AKIL FİKİR YAZISI * “TÜRKLER için KUTEYBE; Yahudiler için HİTLER neyse O’DUR” ve BİR ANADOLU FİLOZOFU BİLGE EREN / AVUKAT HAYRİ BALTA

Naci Kaptan / 04.03.2019

Değerli arkadaşımız Tuncay Erciyes Türk’lerin kılıç zoruyla ve katledilerek nasıl Müslüman yapıldığını ve DİNDE ZORLAMA OLUP OLMADIĞINI irdeleyen önemli bir makale yazarak paylaşmış. Okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir yazıdır .

Yazısında alıntı yapmış olduğu EREN BİLGE aslında 2015 yılında kaybettiğimiz Avukat Hayri Balta’dır . Yokluklarla savaşarak bilge bir Anadolu FİLOZOFU , değerli bir aydın olmuştur . kendisini bana yazmış olduğu bir mektupla öğrendim ve tanıdıkça saygım arttı. Hiç yüz yüze gelmesek de saygın bir yer edindi.

Değerli Tuncay Erciyes’in yazısını paylaşırken EREN BİLGE / HAYRİ BALTA‘yı siz okurlara tanıtmak benim için bir görevdir . Topraklarımızdan değerli bir aydın , filozof , çevresine aydınlığını ve insancıl güzelliğini saçan EREN BİLGE , rahmetli Yaşar Kemal’in dediği gibi  ” ATLARINA BİNEREK GİDEN GÜZEL İNSANLARDAN” Birisi oldu. BİLGE HAYRİ BALTA’yı saygıyla anarak önce bir seveninin sonra da kendi kaleminden yaşamını paylaşıyorum .

Din konusunda akılcı bilgiler edinmek isterseniz BİLGE HAYRİ BALTA’nın sayfalarını ziyaret ediniz ; http://www.tabularatalanayalanabalta.com/

BİLGE EREN HAYRİ BALTA

Gaziantep Milli Eğitim Müdürlüğünün temizlikçi kadrosunda yazman olarak işe başlar… Yazmanlığın üstesinden öyle bir gelir ki Hayri, daha işe girişinin ilk ayında dairede herkesin sevdiği biri olur çıkar. Ortaokuluna, sonra gece lisesine devam eder. Yüksek öğrenim görmek için başkente göçer. Hem çalış, hem oku, hem okut hem yaşa, hem yaşat. Böylece Balta ailenin reisi 49 yaşında Hukuk Fakültesini bitirerek avukat okur. Çocuklarına da yüksek öğrenim yaptırır.

O, ülkemin son filozofuydu. Dr. Emin Kılıç Kale’nin yazmanı, baş öğrencisiydi. Çırağı olarak girdiği hayat okulunda, kimse açık açık söylememiş olsa bile Genç Balta, ustasını açmış bir düşünürdü. Zaten ömrü de Emin Klıç Kale’ye kalkan olarak, yediği darbeleri sızlanmadan karşılamasından da belliydi böyle olacağı.

Mükemmel bir din bilginiydi. Kendisinin söylemiyle “dindarlar dinsiz, dinsizler dindar bellediler” hep onu. Oysa yeryüzüne gelmiş geçmiş tüm kutsal kitapları yeniden yazabilecek kadar iyi, çok iyi yetiştirmişti kendini.

Bu dünyadan bir Hayri Balta geldi, geçti. Hayri Balta’yla birlikte dostluk, barış, sevecenlik, dürüstlük de öldü, desem yeridir. Onsuz nasıl yaşayabilir insan, bilemiyorum. İyi ki çok yakından tanıyanlardan biri oldum onu.

AVUKAT HAYRİ BALTA’NIN KENDİ KALEMİNDEN YAŞAM ÖYKÜSÜ

1932 yılında Gaziantep’te doğdu. 10 yaşında iken annesi öldü. Babası, eşinin ölümüne dayanamayarak yaşama küstü.Çocukluğunun kış günlerini Gaziantep’in Tabakhane semtinde; yaz günlerini de Gaziantep’e yakın İbrahimli köyündeki bağlarında geçirdi.

Yaz günlerinin gecelerinde kayan gök taşlarını görünce “Tanrım! Ölen annemi geri gönder!” diye dileklerde bulundu…Dileklerinin yerine getirilmemesi üzerine sükut-u hayale uğradı ve Allah’ı aramaya başladı…

1945 yılında Gaziantep Lisesi Ortaokul 1. Sınıfa giderken yapılan bir temizlik yoklamasında Türkçe öğretmeni: “Gömleğin kirli, git değiştir gel!” deyince, çok da istediği halde, utancından bir daha okula gidemedi…Okula gidememesine karşın; okuma ve öğrenme tutkusu ile yanıp tutuştu. Okuyamamış olmasının eksikliğini; günlük gazeteleri, haftalık ve aylık dergilerle kitaplar okuyarak gidermeye çalıştı.

Okuldan koptuğu yıllarda geçimini dericilik, kilimcilik yaparak sağladı… Çalışmaktan artan boş zamanlarında futbol oynadı. Kendisi futbolu değil de futbol kendisini bıraktığı zaman futbol hakemlik kursuna bitirdi…Stajyer olarak yönettiği ilk maçta taraftarlarca geleneksel tezahürat yapılınca futbol hakemliğini bıraktı.

25 yaşında Gaziantepli tasavvufçu, tasavvuf müziği ustası olgun insan Dindar Filozof Dr. Emin Kılıç Kale’den; Ahlak, tasavvuf, yaşam ve müzik dersleri aldı… O toplulukta kimi zaman tef vurdu ve kimi zaman da ney (nay) üfledi. Bu toplulukta “fırınlara girip çıktı”, “ölmeden önce öldü”, “yeniden doğdu”. Bu topluluğa “ölü” olarak girdi “diri” olarak çıktı.

Dünya görüşü nedeniyle kavmiyetçi ve ümmetçi kişilerce hakaretlere ve iftiralara uğrayarak komünistlikten yargılandı.Yargılama sonunda mahkeme:

“Hayri Balta, Atatürkçü ve aydın bir kimse!” (Gaziantep Sorgu Hakimliği. E. 962. K. 127/16) diye karar verdi. Böylece Türkiye’de mahkeme kararı ile “Atatürkçü ve Aydın” sayılan bir kişi oldu.

Ne var ki aklanmasına karşın 10’a yakın işyerinden kovuldu. 10’a yakın ev değiştirmek ve sonunda Gaziantep’ten ayrılmak zorunda kaldı…1965 yılında, 33 yaşında iken, Gaziantep Lisesi Akşam Ortaokuluna başladı. 1969 yılında dört yıllık olan bu okulu sınıf ve okul birincisi olarak bitirdi.

Gaziantep Akşam Lisesi 1. Sınıfında okurken “Kavmiyetçi ve Ümmetçi” kişilerce rahat verilmemesi üzerine 11 Mart 1971’de Ankara’ya göçtü.Gaziantep’ten ayrıldıktan bir gün sonra 12 Mart 1971’de Ordu, yönetime el koydu. Böylece 12 Mart’ın hışmından kurtulmuş oldu. Eğer o tarihte Gaziantep’te olsaydı başına gelecek vardı…

Ankara’ya gelir gelmez Anafartalar Akşam Lisesi 1. sınıfına kaydını yaptırdı ve Genel-İş Genel Merkezi Hukuk Bürosunda yazman, bir süre sonra da muhasebe bölümünde muhasebeci ve daktilo olarak çalıştıktan sonra muhasebe şefliğine getirildi.

Gündüzleri çalıştı, akşamları okula gitti. 4 yıllık Anafartalar Akşam lisesini bitirdikten sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Akşam Türkçe Bölümüne kaydını yaptırarak derslere gidip gelmeye başladı. 15 gün sonra yaşının geçmiş olduğu gerekçesiyle okuldan kaydı silindi.

Bunun üzerine yılmadı bir yıl da üniversite sınavlarına çalıştıktan sonra 1974’te Ankara Hukuk Fakültesine girmeyi başardı ve hem çalışıp hem okuyarak 1979 yılında Hukuk Fakültesini bitirdi ve bir yıl da staj gördükten sonra 1980 yılında (48 yaşında) avukatlığa başladı.

Hukuk Fakültesi öğrencisi iken, 27 Mart l977’de, ölüm döşeğindeki babaannesini görmek için gittiği Gaziantep’te, gece yarısı evinin önünde, faşistlerce kurşunlandı… Sağ göğsünden giren kurşun akciğerinin üst lobunu delerek kürek kemiğinden çıktı. 15 gün ağzından kan geldikten sonra “hayatî tehlikeyi” atlatarak yeniden yaşama döndü. Hâlâ zaman zaman kurşun yarasının acısını hisseder ve düşlerinde yakın mesafeden ateş edilen tabanca sesi ile uyanır…

Avukatlık yaptığı sırada Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucularından oldu.
İlk iki Yönetim Kurulunda Genel Sekreter yardımcısı olarak görevli iken 11 Mart 1991 tarihinde ağır bir kalp krizi geçirince kalbinin % 70’i çalışamaz bir duruma geldi. ADD’deki görevinden ayrıldı ve doktorların sözü üzerine avukatlığı bıraktı. O günden bu güne değin de evinde yazarlık yapmaktadır… Yaşamı boyunca emeğinden başka geliri olmadığı için eşi ve dört çocuğu ile geçim zorluğu çekti. Ankara’da iki kışı, ailesi ile birlikte, odunsuz, kömürsüz, elektrik sobası ile geçirdi…

65 yaşına kadar yoksul olarak yaşadıktan sonra babaannesinden kendisine kalan trilyonlar değerindeki taşınmazları, kendisine yeteri kadarını ayırdıktan sonra, dört kızına bıraktı…

Yaşamı boyunca, hastalığında bile, bir Aydınlanmacı olarak düşünce özgürlüğünü, Laikliği ve Cumhuriyetin kazanımlarını korumaya çalışmıştır. Laikliği savunmak için birçok dava açmış ve bu davalardan birinin sonucunda da ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ kurulmuştur.

Gaziantep yerel gazetelerinin, bir ikisi dışında, hemen hemen hepsine günlük yazı verdi. Kimisi kapandığı için, kimisinden de, bir süre sonra, yazılarına yer verilmediği için, ayrıldı.

Ankara’da ise Barış ve Ulus gazetelerinde ve kimi dergilerde yazdı. Bu günkü tarih itibariyle basılmış 32 kitabı vardır. Bu kitaplar parasız dağıtılmaktadır… (Kitapların listesi aşağıdadır…)

2000 yılından beri www.tabularatalanayalanabalta.com
adresli Sitesinde aydınlanma savaşı vermektedir…

Düşünce ve inanışlarından ötürü hakaretlere, küfürlere ve tehditlere karşın; bireyciliğe karşı toplumculuğu, dine karşı bilimi, şeriata karşı cumhuriyeti, teokrasiye karşı Laikliği, vahye karşı aklı, yaratılış teorisine karşı evrim teorisini, ruhçuluğa karşı maddeciliği savunmuştur…

Ne var ki çok az kişi tarafından anlaşılabilmiştir. Şimdi bile dinciler tarafından dinsiz; dinsizler tarafından da dinci sayılır…

Av. Hayri Balta, 19.11.2014

Tuncay Erciyes
3.03.2019

TÜRKLER için KUTEYBE;
Yahudiler için HİTLER neyse O’DUR

Sevgili Dostlarım,

Şu lafa bir bakın: “ARAPLAR TÜRKLERİ KILIÇ ZORUYLA MÜSLÜMAN yaptılar, İYİ de ETTİLER”

Murat Bardakçı’nın konuğu olan iki Profesör aynen böyle söylüyor! Videosu: https://twitter.com/bilimveakil/status/1100719378176376832?s=03

Tarihçi Doç. Fatih Şeker: “ARAP komutan KUTEYBE TÜRKLERİ KESMEKLE İYİ ETTİ. Kuteybe’nin demir yumruğu olmasaydı Türkler müslüman olmazdı. MÜSLÜMANLIĞIMIZI EMEVİLERE BORÇLUYUZ”

Tarihçi Prof. Erhan AFYONCU: “Kuteybe TÜRK KATLİAMI YAPTI ama İSLAMI da getirdi!”

Ben de bu zatı muhteremlere diyorum ki;
HİTLER Yahudiler için neyse, TÜRKLER için KUTEYBE O’DUR

Niçin bu kanaatte olduğum , aşağıda sunduğum Prof. Afet İnan’ın derlediği “ATATÜRK’ÜN EL YAZMALARI” ve Eren Bilgenin yazdığı, “DİNDE ZORLAMA YOK MU” başlıklı makale okunduğunda kolayca anlaşılacaktır.Arapçılar şunu iyi bilsin ki TÜRKLER İSLAMİYET ve HALİFELİK sayesinde yükselmiş, millet olmuş bir kavim değildir. TÜRKLÜK ve Türk Kültürü sadece İslamiyetten degil tüm İBRAHİMİ dinlerden önce de vardı.

Prof. Afet İnan’ın derlediği ATATÜRK’ÜN EL YAZMALARINDA bu gerçek şöyle anlatılmıştır:

“TÜRKLER Arapların dinini kabul etmeden evvel de BÜYÜK bir MİLLET idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilâkis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammedin kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir ARAP MİLLİYETİ siyasetine müncer OLUYORDU. Bu Arap fikri, ÜMMET kelimesi ile ifade olundu.

MUHAMMEDİN DİNİNİ kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar.

Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanlarında değil, Allahın Arap kavmine gönderdiği ARAPÇA kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti.

Bu vaziyet karşısında TÜRK MİLLETİ birçok asırlar, ne yaptığını bilmeksizin, adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuranı ezberlemekten beyni sulanmış, HAFIZ LARA döndü. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla, ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan DİNİ, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa’da Allah kelimesinin ilâhî parolası altında HRİSTİYAN milliyetleriylerine ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar ne de onlarla birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar.

Mısırda, belirsiz bir adamı HALİFEDİR diye yok ettiler, HIRKASIDIR diye bir palaspareyi, HİLAFET alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, HALİFE OLDULAR. Gâh şarka, cenuba, gâh garb veya her tarafa birden saldıra saldıra, TÜRK MİLLETİNİ Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlarını, BENLİĞİNİ UNUTTURACAK Allah’la mutevekkil kılacak derin bir GAFLET ve yorgunluk beşiğinde UYUTTULAR. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet vermeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete ÖLDÜKTEN SONRA ahirette kavuşacağını vat ve temin eden dini akide ve dini his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mani olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden dini hissi; dünyanın acısı duyulan tokatıyla derhal, Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, DAVETLİLERİ TÜRK DÜŞMANLARI olan Arap çöllerine gitti.

TÜRK VİCDANI umumisi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle, büyük heyecanlarla çarpıyordu.

Ne oldu?

TÜRKÜN MİLLİ HİSSİ, artık ocağında ateşlenmişti. Artık TÜRK, cenneti değil, eski, hakiki büyük TÜRK CEDLERİNİN mukaddes miraslarının son TÜRK ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra…“

Mustafa Kemal ATATÜRK
Kaynak: MEDENİ BİLGİLER ve ATATÜRKÜN EL YAZMALARI, Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365

Resmi tarihimiz iki mağlubiyetimizi gizler:

– Biri Turklerin çesitli hileler uygulayan Araplara yenilip ZORLA MÜSLÜMAN yapılışları,

– digeri 1.DÜNYA SAVAŞINDA Canakkale cephesi hariç YENİLDİGİMİZDİR. Ki bu yenilgide MÜSLÜMAN ARAPLARIN Islam aleminin Halifesine ihanetlerinin önemli bir payı vardır. Örneğin, EKMEL Efendi’nin kitabında övdüğü Islam konferansı örgütünün kurucusu, Hacı Emin El HÜSEYNİ 1. Dünya savaşında OSMANLI subayıyken, İNGİLİZLERİN safına gecmis bir haindir. 2.Dünya savaşında ise ALMANLARIN safında HİTLER’iN HİZMETİNDEDİR. Sovyet Rusyadaki Müslümanları kandırıp Alman ordusuna asker yapma gorevini ifa etmiştir. Hitler’in yenilmesinden sonra AMERİKAN AJANLIĞINA geçmiştir. ABD, bu kişiye ISLAM KONFERANSI ÖRGÜTÜNÜ KURDURMUŞTUR.

Ne tesadüf ise, dışta ABD kuklası İslam Konferansı örgütün kurulduğu 1969 yılında CKMP’nin (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin) TÜRKÇÜLÜK olan ideolojisi TÜRKEŞ tarafından TURK-İSLAM SENTEZİNE dönüştürülmüş, Türkçü Nihal Atsız ve arkadaşları tasfiye edilerek partinin adı MHP yapılmıştır. Soner Yalçın’ın 23 Şubat 2008 tarihli “MHP’NİN in 40 YILDIR dır BİTMEYEN DERDİ” başlıklı MHP’nin tarihini anlattığı makalesinde ayrıntılı bilgi mevcuttur.

DİNDE ZORLAMA YOK MU?
Eren Bilge

Gelin önce İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ 8. SINIF. MEB Yayınlarından. Komisyon, Birinci Basım 2002, S. 93’teki şu satırları birlikte OKUYALIM:

*
Bölüm 5. DİNDE ZORLAMA YOKTUR

Din; insan yaşamına anlam kazandırır, ona yol gösterir. İnsanı her zaman iyi, güzel ve doğru olana yönlendirir.Din duygusu, insanın doğasında vardır.DİN insanlara DOĞRUYU ve YANLIŞI GÖSTERMİŞ; fakat, hiçbir zaman onları inanma konusunda ZORLAMAMIŞTIR. Bu durum KURANI ­ KERİM’DE şöyle dile getirilir:

“DİNDE ZORLAMA YOKTUR. Doğruluk ve eğrilik birbirin­den ayrılmıştır…” (K. 2/256)

“Hak Rabb’inizdendir. Öyleyse DİLEYEN İMAN ETSİN, DİLEYEN İNKÂR ETSİN.” (K. 18/29)

Yüce Allah, Peygamberimize de dinde zorlama yapmamasını öğütlemiş şöyle buyurmuştur:

“Resule düşen (vazife) ancak DUYURMAKTIR.” (K. 5/99)

“O hâlde Resulüm, öğüt ver. Çünkü SEN ANCAK ÖĞÜT VERİCİSİN. ONLAR ÜZERİNDE BİR ZORBA DEĞİLSİN.” (K. 88/21-22)

“Eğer RABB’İN DİLESEYDİ, yeryüzündekilerin HEPSİ elbette İMAN EDERDİ. O hâlde sen inanmaları için İNSANLARI ZORLAYACAK MISIN?” (K. 10/99)

Peygamberimiz yaşamının hiçbir döneminde insanlara karşı zor kullanmamış­tır.
Mekke fethedildiği ve insanların telâş içinde olduğu bir zamanda o, Mekkelilere şöyle seslenmiştir:

“Bugün artık hiçbir şekilde horgörülmeyeceksiniz. Haydi şimdi dağılın. Hepiniz hür ve serbestsiniz.”(Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, C, I, s. 68.)

ÖYLE Mİ, GERÇEKTEN DİNDE ZORLAMA YOK MU?

Peki, öyleyse AŞAĞIDAKİ şu AYETLERE NE DİYECEĞİZ?..

“Fitne kalmayıp, yalnız ALLAH’IN DİNİ ortada kalana kadar onlarla SAVAŞIN. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”(K. 2/193)

“ALLAH YOLUNDA HİCRET etmedikçe onlardan DOST EDİNMEYİN. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN. Onlardan DOST ve YARDIMCI EDİNMEYİN.” (K. 4/89)

“RABBİN meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben, İNKÂR EDENLERİN kalplerine korku salacağım, artık ONLARIN BOYUNLARINI VURUN, PARMAKLARINI DOĞRAYIN’ dedi.” (K. 8/12)

“Fitne kalmayıp, yalnız ALLAH’IN DİNİ kalana kadar onlarla SAVAŞIN. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.”(K. 8/39)

“Hürmetli aylar çıkınca, PUTA TAPANLARI bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN; onları YAKALAYIP HAPSEDİN; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer TÖVBE eder, namaz kılar ve ZEKÂT verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.”(K. 9/5)

“Savaşta İNKAR edenlerle karşılaştığınızda BOYUNLARINI VURUN; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları ESİR ALIN; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da FİDYE ile salıverin…”(K. 47/4)

“Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar SAVAŞMAYA çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız SİZİ CAN YAKAN BİR AZABA UĞRATIR.” (K.48/16)

+
Bu ayetleri okuduktan sonra, “İslam’da, Kuran’da zorlama yok” DEMEK MÜMKÜN MÜ?

Dinde zorlama olmasa şeriatla yönetilen ülkelerde “İYİLİĞİ TEŞVİK ve KÖTÜLÜĞÜ MEN KOMİTELERİ’ olur muydu?

Yine bunun yanında İran’da ve Suudi Arabistan’da görev yapan “DİN POLİSLERİ”ne ne diyeceğiz?..

Daha dün Mersin’de kadınlarımızın, kızlarımızın bacağına yanıcı madde (ASİT) sıkılmıştır şırınga ile: “Niçin açık geziyorsunuz!” diye.

Bütün bunların kaynağı “İYİLİĞİ TEŞVİK, KÖTÜLÜĞÜN MEN” anlayışıdır.

Bu konuyu tarihten bir örnekle bitirmek istiyorum.

Peki İslam’da zorlama yok ta Atalarımız, TÜRKLER, hangi amaçla 670-740 tarihleri arasında 70 yıl kılıçtan geçirilmiştir?

Aşağıdaki satırlara dikkatinizi çekerim:
**
“Kahraman TÜRK GENÇLERİNİN ayrı ayrı elleri ayakları bağlanmıştı. Şehrin kenarında bir değirmen vardı. (12.000) masumu o değirmen arkının kenarına karşılıklı dizdikten sonra boğazları arkın kenarına gelmek suretiyle boylu boyunca da yatırılmışlardı. Elleri kanlı cellâtlar, emrin yerine getirilmesi için bir işaret bekliyorlardı.

Beklenen işaret verilmişti. Her biri analarının kucağında naz ve sevginin en ince duygularıyla büyütülen TÜRK KAHRAMANLARI alçak bir maksat uğrunda BOĞAZLANMIŞLAR ve bin minnet karşılığı taşıdıkları çileli canlarını sahibine geri verip dertli dünyadan kurtulmuşlardı. Birdenbire fışkıran kandan koca ark kıpkırmızı olmuştu. Arkın kaynağı Türkün sanki şah damarıydı. Bu kızıl sel, değirmeni döndürmüş, öğütülen undan ekmek pişirilmiş, YEZİT bin MUHALLEP en son kanlı ekmeği yiyerek, andını yerine getirmişti. Kalktı NAMAZ kıldı. Tanrısına şükretti.

Törenin bitimini müteakip elde yedek bulundurdukları dört bin kılıç artığı vardı ki çoğunu çoluk çocuk ve ihtiyarlar teşkil ediyordu. Üstelik sayıya gelmez talan malı da ellerinde saklıydı. O kadar çoktu ki hiçbir savaşta misline tesadüf edilmemişti.”

(İslâmlık –Türklük. Dr. Sabri Gündüz. İst. Kenan Basımevi. 143. s. 136-137.

Ayrıca bakınız: Ziya Kitapçı, İslam Tarihi ve Türkler. Taberi Tarihi)

**
Daha bunun gibi binlerce olay var kitaplarda. Binlerce Türk’ün malına mülküne el konulmuş; kadını, kızı, erkeği köle ve CARİYE olarak pazarlarda satılmış, 42 kilometre uzunluğundaki yol kenarlarında karşılıklı kurulan darağaçlarında on binlerce TÜRK GENCİ ASILMIŞTIR.

ATALARI bu şekilde katledilenlerin TORUNLARI bundan hiç RAHATSIZ OLMAMAKTADIR?..

NE ZAMANA DEĞİN SÜRECEK BU ARAP HAYRANLIĞI?

Merak etmeyin; nasıl olsa, başta ATATÜRK olmak üzere atalarımızın ruhu bunlardan HESAP SORACAKTIR.Beni üzen başta İLAHİYATÇILARIMIZ olmak üzere yarım akıllı aydınlarımızın halâ ve halâ,

“DİNDE ZORLAMA YOKTUR” diye, HALKIMIZA YALAN SÖYLEMESİDİR.

Devam devam iyi gidiyor YALANLAR.
Kız çocuklarının başına takılsın TÜRBANLAR…
Gün gelir TÜRK ULUSU GERÇEĞİ ANLAR…

Eren Bilge
18.02.2008


Görüleceği üzere, İSLAM DİNİ sadece insanların vicdanına yönelik, ALLAH İLE KUL arasındaki iliskileri düzenleyen bir din degildir.

Aynı zamanda İNSAN-İNSAN ve İNSAN-DEVLET arasındaki iliskileri düzenleyen yani, bir DEVLET ve DÜNYA YÖNETME DÜZENİ kurmayı hedef edinmiş bir dindir.

(HIRİSTİYANLIK da AYNIDIR. HAÇLI seferleri ve ENGİZİSYON mahkemeleri, CADI AVI ve İNSAN YAKMALAR unutulmamalidir. Ancak Hristiyanlar REFORM hareketi ile Din adamlarının Tanrı adına toplumu yönetmesini engellemişlerdir.)

KURAN, bırakın PUTPEREST ve Ateistlere hoşgörü göstermeyi, “KİTAP EHLİ” olarak tanımladığı Yahudi ve Hıristiyanların dahi BEDAVA olarak dinlerinde kalmalarına izin vermez.

Kur’an âyetleri YAHUDİ ve HIRİSTİYANLARIN, sadece ve sadece CİZYE denen KELLE, hayatta kalma vergisi ödemeleri koşuluyla, canlarını bağışlar. Yani Araplar ve OSMANLININ diger KİTABİ dinlere hoşgörüsü BEDAVA DEGİLDİR.

Dahası eğer AYNI MEZHEPTEN degilsen Müslüman olman da seni kurtarmaz. OSMANLI devrinde yapılan ALEVİ KATLİAMLARI ve şu an İŞİD’İN, Irak’taki TÜRKLERİ ÖLDÜRMESİ bu sebepledir.

CİZYE, “KARŞILIK” DEMEKTIR. Kaynağını Kuran-ı Kerim’in Tevbe(9) suresinin 29. ayetinden alır.

Diyanet İşleri Meali Tevbe 29 ayeti:

“KENDİLERİNE KİTAP VERİLENLERDEN (Hırıstiyan ve Yahudilerden) ALLAH’A ve ahiret gününe İMAN ETMEYEN, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İSLÂM’I DİN EDİNMEYEN kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle CİZYEYİ VERİNCEYE KADAR SAVAŞIN”

Bu Kur’an ayetinden de anlaşılacağı üzere CİZYE, Hz Muhammed zamanından beri, can bağışlanması yani ÖLDÜRÜLMEME KARŞILIĞINDA alınan PARADIR.

Ayrıca, “Ben ŞERİATA UYGUN yani, ALLAH namına, Allah’ın emirlerine göre, KURAN’A göre DEVLET YÖNETECEĞİM” derseniz; kadını erkekle eşit görmeyi bırakmak, tek kadının şahitliğini geçersiz saymak, hırsızın elini kesmek ve IŞİD gibi, CİZYE ödemeyen HRİSTİYANLARI ve Yahudileri ÖLDÜRMEK ZORUNDASINIZ.

Diger dinlerin mensupları ise KAFİR kabul edildikleri için Cizye ödeyerek dahi canlarını kurtaramazlar. Ya Müslüman olacaklardır ya da öldürüleceklerdir. Arapların Müslüman olmayı kabul etmeyen Türkleri, CAN BAGIŞLAMA SÖZÜYLE esir almalarına ragmen ÖLDÜRMELERİ, Türklerin inandığı GÖK TENGRİ(TANRI) dininin kitabi dinlerden olmayışı, PUTPEREST sayılmaları ve onlara verilen sözlerin bağlayıcı sayılmaması, tutulma mecburiyeti getirmemesindendir.

Özetle,

İSLAM, Hacı Bektaş’ı, Mevlana’yı ve Yunus’u okuyarak müslümanlığı öğrendiğini zannedenlerin sandığı gibi, sadece ALLAH SEVGİSİNİ geliştirmeyi amaçlayan bir din olmayıp, nasihatle ve/veya zorla DÜNYA DÜZENİ kurmayı, dünyanın YONETİMİNİ ELE GEÇİRMEYİ AMAÇLAYAN bir DİNDİR..

ZEKERİYA KİTAPÇI isimli, sözde Türk Tarihçi zat, Arap Taberi Tarihinden aktararak bu konuya ilişkin yazmış olduğu kitaplarında bu vahşeti ballandırarak anlatırken; Arapları değil de onlara direnen TÜRKLERİ ELEŞTİRMİŞ; “Kendilerine sunulan GÜZEL DİNİ KABUL ETMEYİP KARŞI KOYUYORLAR” demiştir!!..

Bu savaşların geçmiş olduğu 7-9.YÜZYILLARA, Tarihimizi yazan hiçbir kitapta değinilmemiş, TÜRKLERİN BİRDEN bire hidayet aşkıyla MÜSLÜMAN oldukları YALANINA inandırılmıştır halkımız. Ve bu alçak KUTEYBE biz TÜRKLER İÇİN DE MÜBAREK bir İSLAM KOMUTANI olarak belletilmiştir.

Ne demeli, Tarihini bu denli bilmeyen bir millet daha yoktur.

Sevgilerimle.
Tuncay Erciyes

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI, DİN-İNANÇ, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *