OSMANLI’dan AKP DÖNEMİNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK * ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM * Bölüm I

Osmanlı döneminde yokluk yoksulluk ve çocuklar

OSMANLI’dan AKP DÖNEMİNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Değerli okur,
Türkiye’miz Osmanlı’nın son sürecini yaşıyor. Liyakatsiz ve çıkarcı yönetim, yabancılardan alınan aşırı borçlar, Dünya sıralamasında en üstlerde yer alan yolsuzluklar, talanlar, devletin soyulması ve Cumhuriyet hükümetlerinin taş üstüne taş koyarak, bir yandan Osmanlı’nın borçlarını ödenirken diğer yandan da sanayi, endüstri yatırımları yapıldı. Fabrikalar, tersaneler, limanlar, demiryolları, özetle bir ülkeyi kalkındıracak olan tüm yatırımlar bu yeni ve yoksul ülke tarafından ve devlet tarafından yapıldı.
Ta ki, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar… İktidara gelen partinin başbakanı Tayyip Erdoğan televizyonda ağzından şu cümleyi kaçırdı “Ben Türkiye’yi pazarlamakla mükellefim” ve sözünün eri olduğunu zaman içinde gördük. Türkiye Cumhuriyetini ve ekonomisini koruyacak olan tüm koruma duvarları kaldırılırken ülke sanayiini ayakta tutan, üretim,  istihdam ve ekonomik zenginlik sağlayan tüm milli yatırımlar, perde arkası, özel yöntemlerle ve değerlerinin çok ama çok altında yabancılara ve AKP’nin elitlerine satıldı.
Ülkeyi yönetenler, yakınları, işbirlikçileri tüm kamu mallarını alarak zenginleşirken Türk toplumu ve ülke her gün daha fazla yoksullaştı. Kamu yatırımları elden çıkarken istihdam ve üretim düştü. Tarım ve hayvancılık planlı olarak çökertildi. istihdam düşünce işsizlik ve ardından enflasyon geldi. Türkiye tüm gelir kaynaklarını kaybetti. Ekonomik çöküntü ardından çok yüksek borçlanmalar getirdi. Üretim olanaklarını kaybeden Türkiye’nin hazinesindeki tüm parası bitti.
Bu arada Türkiye, OHAL dönemindeki hileli referandum ile BİR KİŞİNİN BUYRUK yönetim sistemine geçti ve demokrasi/  parlamento / güçler ayrılığı yok edildi. Bu kişi yazlık/kışlık/göl kenarı saraylar yaptırırken dünyanın en pahalı ve büyük uçağına yoksul kıldığı halkının gözyaşlarına aldırmadan, sırtlarına basarak bindi. Günlük harcaması 10 MİLYON TL, senelik harcaması 4 MİLYAR TL olan saray yaptırdı. https://www.yurtgazetesi.com.tr/guncel/saray-in-1-gunluk-masrafi-10-milyon-lira-h162711.html
İnsanlar ekmek alamazken, iş bulamadığı için intihar ederken Dünyanın en pahalı arabalarından düzine düzine aldı. Her gittiği yere yüzlerce araba binlerce koruma ile gittiği için dünyanın en yüksek maliyetli cumhurbaşkanı oldu.
Yakınlarına, yağcılarına, akrabalarına liyakat değerlerine bakmadan kamuda üst düzey görevler verdi. Nepotizmin en büyük eylemcisi oldu. Bu kişilere başka görevler de vererek 3-4 maaş almalarını sağladı. Çıkarcılardan kendisine bir koruma duvarı oluşturarak kozasını sağlamlamaya çalıştı.
(DİSK-AR) 2019 yılında yayınladığı rapora göre, Türkiye’de yaklaşık 10 milyon kişi asgari ücret civarında bir ücretle çalışıyor. TÜİK’in yayınladığı güncel verilere göre ise Türkiye’de istihdam edilenlerin sayısı yaklaşık 28,5 milyon. Bu veriler ışığında değerlendirildiğinde, Türkiye’de çalışan nüfusun üçte birinden daha fazlasının asgari ücret civarında bir ücretle geçinmeye çalışıyordu.yani her 3 çalışanın birisi yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışıyordu.
Hazinenin tüm kaynakları tükendi. Para gerçekten bitti. Dünya ülkelerinde kredimiz de bitti. Hiç bir ülke borç/kredi vermiyor. verenler de çok büyük faizle tefeci borcu veriyor. Hazine ilk kez altın rezervlerini satıyor. Büyük reis bunu şöyle açıkladı; “Tulumbanın suyu bitti”
Sonuç; Boşalmış EKSİYE düşmüş bir hazine, 441 milyar dolar dış borç,  DİSK-AR Eylül 2020 İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporuna göre Covid-19’un istihdam ve işsizlik üzerindeki olumsuz etkisi devam ederken, geniş tanımlı işsiz sayısı ve iş kaybı Haziran 2020’de 14,2 milyona yükseldi.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı gelir araştırmasına göre, son 1 yıl içinde Türkiye’deki yoksul sayısı 550 bin bin kişi arttı. Yoksul sayısı 11 milyon 641’e ulaşırken, yoksulluk oranı ise yüzde 13.9’dan yüzde 14.4’e çıktı.
Sonuç; AKP iktidarı ülke ekonomisini çökertmiş, üretim ve istihdam sağlayacak olan olan tüm kamu yatırımlarını  buharlaştırarak elde ettikleri 80 milyar doları sadece ve sadece faize ödemişlerdir. Osmanlı’ya hayran olan AKP aynen padişahların yaptığını yapmış ve ülkemiz aşağıda okumanıza sunduğum araştırma yazısında olduğu gibi her yönüyle aynen Osmanlı gibi çökertmiştir. Ülkemiz aynen batan Osmanlı gibi 21.yüzyılın kapitülasyon dönemini yaşıyor…
Geçmiş olsun Türkiyem.
Naci Kaptan / 13.11.2020

ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM  / Dr. Mustafa ALBAYRAK


Bölüm I 
Ondokuzuncu yüzyıl, bir zamanlar dünyanın en güçlü imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne ve bir yarı sömürge konumuna gelmesine sahne oldu. Batı emperyalizminin giderek artan siyasi baskılan, bu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’na ekonomik bağımlılığı da getirmekte gecikmedi. Sanayi Devrimi’nin hemen ardından, kendileri için hammadde kaynakları, yeni yeni pazarlar ve ucuz insan emeği arayan emperyalist güçler, artık kendi iç sorunlarını bile çözmekte zorlanan Osmanlı İmparatorluğu’nda aradıkları kaynakların bulunduğunu görmüşler ve bu durumda, onların iştahlarının kabarmasına neden olmuştu.
Emperyalist güçler, Osmanlı’nın bir iç sorunu olan Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı sırasında, önce Sultan Mahmut II’ye yardım önerisiyle işe başladılar. Bu sorunun çözülmesinin hemen ardından da, Sultan’dan bazı ödünler almayı ihmal etmediler. Özellikle İngiltere, Osmanlı’nın ekonomik ve askeri bakımdan zayıflığından da yararlanarak, 1838 Türk-İngiliz Ticaret Antlaşması ile, Osmanlı ülkesinde çok geniş ekonomik ayncalıklara sahip oldu.
Daha sonra da, Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş öteki ülkeler, Fransa, Avusturya v.b. Osmanlı ülkesine akın ettiler. Başlangıçta, Müslüman olmayanların haklarını korumak gibi, insancıl bir amaçla, Osmanlı yönetiminin içişlerine yapılan karışmalar, bir süre sonra olağan bir hale getirildi. Bu gelişmelerin yarattığı olumsuzluklardan, Osmanlı ekonomik kurumlarının yanı sıra, hukuk, eğitim başta olmak üzere, öteki toplumsal kurumlan da fazlasıyla paylarını aldılar. Böylelikle Osmanlı İmparatorluğu, kısa zamanda kendisini batı emperyalizminin arenasında buldu.
Öte yandan, Tanzimat döneminde sayıları giderek artan yabancı okullar, bir yandan Osmanlı uyruğu olan gayri-müslimlerin militan yetiştirme kurumlan haline gelirken, bir yandan da ekonomik açıdan giderek güçlenen gayri-millî ve işbirlikçi ticaret-sanayi kesimi, arkasına Batı desteğini de alarak, devletin siyasal ve hukuksal otoritesi üzerinde benzerine az rastlanır siyasi bir denetim yarattı. Bir yandan hızla gelişen ulus bölücü akımlar, öte yandan ise, giderek artan ekonomik sorunlar, siyasal ve toplumsal yapıda adeta bir depreme yol açtılar. Bu olumsuz gelişmeler sonrasında, eğitim ve hukuk birliği ile ekonomik kurumlardaki yozlaşmalar arttı.
Bu dönemde, hukuksal, toplumsal ve ekonomik kurumlarda yapılan düzenlemelerde yalnızca Batı’nın ve gayri millî kesimin istekleri göz önünde bulunduruldu. Islahat Fermanı, bu gelişmenin en önemli kanıtlarından biri oldu. Sözü edilen gelişmelerin sonucunda, Müslüman toplulukların ve daha da ötesi “Devletin kurucusu, “unsur-u aslîsi” olan Türkler”in, devlete olan güveni sarsılmaya başladı.
İmparatorluğu yaşadığı bu çöküş ortamından kurtarmak amacıyla yapılan ıslahat hareketleri de, kimi zaman amacın ve programın iyi belirlenemeyişinden, kimi zaman da koşulların ve kadroların yetersizliğinden, istenilen sonucu veremedi. Bu düzenlemeler, İmparatorluk içinde eski-yeni çatışması yaratarak, dualizme (ikirciliğe) yol açtı. Bütün bunlar sonucunda, küçük el ve ev tezgahlarına dayanan Osmanlı sanayii çöktü.
Bu arada 1854’ten başlayarak dışarıdan alınan borçlar ve bunların üretime dönük yatırımlarda kullanılmayışı, büyük ölçüde cari harcamalara ve lüks tüketime harcanması, borçların giderek artması, Osmanlı ekonomisini tam bir iflasın eşiğine getirdi.
İlk borçlanmadan 27 yıl sonra-Abdülhamit II döneminde Osmanlı İmparatorluğu devlet borçlarını ödeyemez duruma geldi ve 20 Aralık 1881 tarihinde Düyun-ı Umumiye (Genel Borçlar) örgütü kuruldu. Devlet içinde devlet gibi hareket eden ve “Avrupa emperyalizminin bir aracı olan” bu kuruluşun amacı Osmanlı ülkesinde; “Fransız, İngiliz ya da Alman emperyalizmini geliştirmek olmuştur.'”
Bu kuruluş öncesinde Osmanlı borçlarının toplamı 5.297.676.500 Frank’ı bulmuştu.2 Bu borçların karşılığını geri alabilmek için, alacaklı taraflar, Osmanlı’nın en temel kaynaklarından elde edilen vergilere el koymakla kalmayıp, devlet içinde bazı önemli tekellere de sahip oldular.
Bu arada siyasal birliğini 1870’lerde tamamlayan Almanya da, 1889’dan itibaren Osmanlı ekonomisinden pay almak için harekete geçti. Osmanlı ile Almanya arasında aynı yıl içinde Anadolu-Bağdat Demiryolu Projesi konusunda bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma ile yapılan demiryolu, kısa bir süre sonra Berlin Anadolu arasında kurulan Alman emperyalizminin bir açık koridoru haline dönüştü.
Çok geçmeden başta Alman savunma sanayi ürünleri olmak üzere, öteki Alman sanayi malları Osmanlı pazarında önemli bir yere sahip oldular. Alman emperyalizminin bir yandan Osmanlı topraklarını çok verimli bir ham madde ve tarımsal ürün deposu olarak gördüğünü, bir yandan da, bu ülkede stratejik üstünlük kurmaya yöneldiğine dikkati çeken Alman bilim adamı Lothar Rathmann, o dönemdeki Almanya’nın Osmanlı üzerindeki politikası hakkında aşağıdaki değerlendirmede bulunmuştu;
“Alman emperyalizminin ideologlarının sürekli ileri sürdükleri gibi, Türkiye’nin sanayileşmesi türünden bir amaç asla güdülmüyordu. İngiliz, Fransız ve bütün emperyalizmler gibi Alman emperyalizmi de, yalnızca sömürge ve yan sömürgelerde ulusal sanayilerin kurulmasına karşı çıkmakla kalmamakta, çok kez kendi meta ve sermaye ihraçları nedeniyle gelişmiş yerli imalâtı yıkmakta, üretici güçlerin gelişmesini yavaşlatmakta ve Türkiye’nin bağımsız ekonomik gelişmesi için varolan koşullan ortadan kaldırmaktaydı.” Kısacası, Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın sonuna doğru serbest bir pazar haline gelmekle kalmayacak, daha da kötüsü Osmanlı Devleti bir yan sömürge konumuna düşecekti.
Başka bir deyişle; “Tanzimat ile birlikte Batı emperyalist sömürüsünün giderek yoğunlaşmasından çıkar sağlayan toprak ve ticaret çıkarlan koalisyonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun sanayileşerek gelişmesini sağlamak şöyle dursun, sanayii tamamen söndürmüş, toplumu dışa bağımlı bir tarım toplumu haline dönüştürmüş ve nihayet devlet içinde devlet gibi gelip yerleşen Düyun-ı Umumiye İdaresi de Osmanlı Devleti’ni Batı’nın siyasal ve ekonomik uydusu haline sokmuştu.”
İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde ise, bu süreç daha da hızlanmıştır. Örneğin; Batı Anadolu’da sayılan 720’yi bulan maden ayncalıklanndan 595’i, yabancılaRIn ve bunların yerli işbirlikçilerinin eline geçmiştir. Bir İngiliz şirketi olan Aydın-İzmir Demiryolu Kampanyası, 1864-1913 yılları arasında, ülkesine 11 Milyon Sterling kâr transferi yaparken, başka bir İngiliz Şirketi Oriental Carpet Manufacture Ltd. ise, Batı Anadolu’da 17 adet halı fabrikası açmıştı.
1913 yılına gelindiği zaman, Osmanlı ülkesinde üretilen halı ve kilimin % 75’i bu şirketin elinde bulunuyordu. Şirketin işçi sayısı ise, 70.000’e ulaşmıştı.6 Oysa bütün İngiltere’nin, Osmanlı ülkesinde yaptığı yatınm tutan -devletin alacaklan da dahil- 25.000 Sterling’i zor buluyordu. Başka bir deyişle; İngiltere, Osmanlı ülkesinde yapmış olduğu yatınm toplamının % 44’ünü Aydın-İzmir Demiryolu Kampanyası aracılığıyla geri almış oluyordu.7 Yine bu dönemde -1910 yılında- toplam 5 milyar 711 milyon kuruşu bulan yabancı sermaye gelirlerinin tamamı, dışarıya transfer edilmişti.
Dış ticaret açığı, borç faizi ve kârların gayrı safi millî hasıla içindeki oranı; % 14.8’e yükselmişti.8 1914 yılına gelindiği zaman ise, dış borçların toplamı: 153.700.000 Osmanlı Altın Lirası’m bulmuştu ki, bu tutar devlet gelirlerinin % 28.2’sini oluşturuyordu.9 Ayrıca bu dönemde, sanayi kuruluşlarının da tamamına yakını yabancıların elinde bulunmakta idi. Zira 22’si devlete ait olan 282 sanayi kuruluşu vardı ve bu kuruluşların % 8l’i özel kesime, % 10.6’sı anonim şirketlere, ve % 9.6’sı da devlete ait idi. Bu kuruluşlardaki emek ve sermayenin % 15’i Türkler’de olup, geriye kalan % 85’i ise yabancıların ve onların yerli işbirlikçilerinin eline geçmişti.

ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM Sayfa 348-349-350 özeti
* Dr. Mustafa Albayrak, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.

Naci Kaptan / 13.11.2020

Bağlantılı yazı Bölüm II https://nacikaptan.com/?p=83778
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Ekonomi, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, ÖZELLEŞTİRMELER, SİYASİ TARİH, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

One Response to OSMANLI’dan AKP DÖNEMİNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK * ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM * Bölüm I

  1. Pingback: GÜNDEM ANALİZİ /// NACİ KAPTAN : OSMANLI'dan BUGÜNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK !!!!! | Kamuya Açık, Yurtsever Bilgi Platformu | Özel Büro İstihbarat

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *