Yılmaz ÖZDİL
13 Kasım 2018
Bu diyanet işleri başkanına karşı
Anadolu fetvası verilmesi lazım
Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasını, şeyhülislam Dürrizade Abdullah yayınladı. Sadece üç ay 25 gün şeyhülislamlık yaptı, bu kısacık süre içinde hem idam fetvası çıkararak, hem Sevr anlaşmasına onay vererek, vatana ihanette sürat rekoru kırdı! Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca, bu alçak şeyhülislam Yunanistan’a kaçtı, Rodos’a geçti, Yunanistan devleti bu vatan hainine yüz vermedi, Mekke’ye gitti, Hicaz kralı Şerif Hüseyin’e sığınmak zorunda kaldı, Cumhuriyet ilan edildi, bu alçak şeyhülislam kahrından öldü.
Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasını, bir önceki şeyhülislam Mustafa Sabri kaleme almıştı. Sarıklı İngiliz finosuydu, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularındandı, Anadolu’daki direnişi kırmak için İngilizler tarafından icat edilen İslam Teali Cemiyeti’nin kurucularındandı. Bu süzme vatan haini, Kuvayi Milliye’den nefret ediyordu, “kudurmuş haydutlar” diyordu. “Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti kahpedir” diyordu. “Yunan ordusu halifenin ordusudur, asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara’dadır” diyordu.
Kuvayi Milliye’nin yanında saf tutan Denizli, Isparta, Uşak, Antalya, Sinop müftülerini görevden azletti, Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat için idam fermanı çıkarttı. İzmir’deki Yunan Yüksek Komiserliği’ne teklifte bulundu, “Mustafa Kemal’in pençesinden kurtulmak için Batı Anadolu’da sizin kontrolünüzde özerk hükümet kuralım” dedi, Atina’ya iletildi, Yunan başbakanı Gunaris teklifi inceledi, “kendi milletini satan bu tür hainlere ihtiyacımız yok” dedi, reddetti.
Bu haysiyetsiz yobaz, Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca, İngiliz gemisiyle kaçtı, Yunanistan’a sığındı. Atina’da “Yarın” adıyla gazete çıkardı. O gazeteye 1927 senesinde “Allah’ın huzurunda Türklükten istifa ediyorum, tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme, beni Türk milletinden addetme” diye makale yazdı. “Elimden gelse bütün Türkleri Arap yaparım, bunların vaktiyle Araplaşmadığına eseflenirim” diye yazdı. Hilafetin yeniden kurulması için Papa’ya mektup gönderdi, İslamiyet adına Vatikan’dan yardım istedi. Yunanistan bu şerefsizi kovdu, Suudi Arabistan’a geçti, en son Mısır’a yerleşti.
Bu vatan haini şeyhülislamlar “Mustafa Kemal hakkında idam fetvası” verirken, işgal altındaki topraklarımızda neler oluyordu?
Bizzat Yunan gazeteci Tasos Kostopulos kitap haline getirdi…
“Uşak yakınlarındaki köyde Türk kadınları, çocuklar ve yaşlılar camiye kapanmıştı. Bizim askerler arasındaki reziller etraftan ot topladılar, sonra da toplanan otları yakıp caminin penceresinden içeri attılar. İnsanlar dumandan dışarı koşuştular. O zaman da bizim reziller kadın ve çocuklara atış talim tahtasıymış gibi ateş etmeye başladılar.”
“Eve girdim. Ölü bir Türk ihtiyarın cesedi üzerinden geçtim. İçerden sesler geliyordu. 10 kadar askerimiz bir Türk kızının eteklerini kaldırmışlar, zorla dansettiriyorlardı. Beni görünce ‘gel sen de mezeden tat’ dediler. ‘Ayıp’ dedim. Türk kızı yanıma koştu, ayaklarıma kapanarak yardım istedi. Askerlere yalvardım, kadındır yapmayın dedim. Biri süngüsünü çıkarıp bana yöneldi. Kaçmak zorunda kaldım. Kızın çığlıklarını unutamadım.”
“Ayrıldığımız her yeri yakıyoruz. Dehşet verici bir manzara. Verilen emir açıktı. Neyi taşıyamıyorsanız yakın… Onca köyde yaşlılar, hastalar, sakatlar, çocuklar ne yaptı, meçhul.”
“Köye girdik. Kızlara ailelerinin gözü önünde tecavüz edildi. Askerlerimiz o gece yağmaladıkları ipek yorganlarda yattılar.”
“Türkler korkudan ailelerini geceleri mezarlıklarda saklıyorlardı. İki askerin tecavüz etmeye çalıştığı kızı kurtardım. Annesi koşarak ellerimi öpmeye başladı. Az ilerde diğer iki kızı cansız yatıyordu.”
“Birden kendimi yaşlı adamın karşısında buldum. Yapabileceğim bütün iyilik, onu bir an önce ve birden öldürmekti. Bazıları çok acı çekiyordu, boğazlanan danalar gibi debelenirken… Köy ateşe verildi.”
Başka neler oluyordu?
Fransız kadın gazeteci Berthe Gaulis dehşet gözlemlerini şöyle aktardı…
“Yunan geri çekilmesinin kurbanı Söğüt’teyim. Bursa’ya çok yakın. Harabe haline gelmiş. Savaşı kaybedip geri çekilmeye başladıklarında, böyle işler için özel olarak yetiştirilmiş artçı taburları tarafından yakılıp, tahrip edilmiş. Önemli miktarda dinamit, yangın bombası ve patlayıcı kartuşlar kullanmışlar.”
“Savaş esiri yunan subayları, bu tahribatın İngiliz subaylarının nezaret ve direktifi altında yapıldığını söylediler. Kasabanın eşrafı da bu işin İngilizlerin nezaretinde yapıldığını anlattılar.”
“Yıkıntıların altında insanların cesetleri kalmış. Bu cesetlerden o kadar tahammül edilmez bir koku havaya karışmakta ki, savaş alanı bunun yanında hiç kalır.”
“Akşamın alacakaranlığı çöktü. Yanmış evlerin üzerinde tüneyen baykuşların sesleri duyuluyor. Ağaçlar kömür haline gelmiş.”
“Camilerin hepsi yıkılmış.”
“Maddi zarar çok büyük, Yunanlar her şeyi götürmüşler. Fakat yağmalanan dükkanlardan daha kötüsü, evler yakılmış ve kadınlara, ihtiyarlara ve çocuklara hakaret edilmiş. Bunlar Aydın’da yapılanların aynısı.”
“Ertuğrul Gazi’nin türbesindeyim. Müslümanların en kutsal ziyaret yerlerinden biri… Çeşitli biçimde kirletilmiş, tahrip edilmiş. Türbenin kapısı ile içindeki granit lahitin kapağı açılmış.”
“Bilecik’te büyük facialar olmuş. Buraların ahalisinden sağ kalanlar büyük bunalım içinde. Tecavüze uğramamış genç kız veya kadın kalmamış. Bilecik, Pompei gibi. Her yer kül, is ve kurum içinde.”
Vatan haini kukla şeyhülislamlar, Mustafa Kemal hakkında idam fetvası verirken, işgal altındaki vatanımızda işte bunlar oluyordu.
Hal böyleyken… Tımarhanede yatan, Almanya’ya sığınan, İngiltere’den siyasi iltica talebinde bulunan, sapık Rıza Nur’un sapık kitabını yayınlayan, kafasında fesle dolaşan herif… “Çanakkale savaşı önemli bir savaş değildir” diyor, Mehmet Akif Ersoy için “serserinin teki” diyor, “10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe kenefe gidin” diyor, “Mustafa Kemal’in verdiği zararı Yunan vermezdi” diyor, “keşke Yunan galip gelseydi” diyor.
Atatürk’ü hutbelerden çıkaran diyanet işleri başkanı, resmi kıyafetiyle giderek, sadece bu meczubu ziyaret etmiş olmadı…Mustafa Sabri’den Dürrizade’ye, Ertuğrul Gazi türbesinin kirletilmesinden Anadolu kadınının namusuna el uzatılmasına kadar yaşananları da silsile halinde ve resmen “onore” etmiş oldu!