TSK’ya karşı Asimetrik Savaş Raporu‏

TSK’ya karşı Asimetrik Savaş Raporu
 
 
Cumhuriyet’imizin kurucusu Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk; 30 Ağustos zaferinden önce yayınladığı genelgede, Türk Ordusu’nun savaşacağı Yunan Ordusu için ‘Bu ordu, emperyalizmin üzerimize gönderdiği son ordudur.’ saptamasını yapmıştı. 30 Ağustos; düşmana karşı hiçbir dinsel, ırksal temelli bir dil kullanılmadan; bu soğukkanlı anti-emperyalist bilinçle gerçekleştirilmiştir. Atatürk’ün ağzından ne ‘Yunan’ kelimesi, ne de ‘Ey müslümanlar’ çağrısı çıkmıştır. Yapılan tek tespit ‘emperyalizm’dir.
 
30 Ağustos bu bilinçle kazanılırken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuruluşu da; aynı bilinçle şekillenmiştir. İnsanlığın emperyalizme karşı kurduğu ilk ordu TSK’dır. TSK’yı diğer dünya ordularından ayıran tek özelliği de budur. TSK, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Halkı’nın bir parçasıdır. TSK’yı 12 Mart ve 12 Eylül’de halkından çalan Amerikan emperyalizmi; bir kez daha son 3 yıldır; Ergenekon, Balyoz operasyonları ile TSK’yı teslim almak istemekte ve asimetrik bir savaşı uygulmakta; vatan savunması için yıllarca görevlerini yapan ordunun değerli komutanları hapislere atılmakta, intiharlara sürüklenmekte, kozmik odasına girilmektedir. TSK’nın şahsında Türkiye bir düşman kuvvetin ve bu düşman kuvvetin iç güçleri tarafından kuşatılmaktadır. Bu düşman kuvvet ABD’nin kendisidir. Cümlelerimizi artık bu kadar net ve açıklıkla ortaya koymak durumundayız. Çünkü kime karşı savaştığını bilmeyen bir halk, kendisini savunacak örgütlenmelerini oluşturmaktan mahrum kalır ve yenilgiye mahkumdur.  Türk halkının yenilgisi için yaratılan bu dumanlı havayı dağıtacak olan Cumhuriyet’in öncü kadrolarıdır.
 
Bu amaçla; İngiltere ADD olarak; TSK’ya karşı sürdürülen asimetrik savaş üzerine hazırladığımız raporu Türk Halkı’nın önüne koyuyoruz. Bu raporun okunmasını ve Cumhuriyet’in yeniden kuruluşu için anti emperyalist bir siyasi programa dönüşmesi için harekete geçilmesini diliyoruz.
 
Bu 30 Ağustos’ta karşımızda Cumhuriyet’i ve TSK’yı yıkmak isteyen bir Atlantik ittifakı, AB işbirlikçileri ve içerideki mümessilleri mevcuttur. İçerideki bu mevcudiyet anayasayı değiştirmek isterken; “12 Eylül’le hesaplaşmak istiyorum” diye bir kafa bulankılığı yaratmaktadır. 12 Mart ve 12 Eylül’de bu ülkenin ordusu ‘Amerika’nın bizim oğlanları’tarafından çalınmıştır. 12 Eylül 1982’de Türkiye’nin anayasasını kendi amaçları doğrultusunda şekillendiren ABD; Türk-İslam anayasasını bu topraklara dayatmıştır. “Bugün 12 Eylül anayasasını değiştirmek istiyorum.” Diyenler; 12 Eylül 1982 Türk-İslam Anayasası’na EVET deiyenlerdir. Amerika  12 Eylül 2010’da bu anayasayı tekrar kendi emelleri için şekillendirmek istemektedir. Tek bir farkla; bu sefer kullanabileceği bir TSK yoktur. Amerika’nın ve AKP’nin çıldırmış bir şekilde TSK’ya saldırısının nedeni de budur. Bu anayasa değişikliği ile YARSAV, HSYK, Anayasa Mahkemesi gibi Cumhuriyet’in demokratik yargı mekanizmaları ele geçirilmek istenmektedir.
 
HAYIR hem AKP’ye ve hem de ABD’ye bir HAYIR olacaktır. 30 Ağustos’ta Cumhuriyet güçleri her zamankinden diri ve azimlidir. Bu 30 Ağustos’ta; Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız ve aydınlık geleceği için canlarını feda etmekten kaçınmayan şehitlerimizi ve gazilerimizi Cumhuriyet bilincimizle anıyoruz. Türkiye Halkı’nın ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin değerli mensuplarının 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutluyoruz.
 
Kağan Güner, İngiltere ADD Başkanı
 
 
TSK’YA KARŞI ASİMETRİK SAVAŞIN BELGELERİ
 
12 Eylül darbesi ve anayasası; Amerika’nın kendi ulusal çıkarlarının stratejisi olan ‘Yeşil Kuşak Programı’ kapsamında Türk Ordusu’nu ve anayasasını yeniden dizayn etme girişimiydi. Bunun ekonomideki karşılığı 24 Ocak kararlarıydı. Zira, her ekonomik program, ulusal ordunun koruduğu sermaye programının kendisidir. Bu anlamda; 12 Eylül herkesten önce TSK’ya ve Türk sermayesinin yeni yapılanması için yapılmıştı. Şu anda da yapılan TSK’yı ikinci kez; Amerikan çıkarları doğrultusunda bir daha dizayn etmek. Aradaki fark bu sefer bunu kabul eden bir Ordu yok, fakat uygulamak isteyen bir Hükümet var. TSK 1998 yılında bir ulusal savunma konsepti hazırladı. Bu konsept kapsamında; TSK’nın, savunma sanayisinin ve Türk sermayesinin ulusal çıkarlar doğrultusunda ve Amerikan periferisinin dışında yeni şekillenmesini vizyon olarak belirledi. Türk Ordusu’nun ‘darbeci’ye çıkması işte bu aşamadan sonra başladı. ABD Ordusu ilk kapsamlı TSK Raporunu 2000 yılında hazırladı. Bu raporun ardından; Ecevit düşürüldü ve Erdoğan-Gül ikilisi iktidara adım adım getirilirken; Jamestown Enstitüsü merkezli olarak; şu anda TARAF ta yazan yazarlar orduya karşı örgütlendirildi. Jamestown Amerika’nın totaliter rejimleri yıkmak için karşı-istihbarat örgütüdür. Bu merkez;Sovyetler Birliği ve Romanya’nın yıkılmasında başrolü oynamıştı. Bu sefer TSK’ya ve Türkiye’ye karşı harekete geçirildi. Aşağıda okuyacağınız belgeler; bu operasyonun ana başlıklarını sunuyor.
 
1nci Bölüm:
 
TÜRKİYE’DE ORDUNUN DARBE YAPACAĞINI
ABD GENELKURMAYI SÖYLEDİ
 
ABD DIŞİŞLERİ TÜRKİYE RAPORU:
İSLAMCILARIN LAİK ELİTE KARŞI ZAFERİ
 
Amerika geçtiğimiz hafta Türkiye’ye karşı birden alarma geçti. Gündeme ilk olarak düşen ; 13 Ağustos günü,  Dışişleri Bakanlığı’nda Bakan Hillary Clinton’ın da katıldığı üst düzey bir toplantı oldu. Türkiye politikasının gözden geçirildiği ve iki saat süren toplantının gündemine ilişkin dışarıya bilgi verilmese de;bu  toplantıdan bir gün sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Genel Denetim Bürosu, Türkiye’deki ABD diplomatik misyonu hakkında 110 sayfalık bir rapor yayımladı. Raporda diplomatlardan Türkiye’nin Doğu’ya kayıp kaymadığı, kayıyorsa bunun ne boyutta olduğu sorusuna yanıt aramalarının istendiği de sorularak şu satırlara yer verildi
 
“Uzun süre egemen olan laik elite karşı, İslami kuruluşlar tarafından başarılı bir şekilde meydan okundu. Bu meydan okumanın demokratikleştirici bir etkisi olsa da Türkiye demokratik yönetimin doğasını tam olarak tanımlayabilmiş değil. Yaşanan bu değişimlerin büyükelçiliğin yaklaşımları üzerinde de etkisi var. Türkiye’deki misyonun daha geniş, daha derin ve daha uzağa ulaşarak Türkleri bilgilendirmesi ve etkilemesi gerekmektedir”
 
Bu raporun ardından; Financial Times gazetesi ‘Obama’dan Türkiye’ye Silah Ültimatomu’ başlığıyla verdiği haberinde ABD Başkanı Obama’nın Erdoğan’ı arayarak ‘Eğer Ankara İsrail ve İran konusundaki tavrını değiştirmezse almak istediği ABD silahları tehilikeye girer.’ Uyarısını yaptığını açıkladı. Pazartesi günü akşam saatlerinde ise Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, FT’ın haberi yalanlandı.
 
Amerika bu satırların yazıldığı tarihte halen daha Türkiye’ye büyükelçi atamasını gerçekleştirmedi. Clinton’un dışişleri raporunda egemen olan laik elite karşı, İslami kuruluşlar tarafından başarılı bir şekilde meydan okunduğu, demokratikleşme olarak Amerika’dan onay görürken; Amerika’nın Türkiye için birdenbire paniğe girmesine neden olan neydi? Belli ki, Amerika açısından birşeyler yolunda gitmiyor Türkiye’de. Yolunda gitmeyen şeylerin ön okumasını şöyle yapabiliriz: ABD orduda istediği dizaynı YAŞ’ta yapamadı. Referandum sonuçlarına ilişkin veriler ABD’yi kaygılandırmaya başladı. Erdoğan gittikçe hırçınlaşıyor. ABD’nin İran Operasyonu Türkiye yüzünden bekliyor. Ergenekon opersayonu her an terse dönebilir. Amerika kendisini bir rövanşın eşiğinde hissediyor. Eksen kayması diye dile getirdikleri aslında Türkiye’de iktidarın değişmesiyle Türk siyasetinin ve ordunun başka bir yönelime gireceği korkusu. Neden bunları söylüyoruz? Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ; TSK’ya karşı sürdürülen operasyonlar için ilk önce “Sözün bittiği yerdeyiz.” dedi. Ardından TSK’nın bir asimetrik psikolojik savaş ile karşı karşıya olduğunu söyledi. Bu opersayonun dış bağlantılarına ve iç aktörlerine dikkat çekti. “Gazeteciler” dedi. “Sivil Kuruluşlar” dedi. Türkiye’de bir Genlkurmay Başkanı, üzerinde üniformasıyla ilk defa bu kadar netlikle konuştu. ABD, Başbuğ’un konuşmasındaki göndermelerin nereye yapıldığını ve TSK İstihbaratının elindeki bilgilerin de ne olduğunu çok iyi biliyor. Burada yazdıklarımız; TSK’ya savaş açan dış merkezin ve içerideki aktörlerinin dosyasıdır. Yani Ergenekon Operasyonu’nun perde arkası:
 
TSK’YA OPERASYONUN MERKEZİNDE
ABD VE NATO KOMUTA KADEMESİ VAR
 
Amerika ve NATO. TSK’ya savaş açan iki merkez budur. Amerika’nın Türkiye’ye karşı iki kaygısı var. Bu kaygılar 1996 yılından itibaren dile getiriliyor. Birincisi; Türk ekonomisinin Avrasya’ya yönelimi ve Rusya’nın Türkiye tarihinde ilk defa ticaret hacminde, Almanya’nın önüne geçerek birinciliğe oturması. ABD açısından Türk sermayesinin bağımsızlaşması ve Amerikan periferisinin dışına çıkması rahatsızlık yaratıyor. Türk sermayesinin Kuzey Irak’taki pastadan alınacak paya çekilmesi; ABD tarafından dile getiriliyor. AKP iktidarı bu yüzden Anadolu Kaplanları olarak tarif edilen yeni sermaye ile geleneksel Türk sermayesi’ne karşı; TÜSİAD,Koç, Aydın Doğan’a karşı örgütlendirildi. Yine bu yüzden Ergenekon Operasyonu’nun daha ilk adımlarında USİAD’a saldırıldı. Aydın Doğan hizaya çekildi. Koç’a ve TÜSİAD’a henüz dokunamadılar.
 
Amerika’nın ikinci rahatsızlığı ise; bağımsızlaşan ve millileşmeye başlayan Türk sermayesinin, TSK’nın Amerika’nın çıkarları dışına çıkmaya başlayan ve ulusal savunma politikaları, ulusal savunma sanayii geliştirmeye başlayan, bölge merkezli bir politikaya yönelmesi. Bu süreç 28 Şubat ile başladı. Ordu’nun Türkiye’nin çıkarları merkezli bir politikayı yürürlüğe koymasıyla beraber ilk olarak 9 Aralık 1999 tarihinde Virginia’da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda Graham Fuller, Paul Henze gibi CIA üst düzey yetkililerinin katıldığı ‘Türkiye’nin Geleceği’ konulu konferansın sonuç bölümünde şu idda yer alıyordu. “Türk Ordusu siyasal sistemin teminatı konumunu yitirecektir.” Bu kuşkusuz bir tespit değil niyetti. Nitekim bu toplantıdan 4 yıl sonra 2000 yılında; ABD Harp Akademisi’nin resmi yayın organı Parameters dergisinde “Yükselen Hegemon:Türk Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Uçurum” başlıklı bir araştırma raporu yayınlandı. Raporun yazarı Michael Robert Hickok’tu. FBI ajanlarından olan Hickok aynı zamanda ABD Hava Kuvvetleri personeli ve Harp Akademisi’nin öğretim görevlisi. Doktorasını Osmanlı Ordusu üzerine yapmış, Türk ordusu üzerindeki en önemli uzmanlardan birisi. Bu rapora 2010 yılında baktığımızda; TSK’ya karşı operasyonun ve Ergenekon tuzağının stratejisini görebiliyoruz.
 
AMERİKAN SAVAŞ AKADEMİSİ’NİN  TÜRK ORDUSU RAPORU: RUSYA DAHİL OLMAK ÜZERE BÖLGEDE KİMSE TÜRK ORDUSU İLE BAŞEDEMEZ!
 
Raporda; bir zamanlar sadece NATO tarafından durdurulabilen Sovyet maceracılığının ardından, Ankara’daki karar vericilerin, yeni imkanların avantajlarını kullanarak Türk çıkarlarını belirsiz bir geleceğe yönelik olarak korumaya yöneldikleri tespiti yapılarak şöyle deniliyor:
 
“Türkiye’nin kendi bölgesinde bağımsız bir güvenlik aktörü olarak yükselmesi hiçbir komşusu tarafından farkedilmedi.Ankara’nın  Post-Kemalist dışişleri politikaları deneyimi,militer Türk modernizasyonunun herbir komşusundan ileri düzeyde gelişmesiyle beraber oluştu. Türk silahlı kuvvetleri soğuk savaş son dönemlerinde bir NATO üyesi olarak savunma sistemlerini geliştirme ve kara savaşı yapılananmasını üst düzeyde geliştirme şanşını buldu.(…) Yakın ve orta vadede Türkiye’nin hiçbir komşusu- ve belki yerel konvansiyonel anlamda Rusya bile- Türk ordusu ile başa çıkabilecek kapasiteye sahip değildir.”
 
Türk Ordusu’nun bu gücüyle; bölgede oluşturduğu “tehdit” ise şöyle tarif ediliyor:” Türk güvenlik politikasının tahmin edilemeyen büyümesi(…) bölgesinde dengesizlik yaratıyor.Orduyu yöneten Türk generaller personeli, Sovyet tehdidi dönemindeki NATO-Varşova Paktı çatışması temelinde şekillenmiş olan yapılanmayı zorluyor.Bu militer yetenek ve organizasyonal yapılanma önümüzdeki yüzyılda asimetrik riskleri belirsizliğe itiyor. Türkiye’nin kararlı ulusal güvenlik stratejisi ile kanıtlanmış askeri yetenekleri arasındaki uçurum; tüm bölgenin jeo-politiğinde yeniden bir şekillenmeyi zorluyor.”
 
Ekim 1999 yılında Almanya’nın Türkiye’ya satacağı tanklar üzerinde Alman kamuoyunda çıkan tartışmaları örnek veren yazar; “Türkiye’nin müttefik rolünün kaybolmakta olduğu” ve “Ankara’nın Amerika açısından daha az güvenilecek bir ortak haline geldiği” saptamasını yapıyor. Türk planlamacılarının Yugoslavya’nın dağılması ve Kuveyt’in Irak tarafından işgalinden sonra; değerlendirmelerini yaptıklarını ve Türkiye’yi ulusal bir savunma doktrinine doğru çektiklerini belirtirken, Türkiye’nin geleceğinin belirsiz olduğunu, Yunanistan, Kıbrıs, AB, Kürt politikası, demokratikleşme başlıklarında Amerika’nın sıkıntıları olduğunu belirtiyor.
 
Türkiye’nin önümüzdeki yüzyıl için;ulusal güvenlik stratejisinin halen daha oluşum sürecinde olduğunu belirten rapor bu politikanın ana hatlarının ancak şimdi(2000 yılı) belirli olduğunu söyleyerek şu saptamaları yapıyor:
 
POLİTİK SINIFLAR İLE TSK ANLAŞMAK ÜZERE:
ORDU NATO’DAN ÇIKMAYI KONUŞUYOR
 
“ Dominant politik sınıflar ile Türk Generalleri personeli arasında bir konsensus halen daha oluşma sürecindedir. Tahminler göstermektedir ki;Ankara geleneksel sözde izolasyonist Kemalist parametreleri dışına çıkarak ve kollektif bir güvenlik yaratarak Türkiye için bölgede dinamik bir rol oluşturacaktır. Bunun sonucu olarak, tahmin edilebileceği üzere; bölgede komşuları üzerinde büyük bir etkinliği oluşacaktır.”
 
Rapor bu tespitleri yaptıktan sonra, 1997 yılında ordunun 1985 yılından kalma güvenlik savunma konseptlerini gözden geçirdiğini ve sonuç olarak da yüzünü daima Batı’ya dönmüş olan Türkiye’nin ilk defa Avrasya’ya döndüğünü söyleyerek şöyle yazıyor:
 
“Askeri dökümanlar şimdi Türkiye’yi ‘Bir Avrasya Ülkesi’ olarak tanımlıyor Batı ve Doğu ile bağların kuvvetlendirilmesinden söz ediyor. Bu sapma Türk stratejik düşüncesinin yüzyıllardır süren ortodoksisini sildi süpürdü.(…) Üst düzey komutanlar arasında NATO’dan çıkılması konuşuluyor.”
 
ÇEVİK BİR SOĞUK SAVAŞÇILAR TARAFINDAN KULLANILDI; KIVRIKOĞLU NOKTAYI KOYDU.
 
Rapor bu yönelimin ilk adımında; Dışişleri Bakanı Onur Öymen ile Genelkurmay Başkanı Çevik Bir’in ortak girişimi ile İsrail ile birlikte bir askeri anlaşmanın yapılmasına dikkat çekiyor. Bu anlaşma içinde, Bir ve siyasilerin İsrail ile Türkiye’yi, “aynı stratejik tehditlere maruz kalan seküler ve demokratik iki ülke” olarak tanımlayarak bir askeri anlaşma gerçekleştirdiklerini; fakat çevik Bir’in saptadığı tehdit planlamasının tersine, soğuk savaş planlamacılarının bu anlaşmadan istifade ederek, Türk liderlerini Balkanlarda, Kafkaslarda ve ilave olarak Ortadoğu’da yaşanan çatışmalara çektiklerini ifade ediyor. Bu durumun Kıvrıkoğlu ile değiştiği belirtiliyor ve şöyle deniyor:
 
TÜRK ORDUSU’NDA DÖNÜM NOKTASI:
KIVRIKOĞLU TÜRK STRATEJİSİNİ BELİRLEDİ
 
“1998 yılında Genelkurmay Başkanı olmadan önce, Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Türkiye’nin tehdit sıralamasını bölgesel ve etnik çatışmalar, kitle imha silahlarının yayılması, fanatik dincilik, uyuşturucu trafiği ve uluslararası terörizm olarak yapmıştı.Spesifik ülke isimleri vermekten kaçınarak(…) Ordu Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve Cumhuriyet rejimini tehdit eden dış ve iç tehditlere karşı ana güç olmalıdır. Her nekadar Türkiye’nin ulusal sınırlarının korunması konusundaki eski komutanların söylediklerini tekrarlasa da; Kıvrıkoğlu stratejik savunma misyonundan öte, gelebilecek tehditlere karşı ordunun başka bölgelerde hızla konuşlandırılması ve tehlikeleri geldiği yerde yok etmek görevinden söz ediyordu. Kıvrıkoğlu raporunu Türkiye’nin sınırları dışında orduyu mobilize edebilecek modernizasyon programı ile bitiriyordu. (…)Kıvrıkoğlu ile beraber Ankara, Ordu içinde Türkiye’ye yönelik tehditleri sınır ötesinde karşılayabilecek bir dizi operasyonel düzenlemeler yaptı. Türk Ordusu sadece yapabilme kabiliyetine sahip değil fakat aynı zamanda sınırları dışında operasyon yapmak istiyor.”
 
TORUMTAY KENAN EVREN’E KARŞI İSTİFA ETTİ
 
Körfez Savaşı’nın Türk politikasında bir dönüm noktası olduğunu belirten rapor; Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde Türk ordusu’nun Irak’a gönderilmesine karşı çıkan Torumtay’ın, aslında Özal’ın arkasında gölgesi duran Kenan Evren’e karşı istifa ettiğini, Evren’in Özal’ı desteklediğini ve Evren’in komutanlara pozisyonlarını değiştirmesi gerektiğini bildirdiği ve Torumtayın istifası ile Evren’e bir cevap verildiği saptaması da yer alıyor.
 
Rapor detaylı bilgilerle; Kıvrıkoğlu’nun başlattığı modernizasyon programı ile Türk kara kuvvetlerinin sınrıötesi opersayonlar yapabilecek duruma getirilmeye başlanıdğını ve ulusal elektronik savunma programları ile Türk savunmasının uydu destekli prgramlara geçişinin hazırlanmaya başladığını, OTOKAR ile TSK’nın yaptığı anlaşma ile de Türkiye’nin kendi tanklarını revize etmeye başladığını ve tank üretimine geçişin hazırlıklarına başlandığını belirtiyor. Raporun özellikle vurgu yaptığı bölüm ise; bu modernizasyon programı kapsamında deniz kuvvetlerinin tarihinde ilk defa Soğuk Savaş dönemindeki sahil korumadan açık deniz opersayonları yapabilecek bir kaapsiteye getirme çalışmalarının başlatıldığını açıklıyor.
 
Hava Kuvvetleri’nin kapasitesini arttırdığı ve Hava Kuvvetleri’nin Türk Hava sektörünü bir Avrupa konsorsiyumu ile büyük ulaşım uçaklarının üretimine girmesi için teşvik ettiği ve Türk Hava Kuvvetleri’nin hava tankerleri ve destekleme sistemleri ile F-16’ların komşu ülkelere uzun ve derin uçuşlar yapabilme kapasitesine erişmek üzere olduğu vurgulanıyor.
 
DARBE TAHLİLİ ABD GENELKURMAYI
TARAFINDAN YAPILIYOR
 
Raporun sonuç bölümünde, Türk siyasetindeki bazı muhaliflerin bu savunma planına karşı; Türkiye’nin güvenliğini Bulgaristan gibi AB ile bütünleşerek gerçekleştirebileceğini, bazı politikacıların ise dünya politikasına ‘Neo Osmanlıcılıkla’ eklenebileceklerini savundukları, ve asker ile bu siyasetlerin karşı karşıya geldiği vurgulanıyor ve şu saptama yapılıyor.
 
“Askeri liderlik Türkiye halkına önümüzdeki yüzyıl için askeri modernizasyonun gerçekleşebilmesi için büyük fedakarlıklarda bulunmasını istiyor. Bu programlar maliyeti nedeniyle iç muhalefetteki huzursuzluk ile karşılaşacak ve bu savunma planlarına karşı çıkanlar da, devlet düşmanı ya da gerici olarak etiketlenecektir.(…) Ordu Türkiye halkına ulusal çıkarların korunması ve geleceğin garantisi konusunda; kendi vizyonuna güvenmesini ve Türk toplumundaki belli elementlere ya da seçtiği politikacılara güvenmemesini istiyor. Halkın güvenini almadan başlatılacak olan bu modernizasyon programı iç huzursuzluğa ve orta vadede bir askeri müdahaleye neden olacaktır.”
 
GÜÇLÜ ORDU GÜÇLÜ TÜRKİYE’Mİ,
GÜÇLÜ TÜRKİYE GÜÇLÜ ORDU MU?
 
Son 3 yıldır, Türkiye’nin kafasında patlatılan darbe senaryolarının kaynağı görüldüğü gibi ABD Ordusu’nun bizzat kendisi. Türk Ordusu yüzünü Avrasya’ya dönerken ve  NATO’dan çıkmayı tartışırken; Deniz Kuvvetleri’nin açık denizlere açılacak kapasiteye gelmesi, kara kuvvetlerinin sınır ötesi operasyonlar düzenleyebilecek seviyeye yükseltilmesi gibi amaçlar “Türk Ordusu aynen Amerikan ordusu gibi operasyonel bir orduya dönmek üzere.” Saptamasıyla tehdit olarak vurgulanıyor. Yani Türk Ordusu; ABD ordusunun dünya çapındaki operasyonlarına kafa tutmaya karar vermiş; bağımsızlığının garantisi için ordusunun modernizasyonunu ön plana koymuş. OTOKAR ve Türk Hava Sektörü örneklerinde görüldüğü gibi de, Türk sermayesini montaj endüstrisinden, ulusal üretime geçmeye teşvik etmeye başlamış ve ulusal elektronik sistemini oluşturmaya başlamış. Şimdi anlaşıldı mı? Ulusal elektronik savunma sistemi neden üç tane pırıl pırıl ASELSAN mühendisimiz “intihar” ederek tamamlanabildi?
 
Kozmik odaya neden girildi? Deniz Kuvvetleri açık denizlere çıkacakmış. Ne haddine. Deniz Kuvvetleri üzerindeki büyük operasyon anlaşılabildi mi acaba? Neden bu dönemin bütün generalleri şimdi Nazım Hikmet’den şiirler okuyor? Acaba bu anlaşılabildi mi? ABD bu Nazım şifresini çözememenin rahatsızlığını yaşıyor. TSK’ya karşı asimetrik savaş böyle başladı. Güçlü Ordu değil. Güçlü Türkiye planı; AB kapısına bağlanmış ve ordusu NATO’nun emrinde bir Türkiye planı. Türk Ordusu’nu bu plan için dizayn etmek istiyorlar. Peki içerideki aktörler kimler?
 
2nci Bölüm:
 
ABD ASİMETRİK SAVAŞI’NIN İÇ AKTÖRLERİ TARAF’IN ASİMETRİK SAVAŞ’TAKİ ROLÜ VE DIŞ BAĞLANTILARI
 
Amerikan Genelkurmay’ının Türk Ordusu’nu 12 Eylül’den sonra 2nci defa dizayn etme girişimi olan bu raporun uygulanabilmesi için Türkiye içinde operasyonel elemenların devreye sokulması gerekiyordu.Hiçbir asimetrik opersayon içerideki elemanlar olmadan yürütülemezç İşte o isimler:
 
LALE  SARIİBRAHİMOĞLU’NUN PATRONLARI: Amerikan generalleri ve Amerikan Karşı-İstihbarat Yöneticileri.
 
Taraf gazetesi’nin yazarı olarak TV ekranlarına Lale Kemal adıyla çıkartılan Sarıibrahimoğlu’nun yazarlık yaptığı bir diğer yayın organı ise TODAY’s ZAMAN. Lale Sarıibrahimoğlu’nun çalıştığı başka yayın organları da var. Bunlardan birisi, Anglo-Sakson savaş stratejilerinin omurgasını teşkil edn İngiliz Jane’s Defence Weekly dergisi. JDW’da 1991 yılından beri Türkiye temsilciliği yapıyor. İngiltere’deki bu bağlantısı 21st Century Vakfı adlı think-tankındaki göreviyle de devam ediyor. Burası tarafından finanse ediliyor. Bu vakıf, Salzburg Global Seminar adlı bir dünya think-tankının yan kolu olarak faaliyet gösteriyor.
 
Lale Sarıibrahimoğlu’nun’ın yazarlık yaptığı bir diğer yayın organı daha var: Eurasia Daily Monitor. Bu internet yayın organını çıkartan merkez ise Beyaz Saray’ın tam karşısında 1111 16th St. NW.Suite 320, Washington, DC 20036 adresinde yer alan The Jamestown Foundation, adlı kuruluş. Televizyonlarda ve makalelerinde sürekli olarak ‘askeri vesayet’ten kurtulmaktan, askerlerin de hesap vermesi gerektiğinden söz eden İbrahimoğlu’nun söylemine dikkat edilirse; arada ‘NATO Ordusu’nun standartlarından söz ediyor. Çünkü bu ‘anti militarist’ Lale Sarıibrahimoğlu NATO’ya çalışan bir Türkiye görevlisi ve görevi de Türk Ordusu’nu NATO standartlarına çekmek. Jamestown Foundation, CSIS, International Crisis Group ve Rand Corporation ile çalışan fakat uzmanlık alanı ‘totaliter rejimlerle mücadele ‘ olan bir kuruluş.
 
JAMESTOWN; SSCB VE ROMANYA OPERASYONLARINI YÖNETEN KURUM
 
1984 yılında, vakfın kurucusu olan CIA yöneticisi William Geiner, Amerikan tarihinin en büyük Sovyet Operasyonlarından biri olarak tarihe geçen; Arkady Shevchenko adlı üst düzey bir Sovyet BM diplomatını Amerika hesabına çalışmak için yanına alıyor ve vakfı kuruyor. Bu ekibe daha sonra; Çavuşeşku’nun istihbarat şeflerinden Ion Pacepa katılıyor. Bu ekip Sovyetler Birliği ve Romanya’nın yıkılmasında aktif rol oynayan bir vakıf. Şimdi de TSK’ya karşı faaliyet buradan yönetiliyor.
 
Sarıibrahimoğlu; Jamestown’daki yazılarında; Ergenekon Operasyonu’nu bütün detaylarıyla düzenli anlatıyor. AB İlerleme Raporlarında belirtildiği gibi Türk Ordusu üzerinde henüz siyasilerin gücünün oluşamadığını dile getiriyor. Sarıibrahimoğlu’nun Jamestown’daki patronlarından da kısaca bahsetmek istiyoruz. Bunlardan birisi; Michelle Van Cleave. 28 Haziran 2003 tarihinde Bush, bu bayanı Ulusal Karşı istihbarat Dairesi (NCIX) nin başına getirdi. Ulusal Savunma Üniversitesi’nin öğretim görevlisi olan Van Cleave’ın uzmanlık alanı basın ve gazetecilerin karşı istihbarat faaliyetinde nasıl kullanılması üzerine! Belki bu küçük bilgi; TARAF’ın nasıl örgütlendiğine dair bir ipucu verebilir.
 
Sarıibrahimoğlu’nun bir diğer patronu ise Carlton W.Fulford. Amerikan Deniz Kuvvetleri’nden emekli general. 2003-2006 yılları arasında Afrika Strateji Merkezi’nin yöneticiliğini yaptı.
 
Görüldüğü gibi Türk generallerinden sürekli şikayet eden Sarıibrahimoğlu’nun Amerikan generallerinin emrinde çalışmaktan hiçbir şikayeti yok. Jamestown ‘da üst düzey yönetici olarak gözüken iki isim daha var. Bu isimlerin vakfın sitesinde biyografileri yer almıyor. Bunlardan James H. Burnley; Ronald Reagan ekibi içinde savaş stratejisti olarak görevlendirilmiş, daha sonra ABD Savunma Bakanlığı’nda görev yapmış birisi. Vakfın en tepesinde ise bir isim göze çarpıyor. Marcia Carlucci. Marcia Carlucci , bir kanser vakfının yönetim kurulunda gözüküyor. Cancer Research and Prevention Foundation. Vakıf; George W.Bush’un küçük kardeşinin karısı tarafından kurulmuş. Brzenski dahil olmak üzere, tüm think tanklar bu kanser vakfıyla bir ucundan bağlantılı. Bir tür kamuflaj yapı. Marcia Carlucci’nin kocası kim diye soracak olursanız; Jamestown’un kurucu ekibinden bir CIA ajanı.   1961 yılında Kongo ve 1965 yılında Tanzania’dan casusluk faaliyetleri yüzünden sınmır dışı ediliyor. (             )
 
ÖNDER AYTAÇ VE EMRE USLU
 
Sarıibrahimoğlu,Jamestown’da yalnız değil. Polis Akademisinden; Önder Aytaç ve Emre Uslu da bu vakıfta çalışıyorlar.
 
1.11.2008 tarihinde Aytaç ve Uslu TARAF’taki köşelerinde şunu yazıyorlardı.
 
“Geçtiğimiz çarşamba günü, Amerika’nın etkili düşünce kuruluşlarından Jamestown Foundation’da Türkiye-Kafkasya ilişkilerine dair bir konferans yapıldı. Toplantıya Türkiye’den ve değişik ülkelerden konuşmacılar katıldı. Toplantının dikkat çeken isimlerinden birisi de Graham Fuller’dı. Fuller yaptığı konuşmasında genel bir perspektif çizip, dünyanın yeni şekillenmesinin nereye doğru yöneldiğini anlattı. Bu şekillenme içinde Türkiye’nin Kafkasya’daki yeri ve Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinden de söz etti.Fuller özetle değişen dünya koşulları nedeniyle Türkiye ve ABD’nin soğuk savaş dönemindeki gibi bir “müttefik” olmasının mümkün olmadığını savundu.”
 
ÜMİT CİZRE
 
Ümit Cizre de kariyerine İbrahimoğlu gibi Fullbright bursuyla başlamış birisi. Sarıibrahimoğlu,Aytaç ve Uslu; TSK’ya karşı opersayonun NATO ve ABD tarafında çalışırlarken, Cizre AB entegrasyon sistemleri tarafında çalışıyor. Türkiye’de adını ilk olarak TESEV Raporu ile duyurmuştu. , Soros’tan Türkiye’de en fazla katkı alan kuruluş olarak tanınan TESEV’in “Almanak: Türkiye-Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” adlı raporda “TSK’nın ülkeyi yöneten AKP’yi laikliğe karşı dolaylı tehdit olarak algıladığı” görüşüne yer verilmişti. Almanak’ta askeri yargı, jandarma ve jandarma istihbarata yönelik sert eleştiriler de yer almıştı. Almanak’ta, Genelkurmay Başkanı’nın, Başbakan’a bağlı görev yaptığı tek ülke olarak Türkiye gösterilmişti. Genelkurmay harcamalarının hiçbir denetimden geçmediği ileri sürülen raporda, şu ifadelere yer verilmişti.
 
TESEV Raporu’ndan sonra zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt;2 Ekim 2006’da, Harp Akademileri Komutanlığı’nda 2006-2007 eğitim öğretim yılı açılış töreninde yaptığı konuşmasında, Almanak’a sert eleştiriler yöneltmişti. TSK’yı yıpratma faaliyetlerinin kampanyaya dönüştüğünü belirten Büyükanıt, TSK’nın ‘demokratikleşmenin önündeki bir engel” gibi sunulmaya çalışıldığını belirterek, bu saldırıların dışarıdan olduğu kadar içeriden de destek bulduğunu anlatmış ve TESEV’in güvenlik Almanakı’nın “pek çok maddi hata içerdiğini” ifade ederek şunları söylemişti:
“Raporun önsözündeki “İtaat kültürünün yerine itiraz kültürünü yerleştirmeyi amaçladığı” yolundaki ifadeler, raporun gerçek niyetini açıkça ortaya koymaktadır.” diyerek, Almanak’ın 22 Eylül’deki sunumuna katılan konuşmacıların “her türlü teamül, nezaket ve tahammül sınırını aştığını” ifade etmiş ve “Almanak mayısta hazırlanmasına karşın eylülde sunumu yapıldı. Bunun amacı da almanağa verilecek TSK tepkisinin İlerleme Raporu’na sokulmasıdır” diyen Büyükanıt, şöyle konuşmuştu:
“Böyle gerçekle ilgisi olmayan ifadelerin hangi kritere uygun olduğunu anlamak mümkün değildir. Bu tür raporlar kimlerin desteğiyle hazırlanıyor bilmiyorum. Bir kısmını sadece tahmin ediyorum. Ancak bu tahminlerim bu raporların kimler tarafından desteklendiğini gördükçe gerçeğe dönüşüyor ve bundan ziyadesiyle rahatsız oluyorum. Bu belgede dikkat çeken en önemli konu, 22 bölümden dokuzunun Polis Akademisi tarafından yazılmış olmasıdır. Devletin önde gelen kurumlarının bu tür çalışmalara katılmalarının nasıl bir fayda sağlayacağını da takdirlerinize bırakıyorum.”
 
Büyükanıt’ın ipi bu konuşmadan sonra çekildi ve Dolmabahçe görüşme opersayonu düzenlendi.
 
Rapora katkı koyanlar şu isimlerden ve konu başlıklarından oluşuyordu:
 
TESEV’in Almanakı’nın, giriş bölümünde Bilkent Üniversitesi Prof. Dr. Ümit Cizre-İtaat kültürü yerine bilimsel itiraf ve itiraz, TBMM Araştırma Merkezi’nden Dr. Ahmet Yıldız-TBMM, Polis Akademisi’nden Doç. Dr. Zühtü Arslan, Yıldız Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Gence Özcan MGK, Emekli Askeri Savcı ve Hakim Dr. Ümit Kardaş-Askeri Yargı, Gazeteci Lale Sarıibrahimoğlu-Türk Silahlı Kuvvetleri-Jandarma-Sahil Güvenlik, Polis Akademisi Doç. Dr. İbrahim Cerrah-Polis, Polis Akademisi Yrd. Doç. Dr. Ertan Beşe-Özel Harekat-Geçici Köy Korucuları-JİTEM, Polis Akademisi Doç. Dr. M. Bedri Eryılmaz-Özel Güvenlik-Polis İstihbarat, Polis Akademisi Doç. Dr. Önder Aytaç-Medya ve Gazeteci Yazar Ferhan Ünlü ise MİT ve Sivil Toplum konularında makalelerine yer verildi. Doç. Dr. Zühtü Arslan, bir yazısında, “Milli güvenlik kavramı, silahlı güçlerin aynı zamanda ideolojik devlet aygıtı olarak işlev görmesini ve aslında milli güvenlikle doğrudan ilgisi olmayan konularda söz sahibi olmasını beraberinde getirmektedir” diye yazmıştı.
 
Ümit Cizre, Büyükanıt’ın bu konuşmasına ‘Tabuları Yıkıyoruz.’ diyerek cevap vermişti. Cizre’nin uzmanlık alanı ‘orduların demokratik yönetimi.’ DCAF olarak bilinen ‘Democratic Centre for the Armed Forces’ (Silahlı Kuvvetler için Demokratik Merkez)’un Türkiye masasına bakıyor. Merkezin 17 No’lu ‘Policy Paper’ı Türk Ordusu üzerine Ümit Cizre tarafından hazırlandı. Bu rapor TSK’nın Avrupa Birliği normlarına nasıl çekileceğinin stratejik detaylarını veriyordu. Raporun Başlığı:
 
Prime Movers, Specific Features and Challenges of Security Sector Reform in a “Guardian State”:
 
The Case of Turkey
 
Bu raporun 17 ve 20inci sayfaları; özel bir önem taşıyor. ‘Askeri Olmayan Güvenlik Sektörü’ndeki Reformlar’ başlığı adı altında; Polis Kuvvetleri’nin güçlendirilmesi, sahil güvenliğin deniz kuvvetlerinden alınması ve özerk bir konuma kavuşturulması, jandarmanın ordudan alınarak içişlerine bağlanması ve özel sınır birlikleri oluşturulması ve bu sayede ordunun merkezi kontrolünün ortadan kalkacağı ‘güvenlik sisteminin demokratik olarak kontrol edilebileceği bir sektör oluşturulacağı’ öngörülüyor. Şu anda Meclis’te bulunan Polis Yasaı’ndaki değişiklikler ve Özel Sınır Birlikleri oluşturulma çalışmaları, Ümit Cizre’nin raporu rehber alınarak yürütülüyor.
 
TSK’ya karşı bu kapsamlı operasyonun ‘sivil kontrol’ adına çalışmaları 2005 yılında başladı. DCAF’ta Ümit Cizre; ‘Democratic Oversight and Reform of the Security Sector in Turkey’ adında 2005-2006 raporunu kaleme aldı. Bu rapora katkı koyan kişiler şu isimlerden oluşmaktaydı:
 
Zühtü Arslan (Uzmanlık alanı; sivil-asker ilişkileri, politik hukuk, düşünce özgürlüğü); Önder Aytaç(polis Akademisi öğr.gör. ve Dünya polis Örgütü IPA, Türkiye seksiyonu Başkanı);  Volkan Aytar( Uzmanlık  alanı, etnisite ve kültür. TESEV’in kurucularından); Ertan Beşe (Polis Akademisi’nden; uzmanlık alanı İngiltere de uluslarrası teröre karşı devlet önlemelri eğitimi aldı.);  İbrahim Cerrah (Polis Akademisi’nden. O da İngiltere’de terör eğitimi aldı. Fullbright burslu okudu.; Mesut Bedri Eryılmaz (Polis Akademis’nden. İngiltere’de polis hukuku doktorası yaptı.);  Ümit Kardaş( Emekli askeri hakim. TESEV kurucularından),; Gencer Özcan (Uzmanlık alanı diplomatik tarih, Türkiye ve İsrail İlişkileri); Lale Sarıibrahimoğlu(Jamestown çalışanı, Jane’s Defence Weekly yazarı.);  Itır Toksöz (Uzmanlık alanı, ulusal güvenlik, asker-sivil ilişkileri);  Ferhat Ünlü ( Kitapları:Susurluk Gümrüğü (Birey, 2000); Eymür’ün Aynası ve  Sadettin Tantan (Metis), Buzdan Gözyaşı (Bakış, 2002); Bir Gölgenin İntikamı (Everest, 2003); Münasebetsizleri Ayıklama Teşkilatı (MAT) (Everest, 2006);  Ahmet Yıldız(TBMM Araştırma Merkezi yöneticisi. Kitapları: Ne Mutlu Türküm Diyebilene!’Türk Ulusal Kimliğinin Etno-seküler Sınırları (1919-1938) (İstanbul: İletişim,2001) and İktidar Herşey Değildir (İstanbul: Karakalem, 2004).
 
Polis Akademis’nden 9 kişi. Amerikan ve İngiliz askeri think tanklarını yöneten Amerikalı emekli generallerin emrinde çalışarak Türkiye’de ‘askeri vesayet’ten kurtulmaktan söz eden ‘siviller’ hepsinin de uzmanlık alanları ‘askeri doktrinler’ ‘asker- sivil ilişkileri’ ve hepsi de TARAF’ laştırılmış. Amerikan Ordusu’nun Türk Ordusu üzerine yazdığı raporu uygulamaya devam ediyorlar.
 
Bu teşkilatı tamamlayan Beşiktaş Terör Örgütü’nde hakimler ve savcılar örgütlendirilmiş. Başbakan ‘Bu davanın savcısı olduğunu’ beyan etmiş. Üstelik;BOP’taki eşbaşkanlığını defalarca tekrarlamış. Bütün çabaları Türkiye’nin Amerika’dan bağımsız kendi savunma doktrinini ve ulusal endüstrileşme çabasını engellemek. Bu savunma doktrinini hayata geçirecek bir Milli Hükümet’in önünü kesmek. Türkiye’nin siyasi kaderini AB kapısına bağlamak; ordusunu da Amerikan’ın Ortadoğu karakolu yapmak isteyen bu ekibin anti-milli karakteri karşısında; “Hıyanet-i Vatan” dedikleri başka ne olsun!
This entry was posted in Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *