KÜRESEL EMPERYALİZM * ABD’NİN AVRUPA VE ASYADA ÖRDÜĞÜ ÖRÜMCEK AĞI

ABD’NİN AVRUPA VE ASYADA ÖRDÜĞÜ ÖRÜMCEK AĞI

Yazan : Bekir Yılmaz Çölaşan

Örümcekler, …… . Hemen hemen dünyanın her tarafında yaşarlar. 63.000 kadar türü vardır. Baş ve göğüs kaynaşmıştır. ……. İçinden sindirim borusu, kan damarları nefes boruları ve sinir sistemi geçer. …… Ağızlarının önünde iki zehir çengeli (keliser) ve iki his ayağı (pedipalp) yer alır. Göğüslerinde ise, gelişmiş dört çift yürüme bacağı vardır. ……. Örümcek bunların sayesinde ağ üzerinde rahatça dolaşır. Bir kısmı ileriye, geriye ve yanlara doğru yürüyebilirler. Çoğunun başında 3 veya 4 çift osel (basit) göz bulunur. Gözlerin dizilişi, sınıflandırmada önemli bir özelliktir. Yuvarlak olan karın kısmı yumuşak ve esnek olup, alt kısmında solunum delikleri, ipek bezleri, anüs ve cinsiyet organları yer alır……..
Hemen hemen her yerde rastlanan örümcek ağı, aslında bir sanat şaheseridir. Yapılış maksadı avlanmak olan ağ, bir nevi tuzaktır
Düşme esnasında bir yere taktığı ağ telini, kendisi yere varıncaya kadar uzatabilir. Genç örümcekler, ağ tellerinin sayesinde uzun mesafelere uçabilirler. Bunun için telin bir ucunu bir yere bağlayarak kendilerini hava akımlarına bırakırlar. Böylece yerlerinden havalanan örümcekler, karada 5 km, denizde ise yüzlerce km uzaklara savrulabilirler…… Ağ örümü çoğunlukla gece olur.

Tek kutuplu bir dünyanın tek lideri olduğuna inanan ve inandırılan ABD, özellikle Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte giderek kendisini daha fazla dev aynasında görmeye başlamıştır. Yukarıda bir ansiklopediden alınan Örümcek tanımına ait bazı ifadeler yer almaktadır. Bu yazıyı okurken, ABD’nin bir örümcek gibi tüm Avrasya’yı nasıl örmek istediğini göreceksiniz.
ABD’nin dünyanın tek lideri olduğu savı, propaganda araçlarıyla tüm dünyaya alabildiğine pompalandığı gibi Dünyanın geleceği üzerinde çok önemli bir konuma ve potansiyele sahip ülkelerde de benzer oranlarda işlenmiştir Bu “yalan”a ya da daha doğru tabirle “megalomani”ye kendileri de inanan ABD yöneticileri, artık her hareketlerini “Ben yaptım oldu!” zihniyetiyle, ya da “Ben kuvvetliyim, o halde haklıyım!” mantığıyla yürütmeye başlamışlardır. Bu noktada şunu da görmek ve itiraf etmek zorundayız. Aciz hükümetler ve devlet yönetimleri de iç politikadaki başarısızlıklarını örtmek için ABD gücünü olduğundan fazla abartarak ve onunla dost görünerek ülkelerini yönettirme gafleti içerisine düşmüşlerdir.
Siyasi Coğrafyacı ve jeopolitik uzmanları dünyanın kalbi olarak Kafkaslar ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafyayı tanımlarlar. Nitekim Halford J. Mackinder ’in (1861-1947) Kara hâkimiyeti teorisi de, Nicholas J.Spykman, (1893-1943) Kenar Kuşak Teorileri de aynı coğrafyayı esas alır. (Bakışın Coğrafyası, 1944)
20.nci yüzyıl başlarında tartışılan ve kabul gören bu teoriler “Deniz Hâkimiyeti” (Alfred Thayer Mahan) ve” Hava hâkimiyeti” teorileri (Alb. Haevy Scitoklian )ile çürütülmeye çalışılmış ise de, bugün, 21nci yüzyılın başında, bu teorilere esas kalbin yerinde hiçbir değişme olmadığını ve hala dünyanın nabzının aynı coğrafyada attığını görmekteyiz.
1970 li yıllarda tüm teoriler tasnif edilerek iki başlık altında toplanmıştır:
1. Fiziki coğrafyaya dayalı teoriler: Kara Hâkimiyet Teorisi, Kenar Kuşak Teorisi.
2. Salt kuvvete dayalı teoriler: Deniz Hâkimiyet Teorisi, Hava Hâkimiyet Teorisi.
Jeopolitiğin bir amacı, geleceğe ait hükümler çıkarmaktır. Jeopolitiğin asıl önemli özelliği ise uygulamaya yönelik oluşudur. Jeopolitik siyasi coğrafyayı siyasete bağlar.
Bunları niye anlatıyorum? ABD Fiziki coğrafyaya egemen olamadığından, salt kuvvete dayalı sistemlerle fiziki coğrafyalar üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır. Yani aslında güç olanı başarmaya çalışmaktadır.
Oysa Türkiye, Dünyanın kalbi olan coğrafyada, politikalarını oluştururken dünyaya hâkim olabileceği bir siyaseti geliştirememekte ve Salt Güce sahip olan ülkenin suyuna gitmeye çalışmaktadır.
Bunun en büyük nedenlerinden biri de, daha önceki yazılarımdan birinde de değindiğim gibi, bizleri yöneten ve özellikle dış politika esasları konusunda karar verici durumda olan siyasilerin, jeopolitik ve buna bağlı jeostratejiyi bilmiyor ve bu konuda araştırıp eğitilmiyor olmalarıdır. Biraz amiyane tabirle, “sandal kürekçisine uçak gemisi komutasını emanet etmek”le eşdeğerdir bu durum.
Bazı düşünürler jeopolitiği siyasi coğrafyanın içerisinde, siyasi coğrafyanın bir bölümü gibi görmek eğilimindedirler. Bu görüş, siyasi coğrafyayı olduğundan fazla, jeopolitiği de olduğundan daha dar bir alana yerleştirmek olur. Jeopolitik siyasi coğrafyanın bir devamıdır. Ancak daha geniş bir alanda ve daha çok sayıda konuyu içerir.
Daha anlaşılır bir ifade ile çok iyi bir coğrafyaya sahip olmak tek başına yeterli değildir, önemli olan o coğrafi avantajı uluslar arası politikaya ile ülke çıkar ve menfaatlerine dönüştürebilmektir.
Aslında büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de yaptığı budur. Bu coğrafyada yer alan Rusya, İran gibi ülkeleri de yanına alarak, ya da en azından karşısına almayarak, batılı devletlere karşı büyük bir kurtuluş mücadelesi vermiş ve ülkeyi ve milleti var etmiştir.
ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı verilen yaklaşımı ile Türkiye’nin bu önemli avantajını parçalayıp yok ederek, kendi ülkesi menfaatleri doğrultusunda yeni bir coğrafya yaratmak istemektedir.
Egemenlik teorilerini bir yana koyarsak, ABD neden bu bölgede etkin ve hâkim olmak istemektedir?
Türkiye üç kıta’nın birleşme noktası üzerinde bulunmaktadır; doğuyu batıya, batıyı doğuya, kuzeyi güneye, güneyi kuzey açıp kapamaktadır. Üç kıta’nın menteşesi durumundadır. Üç kıta’ya vurulan kilit ve aynı kilidi açan anahtar değerindedir. Balkanlar-Ortadoğu ve Kafkasların bileşkesi üzerindedir. Dünya adasının iki iç denizine (Akdeniz, Karadeniz) kıyıları bulunmaktadır ve bu iki denizi bağlayan Boğazlara sahiptir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Ortadoğu’daki enerji kaynaklarına kara ve havadan ulaşılabilen en kısa yol olmaktadır. Stratejik önemi bu denli büyük olan Türkiye’nin bulunduğu bölgede köklü değişiklikler oluşmakta ve bu değişimlerin yaşandığı süreç beraberinde birçok sarsıntılar getirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti çok değerli bir arsa üzerinde kurulmuştur.
Türkiye’nin jeopolitik konumu; coğrafi konumda sayılan bütün özelliklere ek olarak; Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu ile komşu olması; Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar gibi duyarlı ve sıcak kesimlerin bileşkesinde bulunması; çok önemi bir sınırlar ülkesi oluşu (Doğu kültürü ile batı kültürünün, Hristiyanlık’la İslamiyet’in liberal ekonomi ile yarı kolektif sistemlerin, demokrasi ile totaliter sistemlerin… sınırında); bütün evrensel politikaların ya hareket noktası, ya hedefi, ya da en azından güzergâh üzerinde bulunması … Gibi çok güçlü özellikler içerir.
Dünya, 1980’li yıllardan itibaren yeni bir siyasal atmosferle şekillenirken, Soğuk Savaş dönemi sona ererken, yeni çekişmeler, yeni siyasal aktörler yeni güç ilişkileri ve yeni egemenlik arayışları siyasal atmosferin unsurları olarak belirginleşmektedir.
Statik koşulların belirlediği politik yönelimler dinamik bir sürece dönüşürken, yeni “Jeopolitik boşluklar” yeni sürecin egemenlik ve güç ilişkilerinin odağı durumuna gelmektedir. Bu gelişmelerin çok uzağında olmayan Türkiye yeni siyasal atmosferin yansımasıyla, coğrafi konumunun yönlendirdiği bir zeminde merkezi nitelik kazanarak, çok daha aktif ve dinamik tepkilerle reaksiyon vermesi gereken bir boyutu temsil etmektedir.
Soğuk Savaş sonrasının siyasal evreninde ekonomik ve politik çekişme, ayrışma ve çelişkiler üreten unsurların (Pazar-Piyasa ve Enerji kaynaklarına dayanan egemenlik çekişmesi) “yansıma mekânları” Türkiye’yi çevrelemiş durumdadır. Kafkaslardan, Karadeniz’e Orta Asya’ya, Balkanlar’dan Akdeniz’e ve Orta Doğu’ya uzanan coğrafi yapı, Soğuk Savaş sonrasının; güçler çekişmesinin ve sınanmasının en açık şekilde ortaya çıktığı alanlardır. Özellikle enerji bağlamında bu bölgeler birbiriyle eklemlenmiş, bütüncül bir atmosferi yansıtmaktadır.
Orta Doğu’yu Kafkaslardan ve Orta Asya’dan, Balkanlar’ı Akdeniz ve Karadeniz’den ve tümünü birbirinden ayırarak, gerçekçi siyasal bir analiz yapabilmek mümkün değildir. Türkiye bu görüntünün ana unsurlarındandır ve bu görüntü Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasına ilişkin yeni rol ve kimlik tanımının ana kaynağıdır.
ABD; Irak rejimini değiştirmek, bölgenin 510 milyar varil petrol rezervinin üzerinde kontrolü sağlamak ve İsrail üzerindeki baskıyı hafifleterek Ortadoğu ülkeleri üzerindeki kontrolü pekiştirmek maksadıyla Irak devletine karşı savaş yolunu seçmiştir. Bu savaşta ABD Türkiye’den destek alacağı inancı ile AKP iktidarının işbaşına gelmesini teşvik ve tavsiye etti. Ancak Muhalefetin ve askerin karşı durması sonucunda, George W. Bush yönetimi ile en büyük sorunları yaşayan ülkelerden biri, Clinton döneminde “stratejik ortak” denilecek kadar birbirlerine “yakın” olduğu söylenen Türkiye oldu.
2003 Irak müdahalesi öncesinde başlayan gerginlik, 1 Mart 2003 tarihli “Tezkere” ile doruğa yükselirken, Temmuz 2003’te Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı askerlerin ABD askerleri tarafından Süleymaniye’de başına “çuval” geçirilip sorgulanmalarıyla ihtilaf daha da büyüdü. ABD’nin PKK terörünü bitirme sözü verdiği halde buna ilişkin somut hiçbir çaba göstermemesi, hatta Türkiye’de etnik çatışma riski yaratabilecek şekilde, Irak’ın kuzeyinde bir “ajan” devlet kurulması girişimine yeşil ışık yakması, Türk kamuoyunda büyük tepkilere yol açtı. Bu olumsuz gelişmeler sonucunda, 2005 ve 2006 yılından itibaren araştırma yapılan 15 ülke içinde hem ABD yönetimine, hem de Amerikalılara en olumsuz bakan milletin Türkler olduğu ortaya çıktı.
ABD’nin gittikçe kan kaybeden “küresel Liderliği”nin farkına varan Amerikalı strateji uzmanları, ABD’yi ayakta tutabilmek maksadıyla “Akıllı Güç” adıyla yeni bir söylem geliştirip, 2008 Başkanlık seçimlerinden sonra ABD’yi yönetecek olan başkanın küresel angajmanlarda stratejisini uygulayabilmesi için tespitlerde ve önerilerde bulundular. ABD’nin askeri ve ekonomik güçlerinin yanında tamamlayıcı olarak, “yumuşak gücü”ne daha fazla yatırım yapmasıyla küresel sorunlarla mücadelede yeni bir yol benimsendi.
CIA’in de büyük katkılarıyla, ABD tarihinde ilk defa bir zenci Başkanlık kademesine getirildi. Üstelik geçmişi ve kökü Müslüman bir aileden gelen zenci.
Başrol oyuncusu bulunmuş sıra yeni jeostratejilerin uygulanmasına gelmişti. Özellikle Türkiye için bu olağanüstü kolay oldu. 2008 yılı sonunda % 82e düşen ABD Sempatisi, Obama’nın başa geçmesiyle çok akıllı bir ABD taktiği ile ziyaret ettiği 2nci dış olarak Türkiye’nin seçilmesi ile AKP ve ABD’nin müşterek hazırlıkları ile yapılan şov niteliğindeki, ziyaret ve açıklamalarla, ABD hayranlığımız iki gün içerisinde % 52’ye yükseldi. ABD Ortadoğu bölgesi konusundaki direktiflerini, Ermeni Sınırının açılmasından, Kürt açılımına, Ruhban okulundan patrikhaneye varıncaya kadar bir dizi konuda buyruklarını iletip gitti.
Balık hafızalı, tarihe ilgi duymayan halkımızın, Hidayet Türkoğlu ismini bir ABD başkanından duyunca ağzının suyu akmıştı. (Bkz. Bekir Yılmaz Çölaşan, Obama’nın ziyaretinin düşündürdükleri)
Afganistan’da Taliban bataklığına sürüklenen, Irak’ta 1 milyondan fazla sivilin ve 1000in üzerinde ABD askerinin ölümüne sebep olan ABD’nin, bölgedeki çıkarlarını en ön planda tutan, kendi askeri ölmeyecek ama başka ülke askerlerinin rahatça ölebileceği, yeni planlara ve stratejilere ihtiyacı vardı.
Türkiye, sosyalist sistemin yıkılışından sonra ortaya çıkan bölgesel ve küresel gelişmelere ve yeni yapılanmalara hazırlıksız yakalanmıştır. Türkiye bu hazırlıksız ortamda boşluğu dolduracak öngörülerden uzak bir şekilde son 20 yılını heba etmiştir.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri’nin sahip oldukları, petrol ve doğal gaz kaynakları tüm devletlerin dikkatini bu yöne çekmiş ve bu kaynakların Avrasya anakarasından ihraç edileceği güzergâhları kontrol etme çabası Soğuk Savaş sonrası siyasetin temel konularından birisi haline gelmiştir.
Küresel ekonominin itici gücü ve “olmazsa olmazı” haline gelen enerjiye olan ihtiyaç ve bu giderek artacağı göz önünde bulundurulursa, bölgeye olan büyük ilginin nedeni de anlaşılmış olur. Doğal gaz rezervleri itibarıyla, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zengini en önemli 20 ülke arasında yer almaktadır. Gelecek yüzyılda Hazar Denizi ve ona komşu bölgelerin Asya ve Avrupa’ya petrol ve doğal gaz veren en büyük tedarikçiler haline geleceğini söylemek çok iddialı bir husus değildir. Bölgenin sahip olduğu yer altı kaynaklarına özellikle tüm batılı ülkeler acilen ihtiyaç duymaktadır.
Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye, kuşak ülke ve sıcak denizlere geçiş yolunu elinde bulunduran ülke konumuyla aranan seçkin bir NATO ülkesiydi.
Tek kutuplu düzene geçişle beraber, Batının gözünde Türkiye’nin önemi de azaltmıştır. Bu durumun Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini de etkilemiştir. Önceleri Batı ittifakı için önemli görülen Türkiye’nin üyeliğine artık eskisi kadar sıcak bakan ülke kalmamıştır. Nitekim Aralık 2004 Brüksel Zirvesinden çıkan karar bunu açıkça göstermektedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaşın bitişi aslında Türkiye’nin önüne yepyeni imkânlar çıkarmıştır. Acaba, Türkiye bu imkânları ne ölçüde değerlendirebilmiştir? Diğer bir deyişle, Türkiye dağılma sonrası ortaya çıkan Bağımsız Türk devletlerine karşı nasıl bir siyaset izlemiştir?
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya’nın öncelikle kendi iç sorunları ile ilgilenmesi, bölgede güç boşluğu oluştuğu ve bu boşluğunun da İran ya da Türkiye tarafından doldurulabileceğine ilişkin düşüncelerin oluşmasına neden olmuştur. Bu noktada, Orta Asya’da, İran’ın radikal İslam’ı yayma tehlikesine karşı demokrat, laik ve “ABD biçkisi” Türkiye model olarak sunulmuştur.
Bağımsız devletlerle tarihsel etnik, dil ve din bağları bulunan ve bu devletlerin Batı ile olan ilişkilerinde önemli bir köprü görevi üstlenecek Türkiye’nin önü, bu ilişkiden zarar görecek başta Rusya Federasyonu ve ondan da önemlisi, iç yıkıcı mihrak ve işbirlikçiler vasıtasıyla tıkanmaya çalışılmıştır. Aslında PKK terörü de bu çıkar birliğinin ürettiği bir sonuçtur.
İşte ABD bu noktada örümcek ağlarını örmeye başlamıştır. Türkiye’nin tek başına Orta Asya’nın ihtiyaç duyduğu finansmana ve siyasi güce sahip olmadığı teması sürekli işlenerek ve Türkiye’nin bir “büyük ortağa” ihtiyacı olduğu olgusu yaratılıp sürekli işlenerek Amerika ile işbirliği önerilmektedir.
Dünyadaki tek süper güçle işbirliği yoluyla Türkiye’nin, Orta Asya bölgesindeki politikalarını gerçekleştirmek için gereken siyasal ve ekonomik desteği bulabileceği, Hazar petrolünü taşımak için en güvenli ve istikrarlı yolun Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol ve doğal gaz projesi ve Nabucco Projesini hayata geçirmek olacağı planlı bir şekilde işlenmektedir.
Oysa Türkiye alabileceği % 15 lik pay konusunda ısrarcı olmayıp vazgeçtiğinden, Nabucco projesi tamamen hayata geçtiğinde Türkiye yatıracağı 3 Milyar Euro yatırıma karşı yılda sadece 300 Milyon Euro ( Toplam 450 milyon Euro vergi getirisinin 2/3’ü) bir vergi payı alabilecektir. Yani bu kadar fırtına koparan projenin geri dönüşü en az 10 yıl ve getirisi Sn. Erdoğan’a alınan uçağın bedelinin 3-4 katı kadardır.
Amerika’nın bölgeye yönelik güvenlik problemini üç madde de özetleyebiliriz.
1. Birincisi nükleer silahların etkisiz hale getirilmesi ya da en azından kontrol altında tutulması,
2. İkincisi, radikal İslam korkusu,
3. Üçüncüsü ise, iç savaşlar ve sınır çatışmalarıdır.
ABD’nin ilk iki endişesi bize İran’ı işaret etmektedir. Bunu durdurmak için yapabileceği şeyler ise çok açıktır.
· Patriot tipi füzelerle İran’a karşı kalkan oluşturmak ki bunun için en uygun ülke Türkiye’dir. Bir taşla iki kuş birden vurulacaktır. Hem Türkiye’den 3 yıl içinde toplam 8 Milyar dolar para alınacak, hem bir NATO müttefikine silah satışı için senato onayı almak kolay olacak hem de Türkiye İran’a jandarma yapılacaktır. Bu arada gerektiğinde İran’a karşı Uluslar arası güç oluşturma silah ve tehdidini de elde tutacaktır.
· Radikal Islama karşı en iyi çözüm “Ilımlı İslam”dır. Hem böylece Türkiye tüm Türkî Cumhuriyetler için de model olacak ve iktidardaki AKP ile iyi ilişkiler aksamadan sürdürülebilecek ve her konuda taviz alınabilecektir.
· Afganistan ve Irak iç savaşları göstermiştir ki, ABD askerleri Ortadoğu ve Orta Asya ülkelerinde barış ve istikrar sağlayamamaktadır. O halde hem Müslüman ve güçlü hem de bölgesel kuvvet olan bir ülkenin ABD adına bu iç çatışmalara müdahale etmesi ve ABD’nin onaylayacağı yönetimlere destek olması gerekmektedir. ABD’nin gerek Orta Asya gerekse diğer bölgelerle ilgili hedeflerini gerçekleştirmeye ilişkin Türkiye’den çok büyük beklentileri bulunduğu, bu işbirliği sürecinde Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamak üzere ABD’nin elinden geleni yapacağını varsayabiliriz.
ABD’nin yukarıda sayılı güvenlik sorunlarının yanı sıra bölgeden beklediği büyük ekonomik ve politik çıkarları da mevcuttur. ABD’nin bölgedeki en büyük menfaat yandaşı İngiltere’dir. Fransa ve Almanya’nın başını çektiği AB Ülkeleri ise ABD ve İngiltere’ye doğrudan ses çıkarmasalar da bölgedeki varlığından ve etkisinden rahatsızdırlar.
Bu çerçevede I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’a uygulanan ambargo sürecinde, özellikle Avrupa’nın (Fransa ve Almanya) sadece petrol konusunda değil, diğer alanlarda da Irak’la ticari ilişkiler kurması, Rusya ve Çin’in de bundan geri durmaması, ABD ve İngiltere’nin Irak ilgisinin başlıca nedenleri arasındadır.
ABD’nin Afganistan ve Orta Asya’da etkin olma mücadelesini Irak’ta ki çıkarlarıyla birleştirdiğimizde, bölgedeki müthiş enerji kaynaklarının ele geçirilmesi veya elde tutulması da dahil, ne büyük bir çıkar mücadelesi ile karşı karşıya olduğumuz çok açık görülmektedir. Orta Asya’da ABD’li ve İngiliz petrol şirketlerinin anlaşmaları 40 yıla varan sürelere dayanmaktadır. Aynı sürecin Irak’la pekişmesi hedefler arasındadır ve bu yolda büyük kazanımlar elde etmişlerdir.
ABD Afganistan, Pakistan ve Irak’ta da ağlarını örmüş ve örmeye devam etmektedir.
ABD milli güvenlik danışmanlarından ve Harvard profesörlerinden Zbigniew Kazimierz Brzezinski, yaptığı değerlendirmelerde şunlara dikkat çekmektedir:
· Bugün için ABD menfaatlerinin odaklandığı ortadoğu bölgesi aslında birçok ülkenin de gözünün üzerinde olduğu ve ABD’nin büyük bir mücadele etmesi gereken çetin bir alandır,
· Avrasya’nın gücü büyük ölçüde Amerika’nınkini gölgede bırakmaktadır. Bereket versin ki, Avrasya siyasi olarak bir bütün oluşturmak için fazla büyüktür”. Böylelikle hem AB’nin gerçekçi Birleşik bir güç olamayacağını şayet olabilseydi dünyanın yeni güç kutbunu oluşturabileceğini vurgulamaktadır.
· Çin’in önderliğinde, Rusya ve İran’ın da dâhil olduğu bir ittifakın, ABD önderliğindeki mevcut küresel güç hiyerarşisine karşı bir tehdit oluşturması olasılığını dikkate almak gerekmektedir. Daha çok kültürel ve sosyo-ekonomik bir tehdit olmakla beraber, bu kısmen jeopolitik bir tehdit de olabilir.
· Avrupa (Fransa-Almanya) Rusya yakınlaşması, Rusya’nın ekonomik toparlanması, ABD açısından Avrasya jeopolitiğinin yeniden değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
· ABD’nin Avrupa’ya bakışı giderek farklılaşmaktadır. Gerek Avrasya egemenliğine yönelik, gerekse Rusya-Çin Fransa-Almanya dengeleri açısından ABD’nin Avrupa’daki sıklet (ağırlık) merkezi Batıdan daha doğuya doğru kaymaktadır.
Örümcek ağını doğuya doğru yaygınlaştırmakta ve yeni avların peşine düşmektedir.
Polonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan gibi eski Doğu Bloğu ülkeleri bu yönelişte önem kazanmaktadır.
ABD Baltık’tan-Balkanlar’a, doğu eksenli bir jeopolitik hattın oluşumunu arzulamaktadır. Hem Avrasya’ya yakınlaşmak hem Rusya-Avrupa (Almanya-Fransa) yakınlaşmasını jeopolitik olarak perdelemek, hem de Irak konusunda boyutlanan Fransa-Almanya-ABD ayrışmasının bir uzantısı olarak bu yeni jeopolitik hat ABD’nin Avrupa’ya yönelik güvenilir – güvenilir olmayan müttefik” (Bu vurgu Pentagon danışmanlarından Prof. Kangas’a aittir) ayrımına yönelik anlamlar içermektedir
Kararları dinlenmeyen BM’nin varlığı ve geleceği nasıl olacaktır? Irak konusunda yaşanan ayrışma BM, NATO ve AB ittifaklarının geleceğini nasıl etkileyecektir?
ABD’nin başkalarıyla paylaşmak istemediği küresel liderlik kimliği ve rolü konusunda zorlu bir süreç başlayarak, küresel ve bölgesel varlık mücadelesi yeniden şekillenecektir. Olası ayrışmaların gölgesinde tek kutupluluğa karşı çok kutupluluk tezi daha çok taraftara sahip olacaktır.
Tüm bu çıkar eksenleri üzerinde Türkiye, bu oluşum ve girişimlerden etkilenmesi, örümcek ağına takılması kaçınılmaz bir ülkedir. Peki Türkiye’nin güçlü ve zayıf yanları nelerdir? Türkiye neler yapabilir? Ağa fazla bulaşmadan ya da takılmadan nasıl yaşamını sürdürebilir?
· Türkiye boru hatları projesi ile Avrasya’nın vazgeçilmez ülkelerinden biri haline gelebilir. Ekonomik anlamda olmasa bile jeostratejik anlamda Türkiye’yi çok güçlü bir konuma getirebilecek bu projelerin sonuçlandırılmasında Türkiye’nin Finansal kaynağa ve siyasi desteğe ihtiyacı vardır,
· Rusya Federasyonu ile olan ilişkileri bu geçiş sürecinde bozmamak ve Rusya Federasyonunu karşısına almamak için Mavi Akım ve benzer projelerin de devamında yarar vardır,
· Türkiye hiçbir zaman hamle yapabilme inisiyatifini kaybetmemeli ve bu maksatla çok uzun vadeli proje ve kararlardan olabildiğince uzak durmalıdır,
· Türkiye yeni bağımlılık arayışlarından, tek seçenekli ve tek taraflı ilişki sınırlamalarından, kendine güvensiz ve hedefsiz bir ülke görüntüsünden, kısa-orta ve uzun vadeye yayılmış stratejik öngörü zenginliğinden uzak, günü yaşayan geleceği tasarlamayan bir ülke kimliğinden kurtulmalıdır,
· Kendi iradesiyle dışa açılmalı, dış baskılara kapılarak korumasızca açılımlardan kaçınmalı, ulusal pazarını, piyasasını, yani ekonomisini ülke çıkarları doğrultusunda denetleyebilme özgürlüğünü yitirmemelidir,
· Çok seçenekli dış ticaret ve dış politika hedefini öncelikli kılarak, jeopolitik konumunun öngördüğü gibi Avrupalı kimliğini, Asyalı kimliğiyle dengelemelidir,
· Toplumsal çıkarlarını bireysel çıkarların önüne geçirebilmelidir,
· Blok bağımlılığı kavramından uzak, ulusal çıkarların ön plana oturtulduğu, kendine güvenen ve kısır iç çekişmelerden, türban, laiklik tartışmalarından uzak bir ülke hedeflenmelidir,
· Hukuku üstün ve egemen kılan, yanlış yapan kişi milletvekili, bakan bile olsa dokunulabilen bir adalet sistemi oluşturan devlet hedeflenmelidir,

Türkiye’nin Yeri
Bütün bu gelişmeler içinde Türkiye’nin konumu ve geleceği adına söylenebilecek tek şey, öncelikle Soğuk Savaş’ın bittiğini görerek, yeni dönemin yeni koşullarla ve yeni çıkar ilişkileriyle biçimlendiği gerçeğiyle Türkiye’nin vakit kaybetmeksizin buluşmasıdır.
Bu noktada yazının ilk sayfa ilk paragrafında bold kalın olarak yazılan kısımları bir araya getirirsek aşağıdaki paragraf ortaya çıkmaktadır.
“Örümcekler, dünyanın her tarafında yaşarlar. Ağızlarının önünde iki zehir yer alır. Örümcek bunların sayesinde ağ üzerinde rahatça dolaşır. Çoğunun başında 3 veya 4 çift osel (basit) göz bulunur. Yapılış maksadı avlanmak olan ağ, bir nevi tuzaktır. Ağ tellerinin sayesinde uzun mesafelere uçabilirler. Örümcekler, karada 5 km, denizde ise yüzlerce km uzaklara savrulabilirler. Ağ örümü çoğunlukla gece olur.”
ABD’nin bir örümceğin ağını örüşü gibi Avrasya’da ve özellikle de Orta Asya bölgesinde konuşlandığını görmekteyiz. BOP Projesi de bu Amerikan tasarımının AKP destekli ana uygulama planıdır.
Dileriz ve umarız ki Türkiye örümcek ağına düşen av değil, örümcek ile beraber karnını doyuracak paydaş olabilmeyi bir gün öğrenir.
Saygılarımla,
Bekir Yılmaz Çölaşan
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, KÜRESEL POLİTİKALAR. Bookmark the permalink.

One Response to KÜRESEL EMPERYALİZM * ABD’NİN AVRUPA VE ASYADA ÖRDÜĞÜ ÖRÜMCEK AĞI

  1. emin says:

    Çok önemli bir konu…teşekkür ederim. Tüm yurt severlerin okuması gereklidir.Emperyalizm nedir?Bizi yönetenlerin suçudur bu,Aydınlar dahil ve bağımsızlık isteyenler katledildi…Tüm partilerin içinde etkili siyasetçiler olmak üzere ajanlar da bulunmaktadır.Örümcek ağı ile kastedilen Burdur.sayğılarla.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *