçlamıştı
Prof. Hasan Tan da Başbakan Erdoğan’ın cümlesini kurmuştu bir zamanlar:
“Öğrencileri öğretim üyeleri kışkırtıyor” demişti.

1977 yılıydı.
Milliyetçi Cephe Hükümeti, ODTÜ’yü dizginleyebilmek için rektörlüğe, Aydınlar Ocağı Yönetim kurulu üyesi, MHP’li Hasan Tan’ı atamıştı.Öğrenciler boykota gitti.Tüm dekanlar, bölüm başkanları istifa etti.Hasan Tan,“Beni istemeyenler sol mihraklardır”diyerek okulu kapattığını açıkladı.

ODTÜ bir kez daha 2500 jandarma ile kuşatıldı. Yine gergin saatler sonucu 3 bin öğrenci yurtlardan çıkarıldı, arama yapıldı.Tan, okuldaki sendikalı işçileri kovup 150 ülkücüyü işe aldı.Bu karar, çatışmaları hepten artırdı.

Haziran 1977’de bir öğrencinin okul girişinde jandarma tarafından öldürülmesinin ardından Hasan Tan istifa edip yurtdışına gitmek zorunda kaldı.

COMMER OLAYI
‘ODTÜ’ye dokunan yanar hocam!’
ODTÜ’deki 5 Mart işgalinin bir başka ilginç detayı,Amerikan Senatosu’ndaki tartışmadır.Olaylar büyüyünce Senato’dan Robert Byrd, ODTÜ’ye yapılan yardımın kesilmesini istemişti.“Amerikan vergi mükellefinin parasının Amerikan aleyhtarı genç devrimcilere gitmesini anlamak güçtür” demişti.

Gerçekten de ODTÜ, Amerika’nın önayak olmasıyla kurulmuş bir üniversite olarak yıllarca Amerikan emperyalizminin en dişli muhaliflerinden oldu.Yeni kuşaklar bu direnci, kampüs içindeki Amerikan fast food restoranına yönelik tepkiyle hatırlıyor olabilir.

Ancak bu muhalefetin simge eylemi ABD Büyükelçisi Commer’in arabasının yakılışıdır.Vietnam’da CIA adına görev yaptıktan sonra 1968 sonunda Ankara’ya elçi atanan Commer, protestolarla karşılanmıştı.

Benzin deposuna kibrit
Atandıktan birkaç gün sonra, 6 Ocak 1969 günü ODTÜ’yü ziyaret cesaretini gösteren Büyükelçi, Rektör Kurdaş’la yemekteyken arabasının yanmakta olduğunu öğrendi.Zırhlı aracı taşlayıp tahrip edemeyen öğrencilerden Hüseyin İnan, Sinan Cemgil’in atkısını arabanın benzin deposuna sarkıtmış ve kibriti çalmıştı.

ODTÜ’lüler, yanan aracın önünde hatıra fotoğrafı çektirdiler.Sonradan okul kapatıldı.7 öğrenci tutuklandı.ODTÜ’deki tüm dernekler bunu bir bildiriyle protesto etti; bildiriye imza atanlar arasında “ODTÜ Ülkü Ocağı” da vardı.Öğrenciler ilk duruşmada serbest kaldı.

Commer 4 ay sonra elçiliği bırakıp ABD’ye dönmek zorunda kaldı.Rektör Kurdaş ise o yılın kasımında istifa etti.

Tarih ve tekerrür
Geçen hafta Başbakan’ın 3 bin polisle ODTÜ’ye girmesi ve kampüsün gaza boğulmasıyla, üniversitenin maceralı tarihine yeni bir baskı sayfası eklenmiş oldu.Ama o tarihi bilenlerin açıkça görebileceği gibi, ODTÜ’ye bulaşmak, yöneticilere pek hayır getirmemiş, buna karşın ODTÜ’nün üniversiteyi savunma azmini ve özgür üniversite direncini perçinlemiştir. *1*

Robert Commer

Commer’in arabasına dokunan yandı

Amerikan Büyükelçisi Robert Commer’in arabasının ODTÜ’de yakılması hadisesi hiç şüphesiz 68 kuşağının sembol eylemlerinden biri, hatta ilk akla geleni

Yakılan arabanın parçalarını ‘hatıra’ niyetine saklayan ‘devrimciler’ için nostaljiden ibaret olan Commer vakası, Tuncay Çelen için hâlâ çözülmesi gereken bir muamma. 6 Ocak 1969’da gerçekleşen olaya bizzat katılan ve ilk gözaltına alınan isim olan Çelen, olay sırasında üniversitenin dışında gösterilere müdahale etmek için bekletilen askerlere ve yangını filme alan kameraya dikkat çekiyor.

Öğrencilerin beklediği fırsat ayaklarına kadar gelmişti. ‘Cadillac’ marka otomobili, üniversitenin rektörlük binasının önünde park eder halde bulduklarında gözlerine inanamadılar. Fırsat bu fırsattı. Bütün ekibe haber salındı. Okulun hızlı devrimcileri hemen arabanın etrafında toplandı; Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, İrfan Uçar, Halil Çelimli, Yusuf Aslan, Tuncay Çelen, Mehmet Akın Atauz, İbrahim Seven, Ulaş Bardakçı, Mete Ertekin, Sait Big, Seçkin İnceefe, Serdar Haybat ve Mustafa Taylan Özgür. Önce ‘Cadillac’ın camları kırıldı, ters çevrildi ve sonra da ateşe verildi.

6 Ocak 1969’da ODTÜ’de meydana gelen Amerikan Büyükelçisi Robert Commer’in arabasının yakılması hadisesi öğrenci hareketleri içinde ‘sembol bir vakıa’ olarak tarihe damgasını vurdu. Ancak ‘Commer’ olayına katılan ve ilk gözaltına alınan isim olan Tuncay Çelen, geriye dönüp baktığında karşısına çözülmesi gereken birçok soru çıktığını söylüyor. Aradan geçen yıllar eylemin akabinde gelişen olaylarla ilgili kafasındaki soru işaretlerini daha da artırmışa benziyor. Eylemin haklılığı üzerinde ne kadar sık vurgu yapsa da olayın gereğinden fazla abartıldığını savunuyor. Böyle düşünmesi çok doğal. Çünkü olayın ardından gözaltına alınıp hapse atılan Çelen, araba yakma hadisesi yüzünden ‘iki ülke ilişkilerini zedelediği’ gerekçesiyle idamla yargılanmış.

‘Büyükelçiye zarar vermeyecektik’

Kasım 1968’de Ankara’ya Amerikan büyükelçisi olarak atanan Robert Commer’in arabasının yakılacağı önceden belliymiş aslında. Commer, bir nevi bile bile lades demiş ODTÜ’yü ziyaret ederek. Daha Ankara Esenboğa’ya gelişinde ODTÜ’lü öğrenciler tarafından yumurtalar ile karşılandığından helikopter ile havaalanından kaçırılmış. Bu olaydan yaklaşık iki ay sonra zırhlı ve gösterişli siyah ‘Cadillac’ı ile ODTÜ’yü ziyareti, kendisine diş bileyen devrimci öğrenciler için beklenmedik bir fırsat oluşturmuş. Yani Commer’i gökte arayan devrimciler, arabasını birden burunlarının dibinde buluvermiş. Bu fırsat kaçar mı? Bir anda arabanın etrafı öğrencilerle sarılmış. Makam şoförünün anahtarı öğrencilere teslim etmemesi üzerine araba önce taşa tutulmuş sonra camları kırılmış.

ODTÜ efsanevi rektörü Kemal Kurdaş 1960- 2006

Çelen, “Aklımızda bu arabaya ne yapacağımız konusunda herhangi bir fikir yoktu. Her şey spontane gelişti. Araba ters çevrildi. Benzin akmaya başlayınca Hüseyin İnan (6 Mayıs 1972’de Yusuf Arslan ve Deniz Gezmiş ile birlikte idam edildi.), Sinan’ın (Cemgil, 31 Mayıs 1971’de güvenlik kuvvetleri ile girdiği silahlı çatışmada öldürüldü.) boynundaki kaşkolu, benzine bulayarak arabayı ateşe verdi. Elçinin gelmesi zaten bir provokasyondu. ODTÜ’ye gelme amacı bizi kışkırtmaktı. Zaten büyükelçiye zarar vermek gibi bir kastımız da yoktu.” diyor. Çelen, bu savında haksız sayılmaz. Nitekim Commer, ODTÜ’ye gelmek için okulun en yoğun olduğu öğle vaktini seçmiş. Olayın vuku bulduğu saatlerde İçişleri Bakanı Faruk Sükan ile ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş’ın aralarında geçen diyaloğa dikkat çekiyor. Kurdaş, 1998 yılında ‘ODTÜ’lü Yıllarım’ adı altında yayınlanan anılarında olay gününü şu cümlelerle aktarıyor: “O sırada (öğrenciler arabayı yakarken) telefon çalıyor, arayan İçişleri Bakanı Faruk Sükan: ‘Sefiri kandırıp oraya yemeğe davet ettin, tuzağa düşürdün, arabayı yaktırdın. Bütün gücümle üniversiteye giriyorum. Karşıdaki benzin istasyonunda 250 polisim bekliyor.”

Ancak Kurdaş, Sükan’ın üniversiteye girişine izin vermemiş. Olay günü akşamı ile tekrar içişleri bakanı ile görüşen rektör, bu sefer hadise ile ilgili olarak Sükan’ı suçlamış: “Şu kanıya vardım ki arabayı siz yaktırdınız. Maksadınız polisi üniversiteye sokup, bir çatışma çıkartmak, kan akıtmak, olayı büyütmekti. Tertipçisi sizsiniz.”

İçişleri bakanı Dr Faruk Sükan

Faruk Sükan, 1973-1980 arası CHP İzmir milletvekili olarak görev yapan Süleyman Genç’in ‘Kuşatılan Devlet Türkiye’ adlı kitabında, Ülkü Ocakları mensuplarının Özel Harp Dairesi’nin ‘Halk Gönüllüleri’ olmasında rol oynayan kişi olarak tarihe geçmişti. Aynı Sükan, birbirlerine kasten düşürüldükleri kuşkusu sonradan etlenip kemiklenen, ‘gençler arasındaki sağcı-solcu çatışmaları’ için, Meclis kürsüsünden şu ünlü sözünü sarf etmişti: “İt, ite kırdırılıyor…”

Olay kameraya çekilmiş, ortada görüntü yok

Çelen, üniversitede hazır bulunan sivil polisler ve dışarıda üniversiteye girmeyi bekleyen askerlere dikkati çekerek “Commer’in gelişini rektörün herkesten gizlemesine karşılık büyük bir hadise bekliyor olmalılar ki böyle bir hazırlık yapılmış. Eğer askerler üniversiteye girseydi kan akardı. Olay bir üniversite görevlisi tarafından da kameraya alınmış. O yıllarda kamera herkeste yoktu. Ancak rektör bunu kendisinin de izlemediğini söyledi. Eğer rektör izlemedi ise bu görüntüler kimin elinde? Olay çıkacağı belli ki birileri kamerayı bile hazırlamış.” diyor. Çelen’in garibine giden bir diğer konu, öğrenci birliğindeki sosyal demokratların yarım saat gibi kısa bir zaman dilimi içinde aleyhlerinde bildiri yayınlaması. Ali Dinçer’in (CHP’li Ankara eski Belediye Başkanı ve Devlet eski Bakanı) elindeki bildirileri görünce, bildirilerle birlikte kendisini havuza atmışlar.

Çelen, olayın meydana geldiği gece Seçkin İnceefe ile birlikte evlerinden alınarak tutuklanmış. “Neden başkaları değil de ilk akla gelen isim siz oldunuz?” sorusunun cevabını kendisi de bulamamış. Nöbetçi 5. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından “iki devlet arasındaki dostane münasebetleri bozmak ve kasden otomobil yakmak” suçlarından yargılanmışlar. Bu durumda savaş olursa idam olmaz da müebbet hapis yatıyorsunuz. Fakat daha ilk duruşmalarında tahliye olmuşlar.

Commer olayının ABD ile ilişkileri nasıl etkilediğinin Türk Dışişleri tarafından ilgili ülkeye sorulmasını talep etmiş gençlerin avukatı. ABD Dışişleri de olayın iki ülke arasında ilişkilerini pekiştirdiğini bildirince dava düşmüş. Sadece araba yakmaktan yargılanmışlar. Mahkeme iki gençten ‘Cadillac’ın parasını tazmin etmek istemişse de bir kuruş ödememişler. Üç ay sonra iki genç tahliye olmuş. Davaya bakan ağır ceza hakimi de çok geçmeden istifa ederek avukatlık yapmaya başlamış. İlk iki gün basın tarafından vatan haini ilan edilmişler. Sonra bu hava kırılarak tersine dönmüş ve bu sefer ‘vatansever’ olmuşlar. “İlk günlerdeki hava devam etseydi bizi kesin asarlardı.” diyor.

Çelen’in cezaevi günlerine yönelik ilginç bir anısı da var. Cezaevindeki dördüncü günlerinde daha önce hiç görmedikleri avukatlar kendilerini ziyarete gelmiş. Avukatlardan birisi Çelen’e “Uzattığımız dost elidir, tutun.” diyerek elini uzatmış. Çelen, bu eli reddettiklerini söylüyor. Sebebi ise açık: “Bu avukatlar bize yardımcı olacaklardı hiç şüphesiz. Karşılığında da biz derin devlete çalışacaktık.” Bu eli Çelen reddetti. Peki ya reddetmeyenler…

Robert Commer’in adı Vietnam ile anılıyordu

Parker Hart’tan boşalan ABD’nin Ankara büyükelçiliğine, Güney Vietnam’da ‘barışı koruma programı’ müdürü olan CIA ajanı Robert Commer’in getirilmesi özellikle sol görüşlü öğrenciler arasında büyük tepki oluşturdu. Çünkü öğrenciler Commer’in Vietnam’daki uygulamalarını yanlış buluyordu. Haksız da sayılmazlardı. Commer’in programına göre 15 milyonluk Güney Vietnam halkının yüzde 90’ı, 11 bin stratejik köye veya dikenli tel ve mayınlarla çevrilmiş kamplara toplanmıştı. Sahra Kuvvetleri, Eyalet Keşif Birlikleri adı altında yaratılan ‘korucular’, ‘Özel Şube’ adıyla anılan işkence merkezleri, zindanlarda başlatılan ‘pişmanlık’ kampanyaları ve stratejik köy ya da toplama kampları, Commer’in döneminin başlıca uygulamalarıydı. Kasım 1968’de Türkiye’deki Amerikan Büyükelçiliği’ne atanan Commer’i Esenboğa Havaalanı’nda karşılamaya gelenler arasında ODTÜ’lü öğrenciler de vardı. Bu yüzden havaalanı binasına uğratılmadan, iniş pistinin ucundan alınarak gizlice şehre götürüldü. Kısa süren Türkiye macerası 7 Mayıs 1969’da sona erdi. 78 yaşında, 9 Nisan 2000’de ‘felç geçirerek’ hayata gözlerini yumdu. *2*

30 Ocak 2006 Pazartesi

*1* http://gundem.milliyet.com.tr/odtu-hep-direndi/gundem/gundemyazardetay/24.12.2012/1645922/default.htm
*2* http://www.haber10.com/haber/160

This entry was posted in EĞİTİM, EMPERYALİZM, FAŞİZM, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *