Uğur Mumcu öldürülmeden 36 saat önce…

Uğur Mumcu öldürülmeden 36 saat önce…

12punto – Bahadır Selim Dilek – 23.01.2024

1993 yılının 22 Ocak akşam saatlerinde tam işten çıkmaya hazırlanırken Ünal İnanç beni odasına çağırdı. Önünde kalınca denilebilecek üç klasör vardı.
Sen dedi, Uğur’un evini biliyorsun değil mi?
Evet, dedim.
– Tamam o zaman, şu dosyayı al, taksiye bin ve Uğur’un evine git. Bu dosyası bizzat kendisine ver. Güldal kapıyı açarsa, Uğur’u iste. Kendisine verdiğinden emin ol.
Ünal İnanç, Ankara piyasasında herkesin büyük saygı duyduğu muhteşem bir polis muhabiriydi. Yıllardır, bu alana emek vermiş bir gazeteci olarak son derece temkinli hareket ederdi. Kılı kırk yarar, yaptığı işlerde hiçbir eksik gedik bırakmazdı. Polisiyle, jandarmasıyla, askeriyle, MİT’çisiyle, JİTEM’cisiyle bir ömür geçirmişti. İnanılmaz haber kaynakları vardı. Kendisine bilgi, belge adeta akardı. Söyledikleri aklıma yatmasa bile ki çoğu zaman yatmazdı, “Vardır bir bildiği” der, fazla üstelemezdim.
Dosyayı elime tutuşturduktan sonra tembihlemeye devam etti.
– Taksiye buradan, Mihatpaşa’dan binme, git Bulvar üzerinden bir taksi çevir. Yolda sakın durma, arabaya biner binmez, kapıyı kilitle. Birilerinin takip ettiğini farkedersen, Uğur’un evine gitme, yolda kalabalık bir yerde in. Dosyayı sakın kimseye verme!
Ünal İnanç’a herkes “Baba” derdi. Şekliyle, şemaliyle, huyuyla, suyuyla, hal ve tavırlarıyla bu sıfatın hakkını kesinlikle verirdi. İçimden, “Baba yine gününde galiba” diye geçirdim.
Hiç bir şey sormadan çıktım. Dediği gibi sağıma soluma bakınarak Mithat Paşa Caddesi’nden Atatürk Bulvarı’na kadar yürüdüm. Ankara’nın bıçak gibi kesen ayazına, yolların çamuruna, evlerine yetişmeye çalışan insanların telaşına hiç takılmadan Güven Park’ın önünden bir taksiye bindim, “Köroğlu Caddesi” dedim, kapıyı kilitledim ve dosyanın kapağını açtım.
Üzerindeki Türkçe “Torino Dosyası” yazıyordu.
Sayfaları çevirdim, İtalyanca’ydı. Anlayabildiğim kadarıyla İtalya’daki bir uyuşturucu davasının tutanaklarıydı. Ayrıca içinde Türkiye’deki güvenlik bürokrasisinin değerlendirmeleri bulunuyordu.
Üst yazıya iliştirilmiş bilgi notu ve ilgili birimlerin kanaati ile MGK Genel Sekreterliği’ne, Genelkurmay Başkanlığı’na, Başbakanlık’a ve Cumhurbaşkanlığı’na dağıtımı yapılmıştı.
İçinde İngilizce ve Türkçe alınmış notlar vardı. Dikkatlice bakınca bunların İtalyanca’dan çeviri olduğunu anladım. Trafiğin yavaş ilerlemesinden istifade ederek okumaya başladım.
Özetle PKK’nın Avrupa’daki uyuşturucu trafiğini anlatıyordu. Uyuşturucu’nun  Afganistan ve İran üzerinden Irak ve Türkiye’ye girişinden sonra PKK eliyle Avrupa’ya getirildiği vurgulanıyordu. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu’daki uyuşturucu üretimi konusunda da ayrıntılı bilgiler bulunuyordu. Türkiye’de kritik görevlerde bulunmuş bazı isimler ile bazı işadamları da dosyada yer alıyordu.
Ama, benim en fazla dikkatimi çeken ayrıntı, önce gelen Avrupa ülkelerinin gizli servislerinin de bu işin içinde olmasıydı. Bu ülkelerin gizli servisleri, uyuşturu trafiğinden pay alıyor, bu parayla Ortadoğu ve Afrika’daki ülkelerde yürüttükleri bir takım operasyonları fonluyorlardı.
Bazı siyasi cinayetlerin ve suikastlerin de bunlarla ilgisi vardı. Yüz milyonlarca Marklık bir para trafiği söz konusuydu. Bu pastadan pay kapmak istemeyen yok gibiydi.
PKK da elinde tuttuğu gücü biliyor, siyasi olarak bunu kullanıyor, başta Almanya olmak üzere Fransa, Belçika ve Hollanda’da zemin kazanıyordu. Avrupa da PKK’nın terör eylemlerini görmezden geliyordu. Dosyanın okuyabildiğim her satırında dehşete düşüyordum.
Birkaç dakika gibi gelen bir saatin sonunda Uğur Mumcu’nun evine vardım. Giriş katının altındaki mütevazı dairesinin kapısını çaldım. Kendisi açtı, içeri buyur etti. Dosyayı verdim, Güldal Hanım ayaküstü bir kahve ikram etti.
Baktın mı, dedi.
Evet, dedim.
Bu Avrupa dedi, “Kurtuluş Savaşı’nı hala hazmedemedi. Bizim ülkemize karşı her türlü insanlık dışı faaliyeti destekliyor. İşte tam bu nedenle güçlü olmak zorundayız. İşte bu yüzden tam bağımsızlık çok önemli…”
Tanıyanların da bildiği şekliyle heyacanlı heyecanlı terör ve uyuştucu arasındaki bağlanıyı bir kez  daha anlattı, bunun önüne geçilmemesi durumunda terörü dolaylı yoldan da olsa destekleyen ülkelerin bir süre sonra hedef haline geleceğini söyledi.
15-20 dakika sonra yanından ayrıldım, otobüse bindim ve eve gittim. Ertesi gün Torino Dosyası’nın içinden aklımdan kalanları, Uğur Mumcu’nun söylediklerini kara kaplı defterime not ettim.
Pazar günü izinliydim.
Telefon çaldı, stajyer kızımız Emel arıyordu. Hıçkırıklarından önce ne söylediğini anlayamadım. Ağlamaktan sanki boğuluyordu, sonra bir an durdu ve Uğur Mumcu’yu öldürmüşler diyebildi.
Donup kalmıştım…Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Kalktım evinin olduğu sokağa gittim, mahşer yeri gibiydi. Patlamayla parçalanmış bedenini daha kaldırmamışlardı.
Ne hissettim; büyük bir şok, büyük bir hüzün ama çok büyük bir kızgınlık! Sonrası zaten yakın tarihin kitaplarında ayrıntılarıyla yazıyor. Görkemli bir cenaze töreni, siyasilerin “kanı yerde kalmayacak” açıklamaları falan filan…
Biz, birilerinin, bugün içinde yaşadığımız distopyaya giden yolda, Siyasal İslamcı zihniyetin yolunu açmak için insanlık dışı bir mıntıka temizliği yaptığını çok sonraları anlayacaktık.
Aslında bu cinayetler daha önce başlamıştı.
Bu ülkenin aydınlanmacı, cumhuriyetçi, Atatürkçü aydınları Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, hepsi daha 1990 yılı içinde katledilmişlerdi.
Üç yıl sonra Uğur Mumcu, 1999’da da Ahmet Taner Kışlalı…
Siyasal İslamcı zihniyetin egemen kılınması için bu ülkenin Kemalist aydınları, kanı önderleri tek tek öldürülmüştü.
Uğur Mumcu’nun katledilmesinden sonra Torino Dosyası ise bu şekliyle hiç gündeme gelmedi. Dosyanın akıbeti ne oldu, bilmiyorum. Ama ilerleyen yıllarda, PKK’nın uyuştucu trafiğindeki yeri, örgütün eylemlerini uyuşturucu parası ile finanse ettiği, Avrupa’daki bir çok etkili, yetkili ismi satın aldığına ilişkin ayrıntılar yazıldı, çizildi.
Bugünün ahval ve şeraiti içinde vaziyet son derece namüsait bir mahiyette tezahür ediyor olsa da bu ülke için canını vermiş cumhuriyetçi, aydınlanmacı, Atatürkçü aydınlarımızı aziz hatırası önünde enseyi karartma lüksümüzün olmadığını bir kez daha vurgulayalım. Biz yine de bütün bunlara rağmen “Nefes aldığımız sürece umut vardır” diyerek yazımıza noktayı koyalım.
Son sözümüz de ölüm yıldönümünde, sağda solda arzı endam edip hem Saray’a hem muhalefete göz kırpan, hangi CHP’li belediyeden ne koparırım diye aportta bekleyen, itibar rantı yiyen laf ebesi, kelime cambazı çakma yurtseverlere olsun. Uğur Mumcu hakkında afilli laflar etmeden önce mutlaka ve mutlaka ağızlarını çalkalasınlar.
This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *