AYDINLAR VE AYDINSI’lar* VİVA LA MUERTO *** Rektör Miguel De Unamuno ve Dreyfüs’ün Emile Zola’sı

Naci Kaptan / 14.07.2019

AYDINLAR VE AYDINSI’lar* VİVA LA MUERTO ***
Rektör Miguel De Unamuno ve Dreyfüs’ün Emile Zola’sı


Değerli okur,

AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye, küresel yöneticilerin planları ve işbirlikçilerin de bu planların parçası ve iç eylemcisi olmasıyla derin bir karmaşa ve istikrarsızlığa sürüklendi. Önce ekonomisi tahrip edildi, zenginliklerimiz, kaynaklarımız el değiştirdi. Ülkemiz planlı olarak yoksullaştırıldı. Vahabi yobaz eğitimine evriltilen sistemle çağdaş bilim dünyasından koptuk. Sonuçta ülke ekonomisi çöktü. Kaynaklarımız tükendi. Elde avuçta kalmış olan birkaç Milli yatırım varlık fonuna alındı ve bu fon da pazara çıkartıldı. Basın sadece tek adamın propagandasını yapar oldu. Gerçekler toplumdan gizlendi. Toplum ağır bir baskı altına alındı. Muhalifler icat edilen fakat aslında olmayan suçlarla hapishaneye atıldı. Hukuk iktidarın sopası haline getirildi. Ulus birlik ve varlığımızın teminatı olan TSK, ABD/AB – FETULLAHİ CEMAAT ÇETESİ – İŞ BİRLİKÇİ İKTİDAR tarafından kurulan tuzaklarla parçalanarak genleri bozuldu, zayıflatıldı, kışlaya siyaset sokuldu. Sonunda Türkiye’yi bu derin kaosa sürükleyen adam ve katılımcıları OHAL şartları altında baskıyla anayasayı da değiştirerek parlamentoyu askıya aldılar.


AYDINLAR ve AYDINSI’lar

Türkiye dönüştürülürken gerçek aydınlar baskılara direnç gösterdiler. Tutuklandılar, işlerini kaybettiler, onurlarıyla oynandı , hatta yaşamlarını kaybettiler. Aydın olmak demokraside, insan haklarında, çağdaşlıkta, bilim ve kültür alanlarında, rol model olmakta öncülüktür. Ne yazık ki ülkemiz bu standartlara uygun yeteri kadar aydın üretememiştir. Bu eksiklik küresel düzenin Türkiye üzerindeki planlarını gerçekleştirmeleri için daha rahat oyun alanı sağlamıştır.

Yeterli direngen aydın olmaması, üniversitelerin, rektör, dekanların, akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin, sanatçıların sessiz kalmaları ülkemizi hukuk devleti olmaktan uzaklaştırmış. Totaliter rejimi güçlendirmiştir. Türkiye çağdaşlıktan kopartılmış olup Tek adamın parçası olduğu Müslüman kardeşlerin şeri hukuk düzenine itilmektedir.

AYDIN OLMANIN ÖNCÜLÜĞÜ VE CEZASI

Ülkemizde aydın olmak, hak ve hukuktan konuşmak, savaşa karşı olmak, çocuklar ölmesin demek, yasalara aykırı eylemlere karşı çıkmak AKP iktidarı tarafından yönetilen bağımlı savcı ve yargıçlar tarafından terörist / fetöcü olarak soruşturulmaya uğrayarak cezalandırılmaları için yeterlidir.

AYDINSI’lar

Topluma rol model olacak, yol gösterecek, bilgilendirecek olan üniversitelerin yöneticileri tek adam tarafından atandığı için artık üniversiteler suskundur. Üniversitelerin yöneticileri çıkar / kadrolaşmalarıyla zaman harcamakta ve bilimsel çalışma üretmemektedir. Demokrasi, bilim, çağdaşlık konularında öncü olmak görevlerini yerine getirmemektedirler. Eğitim ise tarikat ve cemaatlara teslim edilmiştir.

Yazılı ve görsel basın ise SAHİBİNİN SESİ olan sözde gazeteciler tarafından işgal altındadır. Ve tek adam ülkede ve kamu sisteminde büyük tahribat yapan, ülkemizi geriye taşıyan, yoksullaştıran tüm eylemlerinden sonra “ALDATILDIK” diyerek günah çıkartmakta ve işgal ettiği koltuğu bırakmamaktadır. Bunun ise en büyük vebali ise işbirlikçi AKP politikacılarına ve yandaş basına aittir.

AYDINLAR VE DİRENİŞLER

1* Birçok rektör , dekan ve akademisyenin sustuğu , hatta iktidara yaranmak için deyim yerinde ise ” takla atan ” , Üniversitelerin öncü ve aydın olmak kimliğini silen , Ege Üniversitesinde olduğu gibi kendi öğretim görevlisine kumpas kuran rektörlerin kuzu sessizliği oynadığı ve Üniversitelerin SESSİZ ve EDİLGEN kalmayı seçtikleri , Türkiye’yi kasıp kavuran , demokrasiyi rafa kaldıran , laik cumhuriyete savaş açan bir adama FAHRİ Dr. cübbesi giydirmek için sıraya giren sözde rektörlerin komedi oynadıkları bu dönemde Ankara Universitesi Siyasal Bilgiler Fakultesi Dekani Prof.Dr. Yalcin Karatepe’nin Mulkiye’nin 155’inci kurulus yildonumunde yaptigi konusma https://nacikaptan.com/?p=15404 içimize su serpmiş ve umutlarımızı yeşertmiştir. Sayın Karatepe’yi ve aydın olmak kimliğini ve sorumluluğunu sürdüren tüm akademisyen ve aydınları saygıyla selamlarım. Bu konuşma bana “İspanya İç Savaşında Bir Rektörün Direnişi: Miguel de Una muno’yu” hatırlattı . Bu yazıyı sizlerle 07 Haziran 2012 tarihinde paylaşmıştım https://nacikaptan.com/?p=1114

Yazıyı sizlere şu başlıkla sunmuştum ;

“İspanya’da iki büyük savaş arasının büyük kavgasında,Faşizme karşı direnen ve güçlülerin yanında değil, özgürlüklerin ve demokrasinin Cumhuriyetçi cephesinde yer alan,haksızlık, hukuksuzluk ve diktaya karşı özgürlüğü savunan rektör Miguel de Unamuno’nun aşağıdaki konuşmasını Ülkemizin durumuna sessiz kalan Rektörlere , akademisyenlere ve sözde aydınlara armağan ediyorum” [Naci Kaptan / 21.12.2014]


2* Emekli Kurmay Albay MURAT TULGA’nın Emile Zola gibi suçluyorum! başlıklı yazısı
https://nacikaptan.com/?p=71411


3* REKTÖR UNAMUNO SALAMANCA ÜNİVERSİTESİ İSPANYA

Rektör Unamuno Salamanca Üniversitesine habersiz ve zorla girmiş olan silahlı askerlerin ve Francocu faşist General Millan-Astray’ın da bulunduğu salonda sakince kürsüye ilerler ve namlular kendisine çevrilmişken konuşmasına şöyle başlar;

“Şimdi benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum. Beni tanıyorsunuz, beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de öğrenmek istemiyorum suskun ve sessiz kalmayı. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir.”

REKTÖR MİGUEL DE UNAMUNO [1]

1931’de kurulan Cumhuriyete kendini adayan akademisyen, İspanyol romancısı, şairi, dilbilimcisi, tiyatrocusu, eleştirmeni ve düşünürü Unamuno, 1936’da başını General Franco’nun çektiği faşist hareket, özgürlükçü demokratik Cumhuriyete baş kaldırınca, kendini üç yıl sürecek olan İç Savaş’ın içinde ve bilim-kültür cephesinin en ön saflarında bulur.

İç Savaş, adı üstünde, cephesi belirsiz bir savaş. Zaferi ya da yenilgiyi, (sivil) toplumun her alanında bireysel tavırlar, teslimiyetler ve direnmelerin belirleyeceği bir savaş. İdeolojilerin belirleyici olduğu bir savaş. İşte, bu İç Savaş’ın başlangıç yılı olan 1936’da Miguel de Unamuno, Cumhuriyetin görevlendirmesi ile Salamanca Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmaktadır. Ne var ki, Avrupa’nın en eski ve köklü üniversitelerinden biri olan Salamanca Üniversitesi, Falanjistlerin ilerlemesi sonucu, milliyetçi kuşatmanın içinde bir Cumhuriyetçi adacık olarak kalmıştır ve her fırsatta taciz edilmekte, kışkırtılmaktadır. Aşağıdaki olay işte bu kışkırtmanın öyküsüdür

Cumhuriyet karşıtları orduda ve Falanjist örgütlenmeler içinde yuvalanmışlardır ve Cumhuriyeti devirmek için bin bir komplo, bin bir entrika tezgâhlamaktadırlar. Franco yanlılarının etki alanı içinde yer alan ve Miguel de Unamuno’nun rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’nin büyük amfisinde 12 Ekim 1936’da rektörün izni olmaksızın bir ‘Irk Şenliği’ düzenlenmiştir. Şenliğin onur konukları arasında, daha sonra iyice ünlenecek olan o mahut Caudillo’nun karısı Dona Carmen Franco da vardır.

Bütün o davetli resmi erkânın ve bindirilmiş kalabalığın önünde kürsüye çıkan Francocu General Millan-Astray, Cumhuriyetin ilanı ile “İspanya’nın maruz kaldığı büyük iç ve dış tehlikeleri” sayıp döken ve faşizmi öven bir konuşma yapar ve konuşmasını, coşturulmuş faşist kalabalık ve Franco yanlısı askerler tarafından sık sık tekrarlanan “Viva la muerta! – Yaşasın ölüm!” nidaları ile bitirir.

Kendi üniversitesinin çatısı altında böylesi bir baskına uğrayan Miguel de Unamuno, kendinden emin, kararlı adımlarla ve söz almaksızın, generalin ardından kürsüye çıkar, oluşan bir ölüm sessizliği içinde ve “işgalciler”in şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:


“Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim”

“Şimdi benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum. Beni tanıyorsunuz, beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de öğrenmek istemiyorum suskun ve sessiz kalmayı. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem. Kısa konuşacağım. Süslemesiz ve dolambaçlı cümleler olmaksızın dile geldiğinde gerçek, daha bir gerçektir. Bu çerçevede, biraz önce dinlediğimiz ve şu an aramızda bulunan Genaral Millan-Astray’in konuşmasına, – eğer buna bir söylev denebilirse- birkaç şey eklemek istiyorum.

Basklara ve Katalanlara ilişkin iftira ve aşağılamalar yığını içinde kişiliğime yönelik olanları bir yana koyalım… Marazi ve anlamdan yoksun bir çığlık dinledim:

VİVA LA MUERTO! ‘Yaşasın ölüm!’ Ben ki, ömrümü, anlamını kavrayamayanların tüylerini diken diken eden paradoksları hale yola koyup aşmaya çalışmakla geçirdim, uzman kimliğimle, bu barbar paradoksun benim için tiksindirici olduğunu söylemeliyim. General Millan-Astray bir maluldür. Bunu, kaba bir art düşünce olmaksızın vurgulayalım. Kendisi gerçek bir harp malulüdür. Cervantes de bir harp malulü idi. Bugün İspanya’da, ne yazık ki, çok fazla sakat kimse vardır. Ve eğer Tanrı bize yardımcı olmaz ise yakın bir gelecekte, maalesef daha pek çok sakat insanımız olacak. General Millan-Astray’in bir kitle psikolojisinin temellerini atmakta olduğu düşüncesi, bana acı veriyor. Cervantes’in ruh büyüklüğüne sahip olmayan bir malul, bu kompleksinden kurtulup rahatlamayı, genellikle başkalarının da sakat kalmasını sağlamakta arar.

Yenmek ikna etmek demek değildir; aslolan önce ikna etmektir; oysa duyguya ve tutkuya yeterince yer vermeyen kin, hiçbir zaman ikna edemez. Siz yeneceksiniz, çünkü siz, gerekli olandan daha fazla kaba kuvvete sahipsiniz. Ama kandıramayacak, inandıramayacaksınız. Zira, inandırabilmeniz için, ikna edebilmeniz gerekli. Oysa ikna etmek için, size, sizde bulunmayan iki şey gerekir: Akıl ve mücadelede haklılık. Sizi İspanya’yı düşünmeye çağırmanın, İspanya için tasalanmanızı beklemenin bir yararı olmadığını, bunun beyhude bir çaba olduğunu düşünüyorum. Bu kadar!”


General Millan-Astray’in, oturduğu yerden, “Kahrolsun zekâ, Kahrolsun akıl!” nidaları ile sık sık kestiği ve coşturulmuş amfiye yuhalattığı bu konuşmasının ardından, Miguel de Unamuno kürsüden inerken faşist militanlar namlularını ona doğrultmuş, General Millan-Astray’ın bir işaretini beklemektedirler.

Tam o sırada Dona Carmen Franco’nun ayağa kalktığı ve Unamuno’nun koluna girdiği görülür. Namlular şaşkınlık homurtuları içinde indirilir ve Unamuno amfiden yuhalamalarla çıkar, evinde göz hapsine alınır ve 31 Aralık 1936’da ölür.

Ne demişti büyük Tolstoy: “İnsan sadece uluorta yalan söylemekten sakınmakla yetinmemeli, susarak yalan söylemekten de kaçınmalı.” [1] Siyaset Bilimci Ercan EYÜBOĞLU


Miguel de Unamuno (29 Eylül 1864, Bilbao – 31 Aralık 1936)

Yirminci yüzyılın ilk yarısında ilgilendiği hemen her alanda damgasını vurmuş bir İspanyol romancısı, şairi, dilbilimcisi, tiyatrocusu, eleştirmeni ve düşünürüdür. İspanyol kültürünü özümsemekle yetinmemiş, “anadili gibi” 14 dili bilmekteydi. Yaşadığı çağı seçemese de o çağın içinde kendisini seçmiş ve konumunu belirlemiş, iki büyük savaş arasının büyük kavgasında, güçlülerin yanında değil, özgürlüklerin ve demokrasinin Cumhuriyetçi cephesinde yerini almıştır. Cumhuriyete ve onun değerlerine öylesine içten, öylesine kararlılıkla bağlıdır ki, Falanjistlerin katlettiği Frederico Garcia Lorca’nın akıbeti bile onu caydırmamış, tam tersine, rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’ni demokrasinin ve Cumhuriyetin kalesi olarak algılamak istemiştir.

Tarih içinde saygın yerini almış olan rektör Unamuno’nun aydınsı’lara örnek olmasını dilerim…

Güncellendi Naci Kaptan / 14.07.2019

This entry was posted in CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, FAŞİZM, GEÇMİŞİN İÇİNDEN, HUKUK-YARGI-ADALET, İNSAN HAKLARI - DEMOKRASİ. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *