Mine Söğüt
minesogut@gmail.com
25 Ocak 2019 Cuma
Uğur Mumcu boşuna öldürülmedi ama boşuna öldü
Dün bu ülkenin en aydınlık gazetecilerinden Uğur Mumcu’nun karanlık bir suikastla öldürülüşünün yirmi altıncı yıldönümüydü. Çeyrek asır önce terör egemenlerince susturulmaya çalışılan bir aydının ölümünün ardından yirmi altıncı kez anmalar yapıldı.
Yirmi altıncı kez ona ait konuşmalar, yazılar ortalıkta dönüp durdu.
Tüm bunlar bize Uğur Mumcu’nun bir ocak ayında Ankara’da bombalı bir suikastla öldürüldüğünü yirmi altıncı kez hatırlattı. Ama, onun öldürülmesinin ardından, bu halkın hayatına, değerlerine, özürlüğüne, bağımsızlığına daha sıkı sarılacağı yerde;
Nasıl olup da sahip olduklarından ödün verdiğini, değerlerinden vazgeçtiğini ve göz göre göre bu noktaya vardığını anlatamadı.Suikastçıların bir aydını öldürerek varmayı hayal ettikleri noktaya gerçekten varabilmiş olmalarının utancıyla…
Şimdi oturun bilgisayarın başına, o yazıların hepsini tek tek yeniden açıp okuyun. Mumcu’nun katıldığı panelleri, söyleşileri tekrar tekrar dinleyin. Görüntülere, fotoğraflara uzun uzun bakın. Öldürülmüş bir gazeteci bize hayattayken neler anlatmış?
Ve bir gazetecinin önce anlattıklarından sonra da öldürülmesinden, bu ülke ne anlamış?
Bugün başımıza gelenleri anlamakta zorlanıyorsak, bunda, başımıza gelenlerden zamanında çıkarmadığımız anlamların ve varmadığımız sonuçların payı büyük. Okuduğunuz şu gazetenin o suikast haberini verirken attığı manşeti hatırlayın.
“Susturamazlar!”
Önce, bu başlığın 1993 yılında ne anlama geldiğini düşünün.
Sonra da bugün, 2019 yılında ne anlama geldiğini düşünün.
Susmak ve konuşmak o zaman ne demekti, şimdi ne demek?
O zamanlar konuşabildiklerimiz nelerdi?
Bugün konuşamadıklarımız neler?
Aradan geçen yirmi altı yılda nasıl alaşağı edildi en temel özgürlükler ve o güzel hayaller?
Uğur Mumcu’nun işaret ettiği tüm tehlikelerin birer birer gerçekleştiğine şahit olduğunuz şu yarım asrın iklimi bu ülkeyi kendi gerçeklerine kör etti. O karanlıkta katiller de niyetleriyle birlikte ilerleyebildikleri kadar ilerledi. Ankara’da o ocak ayında arabasına konulan bir bombayla öldürülen aslında sadece Uğur Mumcu değil, koca bir ülkeydi.
Onun deşifre ettiği ilişkilerin beslediği kahramanlarla baş başa bir yarım asır geçiren ve içine kapana kapana totaliter bir rejimin kucağında acı çeken şu ülkede, Uğur Mumcu’yu anmak değil “gerçekten” anlamak gerekir. Onun ve öldürülen tüm diğer gazetecilerin, aydınların ortak özelliği susmamalarıdır. Tüm tehditlere, tüm saldırılara, tüm engellemelere rağmen doğru bildiklerini söylemekte inat etmeleridir.
Şu aradan geçen yirmi altı yılı…Gözlerimizi ve kalbimizi gerçeklere kapalı geçirdik.
Başımıza gelenlerden almamız gereken dersi almadık.Sosyal adaleti ve bağımsızlığı savunan ideolojilerin karalanmasına göz yumduk. Susturulduk. Ve sustuk.
Bu sayede yirmi altı yıl önce Uğur Mumcu’yu öldürenler bugün emellerine eriştiler.
O yüzden bilin ki Uğur Mumcu boşuna öldürülmedi. Ama boşuna öldü.
Yazıya YORUM
Kemal Rastgeldi
26.01.2019
Sadece Uğur Mumcu’nun değil, üç beş yıllık bir zaman dilimi içinde peş peşe öldürülen tüm demokrasi şehitlerinin ölüm fermanı aslında 12 Eylül askeri darbesi ile imzalanmıştı demek yanlış olmaz. Darbe öncesinde ülke sağcılar ve solcular olarak ikiye bölünmüştü ve yoğun anarşi ortamında her gün öğrenciler, emekçiler, ülkücüler öldürülmekteydi.
Amerika’nın da baskı ve yönlendirmesiyle Kenan Evren solcuları ezerek sağcıların, dincilerin önünü açtı. Orantısız şekilde İmam Hatip Okulları, Kuran Kursları açıldı. Demokrasi şehitleri olarak andığımız yurtsever, yürekli aydınlar irticaya, siyasi islama karşı direnmeyi, halkı uyarmayı görev bildiler. İran İslam devriminden etkilenen yerli dinciler de aydınlarımızı susturmayı görev bildiler ve o denli başarılı oldular ki, 2002 yılında iktidarı ele geçiren dinci parti azgınlaşarak saltanatını sürdürebilmektedir.
Üstelik partinin başındaki imam zamanla tüm yetkileri ele geçirmiş olarak bir “tek adam” hegemonyası (diktatörlüğü) kurabilmiştir. Sonuca baktığımızda, başta Uğur Mumcu, Türkan Saylan gibi değerli, özverili, gerçek aydınlarımızın fedakarlıkları, uyarıları, çığlıkları gereken uyanışı, direnişi tetikleyememiştir diyebiliriz. Öldürülenler gerçekten boşuna mı öldü, yoksa onları ve başta yüce Atatürkü örnek alarak yeni bir siyasi mücadeleye kendini hazırlayanlar da var mıdır?