90 yaşındaki Türk Komandosu

 90 yaşındaki Türk Komandosu

Orhan UĞUROĞLU

Ağustos 1980’de Eğirdir Dağ Komando okulunda yedek subay öğrenci olarak vatani görevime başladığımda alay komutanım Komando Albay Cemal Eruç idi. Kıbrıs Barış Harekatı gazisi Eruç sınıftan Tuğgeneral olarak emekli oldu. O günden bugüne dostluğumuz devam etti. Güvenlik uzmanı Abdullah Ağar’ın bu yazısı ile Cemal Eruç komutanımı takdim ediyorum:
Bir komando 90 yaşındayken nasıl olur?
“Cuma günü şanlı yuva Harbiye’de bir konferansa katıldım. Konferans Harbiye’nin en büyük salonu Atatürk Amfisindeydi. Konferansın onur konuğu da tam 90 yaşında (1932 doğumlu) bir komando, bir kahraman, bir komutan, bir Kıbrıs ve Kore gazisiydi: Emekli Tuğgeneral Cemal Eruç.

Kıbrıs Barış Harekâtını anlatacaktı.
Yanlış saymadıysam amfide 960-980 Harbiyeli vardı. Serbest saat olmasına rağmen yüzlercesi koşup gelmişti. Bir de Kıbrıs gazileriyle biz vardık. Sunumunu yaparken oturması için komutanımıza bir masa hazırlamışlardı. Sonuçta 90 yaşındaki bir adam kürsüde konferans vermezdi, veremezdi. Kabul etmedi iyi mi!
‘Ben Harbiyeliyim. Harbiyelilere saygısızlık edemem. Harbiyeliliğime, komandoluğuma, komutanlığıma halel getiremem.’
Ayakta konuşmaya başladı. ‘Doğduğum yere geldim’ dedi en başta. ‘Ruhumla Harbiyeliyim hâlâ, Harbiyelilere konuşuyorum. Hayatımın en mutlu ve en heyecanlı gününü yaşıyorum.’
Sonra anlattıkça anlattı. Savaşı, savaşını, çatışmalarını, muhakemelerini, derslerini, kavgalarını, acılarını, isyanlarını, silah arkadaşlarını, yaralarını o 90’lık çınar tam 2 saat boyunca Harbiyelilere anlattı. Heyecanla dinledik biz de ibretle, ama hiç uyanmadan!
Oysa o arada bir duraklıyor, nefesini toparlıyordu.
Ayakta 2 saati aştığında söyleyecekleri bitmemişti, ama artık o yetmedi. Hâlâ anlamamıştık, ama gözlerimizin önünde ayaktayken bayıldı belli ki. Ve Bin Harbiyelinin önünde, bir kurşun gibi, bir kurşun komando gibi “koca bir küt sesiyle” çarptı yere…
Taş gibi. Düştü kaldı öylece…
Ancak o zaman anlayacaktık. Koştu herkes. Kaldırdık. Yakasını bağrını açtık, ambulans geldi, doktorlar yetişti. Aklı başına geldiği o an; “Devam edeceğim” dedi, “Beni bırakın.”
‘Olmaz komutanım.’ Bir cedelleşme, ikna etme etmeye çalışma. ‘Olmaz’ dedi, kestirip attı, ‘Yarım bırakmam.’
“Komutanım bari masaya oturun.”
‘Masaya da oturmam’ dedi, sonra da asıl diyeceğini dedi sessizce, ruhundakini: ‘Ağaçlar ayakta ölür aslanım.’
O an bir şey anladık biz. O mecaliyle, takatiyle değil, ruhuyla, iradesiyle ayakta duruyordu ve inancıyla, mukavemetiyle bir başka ders veriyordu. Bilinçle değil hem de yaşayarak…
Yalnız ne inattı şu doktorlar, şu emir dinlemez subaylar. ‘Oturun’ deyin duruyorlardı. Israrlara dayanamadı sonunda. Zoraki masanın başına gitti, ama yine de oturmadı masaya. Masanın başında ve hâlâ ayakta. Ve dedi ki en başta; “Harbiyeliler yarıda kestiğim için özür dilerim!”
Alkış sesinin çok nadir duyulduğu Atatürk Amfisinde bir alkış koptu ki, sormayın. Yıkıldı ortalık dakikalarca. Ayakta devam etme azmindeydi hâlâ.
“Komutanım oturun.”
En sonunda doktorların sözünü dinledi de oturdu koltuğun en ucuna, hâlâ ayakta duruyormuşçasına. Hürmet ediyor, saygı gösteriyordu Harbiyelisine.
Doktorlar sıkma diş. Ve o, devam etti öylece.
Bitikti ama… Yorgundu, solgundu, nefesi, sesi kesiliyordu ara ara, yavaş yavaş, sessiz sessiz konuşuyordu. Yere başını çarpmıştı, beti benzi atmıştı, ama bırakmıyordu, yılmıyordu, yıkılmıyordu, sözünün sonuna ulaşmaya çalışıyordu.
Diyeceğini dedi ve bitirdi en sonunda.
Bitirmeden önce de dedi ki; ‘Harbiyeli ruhu musallaya kadar içimizde yanacak genç Harbiyeliler. En büyük Harbiyeli Atatürk’le aynı sıraları, aynı ruhu taşıyoruz. Bu ruh içimizde sönmez bir ateştir. Ne mutlu Harbiyeli olana. Ne mutlu Türk’üm diyene.’
Çok ciğerden söylemişti be! Yine koptu ortalık. Kapanış konuşmaları, şilt takdimi filan yapılacaktı, ama sıkma diş, söz dinlemez sağlıkçılar, apar topar revire doğru yola çıkardılar. Gittim yetiştim arkasından, öptüm elini; “Komutanım geçmiş olsun.”
“Böyle olmadı be Abdullah.”
Harbiyeliye her şeyi anlatamadığı için efkarlıydı. Yere vurduğu kafasını filan takmıyordu. Sonuçta o komandoydu. Mermiye kafa atan adam kafayı yere vurmaktan korkar mıydı? Yılmazdı. İki savaş görmüş, omzundan, bacağından mermi yemiş adam bundan yılar mıydı?
“Asıl böyle oldu komutanım. Genç Harbiyeli asıl bu tanık olduklarından sonra anlatılanları unutmayacak.”
Sonrası yine hengâme. GATA’ya götürmüşler. Bütün gün koşturmuşlar. Gece yarılarına kadar. Bir de oralarda yormuşlar. Tetkikler, tahliller, emarlar, tomografiler filan. İyiymiş şükür. Demişler ki; ‘Kaya gibisin komutanım! Ama dinlenmen gerek.’
İşte böyle…
Ha unutmadan. Onun öyküsünde bir de kanser vardır. Kolon kanseri. Bağırsaklarının çoğunu aldırmıştır. O yüzden sabahları ılık bir su içer, akşamüzeri de bir tas çorba. Öyle yaşar.
Allah iyiliğinizi arttırsın komutanım.”
Değerli okurlarım,
Dün konuştuğum Eruç komutanım dedi ki;
– “GATA’da tüm kontrollerim yapıldı, sağlıklıyım.”
Ne mutlu bana ki; Cemal Eruç’tan eğitim alan Türk komandosuyum.
This entry was posted in TSK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *