İKİNCİ SEVR BOP TÜRKİYE’Yİ İŞGAL EDİYOR * BÖLÜM III – IV * * Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Atatürkçü değerlere ve düşüncelere bağlı olmaları ve bu değerlerin yıkılmasına karşı çıkmaları” , köktendincileri olduğu kadar ABD ve Batı’yı çok rahatsız etmektedir.

Bölüm     I – II  https://nacikaptan.com/?p=69584
Bölüm III – IV  https://nacikaptan.com/?p=69605


Naci Kaptan / 31.05.2019 – Güncellendi 12 Eylül 2021

BÖLÜM III

İKİNCİ SEVR BOP TÜRKİYE’Yİ İŞGAL EDİYOR * BÖLÜM III – IV

TÜRKİYE KÜRESEL SİSTEMİN HEDEFİ SEÇİLDİ


Yeni Dünya düzeninde dirençli ve güçlü ülkelerin işgali için yeni yöntemler geliştiriliyordu . Bu ülkeler askeri güç kullanmadan PSİKOLOJİK SAVAŞ yöntemleriyle işgal edilmeliydi . Bu nedenle Top , Tüfek , roket , askeri eylemler rafa kaldırılmış ve askerle silahın yerini toplum bilimciler, sosyologlar , psikologlar , medya uzmanları , mühendisler , yazarlar , akademisyenler , uzman siyasetçiler almıştı . karşı taraf hedef olduğunu , öldüğünü bile anlamayacaktı !!!

Ve bizim küreselcilerin kendi hatalarını kapatmak için zaman zaman suçladıkları, üst akıl dedikleri think tank kuruluşları çalışmaya başlamıştı . İşgal senaryoları üretiliyordu . Bu arada BOP stratejisi de ABD’nin eylem gündemine girmişti . Hedef Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriydi ve bu ülkeler arasında Türkiye de vardı . Ne kadar gariptir ki , zamanın başbakanı Erdoğan kendi ülkesinin de sınırlarını ve yönetim şeklini değiştirecek olan bu projenin bölge eşbaşkanı olarak atanmış ve görevlendirilmiş ve bunu kabul etmişti !!! Daha da garip olanı Erdoğan’ın bu yıkım projesinde eşbaşkan olduğunu farklı yerlerde sanki övünerek söylemesi idi ! Akıllar ve gözler bağlanmıştı.

Türkiye bu kez PSİKOLOJİK SAVAŞ yöntemleriyle işgal edilecek ve toplumun büyük kısmı ülkelerinin ayaklarının altından kaydığının farkına bile varmayacaktı .

Stratejik Amaçlı Psikolojik Savaş ,sessiz ve derinden başlatıldı. Birinci adımda genel amaç, düşmanın siyasi, ekonomik, sosyal ve moral zafiyetinin neler olduğu bularak onun muharebe gücünü zayıflatmaktı. Bu amaç doğrultusunda halkın güvenini kazanmak , halkın güvenini kazanmak içinse gazete, radyo, televizyon ve internet gibi kitle iletişim araçlarından yararlanılmak gerekliydi. Bu nedenle Ulusal basın üzerinde baskı kuruldu . Çok okunan gazeteler , çok seyredilen televizyon şirketleri baskıyla , yaptırımla bunaltıldı . sahipleri büyük mali yaptırımlarla tehdit edildi . reklam alamaz oldular. Ve bu gazeteler , televizyonlar baskı ve tehditler sonucunda bir bir küresel düzenin işbirlikçilerinin ellerine geçti. Artık tüm gazeteler iktidarı yücelten aynı manşetlerle çıkıyor , tüm televizyonlar güç erkini elinde bulunduran siyasetçiyi gösteriyordu . 

Gerçekleri saklayan , yalan haber yapan , iktidara ve emperyalizme güzellemeler yazan , hain , dönek , şeref yoksunu kişiler medya düzeninde gazeteci görüntüsüyle yer aldılar. Toplum gerçek haberleri alamaz oldu ! PSİKOLOJİK SAVAŞ BAŞLAMIŞTI .

ABD Türkiye’ye demokrasi getirecekti . AB ise Türkiye’ye çağdaş , demokratik , insan haklarının öncü olduğu bir yaşam vaad ediyor ve AB HAVUCUNU Türkiye’ye uzatiyordu . Küresel baronlarla çalışacak olan işbirlikçilerle ABD’li ve İsrai’li yetkililer görüşmeler yapmış ve gereken vaadleri almışlardı .

CIA’nın çalışmalarıyla Türkiye’de siyaset tekrar tekrar kurgulanmış ve Milliyetçi kanadın önderi Necmettin Erbakan tasfiye edilmişti. Erbakan’ı tasfiye edenlerin başında Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül vardı .

Naci Kaptan


İLK İLİŞKİLER ABRAMOWİTZ’LE KURULDU ( Erol Manisalı)

Sermaye-köktendinci koalisyonu

Birinci Körfez Krizi’nde (1990) ABD Türkiye’de beklemediği olaylarla karşılaştı.

* Turgut Özal, Körfez Krizi’nde ABD’nin Ortadoğu ve Irak planına ‘evet’ dedi. Bir verip beş alacağız gerekçesiyle Amerika’nın emrinde Irak’ın işgal planına razı oldu. Ancak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay , ‘hayır’ diyerek istifa etti.

1 Mart 2003’te olduğu gibi, ABD’nin ve İngiltere’nin planları altüst oldu. ABD (ve İngiltere) “Türkiye’nin askersiz işgalini” B planı olarak devreye soktu. Türkiye, AB süreci üzerinden denetim altına alınacaktı.

* 1989’da tam üyelik başvurusu AB tarafından reddedilen Türkiye’nin, dış ticaret politikaları AB’ye devrettirilecek ve dünya ile bütün iktisadi ilişkileri ipotek altına alınacaktı.

ABD ve AB’nin bu ortak politikalarını Başbakan Turgut Özal ile konuşmuş ve tartışmış bir insan olarak tüm gelişmeleri yaşadım ve bunları yazdım. (2)

Başbakanın, yanındaki bürokratik çevre ve büyük sermaye bunu ABD ve İngiltere ile birlikte yürütmüşlerdir. Bu ifade ‘çok iddialı’ bulunabilir. Ancak maalesef doğrudur. Bunun belgeleri adı geçen kitapta bir bir gösterildi.

ABRAMOWİTZ’İN ERDOĞAN İLE İLK TEMASI

Türk kamuoyu Tayyip Erdoğan ‘ı hiç tanımazken Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz onu tanıyordu. İlk temas Kasımpaşa’da özel bir vakıfta olmuştu. İslamcı bir partide yükselme eğilimi olan ve kişisel olarak Ortadoğu’daki İslamcı çevrelerle çok genç yaşta görülmeye başlayan insan, CIA Ortadoğu istasyon şefinin de dikkatinden kaçamazdı. (3) Daha sonraları iyice sivrilen Metin Metiner ‘in bu toplantıda bulunması işi daha da ilginç hale getiriyor.

Aşağıda, 20 Ekim 1996’da Aydınlık’ta yayımlanan haber yer alıyor:

Abramowitz geçen salı günü Erdoğan ile makamında görüştü. Erdoğan basına, Abramowitz’in sıcak ve olumlu bir mesaj getirdiğini söyledi. Mesajı kendi adına değil partisi adına aldığını özellikle vurguladı. Abramowitz ile Erdoğan arasında bir Amerika-RP görüşmesi yapılmış, Abramowitz bir mesaj getirmişti. Erdoğan mesajın ne olduğunu açıklamaktan kaçınıyordu. Öte yandan gizlilik, mesajın önemini artırıyordu. Aydınlık Abramowitz-Erdoğan görüşmesinin içeriğini, gizlenen mesajı öğrendi. Erdoğan-Abramowitz dostluğunun geçmişini çıkardı.

İŞTE AMERİKA’NIN MESAJI

Aydınlık’ın RP’ye yakın kaynaklardan edindiği bilgilere göre Abramowitz ile Erdoğan arasındaki konuşmanın mesaj içeren bölümü şöyle:

Abramowitz – Siz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde bu kadar başarılara imza attınız. Bundan sonra artık kendinizi Türkiye çapında bir insan olarak tanıtmanın yollarını bulmalısınız.

Tayyip Erdoğan – Ben herhangi bir mücadelenin, veliahtlık, başkanlık yarışının içine girmek istemiyorum. Böyle bir niyetim yok.

Abramowitz – Biz niyetiniz olsun diye söylemiyoruz. Bu sizin ülkenizin yararınadır. İstanbul Ortadoğu’nun başkentidir. Siz burayı yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz. Bunun adını illa liderlik koymayın.


UYGUN OLTA, UYGUN YEM

Erdoğan, RP’nin İstanbul Belediye Başkanı. Ancak bundan ibaret değil. Pazar günü yapılan RP Kongresi’nin Divan Başkanlığı koltuğunda oturuyordu. Daha da önemlisi kongrede Erbakan takıyye konuşması yaparken RP adına RP’nin gerçek niyetlerini ortaya koyan konuşmayı Erdoğan yaptı. Erbakan, tecridi kırmak için topluma seslenme rolünü üstüne almıştı. Şeriatın savaş bildirgesi ise Erdoğan’ın ağzından okundu. Erdoğan için ‘Erbakan’ın veliahtı’ değerlendirmesi öteden beri yapılır. Nitekim kongredeki rolü ve tutumu, söz konusu değerlendirmeleri fazlasıyla doğruladı.

Basın önündeki yalanlamalarına rağmen Erdoğan, Erbakan sonrasının liderliğine hazırlandığını bütün davranışlarıyla ortaya koyuyor.

ALTI YIL ÖNCEYE DAYANAN İLİŞKİ

Amerika, oltayı atacağı adamı ve oltaya takacağı yemi özenle seçiyor. Bu olta yeni atılmış da değil. Abramowitz daha Ankara’da ABD büyükelçisi iken Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkiye geçti. Erdoğan o zaman, RP Beyoğlu İlçe Başkanı idi. Kasımpaşa’da bir vakıftaki tanışma toplantısında, dönemin RP İstanbul İl Yönetimi’nden bir yetkili de vardı. Buluşmayı ayarlayan RP’nin dışa açılma kapısı işlevi gören “solcu” bir gazeteciydi. Şimdi ikinci cumhuriyetçilerin şeriatçı kanadının önde gelenlerinden Metin Metiner de bu ilişkinin kurulmasında rol aldı. RP ile arası açık olan Metiner, bu görüşmelerin ardından Tayyip Erdoğan ile birlikte toplantılara katılmaya başladı.

Abramowitz ile Erdoğan bu tanışmadan sonra birçok kez kamuoyundan gizli olarak bir araya geldiler. Erdoğan belediye başkanı seçildikten önce ve sonra Büyükşehir Belediyesi’nin Florya’daki lokalindeki buluşmaların tanıkları da var. Erdoğan hızla yükselerek İstanbul Belediye Başkanı oldu. Başkan oluşunun ilk aylarında Tayyip Erdoğan ile tesadüfen bir yemekte yan yana oturduk ve sohbet ettik. 1994 yılında Japon büyükelçisinden bir yemek daveti geldi; İstanbul’da 5-6 kişinin davetli olduğu bir yemekti. Benim orada bulunuşum, Türk-Japon ve Türkiye-Asya ekonomik ilişkileri üzerine o günlerde verdiğim bir konferans yüzündendi.

Yavuz Canevi gibi iki üç kişi daha vardı. Tayyip Erdoğan yuvarlak masada yanıma düşmüştü. Konuşmuş olmak için “Tayyip Bey, partinizdeki şu Şevki Yılmaz denen insanı neden partiden ihraç etmiyorsunuz, adam Atatürk’e sövüp sayıyor, partinizin prestijini bozmuyor mu?” dedim. Ben kendisinden “Hocam tabii ki çok haklısınız” türünden bir karşılık beklerken hayretler içinde kaldığım bir karşılık geliyor. Tayyip Erdoğan bana “Şevki Yılmaz’ın kendileri için ne kadar önemli bir insan olduğunu, onları hiçbir zaman feda edemeyeceklerini” heyecanlı ve biraz da sinirli bir biçimde söylüyor.

Gerçek kimliğini kendisinden gördüğüm Tayyip Erdoğan ile ilk ve son temasım bu oldu.

(2) ‘Askeri Darbeden Sivil Darbeye’ Truva, 2006.
(3) ‘Aydınlık’, 20 Ekim 1996.


BÖLÜM IV – AKP NASIL YARATILDI ?

Cumhuriyet / Prof.Dr. Erol Manisalı / 22 Eylül 2007


Batı ve kapitalizm karşıtı yönetim istemeyen ABD ve AB, Recep Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırladı

Antiamerikancılara tasfiye

‘Antiamerikancı Erbakan’ ın 1990’lı yıllarda yavaş yavaş iktidara yükselişi ABD’yi (ve İngiltere’yi), “işbirlikçi köktendinci” arayışına yöneltti. Hele 1996’da Necmettin Erbakan ‘ın Tansu Çiller ‘in DYP’si ile koalisyon yaparak başbakan oluşu İslamcıların bölünmesini ABD için kaçınılmaz hale getirdi.

Yalnız ABD değil Avrupa için de zorunluydu. Batı kapitalizminin iki temel ayağı olan ABD ve AB, karşılarında “Batı ve kapitalizm” karşıtı yönetimler istemiyorlardı. Köktendinci olmaları hiç önemli değildi. Önemli olan ABD (ve Batı) politikalarının bir parçası olarak hizmet vermeleri ve açık piyasa ekonomisini benimsemeleriydi.

Amerikan-İngiliz koalisyonu ve Fransa, Ortadoğu İslam ülkelerinde bu işi uzun yıllardan beri başarılı bir biçimde yürütmekteydiler. Şeriatçı olan ya da olmayan, ancak işbirlikçi olan siyasiler ve yönetimler ABD ve Avrupa tarafından üretilmiş ve uzun yıllardan beri kullanılmaktaydılar.

Şimdi Türkiye’deki Refah Partisi’nin bölünerek ABD (ve Batı) ile işbirliği yapacak kısmının sahneye çıkarılması gerekiyordu.

20 Ekim 1996’da Aydınlık dergisi manşetten şunu duyurdu: “Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor.” Bu başlık o tarihte herkesin gülüp geçeceği bir ifade olarak düşünülebilir. Öyle ya;

* Ortada Refah’ın başında tek ses olan Necmettin Erbakan vardı. Tayyip Erdoğan’ın onun yerini alması kimsenin aklının ucundan geçmedi.

* Üstelik Sultan Galiyev ‘in söylediklerini andıran bir duruş sergileyen Tayyip Erdoğan, Refah’ın çizgisiyle örtüşüyordu.

* Necmettin Erbakan’ın başbakan olduğu kabinede Kıbrıs’tan Sorumlu Devlet Bakanı statüsünde kapı gibi Erbakancı (ve Antiamerikan) bir Abdullah Gül boy gösteriyordu.

Ben bu kişiyi taa 1979’dan beri tanıyordum; birkaç aylığına asistanlığımı bile yapmıştı. (4) Milli Görüş’e sahip, şeriatçı ve en baştan beri Necmettin Erbakan’a sadık kalan bir akademisyendi. Hatta TBMM’de benim görüşlerimi, adımı da vererek savunan bir kişiydi Abdullah Gül.

* Şimdi 20 Ekim 1976’da Aydınlık dergisinin Rand Corporation’un hazırladığı raporu kaynak göstererek “Amerika Tayyip Erdoğan’ı başbakan, Abdullah Gül’ü de dışişleri bakanı yapacak” diyen başlıklara inanmak imkânsızdı. Ortada Tayyip Erdoğan, antiamerikancı Abdullah Gül, Erbakan’a dört elle sarılmış vaziyette boy gösterirken kim inanabilirdi ki bu tür açıklamalara?

2 8 ŞUBAT SÜRECİ KÖKTENCİLERİ KÖŞEYE KISTIRIYOR

Necmettin Erbakan’ın 10 yıl sonra 2007 Temmuz’unda televizyonda yaptığı bazı açıklamalar var: “Tansu Çiller bana sizinle koalisyona devam edeceğiz. Başbakanlığı ve başbakan yardımcılığını değişerek paylaşırız dedi; anlaştık. Kendisi Cumhurbaşkanı’na ( Demirel ) gitti, ancak benim yerime Mesut Yılmaz ‘ı tercih etti.”

Necmettin Erbakan, “Demirel ile Çiller’in anlaşarak kendisine bu oyunu oynadıklarını” ima ediyor; hatta söylüyor. Tabii arkada ABD var. Demirel ve Çiller Washington’ın taleplerine itaat ediyorlar.

Arkasından 1997 “28 Şubat süreci” başlıyor. Görünürde “Laik ordu köktendinci gelişmeleri önlemek için 28 Şubat sürecini başlatmış sanılıyor” . Karadayı Genelkurmay Başkanı; ayrıca “Amerika’nın çok itibar ettiği” kimi generaller sahnedeler.

Büyük sermayenin elindeki medya, olayı “Ordu İslamcıları engelledi” diye sunuyor. Ancak arka planda çok daha önemli bir olay var: “Amerika karşıtı İslamcılar tasfiye ediliyor.” Necmettin Erbakan ve onun çizgisindekiler tasfiye edilirken köktendinciler 28 Şubat süreci ile ikiye bölünüyorlar.

(4) Avrupa’yla Derin Bağlar İçinde “Abdullah Gül’ün Kimliğinde AKP” , Truva Yay. 2007, sf. 50-75 arası

28 Şubat süreciyle ortamı hazırlanan AKP’nin iktidar yolu 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler olayıyla hızla açıldı

Erdoğan ve Gül ABD saflarında
Washington, Büyük Ortadoğu Projesi’nde acele etmek zorundaydı. Türkiye’ye “Washington’ın güdümü altına girmiş bir iktidar” gerekmekteydi. ANAP-DSP ve DSP-MHP-ANAP koalisyonları Amerika’nın Ortadoğu operasyonlarında gerekli adımları atmasına yeterli destek vermiyorlardı. ’28 Şubat süreci” Rand Corporation’ın 1996’da öngörüp yayımladığı senaryonun uygulanmasına yol açıyor.

* Köktendinciler 28 Şubat operasyonu ile köşeye sıkıştırılmışlar.

* Bir kısım “genç” köktendinciler “Amerika ile işbirliği yapılmadan Türkiye’de TSK’nin alt edilemeyeceğine inandırılıyorlar” .

* Amerika (ve emperyalizm) karşıtı köktendincilere karşı “işbirlikçi köktendinciler” Rand Corporation’ın 1996’daki raporunda öngörüldüğü gibi “ayrıştırılıyorlar” .

* Değişen ve devşirilen genç köktendinciler artık yavaş yavaş sahneye çıkarılmaya başlıyor.

Washington “büyük sermaye iktidarının yanına işbirlikçi İslamcıları monte etmeyi planlıyor” . Bunlar Rand Corporation’ın raporlarında bir bir yazılmış. Dr. Morton Abramowitz , ABD adına senaryoyu yazan kişi. Daha önce de belirtildiği gibi “köylünün ve kent varoşlarının kontrolü için sermaye partilerinin yetersiz kalmaları köktendincileri ABD’nin en önemli dostu ve işbirlikçisi durumuna sokuyor” . Çünkü İslamcı partiler tarikatlar ve cemaatler kanalı ile köylüyü ve büyük kentlerin fakir varoşlarını denetimleri altına alabilecekler. Sisteme egemen olmak için köktendincilerin işbirliği kaçınılmaz hale geliyor.

* Bu arada sosyal devlet olanakları kaldırılacak.

* Çaresiz bırakılan insanlar çocuklarını, gençlerini “tarikat mekteplerinin ve cemaatlerin ellerine teslim edecekler” . İaşe sistemi sosyal düzene yerleştirilecek.

AMERİKA’NIN KÖKTENDİNCİLERLE ORTAK ÇIKARLARI

ABD’nin “Batı karşıtı olmayan ve Batı ile işbirliğine yatkın” köktendincilerle ortak çıkarlarının başlıcaları şunlardır:

* Köktendinciler de ABD (ve AB) de ulusalcı ve Kemalist yaklaşımlara (düşüncelere) karşıdırlar: Bunlar ortak düşmanlardır.

* Sosyal devlet yapısından ve güçlü devletten, köktendinciler de Batı da hoşlanmıyor.

* Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Atatürkçü değerlere ve düşüncelere bağlı olmaları ve bu değerlerin yıkılmasına karşı çıkmaları” , köktendincileri olduğu kadar ABD ve Batı’yı çok rahatsız etmektedir.

– Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ABD ve AB’nin Türkiye (ve bölge) üzerindeki planlarında “Sünni kuşağı” büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda Türkiye’de “Cumhuriyetin yerine ABD’nin denetimine girmiş bir İslam devleti oluşturmak” her iki tarafın ortak çıkarlarına uygun düşmektedir.

1990’lı yılların ikinci yarısında Demokratların Clinton iktidarı yerine Cumhuriyetçilerin yeni “Bush kuşağı” hazırlanmaya başlamıştı. Amerika’da yeni muhafazakârlar koalisyonu, başta Ortadoğu olmak üzere Asya’da olası Çin-Rus işbirliğine karşı hazırlanmaktaydılar.

Rusya’nın başında artık Yeltsin yoktu ve ülkesinin çıkarlarını Avrasya işbirliği projesinde görmeye başlayan bir Putin vardı.

Washington Büyük Ortadoğu Projesi’nde acele etmek zorundaydı. Türkiye’ye “Washington’ın güdümü altına girmiş bir iktidar” gerekmekteydi.

ANAP-DSP ve DSP-MHP-ANAP koalisyonları Amerika’nın Ortadoğu operasyonlarında gerekli adımları atmasına yeterli destek vermiyorlardı.

Bununla birlikte Ecevit ‘e rağmen 1999’da “Türkiye’nin AB süreci adı altında mengeneye alınması operasyonu” başarılmıştı. Ayrıca yine aynı yıl Ankara IMF denetimine sokulabilmişti.

Ancak bu araçlar orta ve uzun vadede sonuç verecek nitelikteydiler. Askeri ve siyasi olarak ABD’nin güdümü altında daha hızlı hareket edecek bir yönetime acil olarak ihtiyaç vardı.

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler olayı (saldırısı) Washington’ın istediği altyapıyı hazırlamıştı. Amerikan kamuoyu saldırı ve işgal operasyonlarına evet diyecek kıvama sokuldu. Amerika ve Avrupa’da hazırlanan bu psikolojik ortamın tek eksiği Türkiye’deki iktidarın ABD’nin operasyonlarına fiilen katılmasındaydı.

Amerika ve Batı açısından şimdi AKP zamanıydı ve düğmeye basıldı. 28 Şubat süreci (operasyonu) ile tasfiye edilen ABD karşıtı Erbakan yerine yeni ve işbirlikçi İslamcılar iktidara çoktan hazırlanmışlardı bile. ABD ve Türkiye içindeki ortakları AKP’nin iktidar yolunu hızla açacaklardı. İçimizdeki oligarşi harekete geçirildi. Tarikatlar, bölücü çevreler ve kimi büyük sermaye çevreleri, “ABD’nin güdümünde” düğmeye bastılar.

Naci Kaptan / 31.05.2019

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, DIŞ POLİTİKA, Dizi Yazilari, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *