TARİHİN İÇİNDEN HAİN PORTRELERİ * Emperyalizm iş birlikçisi hain Mustafa Sabri kimdir

Emperyalizm iş birlikçisi hain Mustafa Sabri kimdir


“Ey kahraman askerler… Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi hainlerin, zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetva-i şerif ki Allah’ın emridir. Okuduğunuz hattı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz Allah’ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz…” (Teali İslam Cemiyeti’nin bildirisinden, Ağustos 1920)

1869 Tokat doğumlu din adamı Mustafa Sabri, Ocak 1919’da Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan Tokat mebusu seçildi. Milli Mücadele’nin başlarında 19 Şubat 1919’da İskilipli Atıf, Tahirül Mevlevi, Bediüzzaman Said-i Kürdi gibi arkadaşlarıyla “Müderrisler Cemiyeti”ni kurdu.
Müderrisler Cemiyeti, 24 Aralık 1919’da “Teali İslam Cemiyeti” adını aldı. Bu cemiyetin başkanı İskilipli Atıf, ikinci başkanı Mustafa Sabri’ydi. Cemiyet, Damat Ferit’in Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın paralelinde, ona bağlı bir yan kuruluş gibi çalışıyordu. İttihatçılara ve Müdafaa-i Hukukçulara düşmandı. İstanbul Hükümeti’nin ve Padişah Vahdettin’in “İngilizlerin merhametine sığınma” politikasına uygun hareket ediyordu.
Hain Damat Ferit döneminin 5 kez üst üste şeyhülislamı olan Mustafa Sabri kimdir? Atatürk’e nefreti nereden gelmektedir, Kurtuluş Savaşı’na ve o savaşın tüm kahramanlarına neden karşıdır?
Ancak, onun nasıl biri olduğunu belki de en iyi anlatan kendi eşi ile olan diyaloğudur. Peşin peşin aktaralım… Sevr Antlaşması’nın imzalandığı günün gecesi ailesiyle oturduğu evinde eşi Ulviye Hanım’ın ağlayarak,
“Sen Allah’tan korkmadın mı? Peygamber’den utanmadın mı? İzmir’in Yunanlılara verilmesine nasıl razı oldun? İstifa edeydin de imza etmeseydin” diye çıkıştığı, Mustafa Sabri’nin ise bu çıkış karşısında ağzını bile açamadığı anlatılır.
1908’DE HEM DİN HEM DEVLET İŞLERİNE GİRİŞİYOR
Din adamı Ahmet Efendi’nin oğlu Mustafa Sabri, 1869’da Tokat’ta doğdu. İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılı, Mustafa Sabri’nin aktif olarak siyasi hayata atıldığı yıldır. İkinci Meşrutiyet’in ilanını müteakiben Tokat’tan milletvekili seçildi. Aynı yıl, “Cemiyet-i İt-tihadiye-i İslamiye” adlı dine dayalı siyasî bir dernek kurdu. Başlangıçta İttihat ve Terakki içerisinde yer almasına rağmen daha sonra “Hürriyet ve İtilaf Partisi”ne girdi. Bu arada meclis içinde ve dışında İttihat ve Terakki Partisi’ne karşı şiddetli hücumlarda bulundu. Bu yüzden iktidar partisinin (İttihat ve Terakki) düşmanlığını kazandı ve sonunda bu parti mensuplarının elinden Köstence’ye kaçarak kurtulabildi. Hatta, kendini burada da güvende hissetmeyince Paris’e kaçtığı öğrenildi.
İttihat ve Terakki’nin iktidardan uzaklaşması üzerine, 18 Kasım 1918’de İstanbul’a dönen Mustafa Sabri, önce Darü’l-Hikmet’il İslamiyye üyeliğine, daha sonra da Süleymaniye Medresesi hadis müderrisliğine tayin edildi. Bu arada siyasi faaliyetlerine kaldığı yerden devam ederek, İttihat ve Terakki mensuplarına karşı daha şiddetli eleştirilerde bulunmaya başladı.
GEL DEYİNCE GELDİ, GİT DEYİNCE GİTTİ
Mustafa Sabri, Ocak 1919’da Hürriyet ve İtilaf Partisi’nden tekrar Tokat milletvekili seçildi. 4 mart 1919’da kurulan Damat Ferit Hükümet’inin ilk kabinesinde “Şeyhülislam” olarak görev aldı. 16 Mayıs 1919’da bu hükümetin düşmesi üzerine “Ayan” üyeliğine atandı. Damat Ferit’in 19 Mayıs 1919’da kurduğu ikinci kabinesinde yeniden Şeyhülislam oldu. İki ay sonra bu görevinden istifa etti.
21 Temmuz 1919’da teşkil edilen üçüncü Damat Ferit Hükümeti’nde Şeyhülislam olarak tekrar görev aldı. Kısa süre sonra ayrıldı. 31 Temmuz 1920’de kurulan beşinci Damat Ferit Hükümeti’nde Mustafa Sabri yine Şeyhülislam’dır. Fakat bu defa görevleri arasında Şûra-i Devlet Reisliği yani Danıştay Başkanlığı’da vardır. Bu son Şeyhülislamlık görevinden 25 Eylül 1920’de istifa etti.
Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanması üzerine, önce Yunanistan’ın Gümülcine kentine kaçtı, buradan da Hicaz Şerifi Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye gitti. Oradan da Mısır’a geçti, Kahire’ye yerleşti. Ezher Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. 12 Mart 1954 tarihinde de Kahire’de öldü.
MİLLİ MÜCADELEYE HEP KARŞI ÇIKTI
Mustafa Sabri, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesini sevinçle karşılamasına hatta bundan dolayı İttihat ve Terakki Partisi mensuplarına sevgi dolu sözlerle teşekkür etmesine rağmen, Millî Mücadele’ye de şiddetle karşı çıktı. Ona göre Milli Mücadele, devlete başkaldırma hareketinden başka birşey değildi! Bu harekatın başında bulunan Mustafa Kemal Atatürk ise, Hilafet ve Saltanatı kaldırarak “Sultan Osman Oğlunun makamına” geçmek isteyen bir kişidir…
Bu arada Mustafa Sabri’nin İngiliz Muhibleri Cemiyeti mensubu olduğunu da unutmamak gerekir!
Mustafa Sabri Anadolu’da emperyalist güçlere karşı Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlayan milli harekete katılmadı. Dahası düşmanca davranışlar sergiledi: Öyle ki, ulusal harekat lehinde çalışan din adamlarından başta Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi (Müftüler), Isparta Müftüsü Hüseyin Hüsnü (Özdamar), Uşak Müftüsü Ali Rıza (Bodur), Burhaniye Müftüsü Mehmet (Tarhan), Antalya Müftüsü Ahmet Hamdi ve Sinop Müftüsü İbrahim Hilmi Efendiler olmak üzere pek çok müftüyü görevlerinden azletmiştir. Bu arada ulusal harekatın meşru olduğuna dair fetva veren Ankara Müftüsü Mehmet Rifat (Börekçi) Efendi’nin idama mahkum edilmesinde de etkili olması muhtemeldir.
İskilipli Atıf ve Mustafa Sabri’nin Teali İslam Cemiyeti, İngiliz ajanları Sait Molla ve Papaz Fru’nun “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”yle çok sıkı bir işbirliği içindeydi. Öyle ki Teali İslam Cemiyeti’nin üyesi ve ikinci başkanı Mustafa Sabri, aynı zamanda İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin de fahri başkanıydı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla, Rahip Frew’e gönderdiği 26 Ekim 1919 tarihli 8. mektupta Teali İslam Cemiyeti’nin en etkili isimlerinden Mustafa Sabri ile görüşüp anlaştığını belirtiyordu. (Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, s.87, 130).
Kuvayı Milliye’nin oluşumunda büyük katkıları olan Albay Şefik Aker, Teali İslam Cemiyeti’nin, İngilizlerin kontrolünde bir “fesat cemiyeti” olduğunu ve “uğursuz işler yaptığını” yazıyor. (M. Şefik Aker, İstiklal Harbi Başlangıcında 57. Tümen ve Aydın Milli Cidali, C.3, s. 89-102).
Teali İslam Cemiyeti’nin vatana, millete zararlı olduğunu fark eden Atatürk, 12 Şubat 1920’de 12. Kolordu Komutanlığı’na, Konya Valiliği’ne ve Merkez Kurulu’na gönderdiği yazıda Teali İslam Cemiyeti’nin yok edilmesini istemişti.
DAMAT FERİT’İ VAHDETTİN’E ŞİKAYET ETTİ
Ayrıca İstanbul hükümetlerinin, Anadolu hareketine karşı yumuşak davrandıklarına inanıyordu. Padişah Vahdettin’in huzuruna çıkarak Anadolu hareketine karşı Tevfik Paşa Hükümeti’nin gevşekliğinden yakınmış ve bir gün kendilerinin de ezilebileceğini dile getirmiştir. Aynı şekilde Damat Ferit’i de eleştiriyordu. Ona göre, Damat Ferit, Anadolu’ya karşı sert önlemler almıyordu. Aciz, bilgisiz ve beceriksizdi. Bu kanaatini de Vahdettin’e söylemişti. Bu arada üyesi bulunduğu Damat Ferit Hükümeti’nde de Anadolu hareketinin silah yoluyla bastırılmasını savunmuştu. Mustafa Sabri’nin bu konuda etkili olduğunu görüyoruz. Nitekim, 18 Nisan 1920’de Hilafet Ordusu adı altında bir ordu kurularak başına Süleyman Şefik getirilmişti. Kuva-yı Milliye’ye karşı Kuva-yı İnzibatiye adı da verilen bu ordunun görevi, ayaklanmalara destek olmak ve Ankara meclisini doğmadan boğmaktı.
SEVR’İ CANLA BAŞLA SAVUNDU, İMZALADI
Mustafa Sabri, 10 Ağustos 1920’de Türkiye’yi parçalamaya yönelik koşulları içeren Sevr Antlaşması’nı imzalayan hükümette de Şeyhülislam olarak görevdeydi. Antlaşma’nın imzalanmasından önce, Antlaşma şartlarını görüşmek üzere, 22 Temmuz 1920’de Yıldız Sarayı’nda Vahdettin başkanlığındaki meclis-i Âlî (Yüce Kurul) toplantısına Mustafa Sabri de katılmış ve bu kurulda Dürrizâde Abdullah ile, Antlaşma’nın kabulü yolunda görüş bildirmiştir.
EŞİ ÇOK KIZDI: SEN ALLAH’TAN KORKMADIN MI?
Sevr Antlaşması’nın imzalandığı günün gecesi ailesiyle oturduğu Meşihat binasında eşi Ulviye Hanım’ın ağlayarak “sen Allah’tan korkmadın mı? Peygamber’den utanmadın mı? İzmir’in Yunanlılara verilmesine nasıl razı oldun? İstifa edeydin de imza etmeseydin” diye çıkıştı, Mustafa Sabri eşine cevap veremedi.
İDAM FERMANLARINDA HEP ONUN ADI VAR
Yozgat Mutasarrıf Vekili ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in hükümetin emrini ve politikasını icra cümlesinden olarak, kendi bölgesinde Ermeni tehciri ile alakalı aktif hizmette bulunması, bu zâtın divan-ı harpte yargılanmasına ve idama mahkum edilmesine neden olmuştur. Kemal Bey’in idamına fetva veren Şeyhülislâm ise, Mustafa Sabri’dir.
İHANET FETVASI VE MUSTAFA SABRİ
Mustafa Sabri, Sadrazam Damat Ferit’i, Kuvayı Milliye’ye karşı yeterince sert olmamakla eleştiriyordu. Anadolu hareketini bastırmak için “silahın” ve “dinin” kullanılmasını istiyordu. Sonunda bu düşünceleri karşılık buldu: Damat Ferit Hükümeti, 18 Nisan 1920’de Kuvayı Milliye’ye karşı Kuvayı İnzibatiye’yi (Halifelik Ordusu)’nu kurdu ve bir hafta önce de 11 Nisan fetvasını yayımladı. Yani bu ihanet fetvasının fikir babalarından biri Mustafa Sabri’ydi.
İngilizlerin baskısı, Sadrazam Damat Ferit’in isteği ve Padişah Vahdettin’in onayıyla Atatürk ve silah arkadaşlarının öldürülmelerinin “dinen caiz” olduğunu belirten (5 parçalık) ihanet fetvası, 11 Nisan 1920’de o zamanki Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzasıyla yayımlandı. (Takvim-i Vakayı, 11 Nisan 1920).
Dönemin tanıklarından Celal Bayar’a göre fetvayı hazırlayan bizzat Mustafa Sabri’ydi. Celal Bayar aynen şöyle diyor: “Mustafa Sabri Efendi (…) İngiliz himayesine girmekten başka kurtuluş yolu olmadığını iddia edenlerdendir. Milli Mücadele’nin şiddetli düşmanıdır. (…) KUVAYI MİLLİYECİLERİN KATLİ VACİPTİR FETVASINI YAZAN ODUR, İMZA EDEN DÜRRİZADE’DİR…” (Celal Bayar, Ben de Yazdım, C. 8, s. 142).
Dürrizade Abdullah’tan önce şeyhülislamlığa getirilen Haydarizade İbrahim Efendi, bu ihanet fetvasını yayımlamak istemediği için görevden ayrılmıştı. (Eşref Edip, Sebilürreşad, C. 10, S. 238, s. 2).
Görüldüğü gibi 11 Nisan ihanet fetvasını, Mustafa Sabri’nin değil, Dürrizade Abdullah’ın yayımlamış olması, Mustafa Sabri’yi aklamaz. Birincisi, (bu fetvayı Mustafa Sabri’nin hazırladığı iddiası bir yana), Mustafa Sabri bu fetvaya asla karşı çıkmadı. İkincisi, Mustafa Sabri, bu fetvayı yayımlayan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın bir üyesiydi. Fetvanın altında imzasının olmamasının tek nedeni, o sırada şeyhülislam olmamasıydı. Üçüncüsü, Mustafa Sabri, Eylül 1919’da ve Ağustos 1920’de Müderrisler Cemiyeti ve Teali İslam Cemiyeti adına, bu ihanet fetvasını destekleyen üç ihanet bildirisi yayımladı.
Dahası, Mustafa Sabri, Teali İslam Cemiyeti’nin Ağustos 1920’deki birinci ihanet bildirisinden açıkça “fetva-ı şerife” olarak söz ediyordu. Ayrıca bu bildirileri yayımlarken aynı zamanda şeyhülislamdı.
MUSTAFA SABRİ’NİN İHANETLERİ
Damat Ferit’in 5 hükümetinin 4’ünde şeyhülislam Mustafa Sabri’ydi. Üstelik sadece şeyhülislamlık yapmamıştı. Bir ara Ayan üyeliğine, bir ara da Şura-i Devlet Reisliği’ne (Danıştay Başkanlığı’na) getirilmişti. Damat Ferit hükümetlerinden sadece birinde şeyhülislam olamamasının nedeni de o dönemde sadrazam olmak için çevirdiği dolaplardı.
Mustafa Sabri, şeyhülislamken, Atatürk’ün yanında vatan ve namus mücadelesi veren Kuvvacı müftüleri görevden aldı. 10 Nisan 1919’da idam edilen, “milli şehit” Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını imzaladı. (A. Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 204-206. Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, s 101). Kemal Bey’in son sözü şuydu: “Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet.” (Taha Niyazi Karaca, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey Olayı, s. 273 vd).
6 Temmuz 1919’da Mustafa Sabri’nin başkanlığındaki hükümet, padişahın iradesi olmadan asker ve bağış toplayan kumandanların görevden alınıp yargılanmalarına karar verdi. Nitekim 7/8 Temmuz 1919’da Atatürk’ün görevden alınması kararını imzalayan üç kişiden biri Mustafa Sabri’ydi. (Diğer iki kişi, Padişah ve Harbiye Nazırı’ydı).
30 Ağustos 1919’da Elazığ Valisi Ali Galip’ten, Sivas Kongresi’ni dağıtıp Atatürk’ü tutuklamasını isteyenlerden biri de oydu.
Mustafa Sabri, Türk Milleti’nin idam fermanı Sevr Antlaşması’na da tam destek verdi. Sevr Antlaşması’nı imzalayan hükümetin şeyhülislamı oydu. Sevr’i görüşmek için 22 Temmuz 1920’de Yıldız Sarayı’nda toplanan Saltanat Şurası’nda, Dürrizade Abdullah’la birlikte Sevr’in imzalanmasını kabul etti. O gece Mustafa Sabri’nin eşi Ulviye Hanım’ın, “Sen Allah’tan korkmadın mı? Peygamberden utanmadın mı? İzmir’in Yunanlılara verilmesine nasıl razı oldun? İstifa etseydin de kabul etmeseydin!” diye çıkıştığı ileri sürülür. (Abdulkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislamları, s. 256-257).
10 Ağustos 1920’de hükümetin ve padişahın emriyle Reşat Halis, Rıza Tevfik ve Hadi Paşa, Sevr Antlaşması’nı imzaladılar. Mustafa Sabri’nin, Sevr’i imzalayan Osmanlı heyetinde yer almaması, Sevr’i kabul etmediği anlamına gelmez; Saltanat Şurası’nda Sevr’i o da kabul etmişti.
İHANET BİLDİRİLERİ
Mustafa Sabri’nin başkanlığındaki Müderrisler Cemiyeti, 26 Eylül 1919’da Atatürk’e ve Milli Mücadele’ye yönelik ağır ithamlarla ve hakaretlerle dolu bir bildiri yayımladı. Bildiride Kuvayı Milliyecilere “adi eşkıya” ve “kudurmuş haydutlar” deniliyor ve “devamlı delilik ve cinayetleri” yüzünden milletin varlığı ve yüceliğinin sarsıldığı belirtiliyordu. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.2, s. 131,132). İkdam gazetesinde de yayımlanan bu bildiri, Anadolu’da Milli Mücadele karşıtı isyanlara neden oldu. (Ali Sarıkoyuncu, “Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda Milli Varlığa Düşman Cemiyetlerden Teali İslam’ın Bir Bildirisi, Tarih ve Toplum, S.102, s.19-22).
Şeyhülislam Mustafa Sabri ve İskilipli Atıf’ın başkanlığındaki Teali İslam Cemiyeti de, Ağustos 1920’de Milli Mücadele karşıtı iki ihanet bildirisi yayımladı. Özellikle ilk bildiride, açıkça Atatürk ve silah arkadaşlarının “katledilmeleri” isteniyordu. (Sina Akşin, İç Savaş ve Sevr’de Ölüm, s. 203 vd.)
Teali İslam Cemiyeti’nin ilk bildirisinde, önce İttihat ve Terakki’nin Osmanlı’yı batırdığı iddia ediliyordu. Sonra söz Milli Mücadele’ye ve Atatürk’e getiriliyordu. “Şimdi de Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye maskaraları ortaya çıktı” deniliyordu. Atatürk ve silah arkadaşlarından “yankesiciler”, “eşkıyalar”, “hainler”, “Allah’tan korkmayan ve peygamberden utanmayan mahluklar”, “yalancılar”, “caniler”, “zalimler”, “katil canavarlar”, “alçaklar” diye söz ediliyordu. Bu bildirinin bir “fetva-i şerif” olduğu belirtilip Atatürk ve arkadaşlarının katledilmesinin “Allah’ın emri” olduğu şöyle ifade ediliyordu:
“Ey kahraman askerler… Savaş yıllarında sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşerilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi. İşte bu hainlerin… Zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? ELİNİZE ALDIĞINIZ FETVA-İ ŞERİF Kİ ALLAH’IN EMRİDİR. Okuduğunuz hattı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz Allah’ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor. Bunların vücutlarını tamamen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur…”
Teali İslam Cemiyeti’nin ikinci ihanet bildirisinde ise Sevr Antlaşması’nın “ehven-i şer” olduğu, devlet ve milletin gerçek çıkarının “Kuvayı Milliye eşkıyasının fesadını ortadan kaldırıp” memleketin güvenliğini sağlamak olduğu belirtiliyordu. (Bilidirler için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, C.2, s.387-397.Zekai, Güner-Orhan Kabataş, Milli Mücadele Dönemi Beyannameleri ve Basını, s. 218-223).
İskilipli Atıf ve Mustafa Sabri’nin başkanlığındaki Teali İslam Cemiyeti’nin bu ihanet bildirileri, 25, 30 Ağustos 1920’de Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atıldı. (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, S. 51, s.1181, Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. 3, s. 187, 191, Akşin, age, s. 205).
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı
Türk Orduları İzmir’i kurtarıp İstanbul’a yönelince Mustafa Sabri, Padişah Vahdettin’den sadrazamlık istedi. Bir “ihanet ordusu” kurup Türk Ordusu’na karşı savaşmak istiyordu. Ancak başarılı olamadı.
Milli Mücadele’nin kazanılması üzerine 150’likler listesine alındı. Yunanistan’a (Gümülcine) kaçtı. Oradan Mekke’ye ve Mısır’a geçti. Sonra da İtalya’ya geçip kaçak padişah Vahdettin’i ziyaret etti. Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik bazı ihanet faaliyetlerine karıştı.
İŞBİRLİKÇİ MUSTAFA SABRİ
Öte yandan Mustafa Sabri’yi, ulusal çıkarlarımızla bağdaşmayan, ulusal birlik ve beraberliğimizi bozucu, işgalci devletlerin destek ve yardımlarıyla kurulan derneklerden Tealî-i İslam (İslami Yükseltme) Cemiyeti’nin yöneticileri arasında görüyoruz. İlk adı Cemiyet-i Müderrisin (Medrese Öğretmenleri Derneği) olan Teâî-i İslam Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı destekleyen, padişahlık düzenini savunan bir cemiyettir. Kuva-yı Milliye aleyhindeki ilk bildirisini 16 Eylül 1919’da ikdam gazetesinde yayınlayan bu cemiyetin yönetim kurulunda,Mustafa Sabri (Başkan), İskilipli Mehmet Atıf (İkinci Başkan), Said-i Kürdi (İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti önderliğinde) bulunuyordu.
Anadolu’nun bir çok yerinde de Şubeler açan Teâlî-i İslâm Cemiyeti özellikle Milli Mücadele’nin ilk yıllarında Anadolu hareketi aleyhindeki faaliyetlerini sürdürdü. Yayınladığı bildirilerle de halkın kafasını karıştırdı. Bildiriler incelendiğinde, Teâlî-i İslâm Cemiyeti’nin Milli Mücadele’ye ne kadar çok düşman olduğu anlaşılır.
Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasından sonra eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali’yle birlikte Türkleri “Müslüman barbarlar” diye adlandırdı. Türklerin Musul’da hiçbir hakkı olmadığını belirtti. Türklerin, Ermenileri ve Kürtleri imha etmek istediklerini yazdı. (Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, C.2, s. 326).
Mustafa Sabri yurtdışında her fırsatta Atatürk’e, yaptığı devrimlere ve kurduğu Cumhuriyete saldırdı. Akıl almaz yalanlar söyledi. Atatürk’ün İngilizlerle anlaştığını, halifeliğin böyle kaldırıldığını, İzmir’i Yunanlıların kendiliğinden Türklere verdiğini yazdı.
Türklerden nefret ediyordu. Bir keresinde “Yarın” gazetesinde Türkleri Arap yapmaktan söz etti. Daha da ileri gidip “Türklükten istifa ettiğini” bile yazdı: “Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere Türklükten şeref ve izzetimle istifa ediyorum… Tövbe Yarabbi, tövbe Türklüğüme! Beni Türk Milleti’nden addetme…” diyebildi.
Mustafa Sabri, çok bağnaz bir din anlayışına sahipti. Öyle ki yazılarında, Darülfünun’da kızlarla erkeklerin bir arada ders yapmalarına karşı çıkıyor, Mütareke günlerinde Müslümanların içki satmasını, kadınların, erkeklerin çalıştıkları yerlerde çalışmalarını, kadınların erkeklerle sokağa çıkmalarını ve belirlenen kıyafet dışında kıyafet giymelerini yasaklamayı düşünüyordu. (Akşin, age, s. 274). “Dini Müceddidler” adlı eserinde şapka giymeyi “dini ve milli küfür” olarak adlandırıyordu. Kadına ekonomik özgürlük vermeyi eleştiriyor, çok kadınla evliliği savunuyordu. İşte Mustafa Sabri’nin “din alimliği” de bu kadardı.
Demem o ki, gerçekleri çarpıtarak veya saklayarak Mustafa Sabri’yi aklayamazsınız! Mustafa Sabri, gırtlağına kadar ihanet çamuruna batmıştır. Mustafa Sabri gibi hainleri “kahraman” ilan etmek, her şeyden önce geçmişimize ve geleceğimize ihanettir.
Atatürk’ün dediği gibi “yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtan bir hal alır.” Hiç kimsenin insanlığı şaşırtmaya hakkı yoktur.
YUNAN UÇAKLARINDAN ATILAN BİLDİRİLER
Bilindiği gibi Milli Mücadele’ye zarar veren olaylardan birisi de iç ayaklanmalardır…Milli hareket aleyhindeki fetva ve bildiriler, ayaklanmaların birdenbire yayılmasında etkili olmuştur. Çeşitli araçlarla (postayla, Anadolu’ya geçen kimseler aracılığıyla, v.s.) hatta Yunan ve diğer İtilâf güçlerinin uçaklarıyla dağıtılan fetva ve bildirilerle- özellikle Teâlî-i İslam Cemiyeti’nin bildirileriyle aldatılan halk yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikilmişti. Öyle ki, bu tehlikeli isyan hareketleri Ankara’nın yakınlarına kadar sirayet etmiştİ.
VAHDETTİN’DEN SADRAZAMLIK İSTEDİ
Türk Orduları’nın İzmir’i kurtarıp, İstanbul’a yönelmesi üzerine de Vahdettin’den Sadrazamlık isteyen Mustafa Sabri, Müslüman ve Ermenilerden oluşacak bir ordu kurarak, Türk Ordusuna karşı savaşmak arzusunda bulunmuştur. Ancak bu amacını gerçekleştiremedi. Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması üzerine ailesiyle (oğlu, iki kızı ve damatları) İstanbul’dan ayrılarak Yunanistan’ın Gümilcine kentine kaçtı.
NEFRETİNİ ÖLENE KADAR KUSTU
Mustafa Sabri, Milli Mücadele başarıya ulaştıktan sonra da olumsuz tutum ve davranışlarını sürdürdü. Yeni Türk devletini ve rejimini eleştirdi. Bu arada Cumhuriyet sonrası gerçekleştirilen devrimlere de karşı çıkmıştır. Devrimler, Atatürk’ün kullandığı biçimiyle “Muasır Medeniyet (Çağdaş Uygarlık) seviyesine” çıkmadır. İşte Mustafa Sabri ve onun zihniyetini taşıyanların karşı çıktığı devrimler bunlardır.
YALANLARLA KANDIRMAYA ÇALIŞTI
Başka bir ifadeyle Mustafa Sabri, Türk ulusunun, refah ve huzur içinde modern çağdaş ülkeler insanı gibi yaşamasını çok görmektedir. Ona göre, Türk devrimlerinin arkasında İngilizler bulunmaktadır! Özellikle de “Halifelik” onların isteğiyle kaldırılmıştır. “İngilizlerin, İslam’ın ve Osmanlı Devleti’nin düşmanı olmalarına rağmen, Yeni Türkiye’nin dostu olmaları da bunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, Türkiye’de yapılan devrimlerin gizli ve açık bir şekilde Batı taklitçiliği olduğunu da ileri sürmektedir. Yeni Türkiye’nin din ile siyaseti birbirinden ayırarak da Batıyı taklit ettiğini ve dinsiz bir cumhuriyet olduğunu, halbuki din ile siyasetin ayrılamayacağını ileri süren Mustafa Sabri, bunlar birbirinden ayrılınca devlet irtidat (dinsizlik) etmiş olur. Devlet irtidat edince de millet de dinsizlik etmiş olur diyordu.
KADINLARA VERİLEN HAKLAR ONU DELİRTTİ
Mustafa Sabri, Şapka Devrimi’ni de, şapka giyilmesini “hem dinî hem de millî küfür” olarak değerlendirip, bu konuda yazılar yazmaktan geri durmadı. Mustafa Sabri’nin devrimlere karşı çıkmasının bir diğer nedeni de Türk kadınına tanınan haklardır. Ona göre, “kadına geçim hürriyeti vermek, erkeklerin kadınları himayelerinden atmaları sonucunu doğuracağı için kadınların zararına olacaktır. Ayrıca, kadınları erkekleştirmek, evlilik hayatını da buhrana sevkedeceğinden toplumun geleceğini ipotek altına almış olacaktır…”
Bu arada “çok eşliliğin yasaklanmasının İslâm ülkelerinde zinanın yapılmasına sebep olacağını, çünkü erkeklerin gizli dostlar tutacaklarını iddia” edecek kadar ileri gitmiştir. Öte yandan Mustafa Sabri’nin Harf İnkılabına karşı çıkış nedenlerinden en önemlisi, “Türklerin Kur’an-ı Kerim ile münasebet ve muarefelerinin…” kesileceği endişesidi. Aksine geçen süre içerisinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında Kur’an-ı Kerim’i öğrenip okuyanların sayısı daha da artmıştır.
MUSTAFA SABRİ ONLARDAN BİRİSİDİR
Mustafa Sabri, Türkiye Devleti’ne öyle kin duymaktadır ki, Yunanlılar İzmir’e çıkmakla memleketin bir kısmının yabancı sultasına girdiğini, İnkılaplardan sonra ise, Türkiye’nin her yanının yabancı istilasına uğradığını dahi iddia etmiştir. Hatta, Türk Devrimlerini destekleyen Mısırlıların kendisini daha çok üzdüğünü dahi ifade etmekten geri durmamıştı
Tarih boyunca toplumlarda kurulu düzenleri korumak isteyenler olmuştur. Tarihimizde, kurulu düzen yandaşlarının uzantıları önce Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında, sonra da yapılan devrimler sırasında Atatürk’e karşı çıkmıştır. İşte Mustafa Sabri bunlardan birisidir.
Belirtilen tutum ve davranışları nedeniyle Mustafa Sabri, Yunanistan’da bulunduğu sırada Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin 1 Haziran 1924 tarihli kararıyla, “Yüzellilikler” arasına dahil edilerek, ülkeye girişi yasaklanmıştır. Ancak 1938 yılında affedilmesine rağmen, Türkiye’ye dönmeyip, 12 Mart 1954 tarihinde Kahire’de öldü.

Tarihçi Sinan Meydan – https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/mustafa-sabrinin-ihanet-dosyasi-2097074/
Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu – https://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/mustafa-sabri-kimdir-onun-hainligini-en-iyi-esi-gormus-2091390/
This entry was posted in İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, İrtica, Tarih, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *