Tespit tufanı, çözüm kuraklığı: Ülke kaosa yürüyor

Tespit tufanı, çözüm kuraklığı: Ülke kaosa yürüyor

“Türkiye Cumhuriyeti başkalaşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni önemli ölçüde zarara uğrattılar. Şu son yirmi sene bir kuşak demektir. 21. Yüzyılın 20 yılını artık değerlendirebiliriz. Olgular, sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu bir hengamedir. Türkiye Cumhuriyeti bugün boşluğa düşmüştür…”

“Geçenlerde TBMM’den bir tezkere çıktı. Bu tezkere savaşa girme tezkeresi. Tezkere yetkiyi bir kişiye, Cumhurbaşkanı’na verdi…Şimdi Cumhurbaşkanı isterse Türkiye’yi savaşa sokar. Parlamentonun içi boşaltılmış. Soruşturma yapamıyor, bakan tayin edemiyor, hükümet kuramıyor…”

“Eskiden parti meclis grup toplantıları çok önemliydi ve örtülü yapılırdı. Şimdi grup toplantılarını görüyorum, hengâme. Bağıranlar, çağıranlar. Meyve, sebze getiren bile var. Bir saz heyeti eksik. Parti başkanı geliyor, bir konuşma yapıyor; karşı tarafa veriyor, veriştiriyor. Sonra toplantıyı idare eden, toplantı bitmiştir, diyor. Nerede müzakere? En iyi istişare müzakereyle olur. Devleti yöneten kimse bundan faydalanacak. Karar çıkarsa o karara bağlı kalacak. Bugün bütün karar organları ortadan kalkmış…”

“Ben 1951’den beri, yetmiş yıldır siyaset yapıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu kadar zayıfladığını, boşa düştüğünü görmedim. Yapayalnız kaldı…”

“Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu, Sayıştay yok. Böylesine yozlaşmış, tüyleri dökülmüş rejimin adı Türkiye Cumhuriyeti rejimi olamaz. Bu rejim, benim tabirimle, hastadır…”

Bu sözler, Leyla Tavşanoğlu’nun sorularını yanıtlayan, kendi tabiriyle “1951’den beri, 70 yıldır siyasetin içinde” olan Hüsamettin Cindoruk’a ait.

Sert ve net tespitler…

Evet, öyle ama bu arada hatırlatayım, Cindoruk bu uzun aktif siyaset süresi içinde, 1990’ların hemen başında seçimlerden Özal’ı ve ANAP’ı alt ederek çıkan DYP ve SHP’nin o zamanki sinerjisinin de bizzat parçasıydı.

Ve Türkiye’yi o tarihi uzlaşma hükümetinin gayretiyle askerin 12 Eylül tescilli hegemonyasına son verecek, tam teşekküllü sivil anayasayı getirme fırsatının göz göre göre heba edilmesinin de tanığıydı.

Denilebilir ki, siyaset sınıfının her parçası gibi, Cindoruk’un temsil ettiği kanadın da, bugünlere gelinmesinde unutulmaması gereken bir payı var. Tarih, öyle “son 19 yıl” vesaire gibi kopukluklar üzerine kurulu anlatımları pek kaldırmıyor.

Elbette bu hatırlatma, Hüsamettin Bey’in saptamalarını – geçersiz kılmak bir yana – hafifletmiyor bile. Gerçekler ortada. Kimileri, az bile söylemiş diyebilir ve haklıdırlar. Türkiye’nin şaftı, kasnağı kırıldı artık.

Hepimiz, kimi erkenden kimi az daha sonra, beklenmedik bir cinayete evrilen bu son 10 yıllık süreci yüreğimiz ağzımızda izledik. Cinayet, daha doğrusu kurumsal katliam ve piramidin tepesinden aşağı, toplumun altlarına kadar çürüme gün gibi aşikar.

Şimdi ise cesaret katsayısının OHAL ve “çürüyen yalanlar” evresi ardından artmasının da açık etkisiyle, tespitler, maşallah, yağmur gibi yağıyor.

Neden bunca zaman konuşması gerekenler sustu, özellikle AKP içinde harekete geçmesi gerekenler geçmedi, gibi asıl soruları da havada uçuşur halde bırakarak…

Onu da bir yana bırakalım. Dikkat edilirse, iki rahatsız edici olgu var. Bunlardan biri, sadece “çöküşün” detaylarına ve dozuna bakarak yapılan, “olsun da ne olursa olsun” tarzı, coşkusunu içinde saklayamayan bir yaygaracılık türü ile sadece belli bir parti seçmeni profiliyle sınırlı kalmayan sıkıntı ve acılar arasındaki makas.

Diğeri ise, az önce örneğini gördüğümüz türden tespitler ile “peki, bu ülke ve bu toplum nasıl bu hengamenin içinden, birbirine girmeden, yeni bir zifiri karanlık ve şedit rövanş dönemine girmeden çıkabilir?” sorusuna verilen cevapların azlığı arasındaki uçurum.

Tespitlerde kolayca buluşan muhalefetin ve AKP’den koparak muhalefete eklemlenen kesimlerin çözüme ve çıkışa dair önermelerine bakıldığında görülen kakofoni, esas endişe konusu olmalı.

Gerçekten de iş kitabın ortasından konuşarak, bir ortak zemine birlikte kayıtsız şartsız yürüme konusunda konuşulmaya geldi mi, sağdan sola muhalif aktörlerin ve sözcülerinin ya sağa sola bakınarak mırıldandığını, şarki hesaplardan kopamadığını veya (mesela Millet İttifakı’nın krizin geliyorum dediği 2019’dan bu yana en azından bir ortak ekonomi planı üzerinde arpa boyu yol gidemediğini ve hala debelendiğini gördüğümüze göre) düpedüz “durun bakalım” diye ayak sürüdüğünü görüyoruz.

Bu tavır, iki sonuca yol açıyor: Seçmen ikna olmak bir yana daha çok öfkelenip duygusallaşıyor, muhtemelen de radikalleşecek.

İki, bu atalet hali sürdükçe, ilerde muhalefetin – diyelim adil bir seçim oldu – altında ezim ezim ezileceği bir enkaz daha da büyüyor.

Hala her kafadan bir başka ses çıkıyor. CHP, miting engellemeleri karşısında yapayalnız kalırken, İYİP’ye göre esas mesele “HDP ile nasıl iş tutulmayacağı”. Buna en son küçük sol partilerden gelen HDP karşıtı çıkışlar da ekleniyor.

Öte yandan, bir asker kökenli kurucu üyesi, Metin Gürcan, paldır küldür gizemli sebeplerle gözaltına alınan DEVA partisini yöneticileri olsun, muhalefet cenahındaki diğerleri olsun, bu karanlık uygulamayı sorgulamaktan geri duruyorlar.

Devlet bürokrasisinin içinde neler oluyor, sözü edilen “post-Erdoğan” dönemi için kapalı mutfaklarda neler pişiyor? Kriz dayanılmaz bir hal alır da, sokak sandığın önüne geçerse, MGK kararının işaret ettiği üzre ekonomik kriz bahanesiyle, veya savaş hali ilanıyla gerginlik tam bir iç hesaplaşmaya dönerse, ne yapılacak?

Durum tespitleri evet, önemli ama artık işler öyle bir raddeye geldi ki, durum artık sokaklara yansıyan taşkınlarla kendisini – çürük medyanın karartmasına rağmen – tespit etmekte.

Önemli olan, muhalefetin söylem ve eylemde benzer notaları tutturup tutturamayacağında. Hal ve gidişat maalesef umut vermiyor muhalefet cephesinde: Ülke adım adım bir kaosa doğru gidiyor.


https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/rejim-tartismasi/tespit-tufani-cozum-kurakligi-ulke-kaosa-yuruyor

This entry was posted in Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *