HAYATIN İÇİNDEN TRAJİK BİR ÖYKÜ * MAYIN TOPLAYAN ÇOCUKLAR * Rasmussen kimi kurtardı?

Fotoğraf , Land of Mine filminden

Mayın tarlasında


İlk kitabımın telifiyle Vietnam’a uçak bileti almıştım.
Malezya Havayollarıyla Kuala Lumpur aktarmalı olarak Hoian.
Yeni bir yer görmek, yeni hikâyeler dinlemek, farklı yemekler yiyip farklı içkiler içmek, aşina olmadığım sokaklarda yürümek, tabelalardan sokak isimlerini okumak bana hayatın en büyük mutluluklarından biri gibi görünür.
Açıkçası Almanya en merak etmediğim ülkelerin başında geliyordu. Sonra yolum Bremen’e düştü, çarpıldım kaldım, sonra başka şehirlere, kasabalara, Almanya’nın her yerine çarpıldım. Bu yerlerden biri de Lübeck’ti, ocak günüydü, hayli soğuktu.Lübeck’te dikkatimi en çok çeken şey Dancanın handiyse İngilizcenin önüne geçmiş olmasıydı. Adeta sert bir Danimarka rüzgârı esip kalmıştı.
Sanki Almanya’yla Danimarka iç içe geçmişti; en azından o ocak günü, Lübeck’te. Son faşist hükümet de Lübeck’e kabaca iki saat uzaklıktaki Flensburg’da kurulmuştu. Birkaç haftalığına, Hitler’le Goebbels’in intiharlarından sonra. Amiral Dönitz, Cumhurbaşkanı olur olmaz “kayıtsız şartsız teslim olmayı” kabul ettiğinde, faşizmin Avrupa’daki en büyük kalesi tamamen çökmüştü.
Berlin zaten işgal altındaydı.
İntihar etmeyi düşünmeyenler bir bir tutuklanıyor, bütün dünya Nürnberg yargılamalarını bekliyordu. Nazilerin en kıdemlileri arasında bir “intihar salgını” başlamıştı; Hitler, Eva Braun, Joseph ve Magda Goebbels, Martin Bormann, Heinrich Himmler…
Başlarına gelecekleri anlayanların bir bölümü kapağı Güney Amerika’ya atmıştı. Özellikle toplama kamplarının bulunmasıyla bütün dünyayı görülmedik bir dehşetle başkana bıraktı. Toplu mezarlar bir yana, adeta yaşarken ölmüş insanların fotoğrafları dünya kamuoyunun aklını uçurmuştu. Nazilere duyulan öfke dev dalgalar gibi hiçbir sınırı tanımadan ilerliyordu.
Münih’te başlayan Nazizm hikâyesi, Berlin’de palazlanmış, Berghof’da en güçlü haline ulaşmış, Kurdun İni’nde yaralanmış ve Flensburg’da ölmüştü. Doğuda Stalingrad’a, Batı’da Dunkirk’e kadar her yeri ele geçiren Naziler, kuzeydeki kolay lokmalar Danimarka’yla Norveç’i de yutmuştu. Savaş bittiğinde normalleşme ve yara sarma dönemine geçildi.
Ama bazı yerlerde savaş devam ediyordu.
Mesela, Danimarka sahillerinde…
Nazi işgali fiilen sona ermişti ermesine ama Danimarka sahillerinin özgürleştiği de söylenemezdi çünkü giderken arkalarında bir milyondan fazla mayın bırakmışlardı. Müttefiklerin yapacağı olası bir çıkarmaya karşılık sahile boydan boya mayın döşemişlerdi. Nazilerin beş senelik işgali bittiğinde Danimarkalıların öfkesi de hudutsuzdu, üstelik sahiller kullanılamaz haldeydi.
Mayın temizliği mutlaka yapılacaktı da, ne kadar tecrübeli olurlarsa olsunlar bu birilerinin ölmesi demekti.
Biten savaşa yeni ölüler verecekti Danimarkalılar.
Bu işi yapmak için değersiz insana ihtiyaç vardı.
Çubuklarla tespit ettikleri mayınların pimlerini elleriyle çıkararak tek tek etkisiz hale getireceklerdi. En ufak dikkatsizlik bir bombanın yüzünüze patlaması anlamına geliyordu ve birmilyon mayını firesiz temizlemek mümkün değildi. Danimarkalılar, bu işi kimin yapacağını bulmak için dönüp baktıklarında esir düşmüş Alman askerlerini gördüler.
Mayın Ülkesi, bu mayın temizliğini anlatıyor.
Çavuş Carl Rasmussen, Nazilerden ölesiye nefret eden askerlerden biriydi. Sahilin bir bölümündeki mayınları temizleme işi onun ekibindeki Alman askerlerine verilmişti. Fakat Rasmussen’in emrine verilen askerler, aslında reşit olacak yaşa gelmemiş çocuklardı. Alman ordusu, dört bir yandaki savaşları kaybederek geri çekilirken yetişmiş askerlerini de kaybediyordu.
“Topyekün savaş”, çocukların da orduya alınması demekti. Berlin’de Kızıl Ordu’ya direnen de onlardı; Danimarka’da sahili temizleyecek olanlar da. Rasmussen’in gözünde bir Nazi’nin hiçbir değeri yoktu. Çocuklardan biri iki gündür yemek yemediklerini söylediklerinde, “hayatınız umurumda değil,” demişti, “ölün o zaman.”
Mayınların nasıl imha edileceğini öğretmişti onlara ve tek beklediği koşulsuz itaatti. Ondört çocuk, o ne isterse yapacak, asla soru sormayacaktı. Hiçbir hakkı olmayan birer köle gibi davranıyordu onlara; dövüyor, aşağılıyor, hakaret ediyordu.
Ama kaçınılmaz olan şey, Danimarka’nın bu mayın sahilinde de oldu.
Rasmussen’le çocukların arasında bir iletişim başladı.
İletişim, ister istemez karşındakini anlamaya evrildi.
Derken, Naziler ile “çocuklar” ayrımı zihnine girdi Rasmussen’in, evet bir Nazi’nin hiçbir değeri yoktu, hatta ölmesinin yaşamasından daha bile iyi olduğu söylenebilirdi ama bu “çıldırış ortamında” büyüyen çocuklar Nazi değildi.
Onları da tıpkı işgaldeki yurttaşları gibi birer kurban olarak görmeye başladı. Gece yattıkları kulübeyi kilitlemekten vazgeçti. Üstlerinden birkaç kişinin sırf intikam alabilmek için çocuklardan birini istismar ettiğini görünce belki de yıllar sonra ilk kez Danimarka ordusuna karşı “Nazilerin” hakkını savundu.
Onlar Nazi değil, ölüme mahkum birer çocuktu çünkü.Sabahtan akşama kadar sahilde çalışıyorlardı. Temizlik bitince hepsini eve göndereceğine dair “asker sözü” verdi. Ama önce sahilde bir tek mayın bırakmamaları gerekiyordu. Bir küçük dikkatsizlik, bir patlama sesi, bir ölüm. Sonra bir daha, sonra bir daha.
Aylar böyle geçti. Bölgeyi mayınlardan tamamen temizlediklerinde sadece dört çocuk kalmıştı. Soyut düşmandan nefret etmen kolaydı ya da karşına karar verici biri getirildiğinde ondan da nefret edebiliyordun ama çocuklardan nefret etmeyi başaramadı Rasmussen.
En istemediği şeyi, büyük bir istekle yaptı. Onlarla arkadaş oldu. Çocuklardan biri onu babası gibi gördüğünü söyledi, belki o da, mavi ufka bakarak benzer düşünceler içindeydi.
Danimarkalılar, “Rasmussen’in çocukları” gibi iki bine yakın Alman esirini mayın temizleme işine koştular. Yarısı öldü, kalanların çoğu çeşitli uzuvlarını kaybetmişti. En nihayetinde, bütün bu intikam arzusu Rasmussen’e de yabancı değildi.
Bir bedel ödenecekti bu mayınlar temizlenirken ve onu da Almanlar ödemeliydi.
Almanlar Naziydi, Naziler milyonlarca insanın ölümünden sorumluydu ve bu çocuklar da Almandı.
Ama bir yanı bunun aksini söylüyordu içinden, hiç durmadan. O dört çocuk her an yaşamla ölüm arasında gidip gelmiş ve hayatta kalmayı başarmışlardı.  Sahilin bir bölümü mayınlardan temizlenmişti. Sonra, üstlerinin kendisine yalan söylediğini öğrendi Rasmussen. Şimdi yetişmiş birer elemandı ya çocuklar, başka sahillerde de mayınlar vardı, o zaman onları oraya göndereceklerdi.
Rasmussen, o çocuklara söz verdiğini söyledi. Nefret alıp başını gittiğinde böylesi bir karşı çıkış vatan hainliği demekti, işbirlikçilikti, Nazi hayranlığıydı. Çocuklar yeni bir sahilde işe koyulmadan önce üstlerine karşı çıkmaya karar verdi Rasmussen ve onların Almanya sınırına beşyüz metre uzaktaki bir yerde kamyondan inmelerini sağladı.
“Koşun,” dedi, “sınır orada, kaçın.”
Nazileri mi kurtardı Rasmussen?
Yoksa insanlığı mı?

Bilgehan Uçak / Şub 06 2021 – https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/yolculuk/mayin-tarlasinda?amp
This entry was posted in GEÇMİŞİN İÇİNDEN, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *