KUŞATILAN TÜRKİYE’NİN ALTINI OYANLAR
SÜLÜK
Sülük şekillendirmede
Yeni dünya düzenini
Adı Freedom House
Projeler sunmada
Orta-Doğu’da gözleri
Amaç Mezopotamya
Bu uğurda feda olmalı
Kan revan Orta-Doğu
Ne Lübnan, ne Suriye
Kalmalı oralarda
Irak zaten ortada
Günden güne olmalı
Adım adım bölünmeli
Ulus devlet yok olmalı
Ama kendi ulus kalmalı
Buna sessiz kalan sülükler
Yarın parçalanmayı bekler
Nükleer güç el değiştirdi
Baş sülük bundan delirdi
Şimdi kendi zora düştü
Bir Katerina başa üşüştü
Orta-Doğu’da kan durmaz
Orası parçalanmadan olmaz
Buna ‘dur’ diyecek güç var
Koca bir haritayı paylaşmaktalar
Sovyetlerden Endonezya’ya
Yeni yeni palazlanmakatalar
Tek kutuplu kalınmaz artık
Olmasın dünyanın sonu karanlık
Amin!!!
12/09/2005
Birsen Şahin
TÜRKİYE KUŞATILDI
Yirmisekiz Şubat’ın ikinci yılında Prof. Dr. Bülent Tanör’le konuşmuştuk. TÜSİAD’daki odasında yaptığımız o görüşmede Tanör, bir aydının istemediği bir seçimi yapmaya zorlanmasından duyduğu sancıyı şöyle ifade etmişti: “28 Şubat bazılarımızı bir nefis muhakemesine sevk etti. Cumhuriyetçi miyiz, demokrat mı? Bu açmaz her birimizin içinde az ya da çok vardı. Biz cumhuriyetçi demokratlar olarak biliyoruz ki, irtica düzeni salt laikliğin değil, demokrasinin de düşmanıdır. Dolayısıyla 28 Şubat, demokrasi lehine yapılmış bir tercihtir. İşin maddi yapısı itibariyle tavrım kesindir ve budur. Ancak demokratlar için sıkıntı, 28 Şubat kararlarının hükümetten değil, MGK’dan çıkması noktasında başlıyor. Bu durum demokrat ruhları sancılandırıyor.
ON YIL SONRA AYNI SANCI
Tanör’ün, 28 Şubat 1999 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetinden yayınlanan bu sözleri, “Bence 10 yıl sonra Türkiye ayrılıkçı ve irtica tehlikesini atlatacak. Demokrasi sivilleşerek, normalizasyon başlayacak. Demokrasi mi, cumhuriyet mi çelişkisini yaşamaktan kurtulacağız” diye bitiyor.
Ünlü Anayasa hukukçusu Bülent Hoca’nın tarihe not düşen bu tespitinin üzerinden yedi buçuk yıl geçmiş. Ve biz 28 Şubat’ı bırakmış, şimdi 2 Ekim’i tartışıyoruz. Ama çelişki, hâlâ aynı çelişki… Hâlâ aynı bocalama, aynı ruh sancısı… Toplumsal Saydamlık Hareketi Derneği (TSHD) Başkanı Erciş Kurtuluş’un anlattıklarını, iddialarını, iç dökme halini dinlediğinizde neyin tekerrür ettiğini daha iyi anlayacaksınız:
Sizin derneğin, Büyükanıt’ın hışmına uğrayan TESEV’le (Türkiye ve Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı) ne alakası var?
Aslında bizim dernek, TESEV’in bir yan kuruluşu gibi kurulmak istenmiş. Uluslararası Saydamlık Örgütü’nün (Trancperancy International-TI) Türkiye masası şefi Türkiye’ye geldiğinde, “Burada da böyle bir dernek kurmak istiyoruz” diye TESEV’le görüşmüş. Bunun üzerine TESEV, konuyu Eski TÜSİAD Genel Sekreteri ve eski bir maliyeci olan Ertuğrul İhsan Özol’a iletmiş. Özol, ben ve bazı maliyeci arkadaşlarıma gelip, öneride bulundu. Böylece dernek 1996’da kuruldu. Biz o zamanlar TESEV nedir, bilmezdik. Fakat benim 1999’da başkan olmamdan sonra aramızdaki farklılıklar ciddi bir şekilde su yüzüne çıktı.
DİSK’İ KAFAYA ALDILAR
Neydi farklılık?
Biz daha bağımsızlık yanlısıydık. Özol kanadı ise TESEV’in bir alt kuruluşu gibi hareket etmemiz eğilimindeydi. Biz buna itiraz ettik.
Nesine itiraz ettiniz?
Ben bunu altı senedir söylüyorum; Büyükanıt 2 Ekim’de söyledi: TESEV kesinlikle bir sivil toplum kuruluşu değildir. Dışarıdan finanse edilen, emir alan, kendine özgü bir kuruluştur.
Sizin iddianıza göre TESEV nereden emir alıyor?
Tepede tüm dünyada etkili olan bir network var. Bu ağ Soros, Dünya Bankası, AB ve CIA’nın güdümündeki National Endowment for Democracy’den oluşuyor. Bunlar her ülkede güdümlü sivil toplum kuruluşlarıyla çalışır. Türkiye’deki örgütleri Helsinki Yurttaşlar Derneği, Tarih Vakfı, TESEV ve TEPAV. Bunların hazırladıkları bir ajandanın bile bedeli neredeyse bizim yıllık bütçemiz kadardır. Mesela Sayıştay’da iki-üç kişi vardır, TESEV’in her konferansında konuşmacıdırlar. Hazine’de de bu tip iki isim vardır. Bazı akademisyenler medyada hep ön plana çıkarılırlar. Aralarından kimilerine parti bile kurdurulur. Bunlar hep Soros’un paralarıyla olur. Medyada da ne yapıp edip TESEV’den söz eden bazı yazarlar vardır. Türkiye’de Soros’un etkisinde 150 kişi ve kuruluş bulunuyor. DİSK’i bile kafaya aldılar. Güdümleri altına alamadıklarını da “kötü çocuk” ilan ederler. Mesela bizi yılbaşından bu yana TI’dan atmaya çalışıyorlar.
TI’yla ne alakaları var?
TI’ın iki yüzü var; biri temiz yüzü, diğeri kirli yüzü. Belirli ülkelerde kurulmuş chapter’larda (bölüm) hakikaten iyi niyetli insanlar çalışıyor. Ama bir de, özellikle eski SSCB ülkelerinde, tamamen George Soros tarafından kurdurulmuş, bir nevi ileri karakollar var. Bunların görevi saydamlık ve yolsuzlukla mücadele adı altında Soros’un isteklerini yerine getirmektir. Bizi de bunlardan biri yapmak istediler, ama biz olmadık. Bu yüzden TSHD’yi TI’dan aforoz etmek istiyorlar. Ama çıkaramayacaklar tabii. Çünkü skandal olur.
SOROS’UN PARASIYLA…
Sizce Soros niye saydamlık, yolsuzlukla mücadele örgütleri kurduruyor?
Bu örgütler Soros’un prestij maskesi. Ukrayna’da Amerikancı bir hükümet getirmenin en kolay yolu, kamuoyunda temiz toplum, yolsuzlukla mücadele sloganlarını yaymaktı. Soros bunu sivil toplum örgütleri aracılığıyla Ukrayna’da başardı. Aynı şeyi Gürcistan’da da yaptı. Bunlar hep Soros’un paralarıyla oldu. Mesela biz burada TSHD için bir sekreter dahi tutamıyoruz ama Azerbaycan’daki chapter’da 15 kişi çalışıyor. Çünkü onların yüksek ücretlerini George Soros karşılıyor.
Peki Azerbaycan’da niye darbe olmadı?
Çünkü orası çok ortada. SSCB’nin etkisi hâlâ devam ediyor. Ama Türkmenistan’da Soros’un bütün faaliyetleri yasaklandı. Rusya’da yasaklandı. Rusya geçen yıl, “Yabancılardan para alarak sivil toplum kuruluşu kurulamaz” diye özel bir yasa çıkardı. Bence bizde de yasaklanması gerekiyor.
İnsanı zorla militarist yaparlar
Türkiye’de de yolsuzlukla mücadele sık sık dile getirilir. Bunların arasında sizi hiç “Bu Soros’un işi, darbe geliyor” diye endişelendiren bir kampanya oldu mu?
Endişeliyim, çünkü Türkiye’ye de gelmeyi çok istiyor. Bütün derdim bu zaten. O yüzden ben Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın da aynı çaresizliği yaşadığını görebiliyorum. Büyükanıt, çıkıp orduyu korumak zorunda kaldı. Çünkü Silahlı Kuvvetleri izole etmeye çalışıyorlar ve artık bıçak kemiğe dayandı.
‘KAPATIRIM’ DEDİM…
Peki tüm bu söylediklerinizi niye şöyle düşünmeyelim: Bu ülkede gerçekten de askerin siyasetten çekilmesi gerekiyor. TESEV bunu söylemeye cesaret ettiği için şimdi herkes ‘Soros’cular’ diye onların üzerine gidiyor. “Pekâlâ, böyle de bir yorum yapılamaz mı?
Bakın, bu münferit bir olay olsaydı, yüzde yüz haklısınız. Ama kendimizden örnek vereyim: “Kötü çocuk” sınıfına konmazdan önce, bizim derneğe 15 günde bir büyükelçiliklerden, yabancı derneklerden temsilci gelirdi. 10 sorudan 9’u Ermeni, Patrikhane, Kürt meselesi ve askerle ilgilidir. Her seferinde kendilerine “Parametrelerimiz yolsuzlukla ilgilidir. Sadece bunlarla ilgili sorularınıza yanıt veririz” dedim. Hatta ABD Büyükelçiliği’nden son aranışımda, “Ordu hakkında soru soracaksanız kapatacağım” demek zorunda kaldım.
“Nedir bu asker sevgisi” diye sordular mı size?
Soramazlar, çünkü ben zaten zamanında ordu tarafından tasfiye edilmiş biriyim. 42 yaşında emekli olan bir Muhsin Batur vardır, bir de ben. 17 yaşındaki oğlumu ordu hapse koydu. Askeri savcı haber gönderdi; “Onları baba-oğul düz duvara tırmandıracağım “ diye… Oğlum Dev-Genç davasından iki yıl Mamak’ta yattı, idamla yargılandı. Yani benim orduya hiçbir minnet borcum yok. Ama şimdi niye böyle bakıyorum? Bunu yabancı temsilcilere, her fırsatta anlattım: “Türkiye’de ordu saf dışı edilirse, burası altı ay içinde Irak’a döner. Zaten yüzde 30 oranında Iraklaştık da… Üstelik Irak’ta bir Saddam vardı, bizde her biri bir köşeyi kapmış beş Saddam var. Eğer bu ülkeye bir katkı sağlamak istiyorsanız askerle uğraşmayı bırakın, parti liderlerinin antidemokratlığıyla uğraşın. Milletvekillerini biz değil, beş tane Saddam seçiyor “ dedim.
Aslında demin anlattıklarınız birden İlhan Selçuk’u hatırlattı. Onun için de “Cuntanın elinde o kadar işkence gördü, şimdi niye orduyu savunuyor” diye sorulur? Çünkü biz ülkemizi çok seviyoruz. Aslında gerçek liberaller, gerçek demokratlar ve gerçek hümanistler biziz. Amerikalıları değil, ama Amerikancıları sevmiyoruz. Bizim konumumuz budur.
Acaba “işbirlikçi” dedikleriniz olmasaydı, siz de askeri bu kadar savunuyor olmayabilir miydiniz?
Gayet tabii savunmazdık. Bunu herkes söylüyor; o gücün Türkiye’de karşısında tek engel asker kaldı. Askerler de olmasa 24 saatte Türkiye’ye istedikleri yönü verecekler.
Bunu sordum, çünkü sizi dinlerken hep şunu düşündürttünüz; aslında Büyükanıt’ın konuşmasında sizin de eleştireceğiniz şeyler var; ama ele güne fırsat vermemek için bunu yapmıyorsunuz?
Mutlaka var; çünkü benim gibilerin militarist olması mümkün değil. Ama insanı zorla militarist yapıyorlar. Mesela ben şu anda “Genelkurmay niye Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı değil?” diyeceğim, ama bu lafı ağzıma alamıyorum. Çünkü defansif bırakıyorlar bizi. Sonuçta yurdumun geleceğini düşünmek zorundayım. Sosyal demokrat bir insanım. Gençliğimizde benim için “Bürokrasinin Deniz Gezmiş’i” derlerdi. Mehmet Dülger’in bugün söylediğini 25 yıl önce söylemedim, yaptım: 80 bütçesi bağlanmadan önce “Askerin bütçesini de göreceğim, yoksa altına imza atmam, bütçeyi Komisyon’a göndermem, siz de Anayasa suçu işlersiniz” diye 5 yıldızlı, 5 generali Maliye’ye getirtmiş biriyim. O malum yazarlara; benim gibilere kafatasçı, kızıl elmacı diyorlar. Yurtseverlere devamlı hakaret ediyorlar.
Ama yurtseverler cephesinde de bir toz duman, bir ifrata kaçma hali yok mu?
Var, bu karışıklığın sebebi de şu: Sosyalizmle milliyetçilik birbirine ters şeyler değildir. Dünyanın en milliyetçi toplumlarından biri Ruslar, diğeri Bulgarlardır. Bizde sosyalistlerle milliyetçiler hep birbirlerine karşı bir fobiyle yaklaştılar. Bunun böyle olmadığı yeni anlaşıldığı için şu anda kavram karmaşası yaşanıyor.
Ve bu karambolde bir bakmışsınız; Kemal Kerinçsiz’le aynı kefede tartılıyorsunuz?
Evet, karşı taraf aynı kefeye koyuyor ama alakam yok. Sade bir yurtseverim, o kadar. Kimsenin günahını almak istemem, ama Kerinçsiz de mi kullanılıyor, bilmiyorum. Çünkü aklı başında hiç kimse gidip de mahkeme basmıyor. Fakat bunlar çok organize. Türkiye’yi asıl bunlar zor duruma sokuyor.
FERYATLARI BU YÜZDEN
Siz aslında yasakları savunmuyorsunuz. Sosyal demokrat biri olduğunuza göre tartışmayı, Türkiye’nin tabularını yıkmasını da istiyorsunuz. Peki o zaman TESEV’in Almanak yayınlamasına niye karşı çıkıyorsunuz?
Bu ülkede isterlerse Kürt haklarının savunulması derneğini kursunlar, isterlerse de Süryanilerin ibadet haklarının genişletilmesi derneğini… Bunların hiçbirine bir şey demeye hakkımız yok. İçindekilere katılmamakla birlikte o Almanak’ın yayınlanmasına da karşı çıkamam. Ama ben bunların, arkalarına başka gizli güçleri alarak ve onların güdümüyle yapılıyor olmasına karşı çıkarım.
İyi de onlar da bu ülkede yaşıyor. Bu ülkeye bir şey olması onları da etkilemez mi?
1918’de İstanbul işgal edildiğinde İstanbul burjuvasına hiçbir şey olmadı. Onlara da olmaz.
Sanki sizin cepheyi hep ”kaybedenler“, ”tutunamayanlar“ cephesi gibi görüyorsunuz?
Doğru, hepimiz 12 Eylül’de kaybettik. Ama demek ki bazılarımızın karakterinde oportünistlik varmış. Özal’ın son zamanları, 90’ların başında bunu gördük. Meğer Sovyet sisteminin varlığı hepimizin arasında çok ciddi bir balans ayarı yapıyormuş. O çökünce denge bozuldu. Bizler onların yanında enayi kaldık.
O zaman bu tabloda Büyükanıt’ı nereye koyuyorsunuz?
Paşa’nın 2 Ekim konuşması bir çığlıktı. Çünkü kaybetmeyen, yani aramızda ‘loser’ (Kaybeden) olmayan bir tek asker kaldı. Ama onlar da kuşatılmış vaziyette. Feryatları bu yüzden.
3N+1K
KİM: Erciş Kurtuluş, 68 yaşında. Bayburtlu. Mülkiye mezunu. 1966-68 yılları arasında George Washington’da master yaptı. Dönüşünde Türkiye’nin önemli sorunlarından personel reformu üzerine çalışmaya başlayınca bürokrasinin ünlü isimleri arasına girdi. 1980 darbesi olduğunda Maliye Bakanlığı’nda müşavirdi. Dilekçesini verip, ayrıldı. 1982’de Vega Denetim ve Danışmanlık Şirketi’ni kurdu. Dünya Bankası ve IMF’ye kamu harcamaları konusunda danışmanlık yaptı, başarılı projelere imzasını attı. “Ancak bu derneğin başına geçtikten sonra buralardan aforoz edildim. Asılsız bir yolsuzluk iddiası nedeniyle de şirket faaliyetlerinden iyice uzaklaştım” diyen Kurtuluş, 1999’dan bu yana Toplumsal Saydamlık Hareketi Derneği’nin Başkanı. Kurtuluş’un eşi Amerikalı, üç çocuğu da uzun yıllardır yurtdışında yaşıyor.
NEDEN: Aslında Kurtuluş’la görüşmeye giderken amacımız Türkiye’nin rüşvetçi ülkeler listesinde 4’üncü sıraya oturmasını konuşmaktı. Ancak umulmadık bir şekilde karşımıza Büyükanıt’ın mimlediği TESEV konusu çıktı. Biz de yolsuzluğu bıraktık, TESEV’i ve gerisini konuştuk.
NE ZAMAN: 6 Ekim, Cuma.
NEREDE: Kurtuluş’un İstanbul’daki ofisinde.
SOYLESI – ATTILA ILHAN
İşin Ucu ‘Nereye’ Dayanırdı? 22 Ocak 2001
Bu ve bundan sonraki birkaç ‘Söyleşi’ de, okuyacağınız her satır; aktarılan her bilgi; her türlü tartışmaya, tanıklığa ve açıklamaya, -hatta, ‘mesnetli’ olmak şartıyla, ‘tekzib’ e- açıktır; aslında bu tartışma, bir çeşit ‘düşünceye davet’ işlevini taşıyor.
İddia/1. Mustafa Yıldırım, ‘Şifre Çözücü/ Project Democracy’ başlıklı yazısında diyor ki: ”… Türkiye ‘ye gelince, -durumu ‘anlamak’ için- çevrenizdeki partilere bağlı ‘vakıflar’ dan ya da, sözde ‘bağımsız’ vakıflar’ın ‘sivil toplum örgütü’ denen NGO ‘ların; üniversiteler’in, özellikle ‘sosyoloji’, ‘uluslararası ilişkiler’, ‘kamu yönetimi’ -eski adıyla ‘mülkiye’- bölümlerindeki akademisyenlerin, öğrencilik kökenlerine; ABD’den aldıkları ‘doktora tezleri’ ne bakmak kâfidir. Bu duruma ancak, ‘nerede bir workshop çalışması varsa, bilinmeli ki, orada bir ‘project democracy’ yürürlüktedir’ denilebilir..”
” … NDI ‘nin (‘National Democratic Institute/ Ulusal Demokrasi Enstitüsü’) Türkiye ve Asya sorumlusu, eski CIA elemanlarından C. Nelson Ledskiy , Türk etkinliklerini, ‘Cumhuriyet’ gazetesinde tam sayfa yayımlanan bir söyleşisinde şöyle açıklıyordu: ”… farklı zamanlarda, farklı projelerle ilgili çeşitli kuruluşlarla çalışıyoruz. İstanbul ‘da TESEV, TÜSES, TÜSİAD; Ankara ‘da, KA-DER, Türk Parlamenterler Birliği, TESAV, Türk Demokrasi Vakfı (…) bazı Meclis komisyonlarıyla faaliyetlerimiz oldu. Özellikle Anayasa Komisyonu ‘yla ciddi temaslarımız oldu. İlki Muğla ‘da MUMİKOM adıyla başlayan parlamento izleme komiteleriyle çalıştık…” (Gazete Müdafaa-i Hukuk, 20 Ekim 2000, Antalya)
Kim kimdir?
Tespit/1. Bu önemli açıklamayı yapmış olan C. Nelson Ledskiy ile -bilindiği gibi- 9 Nisan 2000 tarihli Cumhuriyet ‘te, Leyla Tavşanoğlu konuşmuştu; Mustafa Yıldırım ‘ın Ledskiy hakkındaki notu da, aynen şöyledir:
”… ‘Pazar Konuğu’ ‘Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI) Başkanı, Emekli Büyükelçi Nelson Ledskiy ile Türkiye ve Kıbrıs ‘ı konuştuk’, L. Tavşanoğlu, Cumhuriyet, 9 Nisan 2000: C. Nelson Ledskiy, 1929 Cleveland, 1955-1957 US Army , 1957-1992 ABD Dışişleri ‘nde CIA elemanı olarak çalıştı; ‘Kıbrıs Masası’ , ‘Türkiye-Yunanistan İşleri’ bölümünde görev aldı. 1992’den sonra ‘açık operasyon örgütü’ NDI ‘nin Türk cumhuriyetlerinde ve Türkiye’de örgütlenmesi işini yürüttü. Ledskiy ‘in Cumhuriyet ‘te yayımlanan biyografisinde CIA elemanı olduğu bilgisine rastlanmadı…” (Gazete Müdafaa-i Hukuk, 20 Ekim 2000, Dipnot 8, Antalya).
İddia/2. Mustafa Yıldırım ‘a göre, ‘keyfiyet’ şudur: ”… eskiden diktatörlere destek veren ABD, paraları, ‘hürriyet ve demokrasi’ diyerek akıtıyordu; şimdi ‘demokrasi’ diyor, ‘insan hakları, inanç özgürlüğü’ diyor; demekle kalmıyor, kendi eliyle iktidara getirmiş olduğu diktatörleri, iktidardan devirmek üzere; ‘demokratikleşme’nin önündeki engellerin kaldırılması’, ya da ‘demokrasiye geçilmesi’ senaryolarını bahane ederek; ‘ulusal orduların kimliğinin yok edilmesi’ ve ‘bağımsız devleti koruma kararlılığının kırılması’ yoluna gidiyor. Bu işlem için NGO’dan NGO’ya (‘Sivil Toplum Kuruluşu’ndan ‘Sivil Toplum Kuruluşu’na), Vakıf’tan ‘Vakıf’a para akıtıyor…” (Project Democracy , 3. 13 Kasım 2000 tarihli faks mesajı. Bu yazı yayımlanmamıştır).
Meselâ dedik…
Tespit/2. ”… Türkiye ‘sistemsel’ sorunlarını aşmakta zorlanmaktadır. Bu zorluğun birinci nedeni, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında oluşturulan siyasal kurumların, çok daha büyümüş ve karmaşıklaşmış olan toplum ihtiyaçlarına cevap verememesidir…” (‘TOSAV’ / ‘Toplumsal Sorunları Araştırma Vakfı’).
Tespit/ 3. ”… TOSAV, ‘Toplumsal Sorunları Araştırma Vakfı’ kurucuları, tek kökene indirgenen ‘ulus’ kavramının ve ‘merkezi devlet’ yapısının, sorunların temel kaynağı olduğunu saptıyorlar; kendilerini Türk ve Kürt kökenli ‘yurttaş’ olarak tanımlıyorlar ve ‘tarafsız mekân’ olarak adlandırdıkları Fransa ‘da, İsviçre ‘de ve Belçika ‘da toplanıyorlar. Görüşmelerini, ‘uluslararası uzmanların’ gözetimi altında, profesyonelce yürütüyorlar; bu uzmanlar, ‘Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’ (Norveç) ve ‘Avrupa Ortak Zemin Merkezi’ (Belçika) ‘yardımlarıyla’ devreye sokuluyorlar…”
”… kuruluş toplantılarının masraflarının bir bölümü de, bu örgütler tarafından karşılanıyor. Vakıf, adını açıklamadığı bir radyo ile yayın çalışması yapıyor: ‘projeler’ olarak adlandırılan ve ‘Demokrasi Kültürü’ başlığı adı altında toplanan, radyo yayınları arasında ‘Demokrasi / Kimlik / Ahlâklı Yönetim’ gibi NED (‘National Democratic Institute’ / ‘Ulusal Demokrasi Enstitüsü’) projelerinin yanı sıra, ‘gönüllü örgütler’ (resmi olmayanlar) ve ‘Demokrasi’nin ‘Sivil Toplum Düzeyinde İnşası’ ile ‘Demokrasi ve Azınlıkların Korunması’ yer alıyor…”
‘Birinci sınıf’ aydınlar…
”… TOSAV ‘ın ‘Kurucular Kurulu’ başkanlığını ‘National Endowment for Democracy’ (‘NED’) fonundan, ABD ‘de kurs gören Prof. Doğu Ergil yürütüyor. Kurulda Doğu Ergil ‘in yanı sıra M. Behlül Yavuz (Başkan Yardımcısı), S. Haşim Haşimî (Sayman, ANAP milletvekili, eski Fazilet Partisi milletvekili), Feride Cilalıoğlu, Koray Düzgören, Eyüp Cilalıoğlu, Şeyhmus Diken, Yahya Munis, Ömer Çetin yer alıyor. Danışma Kurulu şu isimlerden oluşmuş: Çetin Altan, Mehmet Altan, Tarık Ziya Ekinci, Ayşe Önal, Etyen Mahçupyan, Halil Şenaslan, Hüsamettin Kavi, Cenan Kavala, İshak Alaton, Celal Göle, Mehmet Ali Kılıçbay, Baskın Oran, Cüneyt Karagülle, Niyazi Öktem, Tınaz Titiz, Rengim Gökmen, Elif Dağlı, Burhan Şenatalar, Müjde Ar, Bülent Tanör, Ali Bayramoğlu…”
”… TOSAV ‘ın (yabancı) uzman danışmanları oldukça önemli kişiler. En önemlisi ABD, CSIS Corp. adlı kuruluşta direktör olan J. V. Montville, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ‘da 23 yıl diplomat olarak bulunmuş; ABD Dışişleri Bakanlığı ‘nda ‘Yakındoğu Şefliği’ ve ‘Küresel Sorunları Direktörlüğü’ yapmıştır. Harvard çıkışlı J. V. Montville ‘in uzmanlık alanı Doğu Avrupa, Baltık, Ortadoğu, Güney Afrika, Kuzey İrlanda, Kanada ve Güney Amerika ‘da ‘çatışma çözümü’ dür; bu konularda, Vamık Volkan ‘la birlikte, bir de kitap yayımlamıştır…” (Project Democracy, 3. 13 Kasım 2000, faks mesajı.)
Bunda ne mi var?
Diyeceksiniz ki şimdi, ne var bunda? Bence ‘senaryoyu’ ABD kelimesinin geçtiği her cümleye, onun yerine SSCB’yi koyarak , yeniden kurup, öyle değerlendiriniz: İşin ucu Divan-ı Harb-i Örfi’ye kadar, dayanır mıydı, dayanmaz mıydı?