EMPERYALİSTLER KENDİSİNE HİZMET ETMEYENE ÖDÜL VERMEZ…

Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com) 26.10.2020

Türk düşmanlığı Batı kültüründe gelenekselleşmiştir. Hitler’den kaçıp yurdumuza sığınan ve uzun yıllar İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde öğretim üyeliği yapan Prof.Dr.Fritz Neumark’a  öğrencilerden biri sorar: “Hocam, Avrupa bizi neden sevmez?” Neumark bir bilim adamı olarak dürüstçe yanıt verir: “Avrupalı Türkleri sevmez; sevmesi de mümkün değildir. Türk düşmanlığı Hıristiyanların ve Kilisenin yüzyıllardır hücrelerine sinmiştir”.
Tanınmış birçok düşünür ve yazarın, Türk düşmanı olduklarını bilmeyiz. Örneğin, ‘Aydınlanmanın ve insancılığın (hümanizmin) sözcüsü’ sayılan Voltaire’in, söz Türk’ten açılınca, “tümünün kafasının ezilmesini” isteyecek kadar ırkçı/ soykırımcı olduğunu görürüz. Aynı şekilde, Karl Marks’tan Kant’a, Victor Hugo’dan, Thomes Moore’a kadar birçok Batılı aydın, Voltaire’den farklı düşünmez. Onlara göre, “uygarlıktan yoksun Türkler, Avrupa kültürünün baş düşmanıdır ve Avrupa’nın en güzel topraklarını kanlı yönetimleri altına almışlardır. Buraların kurtarılması ve Türklerin, ait oldukları yere sürülmesi gerekir” (Metin Aydoğan, http: //kuramsalaktarim.blogspot.com/ 2014/04/bati-kulturunde-turk-imgesi-1.html).
Birinci Dünya Savaşı başlarken, İtilaf Devletleri denilen karşımızdaki, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve ABD, yukarıda, tırnak içinde yazılan sözleri aynen alarak ortak bildiri yayımlamışlar ve savaşa bu amacı gerçekleştirmek üzere girdiklerini bildirmişlerdir.
Savaşı kaybettik. Papa’ya diz çöktürmüş olan Atilla’yı unutmayan düşmanlarımız, 1500 yıllık hayallerini gerçekleştirmek için kolları sıvadılar.
Bu durumda, Atatürk olmasaydı ne olacağını Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy anlatıyor: “Türkiye 1. Dünya Savaşını kaybetmiş ve adeta yıkılmıştı. İngiliz istihbaratı, ‘Türkler çok kötümser ve ilerisi için çok az umutları var’ diye bildirmişti. Padişah ve Damat Ferit hükümeti, İtilaf devletlerinin istedikleri her şeyi yapmak istiyordu. İtilaf devletleri ise Türkleri sonsuza kadar yok etmek istiyordu. Ancak başaramadılar, çünkü Türkler Atatürk’ün önderliğinde düşmanlardan kurtuldu. (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/dunyaca-unlu-tarihci-ataturku-anlatti-40200328).
Emperyalistler, savaşı kazanmış olsa bile Osmanlı’ya, antlaşma masasında istediklerini kabul ettiriyorlardı. Gene öyle yapabileceklerini sandılar. Ancak Lozan’da karşılarında Osmanlı delegelerinin olmadığını görünce şaşırdılar. Müzakereleri sonlandırarak blöf yaptılar. Türkiye blöfü yemeyip direneceğini gösterince yeniden masaya davet ettiler ve Lozan Barış Antlaşmasını imzaladılar. Ancak İngiliz Baş Delegesi Lord Curzon, İsmet Paşa’yı kenara çekti ve “bak genç general, ne istediysek reddettiniz. Bunların hepsini cebime koydum. Ülkeniz yıkık, dökük, yokluk ve yoksulluk içinde. Yaşamak için paraya gereksiniminiz var. Para ise (yanında bulunan ABD delegesi Amiral Bristol’ü göstererek) ikimizde var. Yarın bize gelip borç dileneceksiniz. O zaman reddettiklerinizi tek tek cebimden çıkarıp önünüze koyacağım ve alacağım” demiştir.

Bağımsızlık Savaşımımızın zaferle sonuçlanması, sömürge altında yaşayan “Mazlum Uluslar” ı heyecanlandırmıştı. Örneğin, Hindistan bağımsızlık hareketinin önderi Mahatma Gandi, “Atatürk zafer kazanana kadar ben ‘Allah’ın İngiliz olduğuna’ inanıyordum” demiştir. Aynı hareketin Müslüman önderlerinden Prof. Muhammed İkbal, Atatürk için, “O yalnızca Türklerin Atası değil, bütün mazlum ülkelerin ve Doğu’nun da Atası” demiştir. Hindistanlı Müslüman bilginlerden Nezir Ahmet çevirisini yapmış olduğu Kuran’ı, “İslam dünyasının müncisi (selamete çıkaran-kurtaran) ATATÜRK Hazretlerine armağandır” diyerek Atatürk’e ithaf etmiştir.
Bu gelişmelerden zaten çok rahatsız olan emperyalistler, Genç Cumhuriyet’in Batı’ya el açmadan yoluna devam ettiğini, üstelik Atatürk’ün, sonu Türk Aydınlanma Devrimine gidecek devrimler yapmaya başladığını görünce iyice telaşlandılar.  Çünkü Doğu’nun Aydınlanması demek, Batı’nın sömürgeciliğinin sonu demektir.
O yıllarda bağımsız olan sadece iki ülke vardı: Afganistan ve İran. Gelişmeleri yerinde görmek ve Atatürk ile tanışmak için, Kral Emanullah Han ve Rıza Şah Türkiye’yi sık sık ziyaret ettiler. Atatürk’ten ve devrimlerden çok etkilendiler. Aynı devrimleri kendi ülkelerinde de yapmak istediler.
Fakat, sadece dâhiler devrim yapabilir. Bu nedenle Emanullah Han ve Rıza Şah başarılı olamadılar. Ajanlarını devreye sokarak mollalar ve gerici aşiret liderlerini örgütleyip her ikisini de tahtlarından düşüren İngiltere, tehlikeyi kökten gidermek için Atatürk ve devrimlerinin Müslümanlar için çekici olmasını önlemek üzere harekete geçti. İşgal yıllarında Türkiye’de taban oluşturmak amacıyla üç örgüt kurmuştu: Batı hayranı liberalleri İngiliz Muhipleri Cemiyetinde, gerici mollaları İslam Teali Cemiyetinde ve bölücü Kürtçüleri Kürt Teali Cemiyetinde toplamıştı. Bu cemiyetlerin hem yurt dışına kaçmış, hem de Türkiye’de kalmış üyelerini, ajanları aracılığı ile harekete geçirerek karalama ve iftira kampanyası başlattılar. Bunların torunları ile bunlar tarafından aldatılmış zavallılar ve devşirilmişler tarafından hala bu kampanya sürdürülmektedir.
İngiltere, Türkiye dışındaki şeriatçı örgütleri de bu amaçla devreye soktu. 1928’de egemenliği altında olan Mısır’da, günümüzde adı çok geçen “Müslüman Kardeşler” örgütünü kurdurdu.

ABD Lozan’a katılmış fakat Antlaşmayı imzalamamıştı. Türkiye tüm dünya ile barış istediği için İsmet Paşa, Lozan Antlaşmasını imzalamayan ABD Baş Delegesi Amiral Bristol’e “ikili bir dostluk anlaşması” önermiş, o da kabul etmiş ve böyle bir anlaşma yapılmıştı…
18 Ocak 1927’de ABD Senatosu’nda bu anlaşmanın onaylanmasının gündeme getirildi. Söz alan senatörler, Türk ve Türkiye aleyhine konuşmuş, özellikle büyük bir kinle Atatürk’e saldırmışlar ve anlaşma onaylanmamıştır. Örneğin, Senatör William D. Upshaw, konuşmasında sözü Lozan Antlaşmasına getirerek ABD’nin Atatürk’e olan kinini kusmuştur: “… Antlaşma (Lozan), Timurlenk kadar hunhar, Müthiş İvan kadar sefih ve kafatasları üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk zaferi dediler. Antlaşmayı imzalayanlar, Türkiye’yi uygar uluslar masasında, uluslararası bir konuk durumuna yücelterek, Amerika’yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler.”
İçimizdeki Amerikancılar ile gerici ve bölücülerin Atatürk’e olan kinine benzer bu kin niye?
Çünkü, 1500 yıllık Haçlı kininin yanında, ABD “Avrupa’nın Hasta Adamı”nin mirasından pay almak için, Osmanlı topraklarında 2000 misyoner okulu ve hastaneler açarak, azınlıklarda ulusal bilinç oluşturup Osmanlı’ya başkaldırmaları için örgütlemeye çalışmıştı. Avrupalılar bunu bildikleri için Sevr’in hazırlanmasının onurunu ABD Başkanı Wilson’a vermişlerdi.  Onun hazırladığı Sevr’e göre Büyük Ermenistan ve Kürdistan devletleri, Amerikan mandası altına kurulacaktı.
Daha da önemlisi, Amerikan Derin Devleti’nin hesapları bozulmuştu. “Planlarımızı tam sonlandıracağımız zaman Mustafa Kemal adında, Padişahı ve Şeyhülislam’ı dinlemeyen asi bir general ortaya çıktı. Bütün planlarımız alt üst oldu. Hepsi geriye kaldı. İsrail’in kurulması 35 yıl gecikti. Bu nedenle Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır (David Rockefeller, Yüz yılın İtirafları).
Amerikan Derin Devleti ile bağlantılı üniversite çevrelerinden de benzer tepkiler gelmişti. Örneğin, Harward Üniversitesi’nden Albert B. Hart bir yazısında, “Kemalist rejim mutlaka çökecek ve milliyetçilerin amaçları asla gerçekleşmeyecektir” demiştir.
Bu nedenle Batı’nın ve ABD’nin Atatürk’e olan kini hiç bitmemiştir. Aymazlık (gaflet), sapkınlık (dalalet) ve hatta hıyanet içindeki politikacılar ve askerler tarafından ABD, büyük dost kabul edilerek kucaklandığı Soğuk Savaş yıllarında da Atatürk’ü dünyanın, özellikle Türk halkının gözünden düşürmek için girişimlerini sürdürmüştür.
1980 Sonrası, “Küreselleşme” adı altında başlattıkları yeni sömürgecilik dalgasının önünde en büyük engel olarak gördükleri Atatürk’e açıkça saldırmaya başlamışlardır. CIA ajanları Graham Fuller ve Samuel Huntington yazmış oldukları, Yeni Türkiye ve Medeniyetler Çatışması adlı kitaplarında, doğrudan Kemalist laik demokratik Cumhuriyetimizi hedef almış ve onun yerine “Ilımlı İslam” rejimi adı altında, daha kolay kontrol edebilecekleri tek kişi diktatörlüklerini önermişlerdir. Bu düşünce, gönüllerinde “Halife” sevdası olanların ağzını sulandırmış ve daha kolay sömürü için İslam ülkelerini parçalamak üzere hazırlanmış projelere eşbaşkan olmaktan çekinmemişlerdir.
Romalı senatör Kato, Roma’nın en büyük düşmanı Kartaca’yı yok etmek için, ilgili ilgisiz her konuşmasının sonunda sözünü, “Kartaca yıkılacaktır” diye bitirirmiş. Bunun gibi emperyalist ajanları, soğuk savaş sonrasında hep “Kemalizm yıkılacaktır” ya da “yıkılmalıdır”” demeye başladılar. Örneğin, Graham Fuller,Türkiye Müslüman dünyaya lider olması için, önce Atatürk’le hesaplaşmalı” demiştir. John Kuntadter; “Kemalizm, Türk halkının da dünyanın da önünde engeldir; artık güçlenmesine izin verilmemeli” demiştir.
Kemalizm karşıtlığında AB ülkeleri de ABD ile eskiden beri aynı görüştedir. İktidarının ilk yıllarında AKP ile balayı yaşayan bu ülkelerin en anlaştıkları konu, elbette Kemalizm karşıtlığı idi. AB’ye giriş müzakerelerinde bu konu hep gündeme getirilmiş, “Türkiye AB üyesi olmak istiyorsa Kemalizm’den vaz geçmeli” denmiştir.
Örneğin, Türkiye’de de temsilciliği bulunan ve birçok STÖ ile işbirliği yapan Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye Danışmanı ve Alman Doğu Enstitüsü Müdürü Udo Steinbach, bir konuşmasında “sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir” demiştir.
Bu konuda, içimizdeki en büyük dostlarının gericiler olduğu sanılır. Fakat onlardan daha çok ihanet içinde olanlar, çoğu satın alınmış/ devşirilmiş sözde aydınlardır. Örneğin, bir psikiyatri profesörü bulur, kitap yazdırırlar. Kitapta Atatürk sözde övülmekte, gerçekte ise basitleştirilmekte, hatta sefihleştirilmektedir. Hain bir gazeteci satın alınır, bunun filmi yaptırılır. Devşirme aydınlar filmi öve öve bitiremezler. Bir sosyoloji profesörü bulunur, Abdülhamid’in bile deli diye tımarhaneye attırdığı bir sapığın, mucizeler gösteren din alimi olarak övüldüğü bir kitap yazdırtılır. Bunlar deşifre olunca yenileri bulunur. Özellikle geçmişte Atatürkçü/ Kemalist olarak öne çıkmışlar yeğlenir. Dünün Atatürkçüsünün tefrika şeklinde Atatürk aleyhine yazdığını görünce şaşırırsınız. Ancak altını kazıyınca, ABD’nin 1997’de, CIA’daki kodu TR-705 olan bölücü ile birlikte bir yakınına ödül vermiş olduğunu, bu arada kendisinin de davet edilmiş ve ağırlanmış olduğunu öğreniyorsunuz.
ABD beyin göçünün en çok olduğu ülkedir. Dünyanın her yerinden büyük beyinleri toplar ve onları kullanır. Dolayısıyla kimi, nasıl seçeceğini iyi bilir!..
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, SÜLEYMAN ÇELİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *