Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN
01 Eylül 2018
En büyük kutlu gün!…
Ulus bilincimizi kuşatma mücadelesinin içten dıştan çoğaltıldığı bir süreçten geçerken, 30 Ağustos, ulus olarak vefa duygumuzu tüm kuşatmalara karşın kaybetmediğimizi görebilmemizi sağladı. Tıpkı diğer ulusal bayramlarımızda olduğu gibi, birbirimize ilettiğimiz mesajlar, sadece birliktelik bağlarımızı hala koruduğumuzu değil, güçlendirmeyi istediğimizi bir kez daha gösterdi.
Kendi ülkesinin insanlarının da haz etmediği mendebur bir adamın dünyaya hükmeden görüntü vermek için her türlü fırsatı değerlendirdiği, önceki kurulan dengelerin alt üst edildiği bu süreç elbette geçici. Dünyanın, tek kişi hükümranlıklarının hüsran dolu birikmiş örnekleri çok fazla. Tek kutuplu dünya düzeni hayali hep oldu tarih boyunca. Ve hep de olacak. Özgürlük ve bağımsızlık adına mücadele verenlerin ödedikleri büyük bedelleri unutmamak ve onların mücadelelerinin sonunda elde edilen kazanımlara sahip çıkma azmini göstermek, elde etmek için verilen mücadelelerden daha fazlasını gerektirmiyor.
Ne ki; günümüz insanı çok yönlü edilgenleştirici baskılar altında ve bütünleştiriyor gibi görünen kurumlarla da çeşitli başlıklar altında dağınık tutularak iradeleri kontrol edilebiliyor. Ulus bilincinin pekiştirildiği süreçlerde, emperyalizm topyekün çabayı gerektiren bir mücadele başlığıydı. Küreselleşme elbisesi ile sevimli görünme çabalarını, önceden tüm olumlu duygularımızla sahiplendiğimiz kavramlar aracılığı ile yürütürlerken, bu kavramları sahiplenerek içlerini boşaltıp farklı biçimlere dönüştürdüklerini çoğu kimse fark etmedi ya da fark ettiğinde artık o kapanın içine girmişti.
Oyunun farkında olanların sayısı artıyor neyse ki. Kurgu artık iyice ortada. Bize düşen, küresel başlıklı kuşatmaya, önceki bağlarımızı sıkılaştırarak direnmek. Bizim Atatürk’ümüz var. Zaferlerimiz var. Yeniden diriliş için tarihinde direniş göstermiş bir ulusun gerekli olan direniş gücü var. Tek eksiğimiz bunu seferber etmek. Yeniden tarih yazmak ve alternatif tarih üretmek, Osmanlı’ya öykünmek, onun borç batağına geri dönmeye çalışmak, elini verip kolunu kaptırmak yerine, kendi olanaklarını seferber ederek, Cumhuriyetle taçlanan devletin fabrika ayarlarına dönmek yetecek.
Atatürk’e şükran duygularımı(zı) paylaşmak için vesile böylesi kutlu günler. Büyük bir mucizenin yaratıcısı ve bulunduğumuz coğrafyada saygın bir güç haline getirilmiş bir devlet ile ulusun kurumsal çatısının mimarı.
CHP üzerinden Atatürk’e karşı yürütülen muhalefet, iktidar olanaklarını kuşanarak yürütülürken; devlet olarak gücümüzü pekiştiren ordu, siyasal, hukuki kurumlar başkalaştırıldıkça, daha çok kafa tutan görüntüde daha zayıf bir yapı ortaya çıktı. Şimdi ekonomideki çöküntünün yarattığı tahribatla da sarsılırken, hepimizin keskin bir u dönüşü ile gücümüzü pekiştiren kurumsal çatımızı yeniden inşa ile demokrasiyi yeniden işler hale getirmemiz gerekiyor.
Çıkış için reçetemiz var. Atatürk’ün izinden gitmek. Bize ılımlı ya da ılımsız İslam yaftası ile giydirilmek istenene uymaya çalışmak yerine, bizi dünyada etkin bir güç haline getiren laik Türkiye’de ısrarcı olmak. Uzlaşmalıyız evet ama, itildiğimiz yerde değil; bizi biz yapan değerlerde!…
Tarih vicdan gibidir. Herkesi en doğru yere yerleştirir. Atatürk’ün yeri hep farklı olacaktır. Minnet duygularımız hiç tükenmeyecektir. Medya ve görsellik ile var olan bugünün yönetici aktörleri, yine medya ile gidecekler. Atatürk ve mucizesi tarihe geçti. Bize bu mucizeye sıkıca sarılmak düşer. Ülkemizi, bağımsızlığımızı, yurttaş olma, birlikte güç olma, özgür iradelerimizi borçlu olduklarımızı destan yazdıkları gün vesilesi ile şükran ve minnetle anarken, tarihimize ve tarihimizin kahramanlarına sahip çıkmanın vatan borcu olduğunu anımsatmak isterim.
Kurtuluşun simgesi ve bağımsız bir ülke olmamızda mihenk taşı olan en büyük zafer günümüz kutlu olsun. Nicelerine; ulusça, güçlenerek!…