DEVLETLER VE ÖZELLİKLERİ * EMPERYALİZMİN YAĞMA MASASINA KONAN TÜRKİYE


DEVLET SINIFLANDIRMALARI VE ZAYIF
DEVLETLERİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ


Zayıf devletler kendi içerisinde derecelendirilmektedir.
Bunlar sırasıyla (Rotberg, 2003; Migdal, 1988):

a) Patrimonyal ya da neopatrimonyal devletler,
b) Aksayan devletler,
c) Çözülen devletler’dir.
Zayıf devletler olarak nitelendirilen bu devletler, eksenin iki ucunda yer alan diğer iki devlet ile birleştirildiği takdirde, ortaya şu sınıflandırma sistemi çıkmaktadır:
1. Güçlü devletler
2. Patrimonyal ya da Neo-Patrimonyal devletler
3. Aksayan devletler
4. Çözülen devletler
5. Çöken devletler
Bu devlet sınıflandırmasında, Patrimonyal ya da Neopatrimonyal olarak adlandırılan devletler, güçlü ve zayıf devletlerin tam kesişme noktasında yer almaktadır. Bu nedenle bu tip devletlerin, belli ölçülerde güçlü devlet olgusunun özelliklerine sahip oldukları belirtilse de, genelde bunların zayıf devlet olarak sınıflandırılması gerekliliğinin altı çizilmektedir (Migdal, 1988:123; Eriksen, 2005:399).
Burada devlet sınıflandırmalarının hangi kriterler temelinde yapıldığı, başka bir deyişle, güçlü ve zayıf devletlerin nasıl tanımlandığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Genelde güçlü devlet, “devletlerin politika belirleme ve uygulama, kanunları açıklık ve şeffaflıkla uygulatma becerisi” (Fukuyama, 2005:19), ya da topluma “gittikçe artan bir oranda nüfuz edip toplumdan kaynakları çekme ve bunları istenilen amaçlar doğrultusunda dağıtma yeteneği” (Weiss/Hobson, 1999:15) olarak tanımlanmaktadır.
Buna karşın “şiddet kullanma tekeline sahip olmayan, ülkeleri kontrol edemeyen ve patronaj nedeniyle devlet üzerindeki kontrolü koruyamayan devletler” (Eriksen, 2005:402) zayıf devlet olarak tanımlanmaktadır. Zayıf devlet tanımı, aynı zamanda devlet sınıflandırmalarında rol oynayan kriterlerin neler olabileceğinin de ilk işaretlerini vermektedir.
Literatür incelendiğinde, devletin gücünün, güvenlik, meşruiyet (kurumların meşruiyeti, hukuk düzeni, hukukun üstünlüğü ve katılım), ekonomi yönetimi ve sosyal refah konularındaki yeteneğiyle ölçüldüğü gözlemlenmektedir (Patrick, 2006; Migdal, 1988; Rotberg 2003). Devletin gücünün betimlenmesinde kullanılan bu dört boyutun anlamları, aşağıda sırayla açıklanmaktadır:
– Güvenlik bağlamında devletler, toplumun güvenliğini sağlarlar. Burada güvenlik iki anlamda kullanılmaktadır. Devlet hem kendi toplumunu, sınırlarını ve topraklarını dış tehditten, hem de vatandaşlarını, içten kaynaklanan, toplumun diğer üyelerinden gelen tehditlerden korumakla sorumludurlar. Devletler bu sorumluluklarını, meşru şiddet kullanma tekeli aracılığıyla yerine getirir.
– Politik açıdan ise, devletler kendi süreklilikleri ve devamlılıkları, yani meşruiyeti için ihtiyaç duydukları destekleri, güçlü bir hukuk sistemini oluşturmak, hukukun üstünlüğü ilkesini geçerli kılmak ve vatandaşların karar alma süreçlerine katılımına imkan sunmak suretiyle sağlamaya çalışırlar.
– Ekonomik bağlamda ise devletler, temel makroekonomik ve mali politikaları hayata geçirirler ya da girişimcilerin ticaret için uygun ortama sahip olmalarını sağlayacak hukuki düzenlemeleri yaparlar. Bu çerçevede devletler, ayrıca doğal kaynakların yönetimini, yabancı yatırımları, ticaretin serbestliği ve ekonomik büyümeyi ve istikrarı sağlarlar.
– Son olarak sosyal ölçekte ise, devletler kendi vatandaşlarının temel ihtiyaçları olan sağlık, eğitim, sosyal ilişkiler ve diğer temel kamu hizmetleri için gerekli olan yatırımları yaparlar.
Devletlerin burada sayılan ve sayılmayan diğer kamu hizmetlerini, vatandaşların beklentisi doğrultusunda yerine getirebilmesi için ise, öncellikle siyasi kararlılığa, işleyen bir kamu yönetimi sistemine ve profesyonel insan kaynağına ihtiyaçları olduğu belirtilmektedir. Eğer devletler, siyasi kararlılık ve güçlü bir kamu yönetimi sistemine sahip değillerse, o zaman devletlerin kendilerine yüklenen işlevlerden en temelini ve basitini dahi yerine getirmekte ciddi olarak zorlandıkları öne SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 347 sürülmektedir. Bu nedenle devlet sınıflandırmalarında, kamu yönetimi  sisteminin yapısı önemli bir ölçüt görevi görmektedir (Migdal, 1988:27:
Rotberg, 2003:4; Fukuyama, 2005:21).
Bu dört ana başlık altında sayılan işlevleri yerine getirme, yapma ve yaptırma kapasitesine ve araçlarına sahip devletler, “güçlü devletler”, bunları yerine getirecek kapasitelere ve araçlara sahip olmayan devletler ise, “zayıf devletler” olarak nitelendirilmektedir.

Yeni bir dünya kuruldu yağmalanan Türkiye oldu

Batı’ya karşı hamasi söylemlerle kafa tutan AKP, ülke ekonomisini yabancıların kontrolüne verdi. Rüzgâr santralı ihaleleri bile yabancı şirketler girmeden yapılamıyor.
Türkiye ekonomisinde özellikle 1980 sonrası oluşan neoliberalizme tam teslimiyetin bugünkü taşıyıcısı AKP ülkeye ‘beklenen’ refahı bir türlü getirmezken; sanayide kalitesizlik ve tarımda ithalata bağımlılığa yol açtı. Ülkenin dış borçları hızla artarken borcun fatura halka kesildi. Emekçilerin gelirleri hızla düşerken, işsizlik tırmandı. Türkiye’nin sırtını ekonomiye yaslamayan her tutumu, dış politikada da bağımsız tutumun sürdürülememesine yol açtı.
Yakın dönemde yaşanan Rusya ile kriz örneğinde olduğu gibi kriz sonrasında ekonominin daha da fakirleşmesi üzerine AKP’nin hamasi söylemlerinden çark edip krizde geri adım atma yoluna gittiği görüldü. Şimdi de Almanya ile iplerin gerilmesi tekrar Türkiye ekonomisinin içine girdiği darboğaza daha da sürüklenmesi endişelerini beraberinde getirdi. Buna karşın, krize rağmen Türkiye’nin en stratejik sektörlerine Alman şirketlerinin gösterdiği ilginin sürmesi, AKP hükümeti tarafından ‘ekonomiye güvenin teyidi’ olarak sunuldu. Almanya’ya karşı da geliştirilen hamasi söylemler boşa düşüp Türkiye’nin ekonomik değerleri yabancılara bir bir satılması süreci devam ettirildi.
Yoksullaştırma düzeni devrede
Türkiye’nin ,Cumhuriyet’in ilk yıllarında ‘kendi yağında kavrulmaya dayanan’ ekonomi politikasını 1950’lerden itibaren adım adım terk etmeye başlaması ve 1980 Askeri Darbesi’nin ardından gözünü tamamen neoliberal politikalara dönmesi dünyada her az gelişmiş ülkenin yaşadığı kaderi yaşamasına yol açtı: Yoksullaşma. Kapitalizmin merkez ülkeleri tarafından az gelişmiş ülkelerin ekonomilerini ele geçirmek için dayatılan serbest ticaret, serbest dolaşım ve sermayenin sınırsız hareketini sağlayan politikalar söz konusu ülkelere bolluk ve refah umudu olarak sunuldu. Türkiye’nin de içinde bulunduğu az gelişmiş ülkeler önce borçlandırılıp ardından IMF ve Dünya Bankası eliyle neoliberal düzene entegre edildi. Uluslararası ticaret anlaşmalarıyla az gelişmiş ülkelerin tarım ve sanayilerini koruma duvarları kaldırılıp gelişmiş ülkelerin yağma sahası haline getirildi. Devletin ekonomideki ağırlığı hızla düşürülüp halkın yıllarca ödediği vergilerle kurulan dev kamu kurumları yok pahasına özelleştirildi. İnsanlığın en temel ihtiyaçları olan eğitim ve sağlık sektörü serbest piyasaya açıldı.
Sağ iktidarlar bayrağı taşıdı
Süreç Türkiye’de sağ iktidarlar tarafından özellikle teşvik edildi. Göreve gelmek için küresel sermayeden icazet alan siyasi partiler, göreve gelir gelmez uyguladıkları politikalarla Türkiye’yi her geçen gün daha da neoliberal düzenin yağma sahası haline getirdi. AKP döneminde ise yabancıların Türkiye ekonomisini ele geçirme yönündeki tüm engeller ortadan kaldırıldı. Yabancı yatırımlar teşvik edilirken, yerli üreticiler rekabete ayak uyduramayıp hızla kepenk indirdi. Buna karşın, kalkınmanın reçetesini ekonomide serbestleşme olarak gören gelişmiş ülkeler kendi ülkelerinin tarımını ve sanayisini dış ekonomilere karşı koruma yolundan hiçbir zaman vazgeçmedi.
Göreve geldiği 15 yılda Türkiye’nin 80 yıllık özelleştirmesinden daha fazla özelleştirme yapmakla övünen AKP iktidarlarının tarım ve sanayide ekonomiyi içine soktuğu bağımlılık tablosu ve halkın sırtına yüklediği rekor borçluluk durumu şöyle:
Bir zamanlar tarım ülkesiydik…
Yüksek katma değer üretmiyor denilerek yüz çevrilen tarım sektörü adeta bitirilmiş durumda. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1990 yılında 27 milyon 856 bin hektarlık tarım alanı, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında IMF-DB dayatmalarının etkisiyle 26 milyon 579 bin hektar alana gerilemişti. AKP’nin 16 yıllık iktidarında ise tarım alanları 2 milyon 816 bin hektar azalışla 23 milyon 763 bin hektara düştü. 1990’dan 2016’ya son 36 yılda ise 4 milyon 93 bin hektarlık tarım alanı kaybedildi. 2002 yılında Çiftçi Kayıt Sistemi’nde kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 588 bin 666 kişiyken, 2016 yılında bu sayı yüzde 12,5’lik düşüşle 2 milyon 267 bin 176’ya geriledi. 2002 yılından günümüze gübre fiyatlarında yüzde 232,7 oranında zam yaşandı. 2002 yılında mazotun litresi 94 kuruşken günümüze gelindiğinde fiyat yüzde 367 zamlanarak 4 lira 39 kuruşa kadar yükselmiş durumda. (Günümüzde ise motorinin litresi 19.71 TL)
1970 yılında Türkiye’deki mera alanı 21 milyon 698 bin 400 hektarken, bu sayı 2016’da yüzde 50,2 düşüşle 10 milyon 811 bin 817 hektara düştü. Bir zamanlar kendi kendine yeten tarımda şimdi Türkiye buğday, et ithal eder hale geldi. Gelişmiş ülkeler ise ithalata yüksek vergiler koyarak kendi ülkelerindeki üreticileri koruma yoluna gitti.
Sanayi yabancının elinde
Türkiye’de kalkınmayla özdeşleştirilen sanayi sektörünün kaderi yabancı yatırımcıya bırakıldı. İstanbul Sanayi Odası tarafından hazırlanan Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu listesinin ilk 10’unun 5’ini yabancı merkezli şirketler oluşturuyor. (Ford, Fiat, Renault, Toyota, Hyundai) Halkın yıllarca vergileriyle büyüyen ve yok pahasına özelleştirilen Tüpraş ise listenin birinci sırasında.
Sanayi üretiminin geneline bakıldığında ise Türkiye’nin katma değeri düşük ürünlere yoğunlaştığı gözleniyor. Yüksek teknolojili ürünlerin imalataki payı yüzde 3’ü aşamıyor. Araştırma-Geliştirme harcamaların milli gelire oranı yüzde 1’in üzerine yükselemiyor. Sanayinin toplam GSYH içindeki payı yüzde 30’un hemen üzerinde seyredip bu seviyelerin üstüne çıkarılamıyor. Ek istihdam yaratamayan sanayi, işsizliğe de çözüm olmuyor.
Ülke borçsuz nefes alamıyor
Neoliberalizm eliyle tarımı bitiren, sanayisini geliştiremeyen Türkiye, dışarıdan borç almadan ekonomisini ayakta tutamaz hale geldi. Dış borç toplamı 2002’den bugüne yüzde 218 oranında büyüdü. Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, 31 Mart 2017 itibariyle Türkiye’nin brüt dış borç stoku 412,4 milyar dolara yükselerek milli gelirin yüzde 49,1’ine ulaştı. 2002 yılında 43 milyar dolar olan özel sektörün dış borcu ise Mayıs 2017 itibariyle 224 milyar dolara kadar yükseldi. Lirada yaşanan sert değer kayıpları ise borçların lira cinsinden katlanarak büyüttü, borçlar neredeyse ödenemez duruma geldi.
Enerjiyi de yabancılar sardı
Türkiye’nin en stratejik sektörleri arasında bulunan enerji sektörü de yabancıların kontrolü altında. Petrol ve doğalgazda Ortadoğu ve Rusya’ya bağımlılık artarken, alternatif enerji kaynaklarının inşası ve üretim hakkı için de yabancı firmalar devreye giriyor. En son dün ihalesi yapılan bin megavatlık Rüzgar Enerjisi Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) ihalesine, 8 konsorsiyum teklif verdi. 8 konsorsiyumun sekizinde de yabancı firmalar yer aldı. Türkiye’nin son dönemde kriz yaşadığı Almanya’dan dört farklı konsorsiyumda 4 Alman şirketinin ihaleye katılması dikkat çekti. İhaleye katılan yabancı firmalar Danimarkalı Vestas, ABD’li General Electric, Çin’li Goldwild ve MingYang, Alman Siemens, Enercon, Nordex ve Senvion oldu.

Naci Kaptan * 28 Nisan 2023

Gülise GÖKÇE* https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/289554
BİRGÜN – Semih Güven – 28.07.2017 – https://www.birgun.net/haber/yeni-bir-dunya-kuruldu-yagmalanan-turkiye-oldu-171995
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *