TARİHİN İÇİNDEN * Yeni Abdülhamitçiliğe Dikkat * Osmanlı padişahları vatan haini mi?

Yeni Abdülhamitçiliğe Dikkat

Işık Kansu / 15 Şubat 2020 / kansu@cumhuriyet.com

Arkadaşımız Miyase İlknur, Abdülhamit’in döneminde yitirilen Osmanlı topraklarını ve uygulanan çarpık dış politikayı geçen hafta başında gazetemizde çok güzel özetledi.

Bize de Abdülhamit’in diğer yanlarını anımsatmak düştü. Abdülhamit deyince neler geliyor aklımıza, şöyle bir sıralayalım:

Kuruntu, jurnalcilik, hafiye sistemi, polis devleti, özel mahkemeler, keyfi tutuklamalar, sürgünler, ordudan kuşku, müstebitlik (zorbalık).

Başka:

“Fevkalade hal” gerekçesine sığınarak anayasayı yok sayma, Meclis’i askıya alma. 31 Mart’ta gerici ayaklanmasının kışkırtıcısı Volkan gazetesine parasal yardım. İsyancıların sırtını sıvazlama, ayaklanmaya karşı duran Binbaşı Ali Kabuli Bey’in delik deşik edilmesine seyirci kalma.

Dahası:

Bir yanda “Mümkün olduğu kadar her hususta, İngiltere hükümetinin fikir ve telkinleriyle hareket edeceğini” söylerken, öbür yanda “Berlin Halifesi” diye anılan Alman İmparatoru Kayzer ile kol kola girme…

Dini siyasette kullanma açısından:

İslamı yalnızca bir inanç olarak değil, siyasal birlik ideolojisi olarak algılama. Halife ve emirü’l mü’minin nitelemelerini önemseme. “Hamidiye İslamcılığı” diye anılan çizgi ile Fransız devriminin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerine karşı durma. “İttihadı İslam” ya da “Pan İslamizm” adı altında İslam egemenliği ve birliğini kurma amacı.

Arap önde gelenleri, ulema ve şeyhleri ile ilişkilere özel değer verme.

Toplumu biçimlendirme açısından:

Osmanlı toplumundaki Şiileri Sünnileştirme isteği. Memurların çalışma saatlerinin namaz saatlerine uyarlanması. İnsanların oturduğu yerlerde meyhane açılmasının ve içki satışının yasaklanması. “Din ve edebe aykırı” her türlü davranışın zabıtalarca denetlenmesi. Kadınların giysilerine yönelik düzenlemeler yapılması. Halka açık yerlerde eğlencelerin yasaklanması, “genel ahlaka aykırı” her türlü temsil ve oyuna izin verilmemesi.

Eğitim açısından:

Her düzeydeki okullarda din derslerine öncelik verilmesi, “dinini bilen ve uygulayan” insan yetiştirme amacının hedeflenmesi.

Bütün bu amaç, çaba, hedef ve uygulamalar; bugünkü Saray düzeninin dünya görüşü, Türkiye’yi sürüklemek istediği yer, oluşturmaya çalıştığı toplum yapısı açısından bir model olmasının ve bakanlıklara Abdülhamit resimleri asılmasının ardındaki siyasi İslamcı, mezhepçi, ümmetçi, yeni Osmanlıcı, İhvancı hareketin vazgeçilmez bir ereğidir. Bunu biliyor ve yaşayarak gözlemliyoruz.

Asıl önemlisi, saltanatı ve hilafeti kaldıran, özgürlük, eşitlik ve kardeşliği, bağımsızlığı, çağdaş uygarlığı ilke edinen hareketlerin önderlerinin; yeni Abdülhamitçiliğe karşı uyanık davranmaları, topluma örnek olmalarıdır. [1]


Osmanlı padişahları vatan haini mi?

Miyase İlknur / 14 Kasım 2019 Perşembe

Siyasal İslamın bitmeyen Atatürk kompleksi her 10 Kasım’da olduğu gibi bu yıl da hortladığı için haftayı yine Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti’ni yarıştırarak geçirdik. Açıktan Atatürk’e meydan okumak yerine kâh İnönü’ye Lozan üzerinden dil uzatarak, kâh harf devriminin entelektüel Türk halkını bir gecede nasıl cahil bıraktığı üzerine tartışmalarla top çevirip durdular yine. Osmanlı’dan bakiye kalan toplumun okuryazarlık oranları üzerine istatistiki tartışmalar ise tam bir komedi.

Bu tür tartışmalara girmek bile gülünç aslında. De ki okuryazar oranı yüzde yüz; matbaanın Osmanlı’ya girdiği tarihten Cumhuriyetin ilanına kadar basılan kitap sayısı ortada. Hepi topu 30 bin. Bunun da içinden din kitapları ile tercümeleri çıkardın mı geriye kalan bin bilemedin iki bin. Kaldı ki, Osmanlı döneminde yazılmış eserlerden günümüz Türkçesine ve Latin harflerine çevrilmemiş eser mi kaldı Allah aşkına. Üniversitede dört yıl boyunca Osmanlıca okudum. “Mezar taşlarımızı bile okuyamaz olduk” diye feryat figan edenlere diyeceğim o ki; mezar taşlarını, kitabeleri ve el yazmalarını hâlâ okuyamıyorum.

Harf devrimi tartışması bitmeden bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Osmanlı’da silah sanayiinin nasıl geliştiği ve dünyaya silah sattığı konusundaki söylevini dinledik. Şimdi halk arasında bu türden palavralar için kullandığımız bir deyim var, ama o deyimin içindeki isim de Cumhurbaşkanımızın ismi ile aynı olduğu için yazsak hakaret davası açılacak. Osmanlı’da silah sanayii, üretimi ve ihracatı konusunda hangi kaynaktan bilgi almış doğrusu pek merak içindeyim.

Top desen Macar Urban sayesinde topraklarımızda üretilmiş. Urban sayesinde pek çok top ustası yetişmiş, Tophane’de ve savaş meydanındaki seyyar dökümhanelerde top üretmişiz, ama patenti zaten yabancıda, sat bakayım kime satacaksın!

Tüfek desen, zapt ettiğimiz Avrupalıların savaş meydanında bırakıp kaçtıklarını alıp getirmişiz. Kullanmasını bile öğrenmemiz yıllar almış. İlk kez II. Murat döneminde II. Kosova Savaşı’nda kullanabilmişiz ancak. Osmanlı ordusunda kullandığımız silahlardan Misket ve Çakmaklı İspanyol, şeşhaneli, Frenk-kari ve Chassepot tüfekleri Fransız, Enfield, Snider ve Martini Henry tüfekleri İngiliz, Albany tüfekleri Belçika ve Remington iğneli tüfeklerini de Avusturya’dan ithal ettik.

Bunları kendimiz üretmeye kalkıştığımızda da makinelerini, ustabaşılarını, kalıpçılarını, mühendislerini 1859 yılına kadar İngiltere’den, o tarihten sonra Belçika ve Fransa’dan, Alman nüfuzuna girdiğimiz 1880’lerden itibaren de Almanya’dan bedeli mukabilinde getirttik. Levent Çiftliği, Dolmabahçe ve sonrasında da Zeytinburnu’nda kurduğumuz Tüfenkhane-i Âmire’lerde ürettiğimiz tüfek sayısı üç beş bini geçmediği için geri kalanını yine o tüfekleri hangi ülke ürettiyse oradan dünya para vererek ithal ettik.

“Osmanlı’da muazzam bir silah sanayii vardı, dünyaya silah satıyordu” diyenler Cemaati Tüfenkçiyan denilen meslek grubunun kimlerden oluştuğunu biliyorlar mı acaba? Tüfekçi Gorda, kardeşi Gregor, Simon veled-i İshak, Davit, Mordehay, İvan’dan oluşan bu meslek grubu geldikleri ülkelerden know-how’unu topraklarımıza getirirek bize tüfek yapmayı öğrettiler. “Olur mu canım Humbaracı Ahmet Paşa vardı?” derseniz kendisinin asıl adı Claude-Aleksandre Comte de Bonneval de Tott olup tüfek üretimi için tercüme ettirdiği kitaplar da İngilitere ve Fransa’da basılmıştır.

Osmanlı padişahları ha bire tüfek imalatı için İngiltere, Fransa, Belçika ve Almanya’dan uzman ve makine ithal edip burada ustalar yetiştirmeye çabalarken elin gâvuru da boş durmayıp ha bire yeni teknolojiye sahip silah üretimi yapıyordu. Bu kez yeni makineler, yeni ustalar getiriyorduk. Hayda eski tüfekleri yeni çıkanlara dönüştürmek için yine yeni makineler, yine yeni kalıpçılar, yine yeni mühendisler getirmek zorunda kalıyorduk.

Osmanlı’da gelişmiş bir silah sanayii varsa da padişahların herhalde bundan haberi yoktu. Ya da hepsi vatan hainiydi, ha bire bir yandan silah ithalatı, bir yandan makine ve uzman ithalatı yaptılar. Gerçi bütün Osmanlı hazinesi ve toprakları padişahın mülkü olduğundan “Size ne sarf ettiysem keyfimin kâhyası mısınız, para benim” diyeceklerinden “vatan haini” suçlaması da yersiz ya… [2]

[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/isik-kansu/yeni-abdulhamitcilige-dikkat-1720947
[2] http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/miyase-ilknur/osmanli-padisahlari-vatan-haini-mi-1701950
This entry was posted in İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *