EKONOMİ TETİKÇİSİNİN İTİRAFLARI özet *** 5 – 6 / 10‏

ÜLKELER NASIL TESLİM ALINIYOR ?
KÜRESEL OYUNLAR

Amerika’nın gelişmekte olan bir ülkeyle yaptığı, karşılıklı bağımlılığa dayalı en kapsamlı anlaşmaydı.MAIN’in elemanı olarak görevim, muazzam paraların nerelere harcanabileceğini gösteren senaryolar yazmaktı.Kısacası, Amerikan mühendislik ve inşaat firmalarının milyarlarca dolar kazanabilmesi için yaratıcılığımı kullanacaktım. Bir taraftan Suudi ekonomisi bizimkine bağımlı hale gelirken bir taraftan da ülke Amerika’nın sadık dostu olacaktı.

BİR EKONOMİ TETİKÇİSİNİN İTİRAFLARI 5/10

GUATAMALA

Guatamala ve Orta Amerikanın hakimi, 1800lerde kurulan United Fruit Company (UFC) idi.1950’lerde demokratik bir süreçle Jacob Arbenz Guatamala’nın başkanı seçildi.O sırada Guatamala topraklarının %70’i, nüfusun %3’ünün elindeydi.

Arbenz halkı açlıktan kurtarmayı vaad etti ve kapsamlı bir toprak reformu başlattı.Guatamala’nın en büyük ve en baskıcı toprak sahibi United Fruit Company bu önlemlere karşı çıktı.Bütün Orta Amerika’da bunun örnek teşkil etmesinden korkuyorlardı.United Fruit Company Amerika’da muazzam bir kampanya başlattı.Amaç Amerika halkını ve Kongre’yi Arbenz’in Rus komplosunun bir parçası olduğuna ve Guatamala’nın Sovyet uydusu olduğuna ikna etmekti.

1954’te CIA darbe düzenledi. Amerikan pilotları Guatamala City’i bombaladılar.Demokratik yöntemle seçilmiş olan Arbenz alaşağı edilip yerine zalim sağcı diktatör Castillo Arnas getirildi.Yeni hükümet her şeyini United Fruit Company’ye borçluydu.Derhal Arbenz’in reformlarını geri çekip yabancılardan alınan her türlü vergiyi kaldırdı.
Binlerce kişiyi tutuklattı. United Fruit Company, CIA ve albay diktatör arasındaki işbirliğinin meyvesi,
yüzyılın geri kalanı boyunca Guatamala’yı kasıp kavuran ve halen de devam etmekte olan şiddet ve terörizm oldu.

SUUDİ ARABİSTAN’LA İLİŞKİLER YUMAĞI

1970’lerin başı, uluslararası ekonomide önemli değişikliklerin yaşandığı bir dönem oldu.1960’larda bir grup ülke, büyük petrol şirketlerine karşı OPEC petrol kartelini kurmuştu.“7 kız kardeş” olarak bilinen büyük petrol şirketlerinin kasıtlı olarak ham petrol fiyatlarını düşük tuttuklarının, böylece üretici ülkelere düşük bedel öderken kendilerinin yüksek karlar elde ettiklerinin farkındaydılar.

Üretici ülkelerin birlikteliği 1973’te petrol ambargosuyla sonuçlandı.
Amerika’daki benzin istasyonlarında büyük kuyruklar oluştu.
Büyük Buhran’a yakın ekonomik kargaşa yaşandı.
Tüm dünyada büyüme yavaşladı, işsizlik arttı, sabit kur sistemi çöktü.

18 Mart 1974’te ambargo sona erdiğinde ham petrol fiyatlarının varili 1.39 $ dan 8.32 USD’ye çıkmıştı.Siyasiler aldıkları dersi hiç unutmayacaklardı. Bu birkaç ayın yarattığı travma şirketokrasiyi güçlendirip büyük şirketler, uluslar arası bankalar ve hükümet’ten oluşan sacayağını yıkılmaz hale getirdi. Tutum ve politikalar değişti.Wall Street ve Washington böyle bir ambargoya bir daha fırsat vermemeye yemin etti.

Petrol kaynaklarımızı korumak hep önceliğimiz olmuştu ama 1973’ ten sonra bu saplantı haline geldi.
Ambargo, dünya siyasetinde Suudi Arabistan’ın konumunu yükseltip bizim ekonomimiz için stratejik önemini fark etmemize yol açtı. Dahası, Amerikan şirketokrasi liderlerini “Petrodolarları tekrar Amerika’ya nasıl döndürebiliriz?” arayışına itti.

Ambargo biter bitmez Washington Suudi Arabistan’la görüşmelere başladı.Petrodolarlar ve bir daha ambargo olmaması karşılığında onlara teknik yardım, askeri techizat/eğitim ve modern tesisler önerdi. Müzakereler JECOR (Amerika- Suudi Arabistan Ortak Ekonomik Komisyonu) adlı sıradışı bir organizasyonun kurulmasıyla sonuçlandı.
JECOR, geleneksel dış yardım programlarının tam tersini yapacaktı: Suudi Arabistan’ın Suudi parası ile inşası için Amerikan firmalarını görevlendirmek.

Amerika’nın gelişmekte olan bir ülkeyle yaptığı, karşılıklı bağımlılığa dayalı en kapsamlı anlaşmaydı.MAIN’in elemanı olarak görevim, muazzam paraların nerelere harcanabileceğini gösteren senaryolar yazmaktı.Kısacası, Amerikan mühendislik ve inşaat firmalarının milyarlarca dolar kazanabilmesi için yaratıcılığımı kullanacaktım. Bir taraftan Suudi ekonomisi bizimkine bağımlı hale gelirken bir taraftan da ülke Amerika’nın sadık dostu olacaktı.

Yaptığım planlara göre çölde dev rafineriler, petrokimya kompleksleri, teknoparklar,elektrik santralleri yükselecek, ülke boydan boya elektrik hatları, otoyollar, boru hatları, iletişim ağları, ulaşım sistemleri,
bunları çalıştırmak için gelecek yabancı işçiler için konutlar, alışveriş merkezleri, hastaneler, deniz suyu arıtma tesisleri ile donatılacaktı. Hepsi son teknolojiye dayalı olduğu için yıllar boyu bakım ve teknik servis gerekecekti. Böylece MAIN, Bechtel, Brown&Root , Halliburton, Stone&Webster ve diğer Amerika firmaları yıllarca para kazanmaya devam edecekti. Suudi Arabistan’ın düşmanlarından korunmak için savunma sanayimiz de en pahalı araç gereci satarak ve bakımını yaparak nemalanacaktı.

Suudi Arabistan bundan böyle hiçbir şekilde ambargo konmasına mahal vermeyecek, Amerika da bunun karşılığında her ahval ve şerait altında Suudi Arabistan’a ve yöneticilerine siyasi ve askeri destek sağlayacaktı.

Tuhaf olan şuydu ki tutucu Vahabi ilkelerine dayanan bir krallığın bütün geleceğini bir grup yabancı (onların gözünde kafir) belirleyecekti. Ayrıca umudumuz,İran ve Irak gibi petrol zengini ülkelerin de Suudi Arabistan’ı örnek alıp aynı girişimleri yapmasıydı. Bence yaptığımızın bin yıl önceki Haçlı Seferlerinden pek bir farkı yoktu.

Avrupalı Katolikler, amaçlarının Müslümanları cehenneme gitmekten kurtarmak olduğunu iddia ediyorlardı; bizse Suuidleri çağdaşlaştırmak olduğunu. Gerçekte ise hem Haçlıların, hem şirketokrasinin amacı imparatorluklarını genişletmekti.

Teklifimizi Henry Kissinger başkanlığında bir heyet Suudilere götürdü. Tüm paket krallıkça onaylandı. MAIN’e de ilk ve en karlı ihalelerden biri verildi. Bunu diğer ihaleler izledi ve tarımdan enerjiye, eğitimden iletişime Suudi ekonomisinin her sektöründe modernizasyona gidildi

BİR EKONOMİ TETİKÇİSİNİN İTİRAFLARI 6/10

Anlaşma uluslararası hukukun da seyrini değiştirdi. Uganda’nın yüz binlerce kişinin kanına giren zalim diktatörü İdi Amin sürgüne gönderildiğinde Suudi Arabistan ona kucak açtı. 80 yaşında ölünceye kadar lüks ve debdebe içinde yaşadı. Amerika bu işe bozulsa bile anlaşmaya halel getirmemek için sesini çıkarmadı. Daha da kötüsüSuudi Arabistan’ın uluslararası teröre parasal destek vermesine göz yumdu. Hatta Usame Bin Ladin’in Afganistan’da Ruslara karşı verdiği savaşı teşvik etti.

1980’lerde Riyad ve Washington Mücahitlere toplam 3.5 milyar dolar aktardılar.US News & World Report2003 sonlarında “The Saudi Connection” adlı araştırmada şunları yazıyordu.

“Kanıtlar tartışmasızdı Amerikanın kadim dostu ve dünyanın en büyük petrol üreticisi Suudi Arabistan terörist finansmanının da merkezi olmuştu.

1980’lerde yaşanan İran devrimi ve Afgan Savaşı şoklarından sonra Suudi Arabistan’ın yarı resmi yardım kuruluşlarıhızla büyüyen cihad hareketinin anapara kaynağı oldu. Para20 kadar ülkede paramiliter eğitim kampları işletme de silah satın almada ve yeni üye toplamakta kullanıldı.

Suudilerin hesapsız paraları bazı Amerikan yetkililerin olayı görmezden gelmesini sağladı. Suudilerle iş yapan eski büyükelçilere CIA istasyon şeflerine hatta kabine mensuplarına ihale,hibe,ücret şeklinde milyarlarca dolar ödendi. Kraliyet ailesi yalnız El Kaide’yi değil diğer terörist grupları da destekliyordu.”

Ekim 2003 tarihli Vanity Fair dergisi de “Suudileri Kurtarmak” adlı raporunda Bush ailesi Suud hanedanı ve Bin Ladin ailesi arasındaki 20 yılı aşkındır süregelen yakın ilişkiyi gözler önüne seriyordu. George H.W. Bush 71-73 arası Birleşmiş Milletlerde büyük elçilik1976-77 de CIA başkanlığı yapmıştı. Yani tam da Suudi Arabistan ile ilişkilerin alevlendiği dönemde.11 Eylül’ün hemen akabinde Bin Ladin ailesi de dahil varlıklı Suudiler özel uçaklara bindirilip Amerika’dan gönderildiler. Uçuşlara neden izin verildi yolcular neden hiç sorgulanmadı bilinmez. Acaba Bush ailesinin ilişkilerinden mi?

İRAN’IN ŞEHİNŞAH’I

1975-78 yılları arasında sık sık İran’ı ziyaret ettim.İran da zengin petrol yataklarına sahipti ve Suudi Arabistan gibi onun da büyük projeleri gerçekleştirmek için borçlanmaya ihtiyacı yoktu. Ancak ülkenin tarihi siyasi kargaşayla yüklüydü. O yüzden olaya farklı yaklaştık. Şah’ı ilericilik sembolü haline getirmek için Washington ve iş dünyası el ele verdi. OPEC’in kurulmasıyla Şah etkin bir dünya lideri olmuştu. Aynı zamanda Müslüman Orta Doğu’nun en güçlü ordusunu kurmuştu.

MAIN Hazar Denizindeki turizm bölgesinden Hürmüz boğazındaki askeri tesislere kadar ülkenin her yerini kapsayan projeler yapıyordu. Orda da işimiz bölgesel kalkınma potansiyellerini tahmin edip ona göre elektrik üretim ve dağıtım sistemlerini tasarlamaktı.

Yüzeyde İran Hıristiyan-Müslüman işbirliğinin örnek bir modeli gibi görünüyordu.Ancak kısa süre sonra fark ettim ki sakin görünüşün altında derin bir öfke yatıyor.İran’daki tercümanım beni adını vermek istemediğim ve kısaca ”Doc” diyeceğim bir felsefe doktoruyla tanıştırdı. Doc bana şunları söyledi:

“Kendine şahların şahı lakabını veren bu adam gerçek bir şeytandır Hitler’den de beter davranıyor.Üstelik hükümetinizin tam bilgisi ve desteğiyle. Şah sizin Orta Doğu‘daki tek gerçek müttefikiniz.Tabi ki İsrail’iniz de var ama İsrail sizin için destek değil köstek. Petrolü yok. Politikacılarınız sırf Amerika’daki Yahudi oylarını ve seçim kampanyalarına Yahudi parasını almak için İsrail’e arka çıkmak zorunda. Sizin için Şah daha önemli. Oysa Şah’ın fazla vadesi kalmadı. Herkes ondan nefret ediyor. Şah’ın kapitalizminden yararlanan bazı zenginler hariç halkın arasında muazzam bir dini hareket var. Aklınız varsa şirketiniz bizim ülkemizden uzak durur. Sizi uyarıyoruz:

burada çok para kazanacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Şah gidecek ve siz de paranızı alamayacaksınız. Üstelik Şah’ın çöküşü yalnızca bir başlangıçMüslüman dünyasının gidişatının bir göstergesi olacak. Öfkemizi çok uzun süre baskı altında tuttuk yakında patlamak üzere.”

Bu konuşmadan çok kısa bir süre sonra Ayetullah Humeyni ve Mollaların önderliğinde isyan gösteri ve bombalamalar başladı. Şah 1979 da Mısır’a kaçtı. MAINDoc’un dediği gibi İran’da milyarlarca dolar kaybetti. Gerek ülke olarak gerekse şirket olarak bütün bağlantılarımıza ofislerimize istihbaratımıza rağmen olacakları tahmin edememiştik.

KOLOMBİYA: GÜNEY AMERİKA’NIN KİLİT TAŞI

Kolombiya Güney Amerika’nın bütün ülkelerini Panama kıstağına dolayısıyla Orta ve Güney Amerika’ya bağlayan ülkedir. Olağanüstü doğal güzellikleriçok değerli yaza rfilozof ve sanatçıları demokratik bir hükümeti vardır.
20.yy.ın sonlarında Kolombiya’ya sattığımız en önemli hizmetler mühendislik ve inşaat uzmanlığıydı. Kolombiya çalıştığım yerlerin tipik bir örneğiydi. Ülke korkunç borç yükü altına girerek elektrik hatları otoyollar telekomünikasyon hatlarına yatırım yapacak borcunu ve faizini petrol ve gaz yataklarının geliri ile ödeyecekti. Görevim kredi ihtiyacını mümkün olduğunca şişirmekti.Ancak orada da her şey yolunda gitmiyordu. Görüştüğüm kişiler şöyle söylüyordu:

“Baraj kurmayı düşündüğünüz ırmağın kıyısında yaşayan kızılderililer ve çiftçiler sizden nefret ediyor. Kentlerde yaşayan ve doğrudan etkilenmeyen insanlar bile inşaat şantiyenize saldıran gerillalara sempati duyuyor. Hükümetiniz bunları komünist terörist uyuşturucu kaçakçısı olarak tanımlıyor ama gerçekte onlar şirketinizin harap ettiği topraklarda yaşayan aileler. Her gün sağ kalma çabası veren bizlerır maklarımızın üzerine baraj kurulmasını önlemek için yemin ettik. Topraklarımız sular altında kalacağına ölelim daha iyi. Doğru gerillalarımızın bazıları Rusya ve Çin’de eğitiliyor ama ne yapsınlar ki? Modern silahları ve nasıl savaşılacağını öğrenmek zorundalar. Bazen de silah almak için uyuşturucu satmak. Dünya Bankası kendimize savunmamız için yardım etmiyor. Tam tersine bu durumu zorluyor.”

Kolombiya’da geçirdiğim süre eski Amerikan Cumhuriyeti ile yeni küresel imparatorluk arasındaki farkı anlamamı sağladı. Cumhuriyetimiz materyalist değil ahlaki ve felsefi değerlere şitlik ve adalet kavramları üzerine kurulmuştu. Zayıfı koruyan II. Dünya savaşında olduğu gibi gerektiğinde ilkelerini savunmak için harekete geçen bir varlıktı. Oysa bugünkü küresel imparatorluk cumhuriyetin tam tersiydi. Ben-merkezci haris,materyalistti, merkantilizm’e dayanan bir sistemdi.

Kendinden önceki imparatorluklar gibi kollarını yalnızca kaynakları toplamak gördüğü her şeyi kapmak ve doymaz kursağını doldurmak için açıyordu.Yöneticilerinin daha fazla güç ve varlık kazanması için gerekli gördüğü her yolu deniyordu.

Naci Kaptan
devam edecek

This entry was posted in Dizi Yazilari, Ekonomi, EMPERYALİZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *