Yalan, Fiyasko ve Felaket‏

Cumhuriyet 06.09.2010

ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA

Yalan, Fiyasko ve Felaket

ABD, Irak’taki muharip birliklerini çekmeye başlamış. Savaş bitmiş, yeni bir sayfa açılıyormuş. ABD kamu diplomasisi makinesinin bizdeki uzantıları da Obama’nın açıklamasını parlatmaya başladılar. Akıllarınca, Irak savaşına karşı çıkmış olanlara, savaşın kayıplarını (hiç utanmadan on binlerce, çoğu iç savaşta öldü diyerek) bir kenara itip, Türkiye için iyi oldu havasıyla, cevap vermeye çalışıyorlar. 600 binden fazla insan öldü, ama Türkiye için iyi olmuş, milliyetçiliğin bundan daha iğrencine az rastlanır. Bunları okurken insanlık adına yüzümüz kızarıyor!

ABD’nin Irak işgali yalanlarla başladı, yalanlarla devam ediyor. Tam anlamıyla bir fiyasko oldu, büyük bir insani felaket yarattı. Dahası sözde Irak’ta savaşı bitiriyoruz diyen ABD, tüm “bölgede” yeni savaş olasılıklarını güçlendiriyor.

Yalanlar ve felaketler

Birinci grup yalanlar: Saddam Hüseyin’in elinde, nükleer, biyolojik kitle imha silahları vardı, ya da yapmak üzereydi. Saddam’la El Kaide’nin 11 Eylül saldırısı arasında bağlantı vardı.

İkinci grup yalanlar: Savaş dört beş haftada bitecek, maliyeti en fazla 50 milyar doları geçmeyecek, Irak’ın petrol gelirleri yeniden yapılanmayı finanse edecekti. Irak halkı özgürleşecek, Irak bölgede, diğer rejimlerin haklarını da özendiren bir demokrasi abidesi olacaktı.

Üçüncü grup yalanlar: Bush uçak gemisinde, “görevin tamamlandığını” açıkladı. Irak’ta direnenler, Baas artıkları, çapulculardı. Irak’ta özgür, demokratik seçimler ve bağımsız bir yönetim oluşuyordu. Ölenlerin çoğu artık iç savaşta ölüyordu. Asker sayısında yaşanan ani artış (surge) başarılı oldu, düzeni sağladı.

Dördüncü grup yalanlar: Böyle bir süreç yaşanacağını kim önceden bilebilirdi ki? Kitle imha silahları yoktu, ama hiç olmazsa yaşam artık Saddam döneminden daha iyi, şimdi muharip güçlerimizi de çekiyoruz.

Bugün bunların hepsinin yalan olduğunu kesin olarak biliyoruz. Savaş 7 yıldır sürüyor, maliyeti 3 trilyon dolara ulaşıyor (Stiglitz & Dilmes araştırması). En az 4 bin 500 ABD askeri öldü, on binlercesi yaralandı (bu yaralılardan daha sonra ölenlerin sayısını henüz bilmiyoruz). Kışkırtılan Şii, Sünni çatışması da göz önüne alındığında savaşın Irak halkına can kaybı maliyeti üzerine tahminler 600 binden başlıyor, 1.4 milyona kadar çıkıyor. 2.7 milyon Iraklı iç göçlerle, hemen hepsi eğitimli (doktor, mühendis, avukat vb…) 2 milyon Iraklı başka ülkelere giderek evini terk etti. Mezhep savaşları etnik temizlikler, ülkenin fiilen bölünmesine yol açtı. Irak petrol gelirleri, savaş öncesi düzeye ulaşamadı. Aslında artık Irak diye bir ülke yok!

ABD’nin muharip güçlerini çekeceğini açıklamasıyla birlikte ölümler aniden artmaya başladı. Irak’ta son seçimlerden bu yana 6 ay geçti hâlâ ortada bir hükümet yok.

Muharip birliklerin çekilmesine gelince; birincisi geride kalan birliklere birkaç sivil personel, danışman ekleyerek muharip kategorisinden çıkardılar. Buna karşılık Irak’ta sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte en az 10 bin (J. Pilger’e göre en az 100 bini-The New Statesman 01/09/2010) güvenlik alanında görevli, 50 bin-150 bin arası sivil görevli olduğu tahmin ediliyor (Times, 04/07/2007). Medya, muharip güçler çekilirken ABD’nin sivil güvenlik görevlilerinin sayısını iki kat arttıracağını bildiriyor (New York Times, 18/08/2010). Doksan dört ABD üssü de olduğu gibi duruyor. Zaten bu kadar para ve kan döktükten sonra, ABD’nin, dünyanın ikinci büyük petrol rezervlerine, stratejik olarak çok özel bir konuma sahip bu ülkeyi terk edeceğini söylemek, eğer aptallık değilse düpedüz yalancılık olacaktır.

Ve fiyasko

ABD’nin Irak projesi daha başından fiyasko belirtileriyle başladı: Almanya, Fransa hatta Japonya savaşa katılmadı, Batı ittifakı bölündü. ABD’nin dünya halklarına sergilemek istediği büyük askeri güç, önce Bağdat’a planladığı hızda ulaşamadı. Bağdat’ı yerle bir etti, birçok Irak kentinde katliama yakın olaylar gerçekleştirdi. Buna karşılık, ABD işgal başladıktan sonra halkın can ve mal güvenliğini sağlayamadı, yağmaya, cinayetlere göz yumdu. Neticede, dünyanın en büyük askeri teknolojisi, 170 bin personeli, Irak’ta hafif silahlarla, yol kenarı bombalarıyla direnen, sayıları en fazla 10-15 bini geçmeyen savaşçıyı dize getiremedi; çareyi bir Sünni-Şii iç savaşında buldu.

Irak, ABD’nin askeri kapasitesini değil askeri zaaflarını sergiledi. Böylece, ekonomik, siyasi, kültürel gerilemesinin yarattığı liderlik kapasitesi açığını şiddete dayanarak, bir imparatorluk stratejisiyle kapatmaya kalkan ABD, uluslararası saygınlığının daha da aşınmasına, hegemonyasının en büyük dayanağı olan Batı ittifakının çatlamasına yol açtı. 300 yıllık Batı egemenliği sarsılmaya, yeni güçler yükselmeye başladı. Bu savaşın ABD bütçesine getirdiği yükün de şişirmesiyle sürdürülemeyecek bir noktaya gelen “kredi köpüğü” patladı, tüm dünya, ABD eliyle bir mali krize yuvarlandı. Bu sırada ABD’nin borçlanma gereği Çin’in “vazgeçilmez ülke” statüsüne yükselmesine, Irak savaşının enerji piyasalarına getirdiği basınç Rusya’nın güçlenerek, askeri, sınai kompleksini finanse edebilmesine, yakın çevresinde nüfuz alanları restorasyonuna girişmesine olanak sağladı.

Irak savaşı, Büyük Ortadoğu olarak tanımlanan, çok geniş, bir o kadar da istikrarsız yeni bir jeopolitik bölge yarattı. Bu bölgenin içinde, savaş öncesi güç dengeleri bozulunca, İran, ona bağlı olarak Hizbullah ve Hamas’ın güçlenmesiyle, ABD’nin hesaplarının tam tersine, İsrail’in bölgedeki askeri ve ekonomik ağırlığı azalmaya başladı.

Şimdi İran nükleer silahlar yapma sürecine girdi, bölge ülkelerine kıyasla çok üstün bir askeri teknoloji geliştirmeye başladı. İran’ın bölgedeki Şii nüfus üzerindeki etkisinin güçlendiğini gösteren yerel Şii huzursuzlukları artmaya başladı. Sünni Arap devletleri İran karşısında konumlanmaya çalışırken ister istemez, bölgede, Irak’tan Lübnan’a, Gazze’ye kadar “uzaktan kumandalı” çatışmalar sertleşmeye başladı. Birçok gözlemci, AB ülkelerinden Rusya’ya, Çin’e kadar birçok gücün bölgeye yeniden girmeye başladığına işaret ediyorlar.

ABD’nin Irak fiyaskosu, “barış sürecini” öldürmekle kalmadı, savaş olasılıklarını da arttırdı. İsrail, Lübnan ve Gazze savaşlarında kaybettiğini düşündüğü caydırıcılığını restore etmek, İran’ın atom bombası yapmasını mutlaka engellemek istiyor. ABD bölgede, özellikle Gazze’de, Lübnan’da, Irak’ta her sorunun altından İran’ın çıktığını düşünüyor.

“Stratejik derinlik” fantezisiyle Büyük Ortadoğu bölgesine giderek daha derin bir biçimde girmeye çalışan AKP dış politikası, Türkiye’yi işte bu jeopolitik burgacın içine çekiyor, “sıfır sorun” hedeflerken, komşularıyla askeri çatışmalara doğru kayabileceği oynak bir zemine oturuyor.

er­giny@tr.net

http://er­gin­yil­di­zog­lu.blogs­pot.com

This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *