AB Türkiye Raporu:
Üyelik rafa kalktı,
pragmatik bir ilişkiye doğru
EURONEWS / Menekse Tokyay • 30/05/2019
Uzun zamandır açıklanması beklenen Avrupa Komisyonu 2019 yılı Türkiye Raporu nihayet Çarşamba günü kamuoyuyla paylaşıldı. Rapor, konjonktürel olarak Türkiye’nin yoğun geçen seçim gündemi, ekonomik gidişat ve yargı bağımsızlığı alanlarının fotoğrafını çekti.
Yargı sistemi konusunda AB’nin tavsiyelerinin dikkate alınmadığı yönünde eleştiri getirilen raporda, ekonomik kurumların bağımsızlığı konusundaki endişeler dillendirildi.
İstanbul’da yenilenen seçimler, “ikna edici bulunmayan” yenileme kararı ve Güneydoğu illerindeki bazı belediyelerde ikinci en yüksek oy alan adaylara mazbata verilmesi yönündeki kararlar da raporun öne çıkan eleştirileri arasındaydı.
Seçim süreçlerinin meşruluğu ve siyasi baskılardan bağımsızlığı yönündeki kaygılarını dillendiren Avrupa Komisyonu, halkın iradesinin demokratik seçim süreçlerinin merkezinde olduğunu bir kez daha anımsattı. Ayrıca, anayasa değişikliğinin ardından siyasette denetim mekanizmalarının zayıfladığına da dikkat çekildi.
Bu açıdan Komisyon, temel hak ve hürriyetler ve hukukun üstünlüğünde ciddi bir gerileme olduğunun altını çizdi.
Ankara’nın, “katılım perspektifinden uzak bir dille hazırlandığını” ileri sürdüğü rapora tepkisi ise, “haksız ve orantısız eleştirileri kabul etmemiz mümkün değildir” şeklinde oldu.
“Sert ancak objektif”
İstanbul MEF Üniversitesi’nden Avrupa Birliği uzmanı Doç. Dr. Beken Saatçioğlu’na göre, 2019 yılı Türkiye raporu, yazıldığı dönemin Başkanlık sistemine geçiş, yerel seçimler, İstanbul seçimlerinin iptali gibi önemli ve tartışmalı gelişmelere denk gelmesi itibariyle Türkiye’de sahada yaşananları sert ancak objektif şekilde detaylandırıyor.
Raporun açıklandığı gün gazeteci Kadri Gürsel, Anayasa Mahkemesi’nin “kişi güvenliği ve özgürlüğü ile ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği” kararını vermiş olmasına rağmen, yeniden birkaç saatliğine cezaevine gönderildi, ancak akşamına tahliye oldu.
Euronews Türkçe’ye konuşan Saatçioğlu, “Raporun ruhu net bir mesaj veriyor: Yargı bağımsızlığı ve demokratikleşme sicili açısından Türkiye’nin üyeliği artık rafa kaldırılmış durumda. Ama işbirliği de mülteci meselesi ve terörle mücadele alanlarında olduğu gibi pragmatik şekilde devam edecek,” diyor.
Yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, 2016 yılında AB ile bir mülteci trafiğinin düzenlenmesi amacıyla bir anlaşmaya varmıştı.
Buna göre; Avrupa’ya yasadışı yollarla giden sığınmacıların iltica başvurularının kabul edilmemesi durumunda Türkiye’ye iadesi karşılığında, AB Türkiye’deki mülteciler için mali yardım yapma taahhüdünde bulunmuştu.
Köprüler henüz atılmayacak
Ancak, Saatçioğlu’na göre, tarafların köprüleri atmak gibi bir niyeti yok; önümüzdeki dönemde “işlevsel bir işbirliği” filizleniyor, zira AB Türkiye’yi halen fiili partner ülke olarak görüyor:
“Bu, Kopenhag üyelik kriterleri ve AB değerlerinden bağımsız olarak, ortak çıkarlar etrafında bir işbirliği.”
Öte yandan, 2019 yılı Türkiye raporunda ekonomi başlığı da siyasetle bağlantısının vurgulanması açısından ön planda. Raporda ilk defa ekonomi ve serbest piyasa konusunda endişeler ön plana çıkarıldı.
Saatçioğlu’na göre, AB ile ilişkilerin pozitif ivme kaydetmesi, Türkiye’nin değerler sisteminde pozitif gelişmeler olması ekonomiye de doğal olarak olumlu yansıyacaktır.
“Hukukun üstünlüğü alanındaki ilerlemelere bağlı olarak piyasa ekonomisinin işleyişindeki endişeler önemli ölçüde giderilir. AB’ye bebek adımlarıyla da olsa normatif düzeyde yaklaşılması, ekonomiye pozitif yansır; çünkü hukuk sistemini tesis ederseniz yatırımlar için de cazip bir ülke haline gelirsiniz,” diyor Saatçioğlu.
Gümrük Birliği revizyonu şart
TÜSİAD Genel Sekreteri ve Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı Bahadır Kaleağası ise, yeni Türkiye raporunun ve Türkiye’nin bu rapora verdiği yanıtın, her iki tarafın da acilen ve berrak bir diyalog içinde ortak zemin araması gerektiğine işaret ettiğini düşünüyor.
“Bu zemin bir an önce, tam üyelik süreci sorgulanmaksızın, mevcut gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi olmalı. Bugün AB dünya ekonomik coğrafyasında en önemli ortaklarından Türkiye ile çağdaş bir anlaşma sahibi değil,” diyor Kaleağası.
Euronews Türkçe’ye konuşan Kaleağası, Türkiye-AB arasında geçerli olan gümrük birliği anlaşmasının müzakere edildiği 1994-1995 yıllarında Dünya Ticaret Örgütü, uluslararası ekonomide Çin, Rusya ve Hindistan gibi aktörlerin, internet ve dijital ekonomi gibi bugünkü küresel ortamı belirleyen etkenlerin olmayışına dikkat çekiyor.
“Ayrıca bugün yeni nesil anlaşmaların kapsadığı hizmetler, kamu ihaleleri, anlaşmazlıkların çözümü, hukuk devleti ve yatırım ortamı gibi alanlar da yok. Zaman aşımına uğramakta olan bir anlaşma söz konusu,” diye ekliyor.
Türkiye ile AB’nin Gümrük Birliği kapsamında ticaret hacmi 2018 yılında 165 milyar dolar olmuştu. AB, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı olmayı sürdürüyor.
Ancak Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği halihazırda sadece sanayi ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsıyor.
Fasıllar donmuş halde
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden AB uzmanı Prof. Ayhan Kaya, Türkiye-AB ilişkilerinin göç, güvenlik, enerji, ticaret alanlarında devam etme beklentisinin raporda görüldüğünü, ancak demokrasi, hukuk devleti, güçlerin ayrılığı ilkesi ve insan hakları konularında ilerleme olmadıkça yeni fasılların açılmayacağının vurgulandığını söylüyor.
Euronews Türkçe’ye konuşan Kaya, “Dolayısıyla fasıllar bağlamında fiili anlamda bir donma hali var, ama Türkiye’nin stratejik öneminden ötürü partner olarak kalacağına işaret ediyor,” diyor.
“Weber” faktörü
Avrupa Birliği’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu’nda 1 Kasım itibariyle mevcut Başkan Jean-Claude Juncker’in yerine geçecek isim konusunda Almanya ve Fransa arasında halen uzlaşma sağlanabilmiş değil.
Ancak, Almanya’nın desteklediği merkez-sağın adayı Manfred Weber’in Avrupa Komisyonu başkanı olması durumunda Türkiye’ye karşı tutumu belirleyici olacak. Weber, daha önceki açıklamalarında “Türkiye’nin hiçbir zaman AB üyesi olamayacağını” vurgulamıştı.