BAŞKOMUTAN CEPHEYE
Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
Kütahya- Eskişehir muharebelerinde işlerin kötüye gitmesi üzerine TBMM, hem Meclis hem de Devlet Başkanı olan Atatürk’e, “başkomutan olarak cepheye gidip komutayı doğrudan eline alması ve kötü gidişi durdurması görevini” verdi.
Görevi kabul eden Atatürk, dünya askerlik tarihine geçen çok cesur ve yerinde kararlarla 2 ay içinde kötü gidişi tersine çevirdi ve muharebeleri Sakarya’da zaferle sonuçlandırdı.
2 Eylül 1922’de Uşak’ta yakalanıp esir edilen Yunan Kuvvetleri Başkomutanı Trikopis Atatürk’ün huzuruna çıkarıldı. Atatürk elini sıktı; “geçmiş olsun General. Savaşta yenilmek de yenmek kadar doğaldır. Napolyon da yenilmişti, üzülmeyin. Esir değil, konuğumuzsunuz” diyerek teselli etti. Sigara ve kahve ikram etti.
Hiç beklemediği bu sıcak karşılama karşısında şaşıran ve Atatürk’e hayran hayran bakan Trikopis, mahcup bir ifade ile teşekkür etti ve “bu kadar genç olabileceğinizi düşünmemiştim” dedi.
Trikopis bu arada, kurmaylar tarafından üzerinde çalışmalar yapılmış duvardaki haritayı gördü. Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin yapıldığı alanı göstererek Atatürk’e sordu, “General, siz bu muharebede neredeydiniz?” Atatürk Zafertepe’yi gösterince, “İşte biz bunun için kaybettik” dedi ve ekledi; “siz cephede, ateş hattındasınız. Bizim başkomutanımız cepheden 450 km uzaktaydı.”
Yunanistan kuvvetlerinin başkomutanı aslında Trikopis değil Hacianesti idi. Hacianesti, savaşı İzmir Körfezi’nde demirli bir yattan yönetiyordu. Büyük Taarruz’un daha ilk gününde Yunan Ordusunun çökertilmesi üzerine Hacianesti görevinden alınmış ve yerine Trikopis atanmıştı. Fakat askerlerimiz tarafından iletişim hatları kesilmiş olduğundan Trikopis’in bundan haberi yoktu. Başkomutanlığa atandığını Atatürk’ten öğrendi…
Atina’ya çağrılan Hacianesti ise kurşuna dizildi…
BOP, Arap Baharı’na dönüşüp Tunus, Mısır ve Libya’da kısa sürede amacına eriştikten sonra sıra Suriye’ye geldi…
Amerika’nın el altında tuttuğu lejyoner cihatçıların, Türkiye’de eğitilip donatılarak Suriye’ye sokulmasıyla iç savaş başlatıldı ve AKP, 2011 Mart ayında, “15 gün sonra Şam’da Cuma namazı kılacağız” diyerek savaşta taraf olduğunu açıkladı…
Ancak işler Türkiye’nin istediği gibi gitmedi. Diğerlerinin tersine Esad çetin ceviz çıktı ve durum aleyhimize döndü. Vatan toprağımız olan Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu Caber Kalesini terk etmek zorunda kaldık. Kuzey Suriye’de bir PKK/PYD Devleti kuruldu. Bölgede, ülkemizde de birçok katliamlar yapan terör örgütleri oluştu.
Bunun üzerine AKP iktidarı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı adı verdiği harekatlar düzenleyerek Suriye’ye doğrudan müdahale kararı verdi. “Özgür Suriye Ordusu” adını verdiği, “cihatçı mı terörist mi?” oldukları bilinmeyen bir grup lejyoneri de donatarak güvenlik kuvvetlerimizle birlikte Suriye’ye soktu ve böylece savaşa eylemli olarak girmiş olduk…
Aradan 10 yıl geçti. Şam’a gidip Cuma namazı kılamadığımız gibi 5 milyon Suriyeli gelip adeta Türkiye’yi işgal etti. Bu arada binlerce şehit verdik ve vermeye devam ediyoruz. Televizyonlarda her gün, önce şehit haberlerini izliyoruz ve içimiz yanıyor.
Öyle görülüyor ki Suriye’de işler, iyi gitmek bir yana her gün daha da kötüye gidiyor. Çare: tarihten ders çıkarmak.
Yukarıda yazdığımız gibi Gazi Meclis, çareyi Başkomutanı cepheye göndermekte bulmuş. O da gitmiş ve görevini başarıyla yaparak zafer kazanıp Ankara’ya dönmüş.
Trikopis de yenilgilerinin nedenini uzaktan kumanda ile yapılan başkomutanlığa bağlamış…
O halde Suriye’de başarı isteniyorsa Başkomutan cepheye gitmeli ve sorunu çözüp gelmeli…