TÜRKİYE’nin MİLLİ SAVUNMA STRATEJİSİ * Doğu Akdeniz Gerginliği Yaklaşırken Türkiye’nin Silahlanma Stratejisi Nasıl Olmalı?

Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net,
14 Kasım 2019 (Güncelleme 13 Ağustos 2020)

Türkiye’nin silahlanma stratejisini tartışmaya açmadan önce sistemin nasıl çalıştığını kısaca izah edelim. Öncelikle Askeri ve Politik durum değerlendirmesi ışığında en üst seviyede Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi (TÜMAS) hazırlanır. TÜMAS çerçevesinde Hükümet, Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) bir Planlama Direktifi (PD) verir. Bu direktif doğrultusunda TSK, 30 yıl içerisinde hangi silah sistemlerine sahip olmayı öngördüğünü içeren Stratejik Hedef Planını (SHP) hazırlar. Son aşamada TSK’ya tahsis edilen bütçeye göre On Yıllık Tedarik Planı (OYTEP) yapılır ve bu plana göre millî olması zorunlu, kritik ve diğer olarak üç grupta toplanan silah, teçhizat ve teknolojilerin tedarikine başlanır. OYTEP değişen durumlara göre 2 senede bir güncellenir.
Silahlanma çok çok pahalı bir iştir; devlet bütçesine ciddi yük getirir. Ayrıca bir silah sistemini geliştirmek uzun zaman ister. Yukarıda izah edilen çevrim içerisinde hatalı karalar alınıp, yanlış silah sistemlerine kaynak aktarılırsa kısa sürede telafisi mümkün olmayan büyük zafiyetler doğar. Bu makalede konu tartışmaya açılarak karar vericilere bir fikir verilmeye çalışılacaktır.
ABD Tehdidi Ülkelerin Silahlanma Stratejisini Şekillendiriyor
Öncelikle ülkelerin silahlanma stratejisinin nasıl şekillendiğini kabaca ortaya koyalım. 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra siyasi çıkarlarını ülkelere dikte ettirmek için silahlı kuvvetleri kullanmayı tercih eden belki de tek ülke ABD’dir. Washington, 1950 yılında Kore Savaşı ile başlattığı bu süreci halen devam ettirmektedir. Pentagon’un oluşturduğu tehdit, bütün ülkelerle birlikte özellikle ABD’den tehdit algılayan ülkelerin silahlanma stratejisini şekillendirmektedir.
ABD, en son Vietnam savaşında hava üstünlüğü mücadelesi vermiş ve yine en son Vietnam’da bir hasım uçak ABD kara kuvvetlerine taarruz edebilmiştir. Vietnam’dan sonraki bütün harekâtları ABD Silahlı Kuvvetleri tam hava hâkimiyeti ile gerçekleştirmiştir. Yani harekâtın başlamasıyla birlikte hedef ülkenin ABD silahlı kuvvetlerine taarruz edebilecek savaş uçakları yerde veya havada kısa sürede etkisiz hale getirilerek, harekât ABD’nin ezici hava gücü ile kısa sürede neticelendirilmiştir. ABD tarafından Irak’a 2003 yılında ikinci müdahale yapılınca “şer üçgeni”ne alınan diğer iki ülke, İran ve Kuzey Kore, silahlanma stratejilerini ABD hava gücünü topraklarından uzak tutma hedefiyle yeniden yapılandırmaya başlamıştır.
ABD’nin asli vurucu gücü uçaklardır. Harekâtın başlamasıyla birlikte tehdit mesafesine girmeden çok uzak mesafelerden uçak, gemi ve denizaltılardan atılan seyir füzeleri ile hedef ülkenin komuta kontrol sistemleri, radarları, hava savunma sistemleri ve hava üsleri vurulmakta, tehdidin önemli kısmı bertaraf edildikten sonra uçaklar harekât alanına girerek ülkenin stratejik, ekonomik ve askerini hedeflerini yerle bir etmektedir. Bu arada bir seyir füzesinin 1,4 milyon dolar olduğunu belirtelim. Bu pahalı silahlarla harekât devam ettirilemez. Harekâtı sonuçlandıran asli mühimmat uçaklardan atılan güdümlü bombalardır.
ABD’yi durdurmanın yolu, 1000 km öteden attığı radarlara yakalanmadan alçak irtifadan gelen seyir füzelerini durdurmaktan geçmektedir. Rus yapısı alçak irtifa nokta hava savunma sistemleri; TOR (SA-15/SA-N-9) ve PANTSIR (SA-19/SA-N-11) gibi silahlar bu maksatla geliştirilmiş hava savunma sistemleridir. İran ve Kuzey Kore bu tür silah sistemlerini tedarik etmiştir. Türkiye’nin geliştirdiği HİSAR-A hava savunma sistemi de aynı kategoride bir silahtır. Bu tür bir silah sisteminiz olmadan, yüksek irtifa uzun menzilli bölge hava savunması yapan S-400 gibi bir hava savunma silahını bile seyir füzelerine karşı koruyamazsınız.
İkinci olarak uçakları durdurmak için S-400 veya Patriot tarzı uzun menzilli bölge hava savunma füzelerine sahip olmak gerekmektedir. İran, bu kategoride BAVAR-373 füze sistemini, Kuzey Kore ise Rus S-300 sisteminin kopyası olan KN-06 hava savunma füzelerini kendi imkânlarıyla üretmeyi başarmıştır. Bir fikir vermek adına, İran’ın 3700 noktada konuşlu hava savunma sistemleriyle ülkesini savunduğunu belirtelim.
Uçakları sadece hava savunma sistemleriyle durdurmak mümkün değildir. Uçakların kalkış yaptığı noktaları etki altına alabilmek en etkili yöntemlerden birisidir. ABD harekâtlarında taarruz maksadıyla B-52, B-1 ve B-2 gibi stratejik bombardıman uçakları ile F-35, F-22, F-16, F-18 ve F-15 gibi taktik av/bombardıman uçaklarını kullanmaktadır. Stratejik bombardıman uçaklarının menzili 10 bin kilometrenin üzerindedir. Stratejik bombardıman uçaklarının konuşlu olduğu üsleri etki altına almak hem İran hem de Kuzey Kore’nin balistik füze kabiliyetleri açısından oldukça zordur. Bununla birlikte stratejik bombardıman uçakları hava hâkimiyeti kazanılmadan harekât alanına girmeler. Ancak uzaktan sınırlı sayıda seyir füzesi atarak harekâta katılabilirler. Taktik av/bombardıman uçakları ise ağırlıklı olarak uçak gemilerinden ve komşu ülkelerdeki hava üslerinden harekâta katılmaktadır. İran ve Kuzey Kore, taktik av/bombardıman uçaklarının operasyona katılacağı karada konuşlu hava üslerini vuracak yeterli menzile sahip balistik ve seyir füzeleri geliştirmeyi başarmıştır. Burada her iki ülke açısından da önemli olan nokta, ABD uçak gemilerini harekât menzile yanaştırmamaktır. Bu işi yapacak en önemli silahlardan birisi gemi-savar füzeleridir. Bu maksatla İran ve Kuzey Kore, uçaklardan, karadan, gemi ve denizaltılardan atılan çeşitli gemi-savar füze sistemlerini milli olarak geliştirmeyi başarmıştır.
Her iki ülkede deniz kuvvetlerini silahlandırma açısından farklı bir strateji izlemektedir. ABD gibi dünyanın en büyük ve en modern donanmasına karşı, açık denizde firkateyn tarzı büyük gemilerle mücadele etmek neredeyse imkânsızdır. Çok pahalı bir yatırım olan firkateyn tarzı gemiler kolayca tespit edilip üstün bir donanma tarafından çabucak batırılabilir. Her iki ülke de ambargo altında ve çok sınırlı bir bütçe ile silahlanma projelerini yürütebildiğinden deniz kuvvetleri açısından asimetrik bir strateji benimsemiştir. 7-8 ila 50-60 metre aralığında değişen çok sayıda hücumbot üretilmiştir. Bu hücumbotların bazıları 90-150 km/saat hıza ulaşabilmektedir. Hücumbotların önemli bir kısmı gemi-savar füzeleri ve yine gemilere karşı kullanılan güdümlü torpidolarla donatılmıştır. Her iki ülke de kendinden çok güçlü bir donanmaya, sürü taarruzu (swarm attack) [1] taktiği ile karşı koymayı planlamaktadır. Hücumbotların yapımı kolay ve ucuzdur. Vurulup harekât dışı kalanların yerine kısa sürede yenisini koymak mümkündür. Buna karşın, kaybedilen bir firkateyn veya korvetin yerine yenisini koymak yıllar alacaktır. Diğer yandan tek bir firkateyn yerine aynı paraya güdümlü mermi taşıyan yüzlerce hücumbot yapılabilir. İran ve Kuzey Kore bir savaş esnasında hücumbotlarının %90’ı imha edilse bile geride kalan %10’nun hedefe silahını atabilmesinin gerekli etkiyi yapacağını hesap etmektedir.
Türkiye’nin Karşı Karşıya Olduğu Tehditler ve Doğu Akdeniz’in Önemi
Bu ön bilgilerden sonra yavaş yavaş Türkiye’nin silahlanma stratejisine geliyoruz. Türkiye’nin önümüzdeki 5-10 yıl karşı karşıya olacağı en önemli tehditler; Irak ve Suriye kaynaklı ayrılıkçı terör ile Doğu Akdeniz’deki egemenlik mücadelesi, Ege ve Kıbrıs sorunları olacaktır.
Türkiye son 15 yılda silah sanayiinde çok önemli bir aşama kaydetmiştir. Kara Kuvvetleri KİRPİ, COBRA, AKREP gibi zırhlı araçlar, FIRTINA obüsleri, nokta vuruşu yapabilen çok namlulu roket atarlar (ÇNRA) gibi birçok modern silah sistemleri ile donatılmıştır. Özellikle uçak ve insansız hava araçlarından atılan akıllı mühimmatlar, silahlı ve silahsız insansız hava araçları (İHA/SİHA) ve bu silah sistemlerinin kullandığı gece/gündüz hedefi bulma ve işaretlemeye yarayan kamera istemlerinin (ASELPOD) milli üretimi sayesinde terörle mücadelede önemli bir aşama kaydetmiştir. En son Barış Pınarı Harekâtında kendini kanıtlayan bu silahlar sayesinde önümüzdeki yıllarda terörle mücadelede ciddi bir problemle karşılaşılmayacağı söylenebilir. Ama aynı şeyi Doğu Akdeniz üzerinde yaşanacak paylaşım kavgası için söylemek mümkün değildir.
Yunanistan’ın iddialarına göre Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi (Kırmızı Alanlar). Kaynak: Reddit
Asya-Avrupa arasındaki deniz ticaret yolu Süveyş kanalı ile Doğu Akdeniz’e açılandığı için bölge küresel güçler açısından zaten hep önemliydi. Bölgede doğal gaz yataklarının bulunması, rekabete yeni bir boyut katmış oldu. Şu an İsrail ve Mısır, keşfettikleri yataklardan gaz çıkarmaya başlamış durumda. Fakat bunlar önemli yataklar değil. Muhtemelen kavganın büyüğü Türkiye kıyısına 2 km mesafede olan Yunanistan’a ait Meis Adası’nın güneyinde olduğu iddia edilen gaz yataklarının paylaşımı konusunda çıkacak. Hiç kimse doğal gaz sebebiyle Akdeniz’de gazı paylaşmak isteyen ülkeler arasında bir savaş çıkacağını zannetmesin. Savaş olmayacak. Savaş demek büyük bir servetin kullanılamaması anlamına gelir. Bölgedeki gazı her halükârda küresel şirketler çıkarıp dünyaya pazarlayacak. Bu şirketler bu serveti yakmak istemez. Şirketlerin yapmaya çalıştığı şey; doğal gaz yatakları üzerinde hak iddia eden ülkeleri biriyle kızıştırarak taraflara az, kendisine çok pay almaktır. Hak iddiasında bulunan iki devlet arasında rekabet silahlı çatışmaya doğru tırmandığında zayıf olan taraf arkasını büyük bir devlete yaslamak isteyecektir. Büyük bir devletin desteği ancak o ülke adına doğal gazı çıkarıp pazarlayacak şirketlere daha büyük paylar verilerek sağlanabilir. Oynanan senaryo budur. Daha açık söylemek gerekirse; küresel sermaye Meis’in güneyindeki gaz yataklarını bedavadan işletebilmek için Yunanistan’ı maşa olarak kullanacaktır. ABD ve AB, Yunanistan’ı destekleyecek, bu destek karşılığında Atina’ya çok küçük bir pay verilerek doğal gaz yataklarına el konulmaya çalışılacaktır.
Bu oyunu bozacak olan silahtır. Pazarlık masasına oturduğunuzda masanın üstüne koyduğunuz silahlar yeterince caydırıcılık yaratabilirse, oyunu bozar, hak ettiğiniz payı alırsınız. Tekrar edelim, küresel sermaye gazı yakmak istemez, zoru görünce hak edene hakkını verecektir.
Çok fazla zamanımız yok, taraflardan birisi ne zaman gözü karartıp Meis’in güneyinde doğal gaz aramaya başlarsa o zaman gerginlik hızla tırmanacak. Ama yine de küresel şirketlerin Doğu Akdeniz ve Meis bölgesindeki doğal gazı çıkarıp boru hattı ile Avrupa’ya taşımayı istemesine kadar zamanımız var.
Kaynak: VoA
Anlaşılacağı üzere önümüzdeki 5 sene içerisinde denizde gerçekleşecek bir çatışmaya hazırlıklı olmalıyız. Zamanımız sınırlı ve aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik kaynakları da çok kısıtlıdır. Ekonomik şartların zorlaşmasıyla giderek silahlanma projelerine daha az kaynak aktarabileceği görülmektedir. Bu maksatla OYTEP en kısa sürede gözden geçirilerek bazı projelere öncelik verilmesi, bazılarının ise iptal edilmesi veya ertelenmesi gerekmektedir. Doğru silaha para yatırırsak harcadığımız para doğal gaz kazancı olarak geri dönecektir. Yanlış silah parayı çöpe atmak demektir.
Hangi Silaha Para Yatırmalı Hangisinden Vazgeçmeliyiz
Hava-hava Füzeleri (GÖKTUĞ)
Olası bir harekâtın deniz üzerinde gerçekleşeceğinin tekrar altını çizelim. Dolayısıyla bölgedeki gemilerimizin korunması ön plana çıkacaktır. Gemilere karşı en büyük tehdit uçaklardan gelmektedir. Örneğin bir gemiye dört uçak ile dört ayrı istikametten ikişer gemi-savar füzesiyle yapılacak bir saldırı, hedef alınan gemiyi çok zor durumda bırakır. Gemi-savar füzeleri hedefe çok alçak irtifadan yaklaştığı için gemi kendisine yaklaşan füzeleri fark ettiğinde yaklaşık 3 dakika gibi çok kısa bir reaksiyon süresi kalmaktadır. Bu süre, geminin kendisini koruması için yeterli olmayabilir. Tek bir isabet alan gemi, batmasa bile harekât dışı kalacaktır. Dolayısıyla Akdeniz üzerinde su üstü vasıtalarımızın hava savunması birinci önceliğimiz olmalıdır. Türkiye’nin yeni tedarik ettiği S-400 hava savunma füzeleri gemilerimize ancak kıyıya yakınken sınırlı koruma sağlayabilir. S-400 sistemi alçak irtifadan uçan uçaklara karşı ancak 40-50 km mesafeye kadar etkilidir. Bu mesafenin dışında gemilerimize koruma sağlayamaz.
Gemilerimizin korumasını sağlayacak en önemli unsur hava savunma uçaklarımız olacaktır. Havadan Erken İhbar Uçakları (HİK) kontrolünde ileri hatta devriye gezen (CAP) av uçakları, düşman uçaklarının gemilerimize yaklaşmasını önleyebilir. Av uçaklarını, havada gezen bir S-400 sistemine benzetebilirsiniz. Nerede savunmaya ihtiyacınız varsa av uçakları ses hızında o bölgeye intikal ederek olaya gerekli müdahaleyi yapacaktır.
AIM-9 Sidewinder. Kaynak: ARTSTATION
Av uçaklarının en önemli silahları aktif radar güdümlü AIM-120 AMRAAM ve ısı güdümlü AIM-9 SIDEWINDER füzeleridir. Ne yazık ki bu füzeleri milli olarak üretemiyoruz. Üstelik bu füzelerin stok miktarı da çok çok kısıtlıdır. Olası bir çatışmada elinizdeki sınırlı sayıdaki hava-hava füzeleri üç gün sonra biterse ne olur? Dördüncü günden itibaren gemileriniz birer birer batmaya başlar. Hava üstünlüğünün kaybedildiği hiçbir savaş ister denizde ister karada nerede olursa olsun asla kazanılamaz. Türkiye milli olarak aktif radar güdümlü ve ısı güdümlü GÖKTUĞ füze ailesini geliştirmeye başlamıştır. Bu projeye birinci derecede öncelik verilmelidir. Bu proje aynı zamanda milli muharebe uçağının radar sisteminin geliştirilmesine de alt yapı oluşturacaktır.
Gemi-savar Füzesi (SOM-J)
Gemilere karşı 2’nci önemli tehdidi diğer gemi ve denizaltılardan atılacak gemi-savar füzeleri oluşturmaktadır. Hasım gemilerin oluşturduğu bu tehdit de bertaraf edilmelidir. Gemilere karşı en etkili silahın uçaklar olduğunu daha önce söylemiştik. Ancak hali hazırda uçaklarımız tarafından kullanılacak bir gemi-savar füzesi envantere girmemiştir. Milli olarak üretilen SOM füzesinin “J” modeli gemilere karşı kullanılmak için geliştirilmektedir. Bu füzenin geliştirilmesine öncelik verilmeli ve füze bir an önce hava kuvvetlerinin kullanımına tahsis edilmelidir. SOM-J ile Doğu Akdeniz’in en uzak noktasına 30 dakikada ulaşacak bir uçak hasım gemileri için çok ciddi bir caydırıcılığa sahip olacaktır.
Karada Konuşlu Mobil ATMACA Füze Bataryası
Türkiye çok önemli bir başarıya imza atarak satıhtan atılan gemi-savar füzesi ATMACA’yı milli olarak geliştirmeyi başarmıştır. Bu silah sisteminin testleri halen devam etmekte olup kısa süre içerisinde seri üretime geçilecektir. ATMACA silah sisteminin öncelikle yerli üretim olan ADA sınıfı korvetlere takılması planlanmaktadır. Bu silah sisteminin karada konuşlu mobil batarya olarak kullanılması da ciddi olarak düşünülmelidir. 200-250 km menzile sahip ATMACA gemi-savar füzesi, Akdeniz veya Ege kıyılarına yerleştirilecek 4-5 batarya ile ciddi bir savunma sağlayacaktır.
Denizde seyreden firkateyn ve korvetlerin tespit edilmesi kolaydır. Dolayısıyla su üstü vasıtalarımız düşman silahlı kuvvetleri tarafından bertaraf edilebilir. Ancak karada konuşlu mobil ATMACA sisteminin tespit edilmesi hem zor hem de vurulması kolay olmayacaktır. Karada konuşlu mobil ATMACA bataryaları ancak seyir füzeleri veya uçaklar tarafından vurulabilir. S-400 ve HİSAR koruması altında operasyon yapacak ATMACA bataryalarına ise yaklaşmak hiç de kolay olmayacaktır.
Bir firkateyn veya korvetlerin ana silahı gemi-savar füzeleridir. Bu füze sistemini denizde dolaştırmak için koca koca gemiler inşa edilerek milyonlarca dolar masraf yapılmaktadır. ATMACA’nın karada konuşlandırılması harekât ihtiyacımızı çok az masrafla karşılamamıza katkıda bulunacaktır.
SİHA ve SİDA’larla Sürü Taarruzu
Doğu Akdeniz’de üstünlüğümüzü korumak ve geliştirmek için asimetrik silahlara da ihtiyaç vardır. Nasıl ki İran ve Kuzey Kore, ABD donanmasına hücum botlarla sürü taarruzu yapmayı planlıyorsa, benzer bir şeyi biz Doğu Akdeniz’de SİHA ve Silahlı İnsansız Deniz Araçları (SİDA) ile yapabiliriz. Geleceğin harekât alanını, sürü taktiğiyle[2] düşmana taarruz edecek SİHA ve SİDA’lar şekillendirecek. Türkiye bu konuda treni kaçırmış değil. Hali hazırda Otonom Döner Kanatlı Vurucu İHA KARGU ve Otonom Taktik Vurucu Sabit Kanatlı İHA ALPAGU Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından aktif olarak kullanılmaktadır. Yapılması gereken, bu silah sistemlerini sürü halinde operasyon yapacak kabiliyete ulaştırmak, menzillerini 150 km civarına çıkarmak ve patlayıcı taşıma kabiliyetlerini artırmaktır. Aynı şekilde sualtında sürü taarruzu gerçekleştirebilecek WATTOZZ SİDA sisteminin geliştirilme çalışmaları devam etmektedir. Bu çalışmalara kaynak aktarmak hayati önem taşımaktadır.
Dron sürü taarruz konsepti. Kaynak: AFRL
Emperyalist ülkeler, kendi topraklarından çok çok uzaktaki çıkarlarını korumak için deniz kuvvetlerini güç aktarım vasıtası olarak kullanmaktadır. Türkiye’nin sürü taktiği ile harekât yapabilen SİHA ve SİDA teknolojilerine sahip olması ülkemizi bölgesinin hâkim gücü haline getirecektir. Çok ucuza mal olacak bu silahlar, 800 milyon dolarlık bir firkateyni kolayca durdurabileceği için TSK için asimetrik bir güç çarpanı olacaktır.
Gambot Diplomasisi
Deniz Kuvvetleri camiasında “Gambot Diplomasisi” teriminin sıkça kullanıldığını duymuşsunuzdur. Gambot diplomasisi; emperyalist bir devletin topraklarından çok uzaktaki sömürgesi veya himayesi altındaki bir devlete tehdit unsuru olarak deniz kuvvetlerini göndererek, siyasi taleplerini dayatması anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle emperyalist devletin deniz yoluyla gönderdiği askeri güç, hedef ülkenin başkentini vuracak kabiliyettedir; bu tehdit ile hedef ülke boyun eğmeye zorlanır.
Türk Deniz Kuvvetleri’nin gambot diplomasisi yapma yeteneği yoktur. Şu anki imkân kabiliyetler ile gemilerin üzerinde bulunan küçük çaplı toplarla ancak kıyı bombardımanı yapılabilir. Ancak ciddi bir hasım karşısında geminin kıyıya yaklaşması mümkün değildir.
Türkiye, gambot diplomasisi yapma yeteneğine sahip olmalı mıdır? Bu konunun tüm açıklığı ile tartışılması gerekmektedir. Hiç şüphesiz donanmamızın böyle bir yeteneğe sahip olmasını herkes ister. Ancak mevcut imkân ve şartlarda buna ihtiyacın olmadığı görülüyor. Türkiye bugün kendi topraklarındaki madenlerini, fabrikalarını, köprü ve yollarını yabancılara satarken deniz aşırı ülkelerde hangi çıkarlarını savunacak? Sanayi devi Almanya’nın 9 adet firkateyni varken bizim 16 adet var. Acaba kim hatalı planlama yapıyor? Gambot diplomasisi yapacak bir donanma gücü oluşturmak niyetiyle yanlış yatırımlar yaparsak, Anadolu’yu kuşatan Mavi Vatanı savunmaktan aciz duruma düşebiliriz. Bu konuya dikkat etmek gerekir.
TCG Anadolu
Bu tarz hatalı bir yatırımın en güzel örneği, TCG Anadolu Havuzlu Çıkarma Gemisidir (LHD).  TCG Anadolu, 1 tabur büyüklüğündeki bir askeri gücü, silah ve teçhizatlarıyla birlikte içinde barındırdığı çıkarma araçları ile istenilen bir kıyıya taşımak için tasarlanmıştır. Geminin çıplak maliyetinin 650 milyon avro[3], üzerine konulacak silah ve teçhizatla birlikte toplam maliyetin 1 milyar 250 milyon avroya[4] ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Deniz Kuvvetleri bu geminin ikizi, TCG Trakya’nın da inşa edilmesini arzu etmekte ve her iki gemi için de ana silah unsuru olarak 16+16 toplam 32 adet F-35B uçağı satın almayı planlamaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla bu uçaklar sayesinde Türkiye’nin gambot diplomasisi yapma yeteneğinin artacağı hesaplanmaktadır. Bu hesaplar yanlıştır. Bu gemileri hava gücü olan bir ülkeye karşı gerçek harekât ortamında kullanmak neredeyse imkânsızdır.
Havuzlu çıkartma gemileri (LHD) herkesin bildiği üzere bir uçak gemisi değildir. Tam rakam bilinmemekle birlikte, helikopter gibi başka hava araçları almadıkları takdirde üzerlerinde en fazla 14 adet uçak taşıyabilirler. 14 uçağın günlük üreteceği sorti miktarı, bu gemilerin hava savunmasını bile yapmaya yeterli değildir. Bu gemiler yüksek değerlikli silahlar olarak düşmanın hedef listesinin en tepesinde yer alacaktır. Gemilerden kalkış yapan av/bombardıman uçakların menzilleri karada konuşlu olanlara göre daha kısadır. Havuzlu çıkarma gemisi, üzerindeki uçaklarla düşman topraklarına taarruz etmek için kıyıya yaklaşmak zorundadır. Kıyıya yanaştığında ise düşman uçaklarının menzili dâhilinde olacaktır. Bu durumda üzerinde taşıdığı uçaklar bırakın kara hedeflerine taarruzu, kendi gemisini dahi savunmak için yeterli olmayacaktır.
Bu tür bir geminin Havadan İhbar ve Kontrol uçağı (HİK) olmadan harekât yapması da mümkün değildir. Çünkü gemilerin üzerlerindeki hava savunma radarları, dünyanın yuvarlaklığı sebebiyle belli bir mesafeden sonra alçak irtifadan yaklaşan uçakları tespit edemez. Bu zafiyet hem gemiyi savunan av uçakları hem de gemide konuşlu hava savunma silahları için büyük bir dezavantaj yaratmaktadır.
Anlatılan bütün bu zafiyetler İngiltere ile Arjantin arasında 1982 yılında gerçekleşen Falkland Savaşı’nda bilfiil yaşanarak tespit edilmiştir. İngiltere bu savaştan alınan dersler neticesinde 18-20 uçak taşıyan uçak gemisi konseptini terk etmiştir. İngiltere, 70 uçak taşıma kapasitesine sahip Queen Elizabeth sınıfı iki uçak gemisinin yapımını bitirmek üzeredir. İngiltere Ulusal Güvenlik Danışmanı Sir Mark Sedwill, Falkland Savaşı’ndan alınan dersler neticesinde, İngiltere’nin bu uçak gemilerini birebir savaşmak zorunda kalacağı bir düşmana karşı kesinlikle kullanmaması gerektiğini, bu uçak gemilerinin ancak ve ancak müttefik donanma ve uçakları ile güven altına alınmış bir harekât ortamında görev yapabileceğini söylemektedir[5].
Anlaşılacağı üzere TCG Anadolu’nun üzerinde F-35B uçakları dahi olsa hava üstünlüğünün kazanılmadığı bir harekât ortamında kullanılması mümkün değildir. Hava üstünlüğünün kazanılmış olması da tek başına yeterli olmayacaktır. Yukarıda izah edildiği üzere sürat botları, denizaltı, İHA ve SİDA gibi asimetrik silahlarla yapılacak bir taarruz inanılmaz pahalı bir silah sistemi olan bu gemilerin denizin dibini boylamasına sebep olabilir. Böylesine bir kayıp, tarihi bir hezimet olarak kayda geçecektir.
Bütün bu bilgiler ışığında, TCG Anadolu’nun ABD, Rusya veya Çin donanması ile müşterek yapılacak bir harekâtın dışında müstakil olarak kullanılamayacağını net bir şekilde söyleyebiliriz. NATO’ya tahsis etmek için 1 milyar 250 milyon avro harcamaya gerek var mıdır? Siyasetçilerin bu konuyu iyi düşünmesi gerekir. Doğru olan bu sınıfın ikinci gemisi olması planlanan TCG Trakya’nın inşasından hemen vaz geçilmesidir.
TCG Anadolu ise artık denize inmiştir. Diğer yandan bu geminin üzerine konuşlandırılması planlanan F-35B uçakları ise hiçbir işe yaramayacaktır. Bu gemi zaten yüzlerce irili ufaklı ada barındıran Ege’de harekât icra edemez. Doğu Akdeniz’de ise istediğimiz her noktaya karada konuşlu uçaklarımızla müdahale edecek imkân kabiliyete sahibiz. Geminin F-35B uçakları ile donatılmasından vaz geçilmelidir. F-35 uçaklarının Türkiye’nin savunmasına yeterli katkıda bulunmayacağı yönündeki görüşlerimizi zaten daha önce yazmış ve anlatmıştık[6]. Yapılacak en akıllıca iş, TCG Anadolu’nun İHA ve SİHA’larla donatılmasıdır. 1 adet F-35 uçağına harcanacak para, TCG Anadolu’ya konuşlanacak İHA ve SİHA’ların ARGE çalışması için yeterli olacaktır. Belki de 3-5 adet F-35 uçağı fiyatına gemiden harekât yapabilen İHA ve SİHA’lara sahip olabiliriz. Deniz resmini çıkarma kabiliyeti olan İHA’lar ve üzerinde gemi-savar füzesi taşıyan SİHA’lar açık denizde harekât yapan donanmamız etrafında en az 150 km çapında 7 gün 24 saat aktif bir savunma kuşağı oluşturacaktır.
Sonuç
Kısa süre zarfında ve kısıtlı kaynaklar ile Doğu Akdeniz’deki egemenlik mücadelesini lehimize çevirmek için asimetrik düşünmek zorundayız. Ecdadımız Osmanlı, yükselme döneminde okyanuslara açılmayarak denizcilik treni kaçırmış, çöküş döneminde ise denizden gelebilecek tehditlere karşı yeterli hazırlık yapmayarak büyük kayıplar yaşamıştı. Bugün Türkiye denizden gelecek tehditlere karşı hazırlıklı olmalıdır. Denizden gelen tehdidi savunmak için geçmişin silahı gemilerdi ama bugün öyle değil. Mavi Vatanı, havuzlu çıkarma gemileri, firkateyn ve korvetlerin sayısını artırarak savunamazsınız. Çağdaş ve asimetrik düşünmek gerekir. Bu silahlara para aktarmak, bazı milli tersanelerimize ciddi kazançlar sağlar ama Türkiye’nin güvenliğine önemli bir katkısı olmayacaktır.
Deniz Kuvvetleri açısından kazanılması gereken en önemli stratejik yetenek, seyir füzesi atabilen denizaltılara sahip olmaktır. Denizaltında saklanan, bin kilometre öteden düşman ülkenin başkentini vurabilecek bir silah diğer bütün silahlardan daha büyük bir caydırıcılığa sahip olacaktır. Bizim uzun vadeli en önemli hedeflerimizden birisi bu olmalıdır. Zaten hali hazırda GEZGİN seyir füzesi üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmaya gereken önem verilmelidir.
Diğer yandan envanterimizdeki F-4 savaş uçakları kullanım ömrünü doldurmuştur. 1986 yılından itibaren peyderpey hizmete girmeye başlayan F-16 uçaklarımız ise hızla yaşlanmaktadır. Önümüzdeki 5-10 yılı mevcut uçaklarımızla atlatmak mümkündür ancak 10 sene sonra ciddi bir savaş uçağı zafiyetiyle karşı karşıya kalacağımız aşikâr. Şimdiden Milli Muharip Savaş Uçağı geliştirme çalışmalarına önem vermek gerekmektedir. Uzun vadeli bir değer önemli hedefimiz kendi uçağımızı kendimiz yapmak olmalıdır.
Milli olarak üretmediğiniz bir silahın güvenliğinize katkısı olmaz.

KAYNAK
[1] İran ABD güçlerine 10 bin silahla aynı anda saldıracağını iddia etmektedir. https://www.youtube.com/watch?v=0ofmkikhAnA
[2] Sürü taktiği: 30 ila 40 adet SİHA veya SİDA’nın koordineli bir şekilde aynı hedefe saldırması
[3] https://odatv.com/turkiye-sahiden-ucak-gemisi-mi-yapiyor–1105171200.html
[4] https://www.sonhaberler.com/genel/tcg-anadolu-ozellikleri-nelerdir-tcg-anadolu-maliyeti-ne-kadar-h676222.html
[5] https://www.telegraph.co.uk/politics/2018/05/01/britain-unlikely-use-new-aircraft-carriers-falklands-style-conflict/
[6] https://odatv.com/erdogani-kandiriyorlar-0812161200.html  https://www.youtube.com/watch?v=F0nz0F8CqZU

https://www.sunsavunma.net/dogu-akdeniz-gerginligi-yaklasirken-turkiyenin-silahlanma-stratejisi-nasil-olmali/
This entry was posted in SUN SAVUNMA NET, TSK, YUNANİSTAN - EGE SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *