BAĞIŞ
Suay Karaman / 6 Nisan 2020 / İlk Kurşun Gazetesi
Bağış sözcüğünü görünce önce aklınıza Çek Cumhuriyeti’ne büyükelçi yapılan bakara-makaracı, rüşvetten sorumlu Bağış gelmiştir. Ama bu başka bağış. Bu bağış, koronavirüsün ülkemize verdiği zarardan ötürü istenen yardım adı altındaki bağış. Üstelik bu bağışı zorunlu kılmak için de kurumlar arasında bir yarış var.
Uluslararası Para Fonu (İMF) bizden borç istemiş ve epey milyar dolar borç vermişiz. Suriyeliler için 40 milyar Euro harcadık, hatta gerekirse bir 40 milyar Euro daha harcarız denmişti. Ülkemiz dünyanın en büyük 17. ekonomisiydi, kişi başına düşen ulusal gelirimiz 10 bin doların üzerindeydi. Sürekli kalkındık, sürekli geliştik; binalar yaptık, yollar yaptık, köprüler yaptık, havaalanları yaptık. Bir tek fabrika yapamadık, üretmesek de olurdu, zaten yurtdışından her şeyi alıyorduk. Teröristlere bavullar dolusu para dağıttık, koronavirüs salgınının vurduğu ülkelere maskeler ve tıbbî malzemeler bile göndermişiz.
Gerekli önlemleri almada geç ve yetersiz kalınca koronavirüs salgını ülkemizi de vurmaya başladı. Yaklaşık 25 gündür ülkemizde büyük sıkıntılar baş gösterdi. Bu sürede işini yitirenlere, aşını yitirenlere yardım edilmesi gerekirken, esnafların her türlü vergi ödemesi ile kiralarının dondurulması gerekirken, vatandaşların kira, fatura ve kredi taksitlerinin ertelenmesi gerekirken siyasi iktidarın ekonomik paketleri bu konulara teğet geçti. Tıpkı küresel ekonomik krizlerin ülkemize teğet geçtiği gibi…
Şimdi bütün bu büyük ekonomik verilere ve siyasi iktidarın üstün ekonomik başarılarına karşın, koronavirüs hayatımıza girince, AKP Genel Başkanı vatandaşlardan yardım istedi, bağış yapmaları için banka hesap numaraları verdi.
Türk Milleti’nin yardımlaşma duygusu çok yüksektir. Ancak yardımlaşma duygusunun özü güvendir. İnsanın devletine güvenmesi esastır. Ülkemizde yapılan bazı istismarlar bu güven duygusunu yok etmiştir. Dinci iktidarlar, insanların iyi niyetini sömürerek sürekli yolsuzluğun içinde olmuşlardır.
1990’lı yıllarda Beşir Darçın, Süleyman Mercümek ile başlayan yolsuzluklar, 2000’li yıllarda Deniz Feneri yolsuzluğu ile devam etmiştir. Filistin, Somali ve Arakan için toplanan paraların nereye harcandığı belli değildir, 15 Temmuz için toplanan paralar nerededir? Depremlerde toplanan paralara ne olduğu bilinmemektedir. İşsizlik fonunda toplanan paraların nerelere savrulduğu bilinmemektedir.
Bu arada bazı bakanların karıştığı yolsuzluklar, rüşvet ilişkileri de sonuçsuz kalmıştır. Kızılay Başkanı devletten vergi kaçırılmasına aracılık yaparken, Elazığ depreminde Kızılay milletten para istemiştir.
Özellikle son 18 yıldır ülkemizde yaşananlar sonucunda Türk Milleti’nin yardımlaşma duygusu yok edilmiştir. Vatandaş, güvenmediği iktidara ve kişilere para vermek istememektedir. Bunun için bu bağış, zorunlu bağış durumuna getirilmektedir.
AKP Genel Başkanının kendisinin başlattığı bağış kampanyasından önce Ankara ve İstanbul Anakent Belediyeleri, ekonomik krizin pençesindeki vatandaşlara yardım kampanyası başlatmıştı. Siyasi iktidara güvenmeyen halk, bu belediyeler aracılığıyla yardım etmeye başladı. Muhalefet belediyelerinin yardım kampanyasına bağış yapmayı yasaklayan siyasi iktidar, kendi kampanyasına bağış yapılması için diretmektedir. Bunun üzerine belediyelerin kamu bankalarındaki hesaplarına hukuksuz olarak el koyan siyasi iktidar, yetki gaspı yapmaktadır.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin ‘i’ fıkrası yerel yönetimlere bağış toplama yetkisi vermektedir. Üstelik bu yasa 3 Temmuz 2005 tarihinde AKP tarafından çıkarılmıştır. Konya ve Gaziantep Anakent Belediyeleri bağış toplarken, CHP’li belediyelere yasak getirmek hukuk dışıdır. Gerçi siyasi iktidar için, hukuk dışı tutum ve davranışlarda bulunmak normaldir. Çünkü sivil darbenin ilk koşulu budur.
AKP Genel Başkanının kendisinin başlattığı bağış kampanyasının, Mustafa Kemal Atatürk’ün yayınladığı “Tekalif-i Milliye Emirleri” (Ulusal Yükümlülük Emirleri) ile aynı nitelikte olduğunu söylemek ise en hafif sözcükle tarih bilmemektir, Türk Milleti’nden ne kadar uzak olduklarını göstermektedir.
Tekalif-i Milliye, Ulusal Kurtuluş Savaşı için seferberlikti. Atatürk, milletten bağış toplamamıştır; Sakarya Savaşı öncesinde 7-8 Ağustos 1921 tarihinde çıkarılan yasayla “bedeli zaferden sonra ödenecektir” diyerek, halktan zorunlu yardım toplanmıştır. Daha sonra 12 Nisan 1923 tarihinde çıkarılan yasayla Tekalif-i Milliye borçları halka ödenmeye başlanmıştır. “Söz gümüşse sükût altındır” derler ya, gerçeği bilmeden konuşmak büyük sıkıntılara yol açmaktadır.
Gündemi sürekli olarak değiştiren siyasi iktidar, yolun sonuna geldiğinin farkındadır, çaresizlik içindedir. Yaptıkları bu süreyi uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Koronavirüse karşı önlemlerde yetersiz kalan siyasi iktidar, şimdi de hırsıza, katile, tecavüzcüye, mafya babalarına af çıkartmakla uğraşmaktadır. Salgın nedeniyle işini, aşını yitirenler gündemde yoktur. Ancak şu da iyi bilinmelidir ki, artık toplumun da bu siyasi iktidara güveni yoktur.